20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Amsterdam’da bir İstanbul düşü... H adi kışın neyse, günler çabucak geçiveriyor ama yazın çekilir dert değil İstanbul özlemi. Güneş yüzünü gösterir göstermez başlıyor içimdeki depremler. Şöyle akşam serinliğinde varıversem İstanbul’a. Burgazada’da başlayan ‘‘çilingir sofrası sefası’’nın ardından Bostancı’da sürdürsem. Ordan ver elini Salacak. Kesmedi mi, doğru Beyoğlu’na... Orayı da eskitince şöyle Boğaz’a doğru açılmak... Usta’nın dediği ‘‘dostların arasında, güneşin sofrasında’’ doya doya dertleşmek... Ama iş, güç, okul derken bir türlü fırsat bulup kaçamadım o ‘‘mavi gözlü güzel kente’’. İstanbul özlemini biraz olsun dindirmek için, vurdum kendimi yollara. Kanal kıyısında bir Yunan lokantasının bahçesine oturdum. Yunan garson kıza peynir, kavun ve rakı (Yunan lokantasında rakının ne işi var demeyin. Onlar uzo diyor bizse rakı. Sevgili Panayot Abacı amcam da Yunancadan çevirdiği kitaplarda uzo yerine hep rakı demez mi zaten...) sipariş edip, kanallardan gelip geçen tekneleri seyre daldım. Hollanda’da doğmuş büyümüş Yunan Sinirle, rakının hesabını istedim. Ardından patronu geldi lokantanın. Dalga geçer gibi bir kız ne anlar akşam keyfinden, çilingir de sormazı mı: ‘‘Yemekten bir şikâyetiniz mi sofrasından. Getirip önüme yarım bardak var?’’ Daha yemeği göremedik ki, dolusu rakıyı bırakıp gitti. Arkasından şikâyetimiz olsun. Durumu anlayınca, rakının seslendim: ‘‘Buz ve su da getir’’ diye. Yani parasını geri verip hemen bir komplo gibi gelebilir ama, sanırım bu istek kimliğimi ele A M S T E R D A M şeyler göndermek istediğini söyledi. ‘‘Hayır’’ dedim. verdi. Garson kız suyu ve buzu İnadım inat. Zaten bırakıp gittikten sonra bir daha manzaranız da kötü. Zaten hiç uğramadı masaya. Aradan Boğaz da görünmüyor. Zaten yaklaşık 45 dakika geçtikten bu kıytırık tekneler de sonra, aç karnına mezesiz rakının Şehirhatları vapurlarına hiç işkenceye dönüştüğünü görünce, YUSUF ÖZKAN mi hiç benzemiyor. bir başka garsona fırçayla karışık Ee daha ne diye durayım ben derdimi anlattım. Ardından garson kız elinde kâğıt kalem yeniden belirdi; burda? Miniminnacık bir Hintlinin kendisi ‘‘Kusura bakmayın bir yanlışlık olmuş, kasaya gibi miniminnacık dükkânında bir şeyler atıştırıp evin yolunu tuttum. girilmemiş, siparişinizi yeniden alayım’’ diye. Dükkânlar çoktan kapanmış. İçecek bir Zaten manzara berbat. İstanbul’la uzaktan şeyler almak için dolaştım, ama boşuna. yakından ilgisi yok. Kanalın ötesinde yükselen binaları görmezden gelip, o bir avuç Şansım varmış ki, yolumun üstündeki tanıdık bir Yunan lokantasının ışıkları yanıyor. suyu Boğaz, gidip gelen tekneleri Hemen daldım içeri. Kapanmışlar, ortalığı Şehirhatları vapurları diye düşleyip kendimi topluyorlar. Alexander, gülerek ‘‘Hayırdır’’ kandırmaya çalıştım. Ama bu kadarı fazla. dedi. Anlattım başıma gelenleri. Güldü, ‘‘Kasıt arama, garson kızın salaklığıdır’’ diye teselli etti. ‘‘Otur bir şeyler iç’’ dedi. ‘‘Yok dedim, sen bana bir şişe ver ordan; evde, bahçede içeceğim.’’ Bir şişe Yunan rakısı verdi. Elimi cüzdanıma attım. ‘‘Sok onu cebine’’ dedi. Para almadı. Gazete kâğıdına sarılı rakı şişesini çantama atıp yola koyuldum. Aklıma, şu an hastanede yaşam mücadelesi veren sevgili Bülent Ecevit’in o güzel şiiri geldi birden: ‘‘Sıla derdine düşünce anlarsın yunanlıyla kardeş olduğunu bir rum şarkısı duyunca gör gurbet elde istanbul çocuğunu türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz olmuşuz kanlı bıçaklı yine de bir sevgidir içimizde böyle barış günlerinde saklı bir soyun kanı olmasın varsın damarlarımızda akan kan içimizde şu deli rüzgâr bir havadan bu yağmurla cömert bu güneşle sıcak gönlümüzden bahar dolusu kopan iyilikler kucak kucak bu sudan bu tattandır ikimizde de günah bütün içkiler gibi zararı kadar leziz bir iklimin meyvasından sızdırılmış bir içkidir kötülüklerimiz aramızda bir mavi büyü bir sıcak deniz kıyılarında birbirinden güzel iki milletiz bizimle dirilecek bir gün egenin altın çağı yanıp yarının ateşinden eskinin ocağı önce bir kahkaha çalınır kulağına sonra rum şiveli türkçeler o boğazdan söz eder sen rakıyı hatırlarsın yunanlıyla kardeş olduğunu sıla derdine düşünce anlarsın’’ Saat gece yarısına gelirken, bahçemde gül ağacının dibine kurdum çilingir sofrasını. Teypte bir İstanbul şarkısı, ‘‘İstanbul’dan Üsküdar’a yol gider çavuş...’’ Gözlerimi kapatıp, İstanbul düşlerine daldım. [email protected] Boyunları bükük dinliyorlar Küçük çocuk annesinin kucağında, başını omzuna dayamış, elleriyle kulaklarını tıkamış. Yüzü buruşuk, neredeyse ağlayacak. Top sesleriyle güvercinler uçuşuyor. Kadınlı erkekli koro siyahlar giyinmiş, ilahiler okuyor. Sesleri giderek yükseliyor. Küçük çocuk annesinin kulağına bir şeyler fısıldıyor. Kadının suratı ekşiyor. Koro susuyor, dualar başlıyor. Yüksekçe bir sahnede duran başrahip ve yardımcıları yumuşak, hafif ağlamaklı, hüzünlü İsa’dan, Meryem’den söz ediyor... Münih’in güneyindeki Bad Tölz’de saat sabahın sekizi. İsar nehri kıyısındaki bu tarihi ve şirin kentin sokakları insan dolu. Katoliklerin yortusu. Mukaddes ekmeğin İsa’nın vücuduyla özümleşmesini kutluyorlar. Altın sarısı bir çadırın altında yaşlı başrahip binlerce insana günün önlemini anlatıyor. Çevre köy ve kasabalardan Bad Tölz’e gelmiş yöresel, tarihi, dini STUTTGART giysili gruplar ona kulak kesilmiş. Kısa deri pantolonlu, keçe şapkalı erkekler, rengârenk elbiseleri yere kadar AHMET ARPAD uzanan köylü kadınlar ellerini önlerine kavuşturmuş, başları eğik, boyunları bükük baş rahibi dinliyor. Sonra birden yine toplar atılıyor, Bad Tölz’ün tüm kilise çanları çalıyor. Güvercinler ürkek yükseliyor çatılardan. Küçük çocuğun gözlerinden yaşlar boşanıyor. Annesi kucağındaki oğluna daha çok sarılıyor. Rahipler dualar mırıldanarak okunmuş kutsal ekmekten lokmalar dağıtıyor bekleşenlere. Korodan ilahiler yükseliyor. İnsanlar şöyle bir kımıldanıyor ve ağır ağır yürümeye başlıyor. En önde başrahip, rahipler, arkalarında yöresel politikacılar, değişik üniformalı, tarihi giysili erkekler, kadınlar ve ‘bayramlıkları’nı giymiş halk... Annesi küçük oğlunu yere bırakıyor, elinden tutup, evinin yolunda uzaklaşıyor. Binlerce insanın oluşturduğu dini alay gittikçe uzuyor, uzuyor. Boyu sonsuz bir yılan örneği kıvrıla kıvrıla yürüyor Bad Tölz’ün dar, tarihi sokaklarında. Rahipler dualar mırıldanıyor, peşlerinden gelen binler duaları tekrarlıyor, kaldırımlarda bekleşenler alay geçerken haç çıkarıp, duaya katılıyor. Dini tören yavaş yavaş sonuna yaklaşıyor. En önden yürüyen bayraklılar İsar köprüsüne varıyor. Ak saçlı başrahip yorgun ayaklarını sürüyor. Aşağıda nehir kıyısında insanlar güneşleniyor bikinili. Kimi üstsüz. Başörtülü iki kadın uzun eteklerini toplamış, çocukları peşlerinde güle oynaya yürüyorlar serin sularda ... www.ahmetarpad.de 200 yıl sonra gerçekleşen bir trenin öyküsü delinmesinin ardından yarıda u, denizin altından giden kalıyor. Denizin altındaki bir trenin öyküsü. 200 yıl önce görülen bir rüyanın ancak tünelin inşaatına bu tarihten yüzyıl kadar sonra, 1987 20. yüzyılda gerçekleşmesi. yılında tekrar başlanıyor. Hep denir ya ‘‘Brüksel Fransa ve İngiltere kıyılarından Avrupa’nın başkenti’’ diye. eşzamanlı açılan tünel orta Bunu Brüksel’in içindeki noktada buluşarak çirkin AB binalarını tamamlanıyor. ‘‘Chunnel gördüğünüz zaman değil, en Tunnel’’ kısaca ‘‘Chunnel’’ çok yolculuk ettiğiniz zaman denilen bu tünel dönemin görüyorsunuz. Birkaç saat Fransa Cumhurbaşkanı içinde Fransa, Hollanda, François Mitterrand ve Almanya, Lüksemburg ya da İngiltere’de olabilirsiniz çünkü. İngiltere Kraliçesi Elizabeth tarafından 1994 yılında Avrupa kıtasında en eski törenlerle açılıyor. Avrupa ulaşım sistemi olan tren kıtası ve İngiltere ilk defa bir yolculuğu kuşkusuz çok doğal. tünelle birleşmiş oluyor. Peki ya bu tren denizin Avrupa’nın en pahalı altyapı altından gidiyorsa? Fransa ve projelerinden biri olarak kabul İngiltere’yi birbirine bağlayan edilen Chunnel, toplam 15 Manş Denizi altındaki milyar dolara mal oluyor. tünelden söz ediyoruz. Denizin içinde Brüksel’den BRÜKSEL yerin altına Londra’ya yerleştirilen tüneli yapacağınız iki kazmak için 17 buçuk saatlik milyon ton toprak tren çıkarılmış. yolculuğunda Birbirine bağlı üç Fransa’nın tren rayının Calais ELÇİN POYRAZLAR bulunduğu tünelin kıyılarından yanı sıra bir servis Manş tüneli de ihmal edilmemiş. Denizi’nin derinliklerine bir İnşaatında 13 bin işçinin trenle dalarak İngiltere’nin çalıştığı tünelin uzunluğu ise Folkstone sahillerinden adaya 38 km. Bu da trenle 20 dakika çıkıyorsunuz. Denizin 40 kadar sürüyor. metre altından giden bir trenin Bu tüneli kullanan içinde olmak haliyle geriyor Eurostar tren şirketinin insanı.. ancak bunu nasıl sahipleri arasında İngiliz, başardıklarını da öğrenme merakı bırakmıyor peşinizi. Bu Fransız ve Belçikalı ulusal tren işletmeleri bulunuyor. Saatte fikri ilk defa Napolyon’un 300 km hız yapan bu trenlerin mühendislerinden Albert kapasitesi 794 yolcuya kadar Mathieu 1802 yılında ortaya çıkıyor. Avrupa başkentlerini atıyor. Fransa ve İngiltere’nin birleştirmeyi amaçlayan bu barışta olduğu kısa bir seferlerin diğer kentlere de dönemde Mathieu, yapılması planlar havalandırma bacalarıyla arasında. Unutmadan! desteklenen bir yeraltı Chunnel, Amerikan inşaat tünelinin planlarını çiziyor. mühendisleri derneği İngilizler soğuk yaklaşıyorlar tarafından modern dünyanın 7 konuya. Mathieu’nün planları harikasından biri olarak kabul kâğıt üstünde kalsa da 1880 ediliyor. İki yüz yıllık bir yılında Albay Beaumont bu rüyanın gerçekleşmesi tüneli gerçekleştirmek için ilk harikaları da beraberinde kazılara başlıyor. Proje yerin getiriyor anlaşılan. altının 2000 metre B Papa Valencia’da İki günlük bir ziyaret için İspanya’ya giden Papa 16. Benediktus dün Valencia’daki Manises Havaalanı’nda Kral Juan Carlos ve Kraliçe Sofia tarafından törenle karşılandı. Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri bugün Valencia’da bir ayin düzenleyecek. Papa için alınan güvenlik önlemleri çerçevesinde, NATO’ya ait bir radar uçağı İspanyol hava sahasını denetim altında tutacak. Papa 8 binden fazla güvenlik görevlisi tarafından korunurken geziyi 4 bin gazeteci izliyor. (Fotoğraf: AFP) Ben bu yazının adını koyamadım, siz koyun üney Afrikalı şair I. Choonara, kendi ülkesi ırkçı rejimin pençesinde kıvranırken kıtanın öbür ucundaki bir başka mazlum halkı, Filistinlileri düşünerek yazdığı ‘‘Gazze’67’’ adlı şiirini şu dizelerle bitirir: ‘‘Çabuk, ana/ölüm satıcıları kapımızda / bir silah al bana!’’ Tam 29 yıl önce yazılmış olan bu şiir bu yaz da aynen geçerli; uygar Batı göz yumdukça, bundan sonraki yazlarda da geçerli olacak. ‘‘Ortadoğu’nun tek demokrasisi’’ (!) İsrail, bir halkı yok etme planını her türlü uluslararası kuralları ve Birleşmiş Milletler kararlarını çiğneyerek yaşama geçirirken, yüzyıl önceki sözde soykırımı bahane ederek meydanlarına kin ve nefret heykelleri dikenler, gözlerinin önündeki trajediyi görmemezlikten geliyorlar. İsveç 2005 G tehlikesi söz konusudur. Çeşitli yardım yılında Filistin’e 275 milyon kron (55 grupları Filistinlilerin yaşam koşullarının milyon YTL) insani yardım yaptı. Bu insani düzeye getirilmesine çalışırlarken her paranın 14 milyonu ile (2.8 milyon YTL) şeyin İsrail tarafından gayet açık bir şekilde Gazze’deki elektrik transformatörü inşa kötüleştirilmesi öfke verici bir edildi. İsrail’in ilk bombalarına durumdur. Bu hareket, askeri hedef olan bu tesis, Gazze’nin STOCKHOLM gerekçelerle ne haklı yüzde 60’ının elektrik gösterilebilir, ne de gereksinmesini karşılıyordu. savunulabilir.’’ (28 Haziran) İsveç Dış Yardım Bakanı Carin Carin Jamtin daha sonra da şu Jamtin, haklı tepkisini şu yazılı sözlerle tepkisini dile getirdi: açıklamayla dile getirdi: ‘‘Elektrik, su, kanalizasyon ‘‘Gazze’de dün gece İsrail’in GÜRHAN UÇKAN şebekesi gibi sivil halkın temel yaptığı bombardımanın sonucu gereksinmelerini karşılayan olarak bölgenin elektrik ve su tesislerin bilinçli olarak bombalanması, gereksinmesinin karşılanmasında büyük uluslararası insan haklarına aykırıdır ve sivil sıkıntı yaşanacak olmasından dolayı son halkın kolektif olarak cezalandırılmasıdır.’’ derece kaygılıyım. Gazze’de zaten kötü olan 50 km. uzunlukta ve eni 58 km. olarak yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi değişen bu bölgede yaş ortalaması 15.5 olan 1.3 milyon insan yaşamaktadır, daha doğrusu, yaşamaya çalışmaktadır. Bölgeyi defalarca ziyaret etmiş olan İsveçli belgesel filmci ve yazar Maj Wechselmann, Gazze’de şu andaki durumun 2 hafta daha sürmesi halinde neler olacağını yazıyor: ‘‘Yedek jenaratörleri çalıştıran benzin bitince, önce kuvözlerdeki bebekler ölecekler, ardından da diyaliz makinesine bağımlı olan böbrek hastaları. İsrail, bölgeye ilaç sokulmasını da önlediği için, kalp, astım ve akciğer hastaları da teker teker ölecekler. Kanalizasyon şebekesindeki pompalar da elektrik olmadığından dolayı çalışmadığından lağım suları, temiz su kaynaklarına karışacaktır ve en ölümcül bulaşıcı hastalıklar, başta kolera ve dizanteri olmak üzere, hızla yayılacaktır.’’ İsveç’te tartışılması tabu olan bazı konular vardır. Bunların başında İsrail devletinin resmi politikası gelir. Ağzınızı açtığınız anda Yahudi düşmanı diye damgayı yersiniz. Başbakan Göran Persson’un en az görüş belirtmek istediği konular arasında Ortadoğu yer alır. O bile geçenlerde, ‘‘İsrail’in davranış şekli savunulamaz’’ demek zorunda kaldı. Ben bu yazının başlığını koyamadım; çünkü aklıma hep şu soru geldi: Eğer Gazze’de Yahudi halk kıskıvrak kuşatılmış halde yaşasaydı ve onların yaşamsal önemi olan altyapı tesislerini Filistinliler bombalıyor olsalardı, acaba uluslararası camia böylesine sessiz ve tepkisiz kalarak durumu izler miydi? İyi pazarlar... [email protected] CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle