27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 AĞUSTOS 2006 PAZAR 16 Don Süleyman Ekim: “İmamlar okunmuş su içiriyormuş. O da bir şey mi, damatlara okunmuş don giydiriyorlar; önce hoca, ardından damat külota dua okuyor.” Ya ğ m u r E k i m Türkiye’nin geliri az, tüketimi çokmuş. “Tahtırevan hikâyesi!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU AB Genel Sekreteri: ‘Tren kazası olmaz.’ Bizce de... Treni bırakalı çok oldu! Loft Mehmet Ali Kılınç: “Yılların emektarı genel merkez çalışanlarını kapı önüne koyan CHP’ye, pastel yeşili giysileri içindeki genel başkanı ve minimalist tarzlı loft anlayışında inşa edilmiş genel merkez binası hatırına oy versem mi acaba?” MOBİLYA ve ev gereçleri satan İsveç firması İkea, Türkiye’ye de geldi ve önce İstanbul’da hemen ardından İzmir’de dükkân açtı. Belli ki Türkiye’den memnunlar. Sanırım halkımız da İkea’dan memnun. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre İkea, dünyanın her yerindeki devasa mağazalarında fazla personel çalıştırmadığı için fiyatları alt düzeyde tutuyor. Pazarlanmakta olan bir ülkenin yurttaşları olarak ne diyelim; Allah herkese hayırlı kazançlar versin! Fakat bir diyeceğimiz daha var. İkea, satacağı malları dünyanın her köşesinde ürettiriyor. Tabii ki neresi ucuzsa orada. Mutfak setleri Çin malı. Hasır koltuklar Endonezya malı. Havlular Endonezya malı. Nevresimler Etiyopya malı. Saksılar Vietnam malı. Abajurlar Hindistan malı. Minderler Macaristan malı. Türkiye’de ürettirdiği mallar da var. Global köyün ticareti böyle oluyor. Ucuz hasır koltuk almak için Endonezya’ya gitmeye kalksanız, astarı yüzünden pahalıya mal olacağı için global sermaye malı sizin ayağınıza getiriyor. Helal olsun adamlara. Allah razı olsun, adamlar bir de sattıkları bazı malların kullanım ya da yapım kılavuzlarını da hazırlayıp veriyor müşteriye. İkea’nın kılavuzunu açıp bakıyorsunuz; tam 18 dilde hazırlamışlar: İngilizce, Almanca, Fransızca, Flamanca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, İsveççe, Danca, Norveççe, Fince, Lehçe, Çekçe, Slovence, Macarca, Rusça, İkea Japonca, Çince. Türkçe nerede? Türkçe yok. Türkiye’de dükkân açıp mal satan İkea’nın kılavuzlarında Danca’ya yer var ama Türkçeye yer yok. Danimarkalı bir köylü, İstanbul ya da İzmir’deki İkea’dan bir mal alsa, neyi nasıl yapacağını, nasıl kullanacağını okuyup şıp diye anlayacak. Türk müşteri ise İngilizce ya da Almanca bilen bir dostunu bulup tercüme ettirecek. Danimarka’nın nüfusu İstanbul’un nüfusu kadar değil. Ama koskoca bir Türkiye’nin değeri bir Danimarka köyü kadar etmiyor. Bunda İkea’nın bir suçu mu var? Hayır yok ve olamaz da. Çünkü her ulus siyasette de ticarette de layık olduğu muameleyi görür! Baltalar Elimizde... İlkokulun birinci sınıflarında öğretmişlerdi bize bu şarkıyı: ‘‘Baltalar elimizde/Uzun ip belimizde/Biz gideriz ormana/Ormana hey ormana...’’ Bir ağızdan söylerdik. Orman, elde balta, belde ip olmadan gidilmeyecek bir ağaçlık yer olarak öğretilmişti bize. Ağaç denilen o doğa ürünü, yakacak odundan başka bir şey değildi o zamanki büyüklerimizin gözünde. Hepimizin bildiği, son zamanlarda özellikle yabancı takımlarla yapılan futbol karşılaşmalarında stadyumlarda coşkulu kalabalıklar tarafından bir ağızdan söylenen ‘‘Dağ başını duman almış’’ marşının sözleri de pek farklı gelmezdi kulağımıza. ‘‘Dağ başındaki duman’’ bende hep bir orman yangınını çağrıştırırdı çocuk yaşlarımda, özellikle de ardından gelen dizeler nedeniyle: ‘‘... Bu ağaçlar güzel kuşlar/Yürüyelim arkadaşlar...’’ Alevler arasında kalmış, cayır cayır yanan ağaçlar, kuşlar gelirdi gözlerimin önüne... Kurtarmak için mi yürüyecektik? Geçen cuma günü Sabah gazetesi ilk sayfasında manşete çıkarmıştı: ‘‘Okey oynuyorlar!’’ Ormanları yanarken kahvede oturup okey oynayan köylüler, Orman Bakanı Osman Pepe’yi isyan ettirmişti. İnsanlar nasıl böylesine umursamaz olabiliyorlar, yaşamsal kaynakları kavrulur, yok olurken nasıl olup da hiçbir şey olmuyor gibi davranabiliyorlardı? Bense Sayın Orman Bakanı’nı, isyanını dile getirdiği günün akşamında Trabzon’da, Avni Aker Stadyumu’nun protokol tribününde TrabzonsporApoel maçını izlerken görür gibi olmuştum televizyon ekranında. Gerçekten o muydu? Yanlış görmüş de olabilirdim, ama yanlış görmemişsem, ne yaman çelişkiydi bu? Ege’nin, Akdeniz’in ormanları yanarken, yüzlerce hektar yaşam alanı, on binlerce ağaç, on binlerce hayvan yok olurken, Orman Bakanı bambaşka bir yörede gönül rahatlığıyla futbol maçı izleyebiliyorsa, kimi örnek alacaklardı ormanları yanarken kahvelerde okey oynayan o umursamaz köylüler? Sayın Pepe’nin isyanı da havada kalmayacak mıydı o zaman? ??? Bu yazı yazılırken Kaş’taki yangın henüz denetim altına alınamamıştı. Son bir hafta içinde cuma sabahı itibarıyla yanan toplam orman alanı iki bin hektarın üzerindeydi ve bu sayı sürekli büyüyordu. Sayın Bakan Pepe, bir açıklama daha yapmıştı; amacı yüreklerimize su serpmek olmalıydı. ‘‘İki bin hektarlık orman yitimini medyanın abartmaması’’ gerektiğini, ‘‘İspanya’da bir yangında elli bin hektar orman yandığını’’ söylüyordu. Aslında medya bu konuyu pek abartmadığı gibi büyük sözü dinlemeye koşullandırılmış halkımız da abartmıyordu bu orman yangınlarını.. abartmak bir yana burnunun dibine kadar yaklaşan alevleri, üzerine çöken reçine kokulu dumanı bile umursamıyordu. Sayın Pepe’yi isyan ettiren de bu umursamazlık değil miydi zaten? Onun yerinde olsaydım vermezdim o İspanya örneğini, ‘‘Bırakayım abartsınlar’’ derdim, belki biraz kıpırdanırlar, diye düşünürdüm. Biz daha okul sıralarında kafalarına ‘‘orman sevgisizliği’’ aşılanmış insanlarız. Ormanı, baltasız düşünemeyiz; böyle öğretilmiştir bize. Yakmak, kesmekten daha kolay olduğu için özellikle son yıllarda bu yolu seçer olmuşuzdur. Yakarız! Orman yakıp inşaat arazisi kazanırız; konut siteleri kurar, oteller dikeriz kazandığımız arazilere. Sigara izmaritlerimizi atarız çalılıklara; sözgelimi anız yakarız Trakya’da.. anız alevleri ahşap elektrik direklerini, trafo kutularını tutuşturur, seyrederiz. Ormanda piknik yapmak yaşamımızın bir parçasıdır, mangalsız yapamayız. Külünü ille de bir ağaç dibine dökeriz, dökeriz ki önce geride bıraktığımız kâğıtlar tutuşsun, kâğıtlar da ağacın dibindeki kuru otları, çalıları tutuştursun, diye. En büyük zevklerimizden biri de arabayla giderken dışarıya şişe atmak, ağaç gövdelerine nişanladığımız cam şişelerin nasıl patladıklarını seyretmektir. Kızgın güneşin altında prizmalaşan cam kırıkları kuru otları tutuştururmuş, yangın çıkarmış, hiç umurumuzda değildir... Basın, orman yangınlarını abartıyormuş... Bırakın, abartsın Sayın Bakan.. eğer o protokol tribününde perşembe akşamı maç izleyen kişi gerçekten siz idiyseniz, gönlünüz de daha ferah olur, en azından birileri ‘‘umursuyor’’ diye. Öyle değil mi? eposta: dkavukcuoglu@superonline.com SESSİZ SEDASIZ (!) Antalya Havaalanı yerlerde sürünüyor! ANTALYA Havaalanı’nın iç hatlar binasında ilkelliğin son perdesi oynanıyor ve Devlet Hava Meydanları İşletmesi, uçak yolcularını resmen işletiyor! Hani yolculara, “güvenlik kontrolünden geçin” veya “şu numaralı kapıdan uçağa binin” diye anonslar yapılır ya, o anonsları duyuracak hoparlörler aylardır arızalı! Görevliler oradan oraya koşturup kafeteryada, hela kapısında, “Atlas Jet İstanbul yolcuları” ya da “Onur Air Ankara yolcuları” diye bağırıyor. Bu tür bağırışlar eskiden şehirlerarası otobüs garajlarında Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Şifa Ahmet Önen: “Savaşa girmemiş ama açlık çektiği için 60 yıldır İsmet Paşa’yı eleştiren zihniyet, hâlâ açlık ile savaşı kıyaslayamıyorsa, başını çevirip biraz doğuya bakarak şifa bulabilir!” olurdu. Artık otobüs garajları “havaalanı” gibi çalışıyor. Fakat turizmin merkezi Antalya’daki havaalanı yolculara “nostalji” yaşatıyor. Yer hostesi salonun ortasına gelip bağırıyor: Türk Hava Yolları İzmir yolcusu kalmasın! Bu arada Antalya Havaalanı’nda son güvenlik kontrolünden sonraki bekleme salonunda uçakların kalkış saatlerini ve biniş kapılarını gösteren tablo da yok. Bazı uçak şirketleri camlara kağıt yapıştırıp çıkış kapılarını gösteriyor. Özetle Devlet Hava Meydanları İşletmesi, Antalya’da yerlerde sürünüyor! Burun küçültme yetmez, gevezelere de dil küçültme estetiği lazım! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Yabancı Hemşeri’ler ‘‘Emekliliğinde burayı seçen bir yabancı, bir ev için 500 m2 arsa ya da bahçeyle uğraşmak için bir dönüm tarla alabilir... Ama 100’lerce dönüme müşteriyse, pek de masum bir hemşerilik isteği gibi gelmiyor...’’ Aynı zamanda ‘‘harita mühendisi’’ olan Datça Belediye Başkanı Erol Karakullukçu söylüyor bunları... Kanaltürk’teki, ‘‘Kente Bakış’’ programımızda, mülkiyet ve imar ilişkisinin ‘‘uzman’’ı olarak şunları da vurgulamıştı; ‘‘Yasadaki sınırlamalar çok yetersiz... Fakat daha da vahimi yerel politikada da özendirilmesi...’’ (16 Temmuz 2006) Evet... Kimi belediyelerde yabancılara taşınmaz satışı desteklenirken, Datça başkanımızın isyanı acaba ‘‘abartma’’ mıdır? Hele bundan kaygı duyanları ‘‘memleket satılıyor paranoyası’’na kapılmakla küçümseyenler, olanı biteni izliyorlar mı? Aynı soruyu, bugün yayımlanacak Kente Bakış’ın konuğu, cennet Gökova körfezinin Akyaka Belediye Başkanı Ahmet Çalca’ya da yönelttik. Apartvermeye başlayan belediye başkanlarımızın ‘‘deneyim’’leri, gerçekleri görmeye yetiyor. Örneğin, yasa karşısında ‘‘Türkler de o ülkelerde mülk alabiliyor’’ şeklindeki ‘‘avunma’’nın aslında boşuna olduğuda ortada... Bir İngiliz, kendi ülkesinde ‘‘baraka’’ bile alamayacağı parayla, Alanya’dan Fethiye’ye kadar ‘‘Ege ve Akdeniz manzaralı apartman dairesi’’ sahibi olabiliyor. Aynı daireye ancak uzaktan bakabilen bir Türk vatandaşının İngiltere’de mülk edinmesi ise ancak ‘‘hayal’’inde mümkün... Yani, yasadaki ‘‘karşılıklılık’’ ilkesi sadece kâğıt üzerinde... Kaldı ki Danimarka, Almanya gibi ülkelere yıllardır emeklerini adamalarına rağmen hâlâ ‘‘yabancı’’ konumundaki Türk işçiler, paraları olsa bile taşınmazların ‘‘tapu’’sunu değil, ancak ‘‘kullanım hakları’’nı satın alabiliyorlar. Hem de arsayı ya da binayı, imar ve kent yasalarına uygun ‘‘kullanmak’’ koşuluyla... Yine yasadaki ‘‘her ilin binde 5’ini aşmamak’’ kuralını da ülkemizdeki ‘‘tapu sicili sistemi’’ içinde, satış anında hemen ‘‘kadastro bilgisi’’ne dönüştürerek ‘‘denetleme’’ olanağı hemen hiç yok... Nitekim Hatay’da bu oranın ‘‘çoktan aşıldığı’’ bir rastlantıyla anlaşıldıktan sonra yabancılara mülk satışı ancak ‘‘gecikme’’yle durdurulabildi. Benzer şekilde Mardin’de de toplam yüzölçümün binde 4.60’a ulaşıldığı, yani ‘‘limit’’e ramak kalındığı ve belki de aşıldığı, özel bir merak sonucundaki incelemeyle ancak ortaya çıktı... Bu nedenle kimi belediye başkanlarının ‘‘Sınırlama, il yerine ilçe ölçeğinde olmalı’’ demeleri de boşuna değil. Örneğin, en çok yabancı hemşerisi bulunan Didim’in ya da benzer durumdaki Alanya’nın, Kalkan’ın, Fethiye’nin tamamı bile satılabilir; ama bağlı oldukları Aydın, Antalya, Muğla illerinin her birinde binde 1’i bile bulmayacağından, ‘‘yasaya uygun’’ olur!.. Evet... Görünüyor ki bu konudaki tartışmaları ‘‘gereksiz’’, ‘‘aşırı ulusalcı’’, ‘‘dünyaya kapanma’’, ‘‘boşuna korku’’ vb. tanımlamalarla ‘‘yersiz’’ bulanlar, eğer cahil ya da gerçeklerden habersiz değil de ‘‘bilinçli’’ iseler, tarihe hiç de iyi sıfatlarla geçemeyecekler... Bu gerçeğe rağmen yasayı değiştirmemekte direnenlerin ise nasıl anılacaklarını söylemeye gerek var mı?.. ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN manlaşma baskısını Nail Çakırhan’ın yöresel mimarisiyle geri püskürterek 25 yıldır kimliğini koruyan beldesindeki yabancılar için diyor ki; ‘‘Bizde sadece ev alıyorlar. Ülkelerinde göremedikleri güneşi ve denizi görüyorlar. Henüz büyük arazileri kapatma girişimleri olmadığından, onlar da ‘Akyakalı’ gibiler...’’ Yabancı sakinlerine böylesine ‘‘insancıl’’ duygularla yaklaşan genç Başkana göre, kimi kıyı belediyelerindeki ‘‘yabancı dilde su faturası’’, hatta ‘‘İngilizce bülten, makbuz...’’ vb. uygulamalar ise ‘‘gereksiz bir jest’’... Nitekim Almanya’da 3 milyona yakın Türk var; ama resmi belgelerde tek kelime Türkçe yok... Dahası, Berlin’in neredeyse çoğunluğu oluşturan Türk nüfusuyla ünlü semti Krouzberg’de belediye meclisinin bile yarısına yakını Türk olmasına rağmen, kimse tutup da makbuzların, resmi belgelerin Türkçe olmasını talep bile etmiyor... Bütün bunlar gösteriyor ki ‘‘yabancılara mülk satışı’’ konusunda, ‘‘kraldan çok kralcı’’yız... İster ulusal kaygılarla ‘‘çekinceli’’ yaklaşsınlar, isterse rant sayesinde ‘‘sevinçli’’ olsunlar; ‘‘yabancı hemşeriler’’e de hizmet HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 27 Ağustos www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir sözün 1 fonetik ya da morfolojik 2 yapısında ya 3 pılan büyük yanlışlık. 2/ 4 Orta Anado 5 lu’da bir göl... 6 ‘‘Heykel, abi7 de’’ anlamında yerel söz 8 cük. 3/ Ruh... 9 Kötü bir işte1 2 3 4 5 6 7 8 9 ki yardımcılar. 4/ ‘‘1 P A Y İ D A R H doğar ayaz düşer / Y A D A Kar yağar beyaz dü 2 A T E Ş F O L şer’’ (Türkü)... İşbı 3 Ş A L A K rakımı. 5/ Asbestli 4 M E R O T İ K çimentodan yapılan 5 İ S K E L E N B T İ E K O ve çatıların kaplan 6 N A masında kullanılan 7 A L O B A R İ N gereç. 6/ Gelir... Ba 8 S T A R K İ NG ğışlama. 7/ Bir yapı 9 M A S İ S GO nın damında çevresi ve üstü açık yer... Telefon sözü. 8/ Paylama... Hattatların kâğıt cilalamakta kullandıkları özel bileşim. 9/ Eski kültür ve sanat yapıtlarını yakıp yıkma düşünce ve davranışı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Son derece kavgacı olan gözde bir akvaryum balığı... En uygun durum ve zaman. 2/ Şık, lüks ve gösterişli giyim tarzı... Sıkıntı verme, üzme. 3/ Avrupa’da bir ırmak... Zorba hükümdar. 4/ Brezilya’nın plaka imi... ‘‘ Depardieu’’: Fransız aktör. 5/ Fransa’da bir kent. 6/ Hekimlikte kullanılan, iri gövdeli ve büyük yapraklı bir bitki... Aldatma işi, hile. 7/ Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin eski adı... Fütüvvet şeyhi. 8/ Sanı... Dalga, kasırga. 9/ Bir sanayi kuruluşumuzun kısa yazılışı... Bir şeyin istenilen ve olması gereken durumu. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle