25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Sol Bilinç ve Türkiye Deneyimi... Yeniden aydınlanmayı başarabilecek, bu süreçte üretimi arttırıp ulusal kalkınma hamleleri yapabilecek bir Türkiye ancak sağlam ve gerçek bir sol anlayışla olabilir. PENCERE AleviBektaşiye Bozuk Atanlar... Artık dünya âlemin bildiği, Mısır’daki sağır sultanın bile duyduğu gerçek nedir?.. Bizim evlere şenlik öğretim düzenimizdeki din derslerinde Sünni mezhebinin Müslümanlığı okutulur!.. Eh, Alevilerin bu işe bozulmaları doğal değil mi!.. Son günlerde bu konu yine açıldı; medyada, gazetelerde, şurda, burda soruluyor: AleviBektaşi inancı ne mene bir şey?.. Yanıt: Tüm dünyada eşi emsali görülmeyen, Anadolu’nun bağrından kopmuş, en çok Türklere aşılanmış, harika bir şey!.. Mezheptarikat kavramlarını aşmış, inancın içine özeleştiriyi mizahla yerleştirmiş bir dünya görüşü!.. Bu gerçeğin ispatı da kolay... ? Baba Erenler çarşı meyhanesinin önünde bir ramazan günü demleniyormuş, bunu gören imam, mahallenin çocuklarını kışkırtmış... Çocuklar taşlamaya başlayınca, Bektaşi kaçmış; ama, biraz sonra iri taneli bir dolu yağmaya başlamasın mı!.. Ellerini yukarı açan Bektaşi: Bana bak, demiş, hadi onlar çocuk; sana ne oluyor?.. ? Konya’da şeyhin biri Baba Erenler’i çağırıp demiş ki: Şu üç halıyı al, Bağdat’ta Şeyh Keramet’e götür!.. Baba Erenler ‘‘eyvallah’’ dedikten sonra halıları da yüklenip yola çıkmış; ama, zor koşullarda geçen yolculukta halının birini satmak zorunda kalmış!.. Bağdat’a varınca iki halıyı Şeyh Keramet’e teslim etmiş... Şeyh: Baba Erenler, demiş, halılar üç olacaktı; biri nerede?.. Bektaşi hık mık etmiş: Yok canım, ikiydi... Şeyh Keramet hemen odadaki dolabın kapısını açıp seslenmiş: Gönderdiğin halılar iki miydi, üç müydü?.. Dolaptan gelen bir ses: Üç taneydi... Bunun üzerine Bektaşi de dolaba yaklaşıp seslenmiş: Ulan! Madem ki aranızda dolap vardı; bu işi bana neden yükledin; oradan yollasaydın ya... ? Bir deniz yolculuğunda fırtına patlamış, teknedekiler dua etmeye, yakarmaya, çeşitli evliyalara adak adamaya girişmişler... Bektaşi demiş ki: Adını bilmediğim evliyaya bir koç adadım!.. Yolcular araya girmişler: Erenler, hiç adını bildiğin bir evliya yok mu?.. Bektaşi: Olmaz olur mu!.. Ama, ben bu heriflerin hepsini vaktiyle teker teker aldattım... ? Adamın biri hasta çocuğuna dua etsin diye Baba Erenler’i çağırmış... Bektaşi, çocuğun başına elini sürerken: Dilerim, demiş, bu çocuğun canını alırsın... Evsahibi ses etmemiş; ama, canı da sıkılmış... Aradan birkaç gün geçince çocuk dipdiri ayağa kalkmasın mı!.. Çocuğun babası birkaç gün sonra Bektaşi’ye çarşıda rastlayınca: Sen, demiş, beddua ettin; ama, çocuk iyileşti, senin kötülüğün sana kaldı... Baba Erenler: Ulan, demiş, ters yorum yapma! Özellikle beddua ettim; çünkü yukardakiyle aram iyi değildir, ne söylesem zıddını yapar!.. ? AlevilikBektaşilik körü körüne inanca karşı aklın eleştirel mizah edebiyatını üretmiş; Anadolu Aydınlanmasının zeminini çok eskiden beri oluşturmuştur... Şeyhlerin, şıhların, evliyaların zavallı halk üzerindeki otoritesine dün karşı çıkanların mizahı, bugün toplumu uyutmak isteyenlerin hoşuna gider mi?.. Kafayı üşütüp ‘‘şıh’’ Fethullah Gülen’in körü körüne peşine düşenler Aleviden Bektaşiden hoşlanırlar mı?.. Güle Güle Şeftali Ağacım!.. Önce çıtırtılar başladı! Gece balkondayım, tam bir sessizlik, gökte kocaman bir ay, yıldızlar, hafif bir esinti, dalıp gitmişim... Birden bir çıtırdı duydum. Biri mi sesleniyor, yok öyle şeyler. Hani Sait Faik ada yollarında yürürken hişt hişt sesleri duyarmış, bakarmış çevresine, yok bir şey!.. Çıtırtılar aralıklarla sürüyordu. Kim konuşuyor? Bir komşu mu, biri mi hıçkırıyor, bir sızlanma mı, uzaklardan... Derken bir çıtırtı daha! Bir daha! Ağaç mı sesleniyor... Koca bir şeftali ağacı var balkona dallarını uzatmış... Yirmi yıl önce geldiğimizde bizi güzel meyveleriyle karşılamıştı. Yıllarca güzel çiçekleriyle, ürünleriyle dostumuz oldu. Birkaç yıldır bozuldu meyveleri.. çürüdü, kurtlandı. Kime kızdı darıldı, küstü? Bir sabah uyandık ki şeftali dostum yerlerde... Rüzgâr da yoktu, neden boylu boyunca serildi yere! O çıtırtılar mıydı ölüm haberi? ‘‘Anlayın, duyun, ben kırk yılı doldurdum, artık Allahaısmarladık’’ mı demek istiyordu? Doğa hem içimizdedir hem de dışımızda. Biz insanlar hiçbir şeyi anlamıyoruz. Anlamak demek, duymak, sezmek, sevmek, öğrenmek demektir. Bir eğitim işidir. Çıtırtılar bir başladı mı, arkası gelecektir. Doğada böyle, toplum yaşamında niye öyle olmasın! Ağacın yıllardır meyvesini yersiniz, ilk yazda açan çiçeklerine hayran kalırsınız, ama zaman habersizce geçmiştir, çıtırtılar artmıştır. Duyun, anlayın demiştir size doğa... Nerden nereye... Dört yıldır tek başına iktidarda olanlar böyle çıtırtıların zamanla çatırtıya dönüşeceğini anlamakta gecikirlerse, olanlar olur, bir gün güvendikleri dağlar tepelerine devrilir. Anımsatmalardır, uyarılardır. Siz hiçbirini duymazlıktan gelirseniz, duysanız bile böceklerin sesidir, rüzgârın gürültüsüdür, düşmanların bağırtısıdır diye kendinizi aldatırsanız, gün gelir hem kendinizi, hem hayallerinizi, düşlerinizi paramparça bulunca ne yapacağınızı şaşırırsınız. Bizim bahçedeki, yerlerde cansız yatan şeftali ağacına bakarken gözlerimin yaşarması gibi... Ayrılık türküsüymüş o çıtırtılar, ben nasıl anlamamışsam, politikacılar da günlerdir, aylardır sürüp gelen o çıtırtıların, bir çatırtı, bir çöküş belirtisi olduğunu duymadılar, duymuyorlar... İktidar ağacı tepelerine indiğinde uyanacaklar mı? Bir dostu yitirmiş gibi oldum dün sabah... Tüm dallarındaki meyveleriyle yerlere serilmiş görünce... Yine de çalışmış, yine de çürük de olsa meyvelerini vermiş, son anına kadar görevini yapmış bir yaşlı emekçi gibi... Doğa hep ders verir bizlere, anlayana, duyabilene... Dr. Selami Koçak TOPRAK İbni Sina Hastanesi Ankara emeğin, çalışan sınıfların, ‘‘toprağı işleyenin, demiri dövenin’’ temsil etmesi gereken ve doğal süreçte zaten iktidarda olan zengin sınıfın sermaye sahibi siyasal gücüne karşı gelişen hareket, sol bilinç olarak vücut bulmuştur. Yıllar boyunca bu bilinç, üretim temelinde, pek çok sınıfsal topluluğa yayılmaya çalışılmış ve güç kazanmıştır. İnsanın doğası gereği, paylaşmak, kazanılanı bölüşmek, başkalarına söz hakkı tanımak ve gerektiğinde daha iyi yapabileni kendi yerine geçirmek gibi özellikler birer erdemdir. Bunların yer bulduğu istem ise sol bilinçtir. Ancak işin belki de en önemli kısmı, sol bilincin, partileşerek yönetime talip olma olgunluğuna ulaşma sürecidir. Bu, hem sol kesimin düşünce üreten insanlarının olgunlaşmasını gerektirdiği gibi hem de solun hitap ettiği halkın olgunlaşmasıyla ilişkilidir. Kişi, birey ya da yurttaş onuruna yakışır biçimde yaşamak demokrasi ile olasıdır. Bundan başka hiçbir sistem uygarlık anlayışına sığmaz. Toplumların ve ülkelerin uygarlık düzeyleri ve anlayışları ise ne yazık ki farklılıklar göstermektedir. Sol bilinç, ancak kendisini besleyen anlayışın gerektirdiği uygun ortamlarda sağlıklı büyüyüp gelişebilir. ıllar önce yaşamış Fransız bilim adamı Lavoisier’nin ‘‘Yoktan var olmaz, vardan yok olmaz’’ kuramıyla ilişkilendirilerek, sosyal alandaki gelişmeleri de birer tepkimeler bütünü olarak değerlendirebiliriz. Buna bağlı olarak toplumların ya da ülkelerin elde ettikleri kazanımlar bu uğurda harcanan emeklerin, verilen uzun uğraşların, gösterilen çabaların ve belki de dökülen kanların sonucudurlar. Denilebilir ki bu süreç, yıllar öncesinden gelen alışkanlıklar, eğilimler ve çıkar kavgalarıyla yoğrulan ‘‘hayatta kalma’’ savaşımının kataliz örlüğünde ortaya çıkmaktadır. Hep sorulagelir, ‘‘Türkiye için demokrasi bir lüks müdür’’ diye... Tarihsel gelişim basamakları göz önüne alındığında gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında, gerekse genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki halk hareketleri, ister cahil halkın kolayca kışkırtılmasıyla ve isterse kısmen planlı olsun, hemen çoğu, demokrasi yolundaki açılımlara karşı olup, başta dinin sakınılması ve korunması adı altında çeşitli bahanelerle yapılan başkaldırılardır. Tüm bunların arkasında düşman dış güçlerin olduğu gerçeği ise tartışılması gereken ayrı bir konudur. Yakın denebilecek bir zamanda gerçekleştirilen ve oldukça olaylı, sesli ve magazinsel görüntülere sahne olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kurultayı’nın iki günlük süreci ve sonuçları, ülkemizdeki demokrasi ve sol kültürün hangi aşamaları geçirerek oturduğunun ya da oturmadığının oldukça güzel bir örneğidir. Aslında, dünyada eşine rastlanmayacak şekilde, devleti kurmuş, güç ve yönetimi elinde tutan bir partinin sol anlayışı ve demokratik biçemi temsil edip bayraktarlığını yapma istenci ilk bakışta temelden ters bir durum olarak ortada durmaktadır. Demokrasi kültürü sağlam olan Batı toplumlarında; Y Kemalist ilkeler Türkiye’de, Kemalist düşünce ve hareketin ülkeyi düşmandan temizleme ve çağdaş bir Cumhuriyet kurma başarısı, Batı toplumlarında görülmeyen bir biçimde, solu ve beraberinde demokrasi kültürünü tepeden inme bir şekilde getirmiştir denebilir. Bu hareket partileşerek solun temsilciliğini üstlenmiştir. Devleti kuran bu düşünce sisteminin doğal olarak Batı sosyal demokrat partilerinden farklı bir duruşu olacaktır. Bunun temelinde de günümüzde CHP’nin solculuğunu ve çağdaşlığını eleştiren kimi kesimlerin eskiyip, köhnedi dedikleri, başta devletçilik olmak üzere tüm Atatürk ilkeleri vardır. Oysa bu il keler, o zaman olduğu gibi günümüzde de sol anlayışın ve demokratik cumhuriyetin olmazsa olmaz koşullarıdır. Küreselleşen, uluslararası çıkar ve sermaye gruplarının ulusları birer hammadde depoları olarak gördükleri tek kutuplu bu dünyada, Kemalizm kadar, ulus devletini, emeğin ve yurttaşın çıkarlarını öne çıkaran bir başka düşünce sistemi daha olmasa gerektir. Gerçek CHP, bu görüşün savunucusu olmalıdır. Ülkemiz, uygarlık ve demokrasi kılıfına bürünmüş emperyalizmin Avrupası ile Ilımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) maskesiyle ve tabii ki demokrasinin vazgeçilmez savunucusu (!) ve ancak olanca açıklığıyla süper güç ABD’nin eşzamanlı baskısı altındadır. Bu baskı, bazen örtülü ve uluslararası nezaket kuralları çerçevesinde olurken, kimi zaman da açık açık içişlerine karışma küstahlığına varacak boyutlarda ortaya çıkmaktadır. İşin en acı kısmı ise ulu önder Atatürk’ün vurguladığı gibi, ‘‘... memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler...’’ Bu durumda CHP’nin, ‘‘fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş’’ ulusun, ezilmiş ve umutsuzluğa sürüklenmiş halkın, yoksulluğun ve eğitimsizliğin pençesinde kıvrandırılan toplumsal kesimlerin çıkarlarını sonuna kadar savunan, sağlam bir kale gibi durması gerekmektedir. Ancak, güncel yöntem anlayışıyla, her seçimde aldığı oy oranı azalan, düşünce üretip bunları halka anlatamayan CHP’nin bu sorumluluğunu yerine getirdiği söylenemez. CHP ve onu yönetenler ya da yönetmeye talip olanlar sol bilincin doğduğu, büyüdüğü ve olgunlaştığı erdemlilik çizgisinden ne kadar uzaklaşırlarsa, parti de o kadar sol ve demokratik anlayıştan uzaklaşır. Yeniden aydınlanmayı başarabilecek, bu süreçte üretimi arttırıp ulusal kalkınma hamleleri yapabilecek bir Türkiye ancak sağlam ve gerçek bir sol anlayışla olabilir. Bu sol anlayış CHP’nin damarlarında dolaşan kanda vardır. Yeter ki birileri bu damarları tıkayıp partiyi ve dolayısıyla ülkemizi yok olmaya sürüklemesin.. Cumhuriyet’e Sahip Çıkalım ükümet edemeyenlerin saat başı oluşturduğu gündem maddeleri, yoksulluğun ve yolsuzluğun kıskacında ezilen halkımızın can yakıcı gündemini gözlerden ırak kılmaya yönelik bilinçli politikalardır. Bu politikalar, bunları üretenler için sihirli anlayışlardır. Öyle ki, çalışanlarımızın ve emeklilerimizin yıllar içerisinde elde ettiği kazanımlar bir gecede buharlaştınlabilmektedir. Emekli imamlara ve emekli polislere ayrıcalık tanıyacak kadar da rahattırlar.Cumhuriyetimizle barışık olmayı lütuf sayan bu zihniyet, tüm enerjisini cumhuriyetimizin üç sacayağından olan laikliği, İslami kurallara, sosyal devleti vahşi piyasaya, hukuk olgusunu da iktidarın onay makamına dönüştürmeye çahşmaktadır. Herkesin bildiği gibi, bugün için ülkemizde kavgalı olmadıkları tek cumhuriyet kurumu kalmamıştır. Hırslarının esiri olma yolunda, ilköğretim öğrencilerini bile siyasetlerine alet etmekte beis görmemektedirler. Ulusumuzun geleceğini belirlemekte başat rol oynaması gereken Milli Eğitim Bakanlığı’nın, acil sorunları göz ardı ederek tüm eforunu kızlarımızın başını kapatmak ve imam hatiplilere ayrıcalıklar yaratmak için harcadığı, kamuoyu tarafından yakından bilinmektedir. Bu konularla ilgili yasal değişim çabaları, yargı duvarına çarptıkça, yargıya ve YÖK’e saldırmaktadırlar. Yargıyı ve YÖK’ü kendi tercihlerinin onay makamı haline dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Eğitim üzerindeki planları yalnız bunlarla sınırlı değildir. Halkımızın vergileriyle oluşan kamu kaynaklarını, cemaat okullarını finanse etme yolunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Eğitimin özelleştirilmesine ve fırsat eşitliğini bozmaya, özel okullara ve özel okulda öğrenim görenlere mali avantajlar sağlamaya yönelik çalışmaları kamuoyunca dikkatle izlenmektedir. Ancak bu böyle gitmez. Biz mesleki yaşamlarından emekli, ama hayattan emekli olmamış öğretmenler olarak Cumhuriyetin ışığını karanlığa boğdurtmamaya kararlıyız. Mustafa Kemal Atatürk tarafından bize verilmiş olan görevlerimizin bilincindeyiz. E. Kadir KARADENİZ H CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle