27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 EYLÜL 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Ağırlık Erol İşisağ: ‘‘Gül’e göre Lübnan’a asker göndermezsek ABD ve AB’deki ağırlığımız azalırmış. Kendi güvenliğimiz için Irak’a girmemize izin vermeyenlere ağırlığımızı hissettirebilseydik, Lübnan’a başkalarının güvenliği için asker göndermemizi isteyemezlerdi!’’ Ya ğ m u r E k i m Bugün Dünya Barış Günü’ymüş... “Yılın geri kalanı savaş günleri!” KUŞADASI’NDA tatil yaparken bir grup arkadaşıyla birlikte Kadınlar Denizi 1. Sokak’ta bir restorana girmiş Murat Kılıkçıer ve bakın başlarına neler gelmiş: ‘‘Sonradan restoranın sahibi olduğunu öğrendiğimiz ve Güneydoğu şivesiyle konuşan kişi mönüyü getirdi ve hepsi İngilizce yazılmış beş yemek çeşidini sıraladı. Sipariş için düşünmek üzere izin istediğimiz sırada arkadaşlarımdan biri mönüdeki fiyatların sadece Avro üzerinden olduğuna dikkatimizi çekti. İşyerinin sahibi sipariş almaya geldiğinde kendisine yemek isimleri bir yana neden fiyatların en azından Avro’nun yanında Türk Lirası olarak da gösterilmediğini sordum. Restoranın sahibi beyefendi güldü ve ‘Ne yapacaksınız Türk Lirası’nı, bakın Avrupa BAKIŞ AÇISI GÜRBÜZ ÇAPAN Lübnan’a acil asker gönderme tezkeresinin tarifi: Tezkere! Birliği’ne giriyoruz’ diyerek sanırım kendince şakaya vurarak geçiştirdi. Öylece bakakaldık. Bu arada gözümüz tavanda asılı bayraklara çarptı. Yaklaşık 15 ülke bayrağı arasında Türk bayrağı yoktu. Tam bu sırada önümüzdeki masada oturan bir çiftin bayrakları ve mönüyü birbirlerine işaret ederek kalktıklarını fark ettik. Restoranın sahibi masamıza geldiğinde ona ‘Bakın öndeki masa, size az önce söylediğimiz sebepten kalktılar, onlar da Türk’tü’ dememiz üzerine kendisi ‘Kalksınlar yaa, Türkler de gelmesinler’ diye homurdandı. Kısaca anlatmak gerekirse biraz tartıştık ama iletişim kurabilmemiz için aramızda engel Kıllık! koskoca bir dağ ve adamın aklında tek bir şey, sadece ‘Burası benim’ düşüncesi vardı. Tartışma sırasında bize fiyatlarının çok ucuz olduğunu, böyle ucuza başka bir yerde yiyemeyeceğimizi, buna rağmen bizim kalkıp ona ‘Türk Lirası için kıllık yaptığımızı’ bile söyleyebildi. Belli ki üzerinde, görmeye dayanamadıkları kişilerin resmi olan paraları istemiyorlardı. İnanın ne yapacağımızı bilemedik. Hesabı ödedikten sonra da fişimizi ancak ısrarla istedikten sonra alabildik.’’ Bu öykü üzerine o klasik söz ‘‘Burası Türkiye, olur böyle şeyler’’ diyebilir miyiz? Hayır. Çünkü artık ‘‘burası’’ Türkiye olmaktan çıkıyor! Herkes kafasına bir düzen kurup bildiğini okuyor. Kimse de karışmıyor. Orman Yangınları Toprağın eli koludur ormanlar. Toprak da canlı bir şeydir. Yaşadığını yeşererek ifade eder. İnsan nasıl elbisesiyle değişiklik sergilerse, toprak da bitki örtüsüyle giyinir. Hayvanlar, elbiselerini tüy dökerek ve alttan yeni tüyler çıkararak yeniden giyinirler. Her bölgenin kendine özgü giyinme tarzı oluşur ve her canlının kendince giyinme tarzı gelişir. Yanan bitki örtüsü, yani toprağın giysisi. Sadece bitki örtüsü mü? Çiçeği, börtü böceği, bin bir türlü canlı yanıyor. Toprağın ta kendisi yanıyor. İnsan yanık geçirince nasıl yanıyor ve nasıl dayanılmaz bir görüntü çıkıyorsa toprak da yanınca öyle oluyor. Her yaz, karabasan basar ülkemizi. Her ağustos yangın haberleriyle çalkalanır... Her yaz yangın uçaklarını tartışırız. Kışın yaza kadar uyur, yazın temmuz sonu ağustosta yangını tartışırız. Kimi zaman bir tiryakinin izmaritiyle, kimi zaman etmangal artığıyla yanar. Bunca televizyon, gazete var. Bunca okul var. Hangisinde ağaç sevgisinden bahsedilir? Kim eğitecek bu toplumu? Ya hamaset ya eleştiri bombardımanı arasına sıkışır kalırız. ??? Eylül gelince suskunluk örter üstümüzü. Kışın, yaza kadar televole, çalkala programları alır başını gider. Ağaç deyince aklına değnekodun gelen halkımıza, orman ne manaya gelir? Yak, tarla yap! Yak, gecekondu yap! Güzelim Akdeniz, Ege kıyıları, yorgun halkımıza, ormanları yakılıp, zeytinlikleri sökülüp gidipgelemediği yazlık yapılmadı mı? Ne yapsın garipler? Otelemotele gidemiyor, pansiyona sığamıyor! Mülkiyet hastalığıyla onlara da kooperatif kurarak örgütlü gecekondular yaptırmadık mı? Yunanlı yazarların, şairlerin eserlerini süsleyen zeytin ağaçları, incir ağaçları nerde şimdilerde? Zeytin üretip yemeyen, yemesini bilmeyen, fındıktan katma değer üretemeyen, ancak mangalcılara iyi kömür üreten halkım. AkdenizEge kıyılarını taşa döndüren, Karadeniz kıyılarını otoban yapan, zekâ özürlü yöneticiler... Yangın olunca timsah gözyaşları döküp sonra da bir haftada unutanlar... Kış boyu TVradyo ve diğer eğitim ve iletişim araçlarını kullanarak halkı eğitmek aklınıza gelmez mi? Çocuklara ağaçları tanıtsak, bitki örtüsü nedir diye bilgilendirsek, nerde... Biri Bizi Gözetliyor, Gelinim Olur musun, hangi köhnemiş artist eskisi kiminle programlarına devam. Bahçe yarışmaları yapsa belediyeler sünnet şenliği yerine. ??? Toprak anayı anlatsak, öğretsek, sevdirebilsek.. nerde?.. Ormanlar ortak malımızdır diyebilsek... 2B alanları kullananların malıdır desek!.. Çiçeğiböceği, ağacıormanı yani ülkem, yani toprak ana, yani vatan bizim diyebilsek! Göremeyen Âşık Veysel’in gördüklerini görebilsek... Ve Veysel Usta’nın ‘‘Kara Toprak’’ını anlasak... ‘‘Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yarim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sadık yarim kara topraktır Söylem İlker Çamkır: ‘‘Bugüne kadar “Devlet ucuz ayakkabı, ucuz kumaş, ucuz et ve balık satmaz’ diyenlere bundan böyle, ‘Devlet silah satar, hem de taksitle’ diye yeni bir söylem üretmek yakışır!” SESSİZ SEDASIZ (!) Bir gencin Türkçe çığlığı BİR genç Eren Dedeoğlu ve liselerde yabancı dil eğitimi verilecek diye Türkçe dersinin unutulduğunu söylüyor, ‘‘Türkçe konuşmayı unutturdular, şimdi Türkçe yazmayı da unutturuyorlar’’ diyor: ‘‘Kimse farkında değil mi elimizden kayıp gidiyor Türkçemiz. Sesli harflerimizi kullanmaz olmuş yaşıtlarım. Girdikleri sitelere bakıyorum da, ‘dolar’ işareti ‘ş’ harfimizin yerini almış, ‘v’ harfimizin yerine ‘w’ kullanıyorlar. Dahası fiiller kullanılmaz olmuş. Zarflar, sıfatlar çoktan unutulmuş. Yüksek Yerilim Hattı e r d i n c u t k Fındıkçı Erdal Yücel: “Türkiye’nin tek ünlü fındıkçısı artık Fındıkkıran Balesi’nde oyna(tıl)malı!” İçim acıyor, Atatürk’ün elinde tebeşir, Türk alfabesinin harflerini öğreten resmini gördüğümde. Bir baksanıza o sitelere, bir baksanıza gençlerimize. Bizi bizden alamadılar savaşla ama şimdi kültürümüzü alacaklar elimizden. Katlediliyor kendi insanlarımız tarafından kültürümüz. Elimizden kayıp gidiyor sahip olduğumuz değerler. Böyle giderse çok yakında Türkçemiz kalmayacak. O zaman bu yazıyı yabancı bir dilde yazıyor olacağım belki de! Birileri bir şeyler yapsın artık!’’ Orada bir koy var uzakta, gidemesek de denize giremesek de o koy bizim koyumuzdur! ‘Korunacak Barış Yok!’ MERİÇ VELİDEDEOĞLU Bir süredir ‘‘1 Eylül’’ler ‘‘Dünya Barış Günü’’ olarak anılıp, sayısız törenlerle bütün dünyada kutlanıyor; bugün de öyle olacak. Oysa bir hafta önce Cumhuriyet’te çıkan bir haberde, Birleşmiş Milletler’in (BM), dünyada korunacak bir barış olmadığını açıklayan görüşü bildiriliyordu. Haberde son on yılda BM’nin yürüttüğü 60’tan fazla barışı koruma görevi sırasında, askerlerin çoğu zaman koruyacak barışı bulamadığına, sık sık çapraz ateş arasında kaldığına dikkat çekiliyordu. Ayrıca 2285 barış gücü askerinin, dünyanın genelde fazla bilinmeyen uzak bir köşesinde, barışı korurken öldüğüne de değiniliyordu. Demek ki yıllardır barış taraftarlarının, barışı savunup koruyanların çırpınışı boşuna, dört bir yandan barışın soluğu kesiliyor. ??? Bu durumu çok önceleri, günümüzden 2400 yıl önce Atina’lı ozan Aristofanes savaşın anlamına, amacına değinerek ortaya koymuş. Barışı da konu ettiği ‘‘Akharnai’liler’’ adlı tiyatro oyununda Aristofanes, o sırada Atina ile Isparta arasında sürmekte olan savaşın nedenini Akharnai halkına şöyle söyletiyordu: ‘‘Savaştan yalnızca sorumsuz birkaç ‘kodaman’ yararlanmaktadır.’’ Eskil (antik) Yunanistan’da küçük bir kent olan Akharnai’nin çoğunluğu kömür işçisi olan halkı yattıkları yerde bugün başlarını kaldırsalar, kent kodamanlarının uluslararası kodamanlara dönüştüğünü, dahası kodaman devletlerin oluştuğunu ve bunların çıkarları uğruna savaşları nasıl yarattığını şaşkınlıkla göreceklerdir. Akharnai’nin yoksul emekçi halkının dolayısıyla Aristofanes’in ne denli haklı olduğunun bir örneği de Birinci Dünya Savaşı sırasında görülür. 20 Mayıs 1915’te Almanya’nın en büyük altı anamalcı örgütü, Başbakan Hollweg’e bir dilekçeyle başvurarak yayılımcı bir savaş politikası izlemesini isterler, bunun ülkenin ekonomisi açısından yararlı olduğunu belirtirler. Alman Parlamentosu da bu görüşü savaşa ‘‘Evet!’’ diyerek onaylar; Almanya savaşı sürdürür, sonuç bilinir. İkinci Dünya Savaşı’nın çıkış nedenleri arasında da böyle bir başvurunun yer aldığı görülür; 1932 yılının Kasım ayında Almanya’nın önde gelen sanayicileri, bankerleri, büyük toprak sahipleri Devlet Başkanı Hindenburg’a bir mektup gönderirler; mektupta Parlamento’dan bağımsız bir hükümetin kurulmasının zorunlu olduğu belirtilir ve böyle güçlü bir kabinenin Hitler’in yönetiminde kurulması önerilir. Sonuç onca yıkım, 50 milyon ölü... Ayrıca bu savaşta nükleer gücün de yer alması, insanlık için yepyeni bir dönemi başlattı. Nükleer gücün ve artıklarının başta insan olmak üzere tüm canlıların yapısında bulunan ‘‘gen’’lerde yaptığı değişimin ‘‘evrim’’i altüst edebileceği ortaya kondu. Oysa bilim adamları evrimin bir kez oluşmuş bir olay olduğunu bildirirler ve şöyle derler: ‘‘İnsanlar dahil bütün canlı yaratıklar son derece rastlantısal olayların ürünüdür, denebilir ki insanlar olarak kendimizi tanıdığımız biçimimiz, son derece ender bir rastlantıdır. Başka bir deyişle evrim aynı koşullarda aynı yeryüzünde yeniden başlasaydı, insanın yeniden oluşma şansı sonsuz küçük olacaktı; çünkü yaşam bir kez ortaya çıktı.’’ ??? İnsanın içini oyan bu acı gerçeğin ayırdında olmadığımızı, çağımızın ünlü düşünürü Jacques Monod açıkça belirtir: ‘‘Günümüz hayvan türleri içinde, belirli ırk ve topluluklar arasında ‘tür içi’ savaş bilinmez. İnsanda ise durum böyle değildir. Neanderthal adamının birdenbire yok oluşunun, atamız Homo Sapiens’in uyguladığı bir soykırım sonucu olması çok olasıdır. Oysa insan bir rastlantı ile içine düştüğü bu evrenin içinde yalnız olduğunu biliyor. Bir yanda varoluş, bir yanda yok oluş, seçmek kendine kalmış...’’ Vedat Günyol, söyleşilerinde, yazılarında Halide Edip’in birine kızdığında sert bir sesle ‘‘insan!’’ dediğini dile getirirdi... Yine de gezegenimizin 1 Eylül Barış Günü kutlu olsun. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Karnın yardım kazma ile bel ile Yüzün yırttım tırnak ile el ile Yine beni karşıladı gül ile Benim sadık yarim kara topraktır İşkence yaptıkça bana gülerdi Bunda yalan yoktur herkesler gördü Bir çekirdek verdim dört bostan verdi Benim sadık yarim kara topraktır’’ Veysel yürekli olmamız umuduyla... [email protected]/Faks: 0212 672 71 71 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com AZİL AVUKAT NEYİR ŞEYDA MUSAL Şirketimiz avukatlarından Av. Neyir Şeyda MUSAL’ın Beyoğlu 13. Noterliği’nin 11.02.2005 tarih ve 2923 yevmiye numaralı vekaleti; İstanbul 10. Noterliği 02.08.2006 tarih ve 22122 sayılı yevmiye numarası ile fesih edilmiştir. Bu kişinin şirketimiz adına, 02.08.2006 tarihi itibariyle işlem yapmaya hiçbir yetkisi bulunmadığı üçüncü şahıslara duyurulur. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 1 Eylül www.mumtazarikan.com ÇUKUROV A ELEKTRİK A.Ş. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ ‘‘Öksürükotu’’ da de 1 nilen, sarı çi 2 çekli, ekin 3 tarlalarına zararlı otsu bit 4 ki. 2/ Çıkar y 5 ol, çare... 6 Dantel ya da 7 nakış ipliği yumağı. 3/ 8 Keçiyolu, pa 9 tika... İşlen1 2 3 4 5 6 7 8 9 memiş, ekilmemiş 1 B A T A Ğ A N S toprak. 4/ Silifke il2 A A T Ş T E K E çesinde antik bir 3 S A V A İ D A T kent... Bir pamuk Ş E H N AME cinsi. 5/ Küçük mo 4 T AME R tosiklet. 6/ Bir mü 5 I R A K E R zik parçasının son 6 K O N S A S E Ğ İ T İ M bölümü... Suudi 7 Arabistan’ın plaka i 8 O T O R A Y Y A mi. 7/ Bir nota... 9 D O K Ç E K E L ‘‘Labada’’ da denilen ve yaprakları sebze olarak kullanılan bitki. 8/ ‘‘Manila keneviri’’ adlı elyafı veren muz türü... Işık kaynağının 1 saniyede çevresine yaydığı ışık enerjisi. 9/ Sazın en ince ses veren teli... Yaptığı her şeye çok dikkat ve özen gösteren. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Değerli metal ve taşlardan yapılan süs eşyası.. Çıplak toprak. 2/ Âşık olmaktan duyulan korku. 3/ Küçük yapılı bir kanguru cinsi... Utanılacak şey, ayıp. 4/ Mesafe... Argoda çok çalışan öğrenciye verilen ad. 5/ Aşağısı dar, yukarısı geniş bir tür yeniçeri başlığı. 6/ Bir renk... Sürülmemiş tarla. 7/ Kaba, biçimsiz... Letonya’nın para birimi. 8/ Branş, dal... Toprak üstündeki yükseklik. 9/ ‘‘Kuntra’’ da denilen ve kaliteli bir şarap veren siyah üzüm cinsi. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle