Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 27 AĞUSTOS 2006 PAZAR 6 HABERLER ‘La Diva Turca’ sahnelerden çekilmiş olsa bile ‘misyonum’ dediği görevini hâlâ aşkla sürdürüyor PAZAR ORHAN BURSALI Leyla Gencer Şan Yarışması ZEYNEP ORAL Toplumların Yönü 2 Cinayeti okudunuz. Patronu, sekreterliğini yapan Meryem’i, içindeki kötü ruhu çıkartmak için bir ay boyunca işkenceye yatırıyor. Dehşet mi dehşet! Vajinasının kemiğini kırıp dağlıyor, ayak ve el parmaklarını kırıyor... Olayı didikleyelim: A İşkenceci dinci patron: 1) Adam dinci. 2) Üstelik milleti etrafına toplayıp vaazlar veriyor. 3) ‘‘Tanrı adına’’ hareket ettiğine inanıyor. Dincilerin tipik ortak özelliği. Hizbullahçı örgütlerin de ülkemizde benzer olaylarını anımsayın. 4) Adam, kadınları cadı olarak görüyor. Ortaçağ engizisyoncuları gibi, kadınların içinde şeytan olduğuna inanıyor. 5) Erkeğin (Mustafa Kıvrık) sapıklığı, psikolojik değil, düşünce ve inanç düzeyinde!(*) 6) Dincinin sapıklığı kadın cinselliğine de odaklı. Dincilerin, kadını örtülecek bir nesne olarak görmesinin farklı ama oldukça gerçekçi bir tezahürü. 7) Dinciliğin Tanrı’ya inanmakla bir ilgisi var mı? İnanışı dinciliğe vardırırsan ve herkesi kendi hizana getirmek istersen evet. Ama inanışı, Tanrı’yla kendi aranda bir ilişki olarak görür ve herkesin bu ilişkisinin farklı olabileceğini kabul edersen, hayır. Ana konu: Aklı inanışa terk veya teslim mi ediyorsun, veya inanışını özgür aklın ve eleştirel düşüncenle denetliyor musun... Sorular: Mustafa Kıvrık tipinin sayısal oranı nedir? bunlar hangi kitlesel iletişimin ve desteğin ürünü? Neden kadınlardan böyle bir düşünce sapığı çıkmıyor da dinci erkeklerden çıkıyor? ??? B Kızın anne ve kardeşi! Gülden Aydın, Hürriyet’te olayın ayrıntısını yazıyor. Anne ve üniversiteye giden bir erkek kardeş... Düşünce sapığının Meryem hakkında her dediğine inanıyorlar. Anne itiraz edecek oluyor, ama tokadı yiyince kızına yapılanlara hatta yardımcı oluyor! Üniversiteli erkekkk kardeş de ‘‘o..puymuş’’.. diye hoş görüyor. Üniversiteli, ama gerçeği öğrenmek gibi bir bakışı yok. Üniversitelilerimizin yüzde kaçında böyle bir bakış var? Öğreniyoruz ki, adam ailenin kısmen hamisi! Yani işin içinde maddi destek de var. Aile bu maddi desteğe kızlarını kurban etmeyi seçiyor... Dehşet verici bir durum mu? Yoksa sosyolojik bir durum mu? Dehşet verici sosyolojik bir durum! Sosyolojik, yani kız ailesinin bu tutum ve düşüncesi tekil değil, yaygın! Nitekim, bir komşu kadın da olaya şahit oluyor, ama susuyor! Bir suç ortaklığı! Belki de, başına gelse, aynı davranışı gösterecek! ??? Sonuçlar: 1) İnsanın çıkarlara (başlıcası ekonomik) bağımlı biyolojik yapısı, varlığının en zayıf yeri. 2) Düşünce, ekonomik çıkarlara bağımlılıkla örtüşmüşse, insanlık, insanlığın ulaştığı düzey, uygarlık birikimi vb. gibi, günümüz uygarlığının insanını tarif etmemize yarayacak her şeyi bir kenara bırakmak gerekir. 3) AKP ve dincilerin kitlesel politikaları da buna yönelik. İnsanları bireysel yardımlara köle bırakan sosyal politikalar izliyor. Yiyecek, para, eğitim, barınma yardımları, insanları minnet duygusundan yakalama ve onu yaşam boyu adamı yapma!.. Türkiye’de yurttaş tam bir fesat çemberi içine hapsedilmek isteniyor! 4) İnsan, dünyanın en uyumlu yaratıklarından biri. Düşüncesi, ortama uyum sağlayabilen bir canlı. Varlığını en iyi o koşullarda sürdürebileceğine inandığı an, meseleyi bitirir. Pratik. Henüz ekonomik, tarihsel ve toplumsalözgür birey olamamış Türkiye’den, yüzbinlerce işkenceci, yüzbinlerce tetikçi, fedai, milyonlarca sürü yaratabilirsiniz. Burada ‘‘toplum mühendisliği’’ bütünüyle işler! Bizim liberal aydınlar dinciliği toplum mühendisliği olarak görmez; ama Cumhuriyetin kuruluş ilkelerine bağlılığı, görür! Ülkemizin bilimsel düşünceye uzak, insan yoksulluğunun bir sonucu! Toplum, sistem, ne tür insan üretecektir? Kıvrık ve yüzbinlerce benzeri gibi bir ‘‘insan altı türü’’ mü? Yoksa, aklını her şeyin üzerinde tutan, eleştirel düşünen, birikimi arkasında taşıyan çağın insanını mı? Burada ‘‘tarafsızlık’’ olabilir mi? (*)Stalin ve çevresinde ve Kamboçyalı PolPot katilinde de benzer durumlar yaşandı! Bir gün önce evinde ha bire şikâyet edip yakınan, ‘‘Rahat bırakın beni, ben artık yaşlandım, basın toplantısına falan çıkıp konuşamam’’ diye öfkelenen; bir gün sonra tıklım tıklım dolu bir basın toplantısında bir kraliçe edasıyla oturan, ‘‘Diva’’lığının tadını çıkaran, uzun uzun konuşan, söylediği her sözün ağırlığını ve sorumluluğunu taşıyan, yaptığı esprilerle herkesi gülümseten, tavırlarıyla herkesin içini ısıtan, ufkunu açan aynı insan mı diye dikkatle bakıyorum ona... O, Leyla Gencer. Dünya opera tarihine çoktan mal olmuş, yeryüzünün bir ucundan ötekine belli başlı tüm sahnelerde alkışlanmış, o olmasa çoktan unutulacak birçok eseri opera repertuvarlarına kazandırmış, kaynak kitaplara, ansiklopedilere adını altın harflerle yazdırmış, kısacası opera dünyasında örnek olmuş, ‘‘referans’’ olmuş ‘‘La Diva Turca’’... Leyla Gencer, Milano’da yaşıyor. Çünkü La Scala Müzik Akademisi’nin Genel Sanat Yönetmeni. Sahneleri terk etmiş olsa bile, ‘‘benim misyonum’’ dediği görevini sürdürüyor. Birkaç gündür, ‘‘Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması’’ için İstanbul’da. (Dünkü Cumhuriyet’te yarışmayla ilgili basın toplantısını okumuş olmalısınız.) Benim takılı kaldığım bir gün öncebir gün sonra meselesine gelince: Bir gün öncekiyle bir gün sonraki hep aynı insan. Her sahneye çıkıştan önce, konferans ya da seminerden önce heyecandan çocuk gibi tir tir titreyen de o; dev arenalara girip kendine sonsuz güveni ve inancıyla tüm gücünü ortaya koyan da o... Hiç unutmuyorum, Ankara’da Cenap And Vakfı’nın Altın Madalya ödülünü almaya gelmişti, o akşamın sabahında kültür yaşamımıza inen bir darbe için gençlerin sokaktaki protestosuna katılmıştı... ‘‘Çocuk’’, ‘‘Diva’’, ‘‘asi genç’’, ‘‘tepeden tırnağa dişi’’, ve daha niceleri, tümü bir bütün... Dünden bugüne yarışma Leyla Gencer, yarışmayla ilgili bilgi verirken, ilk andığı ismin Aydın Gün olması beni hiç şaşırtmadı. Dünkü hocalarına olduğu gibi, dostlarına da saygısı sonsuz. Her şey Aydın Gün’ün bir düşüyle başlamıştı. Bu düş, Leyla Gencer adına, uluslararası bir yarışma D ünya opera tarihine çoktan mal olmuş, yeryüzünün bir ucundan ötekine belli başlı tüm sahnelerde alkışlanmış, o olmasa çoktan unutulacak birçok eseri opera repertuvarlarına kazandırmış, kaynak kitaplara, ansiklopedilere adını altın harflerle yazdırmış, kısacası opera dünyasında örnek olmuş, ‘‘referans’’ olmuş ‘‘La Diva Turca’’... O, Leyla Gencer. gerçekleştirmekti.... Bu düşe Yapı Kredi Bankası sahip çıkmıştı. Birinci yarışma 1995’te, ikincisi 1997’de, üçüncüsü (deprem nedeniyle bir yıl ertelenerek) 2000’de gerçekleşti. Ve çok büyük ilgi gördü. Gerek her yıl değişen çok önemli jüri üyeleriyle, gerek katılımcıların niteliğiyle tüm dikkatleri üzerine çekti. Dünya basınında ve televizyonlarında çok geniş yer aldı. Milyonlarca dolar ödenerek sağlanamayacak bir reklam ve tanıtım sağlandı. Bunca büyük ilginin nedeni, yarışmaya adını veren Leyla Gencer’in ünü kadar, jürinin prestijli isimlerden seçilmesi, yarışma kriterlerinin yüksek tutulması ve yarışmanın niteliğiydi. Onur kurulu başkanı, ünlü maestro Riccardo Muti’ydi. Her üç yarışmada da kazananlar, başta İtalya olmak üzere birçok ülkede konser vermek, dünyaya açılmak, önemli kurumlarda önemli roller almak olanağı buldu. ‘Biz de varız’ diyebilmek Yapı ve Kredi Bankası, bu sahiplenmeyi, o zamanlar ‘‘Çağdaşlık düzeyini yakalamak’’ ve ‘‘Geleceğe yatırım yapmak’’ ilkelerine bağlamıştı. Ama sonra... Sonra, banka vazgeçti. Aylarca olayın peşine düştüm, neden vazgeçildiğini öğrenmeye çalıştım, alabildiğim tek yanıt şu oldu: ‘‘Banka, yarışmayı sürdürme gereği görmedi.’’... Neden diye bir açıklama istediğimde, yanıt yine kesin ve netti: ‘‘Bir açıklama yapmak gereğini görmüyoruz. Kendisine bildirdik, o kadar.’’ (Kendisi, yani Leyla Gencer.) İnsan ister istemez soruyordu: Peki şimdi bu ilkelerden vaz mı geçildi? Kendisine bildirilen bu haberden sonra onu derhal aradım. İstanbulMilano telefon hattında tam ‘‘a la Gencer’’ bir cümle asılı kaldı: ‘‘Onlar bana değil, ben onlara şeref veriyordum. Yarışmanın kaldırılmasıyla ben bir şey kaybetmiyorum ama ülkem ve banka için bir şey diyemem.’’ O günlerde, çok iyi anımsıyorum Leyla Gencer şöyle diyordu: ‘‘Bizim âdetimizdir. Bir işe heyecanla başlarız, ama sonunda sıkılır, tavsatırız. Bu yarışmanın sürmesini istiyorum. Benim adımı taşıdığı için değil, ülkem için, müzik tarihi için, kültürümüz için... Yani ‘Biz de varız’ diyebilmek için...’’ Altını çizmiştim: ‘‘Biz de varız’’ diyebilmek için... Bir ara Kültür Bakanlığı ve Devlet Operaları Genel Müdürlüğü’nün yarışmayı üstlenmesi söz konusuydu, ama devamı gelmedi. Türkiye’nin imajı, Türkiye’nin prestiji deyip durduğumuz yıllar boyunca elimizdeki en değerli uluslararası potansiyel gücü biz devre dışı bırakmıştık. Sonunda İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ile La Scala işbirliği, Doğuş Grubu ve Garanti Bankası’nın sponsorluğu, TC Dışişleri Bakanlığı’nın desteği ve Borusan Holding’in katkılarıyla “4. Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması” gerçekleşiyor. ‘Misyonum’ Leyla Gencer’in dilinden düşmeyen ‘‘görevim’’ ya da ‘‘misyonum’’ dediği nedir? İşte yanıtı: ‘‘Ben eskiden beri, baştan beri hayatta bir misyonum olduğuna inanıyorum: İçimdeki müzik sevgisini, şan sevgisini, bu tutkuyu yaymak, müzik dünyasının bir parçası olmak. Bana verilen bu misyona boyun eğiyor, sahneden sahneye koşuyordum. Eğer mesleğimde çok iyi olursam, beni dinleyenlere iyi duygular, güzellikler verebilir, onları daha iyi insan olmaya itebilirim... Sahnelere veda ettikten sonra da topluma faydalı olmak için misyonumu sürdürüyorum: Seminerler, konferanslar, yarışmalar, uluslararası jürilerde görev alma, gençlere yeni yollar açma... Zaten bu yarışma da kültür bayrağını elden ele yarınlara taşımaktan başka bir şey değil...’’ Topluma yararlı olmak... İşte Leyla Gencer’in bir tutkusu da bu! Ona sordum, hiç politikaya atılmayı düşünmedi mi diye. Yanıtı net ve kesindi: ‘‘Hayır düşünmedim. Ama Türkiye’de yaşıyor olsam, bir politik parti kurardım: Atatürk partisi!’’. (Basın toplantısında Şakir Eczacıbaşı’nın aktardığı bir anektodu anmanın tam yeridir: Mustafa Kemal, Bulgaristan’da ilk kez bir opera izlediğinde şöyle mırıldanmış: ‘‘Şimdi bizim Balkanlar’da savaşı niye kaybettiğimizi anlıyorum!’’) obursali?cumhuriyet.com.tr Gencer: Yaptığınız işe tutkuyla sarılın arışmaya başvuran 162 kişiden elemeleri kazanan 35’i için heyecanlı Y günler başladı. Leyla Gencer’in onlara önerisi, ‘‘Yaptığınız işe tutkuyla sarılın!’’ demek oldu. Altı finalistin belirleneceği yarıfinalin (yarın Cemal Reşit Rey Salonu) ve Aya İrini’de, Gürer Aykal yönetimindeki Borusan Filarmoni Orkestrası eşliğindeki final konserinin (30 Ağustos Çarşamba) dinleyicilere açık olduğunu hatırlatayım. Yarışmacılar şu isimlerden oluşan güçlü bir jürinin karşısına çıkacaklar. Leyla Gencer, Stephane Lissner: Jüri Başkanı, La Scala Tiyatrosu Genel Müdürü ve Sanat Yönetmeni, Gürer Aykal: Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Şefi ve Devlet Sanatçısı, Yekta Kara: İstanbul Devlet Opera ve Balesi Baş Rejisörü, John M. Mordler: MonteCarlo Operası Genel Müdürü, Helga Schmidt: Valencia Operası ve Tiyatrosu Genel Müdürü, Gianni Tangucci: Pomeriggi Musicali di Milano Orkestrası Sanat Yönetmeni, Vincenzo de Vivo: Teatro Comunale Sanat Yönetmeni. Jüri seçimiyle ilgili olarak Leyla Gencer şöyle diyor: ‘‘Jüriyi belirlerken seçimimi, meslektaşlarımdan, yani ünlü şancılardan yana değil de, belli başlı opera yöneticilerinden yana yaptım. Çünkü, amaç yarışmaya katılanlara bir şans vermek, onların önünde yeni kapılar açmak, dünya operalarına kanatlanmalarını sağlamak... Ödül kazanmasalar bile, onları izleyen bir opera yönetmeninde bir kıvılcım çakabilir, işte böyle birini arıyordum diyebilir... Bütün katılımcılara bu şansı vermek istedim.’’ Tüm yarışmacılara başarılar dilerken yaşamın yarışmalardan ve sınavlardan ibaret olmadığını anımsatmak istiyorum. Kapanan her kapının ardından yeni kapıları zorlamak için inançlarını, güçlerini ve umutlarını yitirmemelerini diliyorum. Bu yarışma, bence Leyla Gencer’e gönül borcumuzu, şükran borcumuzu ödemenin çok ötesinde bir anlam taşıyor ve Leyla Gencer’in ‘‘misyonum’’ dediği düşünce ve eylem biçimiyle örtüşüyor. Bu misyon, evrensel, çağdaş kültür bayrağını yarınlara taşımak, genç kuşaklara yeni olanaklar tanımak, geleceğin sanatçılarını keşfetmek, onlara yeni yollar açmak, onları yeryüzünün ortak kültür ve müzik dünyasının bir parçası kılmak... Bugünle yarın arasında bir köprü kurmak... ‘‘Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması’’... Yarışmanın taşıdığı adın onurundan, hepimizin pay çıkarmaya ihtiyacı var.. Bu onuru yaygınlaştırdığı ve gelecek kuşaklara taşıdığı için tüm destekleyenlere ve katkıda bulunanlara teşekkür ederim. TEŞEKKÜR VE MİNNET... Prof. Dr. Haluk KOÇ Samsun Milletvekili CHP Grup Başkanvekili Siyasette tavırlı olmak, Ülke sorunlarını, ülke çıkarlarını savunarak gündeme getirmek, Etrafı ateşle çevrili orta ve uzun vadede toprak bütünlüğü tartışılan bir Türkiye’nin tam kalbinde, ülkemize dönük risklerin altını çizmek, PKK ve ardındaki siyasi hesabı Türkiye’ye muhatap haline getirmek gayretlerinin mimarlarını tarif etmek, deşifre etmek, Türkiye’de uygulanan IMF politikalarının insanlarımızı nasıl yoksullaştırdığını ifade etmek, Türkiye’nin köylüsünün dünyadaki en pahalı mazotu, gübreyi, tohumu, ilacı, yemi kullanmasının zulüm olduğunu haykırmak, Türkiye’deki özelleştirme uygulamalarının peşkeş mantığı içerisinde ulusal varlıkların yağmalanmasına yol açtığını iddia etmek, AKP iktidarının yolsuzluğu, Ali Dibo sistemini, genelleştirerek her kademeye yaydığını belgelemek, Çalışanların iş güvencelerini yitirdiklerini, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında ihtiyacı olan insanların artık para ödeyerek bu hizmetleri alabilme noktasına sürüklendiklerini haykırmak, Cumhuriyetin temel ilkelerinin bu dönemde altının oyulduğunu, bu ülkenin ortak değerlerini sahiplenmiş insanlarımıza anlatmaya çalışmak, Ülkenin haksız hukuksuz işgal savaşlarına sokulmasına, mazlum insanlarla Mehmetçiğinin karşı karşıya getirilmesinin yanlış olduğunu haykırmak, Ulusal çıkarlara aykırı uygulama ve tavır içinde olan her iktidar mensubuna karşı tavırlı olmak, Bölgenin ekonomik kaynaklarından olan fındık, tütün, pancar, buğday gibi ürünlerde, köylünün mağdur edildiğini bağırmak, TBMM’de 4 yıldır dik durmak, sorunlardan korkmamak, mücadele etmek (vatanım, toprağım, insanım için) tavizsiz davranmak, Türkiye’ye ABD tarafından biçilen kalıba, burası ATATÜRK’ÜN TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’DİR, diyerek karşı koymak, Esnafın nefes alamaz hale getirildiğini söylemek, Ulusal sermaye sahiplerinin ülke yatırımlarında uluslararası ağırlıklı Arap sermayesi karşısında haksız rekabetle yaşayamaz, üretemez duruma getirilmesinin doğuracağı tehlikeleri işaret etmek... Sonuçta bu vatan bizim, biz hepimiz kardeşiz, tasada, kıvançta, kaderde ortağız... “Her koyun kendi bacağından asılır” “Gemisini yürüten kaptan” “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” Atasözleri yanlıştır, geçerli olmamalıdır. Tersine; “Herkes bu ülkede aynı kaderi paylaşıyor” “Gemi batarsa hepimiz batarız” “Yılan sokarsa bir kişiyi değil, herkesi sokar” Gerçeğini siyasi duruşla ifade etmek, SUÇSA; Bunları taşıyan Haluk Koç’a her yerden ateş edelim, bu adamı susturalım, hakaret edelim, kişiliği ile oynayalım diyenler; onur dışı, mertlik dışı saldırıları tabii ki yapacaklardır. Ben Haluk KOÇ olarak; gazete yazarlarımıza, destek olan siyasi partilerimizin sayın başkan, yönetici ve üyelerine, Demokratik Kitle Örgütlerine, Meslek Odalarına, Esnaf Odalarına, bu konuda duyarlı on binlerce hemşehrime ve yurttaşıma ben, eşim, iki evladım, geniş akraba çevremin tümü adına gözlerim dolarak, içim kabararak, gururla, onurla, minnet, şükran ve teşekkürlerimi sunuyorum. ERDEM TEĞMEN 16.03.1931 .............. 951/4 Hava Harp Okulu mezunu Sevgili Erdem Ağabeyimiz, Babamız kadar yakın aile dostumuz. Biliyorsun, senin bize ışık veren, yaşamımızı ısıtan güzel mavi gözlerin, bizler bu dünyayı terk edinceye kadar kapanmayacak. Çok sevdiğin Ören’deki gönül evimizden. LemkeRomey Ailesi, Birsel, Jochen, Taç, Ayşe, Cem, Aylin, Deniz, Canan, Kaan, Lochner Ailesi, Feza, Willi, Leyla CUMHURİYET 06 K