18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2006 PAZAR 6 HABERLER Boğulma mevsimi başladı... BİR ŞİLE KLASİĞİ: Suçu dalgalara yükle, birkaç gün sonra her şey unutulur, boş ver aldırma PAZAR ORHAN BURSALI Genetiğinizi Koruyun 2 Bedenimizin düzgün, normal nitelik ve biçimiyle ‘‘işlemesini’’ sağlayan genetik yapımız (DNAGenom’umuz), hemen her gün dış saldırılara maruz kalıyor. Yiyecek, içecek ve çevreden aldığımız zararlı maddeler, DNA’mıza zarar veriyor ve DNA zincirinde bozulmalara yol açıyor. ‘‘DNA Onarım Mekanizması’’ sayesinde hayatımızı normal sürdürebiliyoruz. Eğer bu mekanizma olmasa veya bozulsa, biz iflas ederiz... Perşembe yazısında, DNA Onarım Mekanizması’nın nasıl çalıştığını gösteren temel bilimsel araştırmaları dünyada büyük yankı yaratan Aziz Sancar’la sohbetin ana fikrini, böyle özetledikten sonra devam edelim. Peki bu DNA Onarım Mekanizması iflas etmez mi? Sancar diyor ki: Tabii eder. Ama önce: Doğuştan edinilen kalıtsal hastalıklara bu onarım mekanizması ‘‘karışamıyor’’. Çünkü ‘‘Onarımcılar’’ da doğuştan varoluşun bir parçası. ‘‘Onlar’’, DNA’da sonradan oluşan bozuklukları onarmakla yükümlü. Genetiğimiz günde gerektiğinde yüzlerce kez bozulabiliyor ve onarımcılar bozulan kesimleri kesip atarak ‘‘işi düzeltiyor’’. Fakat organizmamız fazla zararlı maddeye, DNA’yı bozucu yoğun saldırılara maruz kalırsa, onarım mekanizması görevini gerektiği gibi yerine getiremiyor. Anladığım kadarıyla, DNA onarımcılarının bir ‘‘onarım kapasitesi’’, niteliksel ve niceliksel bir ‘‘onarım eşiği’’ var. DNA zincirinde işler ‘‘zıvanadan çıkmaya’’ başlayınca, ‘‘onarımcı ekip’’ teslim bayrağını çekiyor. Belki de bize sesleniyorlardır: ‘‘Akılsız, DNA’nı koruyamadın, bunca zararlının bedenine girmesine izin verdin, biz bile bir şey yapamıyoruz!’’ Ne zamanlar iflas ediyor onarım mekanizması? Örneğin derimiz aşırı miktarda güneş ışınına maruz kalınca... Ultraviyola ışınlarının neden olduğu DNA bozulmalarıyla, onarım mekanizmaları başa çıkamıyor, çok sayıda insanda deri kanseri olasılığı 10 bin keze kadar artabiliyor. İnsan genomunda değişinimler (mutasyon) ortaya çıkıyor, hücre bölünmeleri düzensizleşiyor, kansere, yaşlanmaya yol açıyor... Örneğin, sigara dumanı, içindeki zehirli maddeler insan bedenini teslim aldığında... Sürekli egzoz gazının, kirlenmiş havanın zehirlerini soluyup durduğumuzda... Ve daha bir dizi bildiğimiz ve bilmediğimiz durumlarda.. Burada Gebze Dilovası’nı anımsayalım.. Çok sayıda boya ve diğer sanayi fabrikalarının bulunduğu bu ‘‘çukur’’ bölgede çeşitli kanser olayları ve kanser ölümleri ülke ortalamasının çok çok üzerinde... Buradaki, sanayinin zehirlediği hava insanların belli ki DNA yapısını hızla bozuyor. Belli ki DNA Onarım Mekanizması bu özel konumla başa çıkamıyor. Buradaki sanayinin insan dostu olmadığı çok açık. Bu sanayi orada olmasa, insanlar sadece sebze, meyve, kümes hayvanlarına dayalı ‘‘ilkel’’ bir ‘‘beslenme ve yaşama’’ düzeni kursalar, hayatlarını daha sağlıklı geçirecekler. Buradaki sanayi, insan dostu bir çevre yaratmadığı sürece, varlığını sürdürmese insanlığın daha çok yararına olacak! Aslında Dilovası, tıp araştırmacıları, genetikçilerimiz için müthiş bir laboratuvar aynı zamanda. Buradan neler çıkar neler! ??? Aziz Sancar, temel bilimsel araştırmalarda, dünya bilimine 6 başlık altında toplanabilecek katkıda bulundu. Bunlar arasında, ilk kez keşfettiği olaylar için geliştirdiği kavramların, sözlüklere, İngiliz diline katkı olarak geçmiş sözcükler de bulunuyor. Sancar’ın bu katkılarını, DNA Onarım Mekanizmaları ve Biyolojik Saat üzerine değerlendirmelerini, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de okuyacaksınız, artık cuma günleri yayımlanan dergiyi sürekli izleyiniz. Bugün yer kalmadı, salı yazısında, DNA Onarım Mekanizması’nın, toplumsal ve siyasal çağrışımları üzerine bir yazı okuyacaksınız.. Ş ile denince nedense kimsenin aklına güzellikleri gelmez, denizde boğulan insanlar ve azgın dalgalar gelir. Şile’de neden bu kadar insan boğulur? Konuyu bilimsel şekilde araştıran biri henüz çıkmamıştır. Bu satırların yazarı yıllardır Şile’de yaşar, her boğulma vakası sonrası, işin bilimsel nedenini araştırır. Bugüne kadar ‘‘Ben araştırdım: Sonucu şudur...’’ diyen bir bilim adamına rastlamamıştır. Sorulduğunda tüm söyleyebil dikleri ‘‘Şile’nin güçlü dalgalarının kuvvetli akıntılar yaratarak yüzenleri açığa sürüklediği”dir. Bunları söylemek için bilim adamı olmaya, İTÜ’de, ODTÜ’de ders vermeye gerek yoktur. Rastgele bir Şileli de ‘‘kuvvetli dalgaların insanları açığa sürüklediğini’’ söyleyebilir. Aslında bilimsel merak dışında bilinmesinin fazla bir yararı da olmayabilir. Halkın bilmesi gereken, bazı rüzgârlı günlerde dalgaların iyi yüzme bilmeyenleri açığa sürüklediği ve açıkta korku, paniğe bağlı kalp krizi ve yorulma gibi nedenlerle boğulmalara yol açtığıdır. Önlemi alınmıştır: Şile Belediyesi’nin plaj tabelası astığı ve giriş ücreti aldığı her yerde cankurtaranları vardır; tehlikeli günlerde vatandaşlar hem sözle uyarılır hem de plajın ortasına kırmızı bayrak asılır. Plaj haline getirilmemiş ve önlem alınmamış köylerde yüzmeye gidenlerin karşısına da mutlaka biriki P azar günlerinin inanılmaz kalabalığında ve temmuzağustos sıcağında ne kırmızı bayrağa bakılır, ne cankurtaran dinlenir. İstanbul cehenneminden kaçanlar denize kilitlenmiş gibidir. Ölümleri pahasına olsa bile... tanbul’dan kopup gelenlerin gözü hiçbir şeyi görmez. Çünkü ana kentin iç içe olduğu Marmara Denizi, uzun yılların boşvermişliği ile fosseptik çukuruna dönmüş, belediyenin ‘‘Şurası temiz, burası temiz değil’’ tarzı açıklamaları, Nasrettin Hoca’nın karpuz hikâyesine benzemiştir. Köyünde tarlayıbahçeyi satıp, İstanbul cangılında tutunabilmiş, SICAK AMAN VERMİYOR! feleğin çemberinde yatıpkalkan lümpen, bu ayak oyunlarını yemez. O yüzden, temmuzağustosun Kendi dışkısının doldurduğu depazar günlerinde, yüzmek için İsnizlerin temiz olduğuna İSKİ başkanı kadar güvenmez. O yüzden belediyenin açıklamalarına aldırmaz, çolukçocuğu kaptığı gibi, 6070 kilometrelik yolu göze alarak Şile’ye götürür. İstanbul’un beton yığınları ortasında kavrulurken, bu cehennem yaşamına hafta sonunda girmeyi düşlediği serin suların hayaliyle dayanmıştır. O sırada birisi önüne çıkıp (örneğin bir cankurtaran) ‘‘bugün deniz tehlikeli’’ derse aldırmaz, engel olmaya kalkanlarla kavgaya tutuşur. İcabında dayak yer, dayak atar ama sonunda mutlaka tehlikeli sulara kendini atar. Bunlar geçmişte yaşanmış, Şile cankurtaranları epey dayak yedikten sonra, bu işe girmek isteyenlerden bir boks, karate veya tekvando kursunu tamamlamış olmaları koŞile plajında “Yüzmek yasaktır” yazılı tabelaya kimse aldırış etmiyor. Her yerşulu aranmıştır. de cankurtaranların “girmek tehlikeli” uyarılarının yanı sıra vatandaşlar hem (Dikkatinizi çekerim; yüzsözle uyarılır hem de plajın ortasına kırmızı bayrak asılır, ama bu uyarılara aldırış etmeyen bazı vatandaşlar ölümü göze alarak yüzmeye devam ediyor. me kursu değil.) köylü vatandaş çıkar: Hemşerim bugün deniz tehlikeli, girmeyin veya açılmayın... diye kıyıya koşturanları uyarır. Ne var ki, ülkede otorite yokluğu, polis korkusuzluğu ve cahil bolluğu gibi nedenlerden kurallara uymamak adeta kural haline gelmiştir. Muşlular haklı Birkaç gün boyunca Şileliler, denizde bir yakınları kaybolan Muşlulara yardım etmeye çalıştılar. Ellerinden geldiğince denizi gözleyerek içine girip yürüyerek veya yüzerek kayıp kişiyi aradılar. Muşlular akıllılık ediyor, kendi kayıplarını kendileri arıyorlar. Zira burada özel bir kayıp arama teşkilatı bulunmuyor. Polis boğulmalarla ‘‘adli bir vaka olmadığı için’’ ilgilenmiyor. Kaymakam resmen görevli olsa bile elinde bir arama aracı yok. Belediyenin görevi ilçenin sorunlarını çözmek, denizde yakını kaybolanların değil. Sadece bazı yardımsever Şileliler olaya sahip çıkıyor. Açıktan bir kayık geçse, Muşlular umutlanıyorlar, acaba kayıp mı aranıyor diye... Kim bilir, belki... Bana öyle geliyor ki, Muşlular aramaktan vazgeçerlerse, bir daha Mehmet İpek’i ne arayan olur, ne soran. Kendi kendine bir kıyıya vurursa ne âlâ... Ne yapalım? Yapılması gereken yazın denize girmenin bir ihtiyaç olduğunu kabul edip, İstanbul’un denizlerini temiz hale getirmek. Ancak bu iş bugüne kadar yapıldığı gibi kolibasillerinin sağduyusuna güvenerek olmaz. Atık suların kontrol altına alınması, kimyasal ve biyolojik arıtma tesisleri kurmakla olur. Bugün yapıldığı gibi kirli suları borularla açık denize taşımakla olmaz, suları tamamen temizledikten sonra denize bırakmakla olur. O zaman kimse kalkıp 6070 km ötedeki Şile’nin azgın dalgalarına koşma ihtiyacı duymaz. Şile Kaymakamı olaydan sonra ‘‘Yerli halk boğulmuyor’’ demiş. Çünkü yerli halk, pazar günleri denize girmiyor. Daha doğrusu o çılgınca akından kaçmak için evinden çıkmıyor. O yüzden boğulmuyor. Diğer günlerde ise, tehlikeli bir durum görürse, ‘‘bugün denize girmeyeyim’’ diye düşünüyor. Oysa cumartesipazarın o inanılmaz kalabalığında ne kırmızı bayrak görünüyor, ne cankurtaran dinleniyor. Kendini denize atmaya kilitlemiş kitlenin bir tek amacı oluyor: Bir an önce serinlemek... Eceli pahasına olsa bile. Bu bir Şile klasiğidir: Suçu dalgalara yükle, birkaç gün sonra her şey unutulur, boş ver aldırma... AKP hükümetinin, eğitimdeki sorunları çözmek yerine ‘imam hatip’leri öne çıkarması tepki çekiyor ‘Meslek liselerinin içi boşalacak’ ZEYNEP ŞAHİN ANKARA AKP hükümetinin, mesleki ve teknik eğitimin sorunlarını çözmek yerine ‘‘imam hatip’’leri öne çıkarması tepki çekerken, son olarak YÖK de meslek eğitiminin özendirilmesinin gerekliliğine dikkat çekti. Meslek Liselerini Bitirenler Derneği Başkanı Naci Şahin, Cumhuriyet kurulduğunda meslek eğitiminin teşvik edildiğine işaret ederken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) bu yıl kapsam dahilindeki tüm okullarda uygulamaya koyacağı ‘‘Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi’’ni (MEGEP), donanımsız ve yetersiz öğrenciler mezun edeceği gerekçesiyle eleştirdi. YÖK’ün, Türkiye’nin yükseköğretim stratejisini belirlemek amacıyla hazırladığı ve ortaöğretimin sorunlarına da dikkat çektiği ‘‘Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi Raporu’’nda, meslek eğitimine önem verilmesi ve meslek yüksekokullarının iyileştirilmesi gerektiği vurgulandı. MEB ise AB’ye uyum sürecinde 20062007 EğitimÖğretim yılından itibaren tüm meslek liselerinde MEGEP’i uygulamaya başlayacak. MEGEP’in tamamen donanımlı eleman yetişmesini engelleyeceğini belirten Şahin, ‘‘Ben yurtdışındaki meslek lisesi uygulamalarını yakından izliyorum. Örneğin Almanya’nın şimdi ortaya koymak istediği şey, öğrencilerin ilgili mesleğin tüm dallarını öğrenerek mezun olması. Bizde ise bu sistem sayesinde artık böyle bir şey söz konusu olamayacak. 56 yıl sonra AB bastıracak, ‘Sizin mezunlarınız yeterli değil. Buradan gönderelim’ diyecek’’ açıklamasını yaptı. Şahin, projeyle meslek eğitiminin çıraklığın dahi altına indirgendiğine işaret ederek ‘‘Buralar Türkiye’nin geleceği için stratejik okullar. Ama bakanlık bu hale düşürüyor’’ diye konuştu. AKP’nin meslek liselerinin sorun larının çözülmesine ‘‘imam hatip engeli’’ koyduğuna da dikkat çeken mesleki teknik öğretim araştırmacısı Şahin, ‘‘Onların aşmak istediği engeller için meslek liseleri kullanılıyor. Sürekli meslek liselerinin önüne, arkasında, sağına, soluna imam hatipler konuluyor. Meslek liseleri ve teknik liselerin önünü tıkıyorlar’’ diye konuştu. ‘Prestij kaygısı düz liseye yönlendiriyor’ YÖK’ün ‘‘Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi’’ başlıklı raporunda da ortaöğretim ve yükseköğretimin yeniden yapılandırılması kapsamında konunun bütün olarak ele alınması gerektiği vurgulandı ve 5 basamaklı bir çözüm modeli sunuldu. Aşamalardan birini ‘‘Mesleki eğitimin özendirici hale getirilmesi’’ olarak belirleyen YÖK, ‘‘Ülkemizde genel eğitimin mesleki eğitime göre daha çok tercih edildiği bilinmektedir. Bunun nedenleri araştırıldığında; prestij, iş bulma ve erkek adaylar için askerlik hizmeti yükümlülüğündeki farklar vb. faktörlerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Eğer mesleki eğitimin çekiciliği arttırılırsa öğrencilerin bu okulların kontenjanlarına yerleştirilmesi halinde yüksek bir doyumsuzluk ortaya çıkmayacak, ÖSYS’den yakınmaların yoğunluğu azalacaktır’’ vurgusunu yaptı. Raporda, meslek yüksekokullarının cazibesinin arttırılmasına yönelik öneriler geniş şekilde ele alınırken, bu okulların yükseköğretim sisteminde hep ikincil konumda kaldığına işaret edildi. Türkiye ile AB arasında imzalanan anlaşmayla pilot illerde uygulanmaya başlanan 58 milyon Avro’luk bütçeye sahip MEGEP’in sakıncalarını, Meslek Liselerini, Teknik Liseleri ve Anadolu Teknik Liselerini Bitirenler ve Mensupları Derneği Başkanı Naci Şahin, şöyle sıraladı: ? Çeşitli konularla ilgili teorik dersler, atölyede ayaküstü olarak ‘pratik eğitim saatleri’ içinde öğrenilecek. Örneğin; Tesviye Bölümü öğrencisi tesviye, torna, freze, taşlama gibi basamakları üç yıl içinde sırayla teoriye dayalı öğrenirken, şimdi bunların hepsi ‘Temel İmalat İşlemleri’ adıyla atölyede ‘ayaküstü’ verilecek. Tamamen gayri ciddi bir uygulama. ? Temel teorik teknik dersler kaldırıldı. Meslek teknolojisi, makine elemanları, genel mekanik, malzeme bilgisi gibi dersler olmadan bu liseler meslek lisesi olamaz. Hem buralara dört yıllık lise denecek hem de içi bu kadar boş olacak obursali?cumhuriyet.com.tr. Işıklı, başkanlığa seçildi ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Tüm Öğretim Üyeleri Derneği’nin genel kurulunda Prof. Dr. Alpaslan Işıklı genel başkanlığa seçildi. Derneğin genel başkan yardımcılıklarına Prof. Dr. Sina Akşin ile Prof. Dr. Uğur Eser getirildi. Genel sekreterliğe öğretim görevlisi Suay Karaman, genel sekreter yardımcılığına Doç. Dr. Nesrin Çobanoğlu, genel saymanlığa Yrd. Doç. Dr. Yaşar Methibay ve üyeliğe Şükran Şahin seçildi. Sürücü direksiyonda oynayınca.. ? ANTALYA (AA) Antalya’nın Manavgat ilçesinde midibüsün devrilmesi sonucu 1’i ağır, 24 kişi yaralandı. Kazanın sürücü Serhat Bilmez’in midibüste çalınan müzik eşliğinde ayağa kalkarak oynamaya çalıştığı sırada, ayağının direksiyona takılması sonucu meydana geldiği ileri sürüldü. Yaralı yolculardan bazıları, kazada omurgasında kırık oluşan midibüs sürücüsü Serhat Bilmez’in müzik eşliğinde ayağa kalkarak oynamaya çalıştığı sırada ayağının direksiyona takılması sonucu meydana geldiğini iddia ettiler. ‘Zorunlu göç’le yüzleşmek Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde terör örgütü PKK ile güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmaların neden olduğu zorunlu göç kişiler üzerinde olumsuz etkilere yol açıyor BERİV AN TAPAN Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde 19841999 yılları arasında terör örgütü PKK ile güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmaların neden olduğu zorunlu göçün kişiler üzerindeki olumsuz etkilerinin, ‘‘yerinden edilme, tüm ülkeyi ilgilendiren bir halk sağlığı sorunu gibi kabul edilmeli’’ anlayışının kabul edilmesiyle giderileceği belirtildi. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdleri Vakfı’nın (TESEV), konuya ilişkin yürüttüğü ‘‘Zorunlu Göç ile Yüzleşmek’’ adlı çalışmasında, geri dönüşlerin ‘‘gönüllülük’’ esasına dayandırılması gerektiği vurgulandı. Araştırmada, Bakanlar Kurulu’nun 2005 yılında kabul ettiği ‘‘Yerlerinden Olmuş Kişiler Sorunu ile Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesine Yönelik Tedbirler’’ başlıklı kararında yer alan ilkelerin hükümet tarafından samimiyetle uygulanması gerektiğinin altı çizildi. Bu sürece devlet kurumla rının yanı sıra STK’ler, siyasi partiler, akademisyenler ve yerinden edilmiş kişilerin de dahil edilmesi gerektiği ifade edilen araştırmada, geri dönüşlerin sağlanmasının yolunun TESEV’in araştırmasında, yerinden edilmiş kişilerin sağlık ve ruh sağlığı sorunlarının, bu konuda eğitilmiş sağlıkçıların bulunacağı il ve ilçe düzeyinde açılacak olan ruhsal rehabilitasyon merkezleri ile çözülebileceğinin altı çiziliyor. kırsal bölgelerde elektrik, su ve yol gibi altyapı çalışmalarından ve tarım ve hayvancılığın geliştirilmesinden geçtiği öngörüldü. Araştırmaya göre, geçici köy koruculuğunun (GKK) kaldırılması, geri dönüşlerin yaşandığı bölgelerin mayınlardan temizlenmesi, sağlık ve eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesinin geri dönüşlerde yapılması gerekenlerin başında geliyor. Ayrıca, bölgede istihdam arttırıcı, küçük işletmelere yönelik kredi programları ve yoksul aileler için nakit transferi gibi ekonomik girişimlere ihtiyaç duyulduğu da belirtiliyor. ‘‘Manevi zararlar için tazminat öngörülmeli’’ denilen araştırmanın çözümler bölümünde, bunun gerçekleşmesinin İçişleri Bakanlığı’nca yüksek miktarda ödenek ayrılmasıyla mümkün olabileceğinin altı çiziliyor. Çocuklar buzdolabında öldü ? ARTVİN (AA) Artvin’in Borçka ilçesinde daha önce market olarak kullanılan işyerindeki buzdolabının içinde K.Ş (4) ile T.M.Y (3) ölü bulundu. Çocukların oyun oynamak için buzdolabının içinde girdiği ve kapının kapanmasının ardından havasız kalarak yaşamlarını yitirdikleri belirlendi. Çocuklar dün gözyaşları içinde toprağa verilirken Borçka Kaymakamı Ogün Bahadır, çocukların kullanılmayan marketin anahtarını alarak açtıklarının belirlendiğini söyledi. 3 kişiye 891’er bin YTL ? ANKARA (AA) Sayısal Loto’nun bu haftaki çekilişinde kazanan numaralar, ‘‘1, 15, 17, 18, 27, 35’’ olarak belirlenirken 6 bilen 3 kişi, 891 bin 296 YTL 65’er YKr ikramiye kazandı. Çekilişte 5 bilenler 2 bin 351 YTL 15’er YKr, 4 bilenler 17 YTL 60’ar YKr, 3 bilenler ise 2 YTL 55’er YKr ikramiye kazandı. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle