25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 TEMMUZ 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Sosyal Demokrasi ve Türkiye!... Türk ulusunun büyük bir kesimi ‘‘sol’’u güçsüzleştiren parçalanmışlığın giderilmesi beklentisi içindedir. Ulusun bu beklentisini gerçekleştirmek, sosyal demokrasiye inananların ve ona gönül verenlerin ödevidir. Türkiye’de sol ittifakı gerçekleştirmek bir yurtseverlik görevidir. PENCERE Vah Vah... Ülkemiz ne durumda diye merak edene sıcak bir yanıt!.. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Takvim gazetesinden Tuba Atav’a diyor ki: ‘‘ Eşim hiçbir zaman başını açmaz!..’’ Şener lafını sürdürüyor: ‘‘ Kendisi hiçbir zaman başını açmaz. ‘Başımı açayım’ diye bir karar vermez. Böyle bir irade ortaya koymaz...’’ Oysa eşiyle kendisini, karı ile kocayı, erkek ile kadını eşit sayan, insana saygılı biri nasıl konuşurdu: Eşim başını açar mı açmaz mı, ben bilemem... Ve eklerdi: Kendisine sorun!.. Kadınerkek eşitliği, din kültürü ve inanç şartlanmasıyla iliklerine işlemiş olanların insan haklarına erişmek için bir ömür boyu yürüyecekleri yol Ortaçağ’dan başlar, bugüne dek varır... ? Kafası İslamın özüyle değil biçimiyle şartlanmış Müslümanın giyimikuşamı tesettür gardrobunun ufku kadardır... Türkiye şimdi bu zavallılığın pençesinde kıvranıyor; ama, dün bir bugün iki derken neler oldu?.. Amerikan Doları Türk parasını vurdu!.. Sonuçta Türk insanı, türbandır, tesettürdür, kadın başını açsın mı açmasın mı gargarasıyla oyalanırken, cari açık iyi mi kötü mü ayağına iki ayda dörtte bir oranında fakirleşiverdi... Peki, ne olacak şimdi?.. ? Hiçbir şey... Ümmetleşen halk kesimi kuzuların sessizliği içinde boynunu bükmüş, olacakları tevekkülle bekliyor... AKP’den Gül ABD’ye gitti gidiyor... Ne yapacakmış?.. Gazetelerin yazdığına göre ‘‘ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’la mutabık kalındığı üzere ‘stratejik vizyon belgesi’ açıklanacakmış’’, ikili ilişkiler (en başta Irak, İran, Kıbrıs politikaları) konuşulacakmış... Mış.. mış.. mış.. Oysa eşleri türbanlı, bıyıkları tarikat ve de cemaat modeli üzere kesilmiş AKP’li yöneticiler, Amerika’dan ne bekliyorlar?.. Bush, RTE’nin görüşme isteğini kabul edecek mi?.. Etmeyecek mi?.. Türkiye öyle bir düşkünlüğün çukurunda ki önümüzdeki genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yazgısı bu sorunun çengeline takılı kaldı... ? Bush, RTE’ye ‘gel’ derse.. AKP havalara zıplayacak.. Bush ‘gelme’ derse.. AKP ayvayı yiyecek.. İşte bu Türkiye’de AKP’nin Devlet Bakanı gazete manşetlerine geçen demecinde ne diyor: ‘‘ Eşim hiçbir zaman başını açmaz...’’ Vah bizim zavallı Türkiyemize... Bu, Hangi CHP? Recep Tayyip Erdoğan adlı kişi nasıl milletvekili, sonra da başbakan oldu? Genel seçimle mi? 2002 seçiminde AKP listesinde aday bile değildi! Anayasa da, yürürlükteki yasalar da onu engellemişti. AKP’nin genel başkanıydı, ama milletvekili olamamıştı. Bu yüzden AKP’nin ilk başbakanlığına Abdullah Gül getirildi. Peki, Tayyip Bey dört yıldır nasıl başbakan? CHP’nin, en başta Deniz Baykal’ın yardımıyla, desteğiyle!.. Önce Siirt seçimi uydurma bir nedenle yenilendi. Milletvekili olan AKP’li istifa etti, yerine Tayyip Bey getirildi. Evet, bugünkü başbakanımız CHP’nin göz yummasından, daha doğrusu korumasından, desteğinden yararlanıp önce milletvekili, ardından başbakan!.. Geçmiş uçup gitmez! Dört yıl öncesini kimse unutmaz. Gazeteler, kitaplar, tanıktır olup bitene... Dün, CHP nasıl Tayyip Bey’e iktidarın kapılarını açmışsa, bir kez daha aynı tutumunu sürdürecek mi? Bir yıl içinde genel seçimleri yaşayacağız. Seçim barajı değişmedi. Bakalım DYP, ANAP, MHP barajı aşabilecek mi, yoksa yine sekizlerde, onlarda takılıp mı kalacak? CHP yüzde 20’yi bulabilecek mi? Ülkenin düzenini, cumhuriyetçi laik rejimi değiştireceği açık açık belli olan, bu arada Çankaya’yı da ele geçirecek Tayyip Bey’e, bir beş yıl daha egemenliğini sürdürme olanağı tanınacak mı? İşte yanıtlanması gereken soru... CHP yandaşı seçmenlerin bu konularda biraz düşünmeleri gerekmiyor mu? Ben hangi CHP’ye oy veriyorum, bu CHP Atatürk’ün, İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi mi, yoksa Baykal ve arkadaşlarının egemenliğinde bir bambaşka parti mi? Adı CHP olan geçmişine ters düşmüş, bir garip siyasal ortaklık mı? Bir arayış var, bir özlem, bir istek var. AKP’nin Tayyip, Arınç, Gül ortaklığının bir beş yıl daha iktidara sahip olması önlenmek isteniyor. CHP’nin tüm ilerici güçlere kanatlarını açması bekleniyor... Ama Baykalcı CHP, yine kendi dar çizgisinde direniyor! ‘‘Yeter bana seçimde alacağım oylar, yeter bana elli altmış kişilik bir arkadaş grubu’’ mu diyor? Evet, CHP kendisine düşen tarihsel görevden kaçıyorsa, AKP’ye bir kez daha iktidarda kalmak olanağını tanıyorsa, tanıyacaksa, iyi bilelim, bu CHP bizlerin, sizlerin, Türk seçmeninin bildiği, güvendiği gerçek Cumhuriyet Halk Partisi değildir. Yalnızca CHP gibi üç harften oluşmuş bir siyasal dostahbap ortaklığıdır... O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU iyasal İslam ve bölücü/ayrılıkçı hareketin etkisiyle bir yönetim açmazına düşen Türkiye’de bugün, ‘‘sağ’’da ve ‘‘sol’’da ayrı ayrı ittifak arayışları gündeme gelirken, ‘‘sosyal demokrasi’’ yönetim modeli, yeni bir umut ışığı olarak parlamaya başlamıştır. Geçmişte kısa süreli de olsa, ancak bir kez iktidar ve birkaç kez de koalisyon ortağı olma şansını yakalayan ‘‘sol’’, Türkiye’de bugün iktidar olmaya yakın bir noktaya ulaşmıştır. Siyasal zeminlerde gelişen Türkiye’nin geleceğini şekillendirme arayışları, giderek toplumun tüm katmanlarına yayılmıştır.Toplumun geniş bir kesimi, umutlarını yaşama geçirmek için Türkiye’nin tek kurtuluşunu ‘‘sosyal demokrasi’’de görmeye başlamıştır. Ancak‘‘sosyal demokrasi’’nin bir tanıtım sorunu içinde olması; adres belirsizliği içinde bulunması; görüş olarak bu siyasal hareketin değişik siyasal partiler tarafından üstlenilmesi, Türkiye’de ‘‘sol’’un gerçek gücünün siyasal yaşama aktarılmasına engel olmaktadır. S ‘‘sosyalizm’’; diğeri liberalizm adı verilen ‘‘kapitalizm’’; üçüncüsü ise ‘‘sosyal demokrasi’’ dir. Kapitalizm tarih boyunca sosyal demokrasiyi, sosyalizm ve komünizme karşı kullanmıştır... Sosyalizm temelde ‘‘emekçinin’’; Kapitalizm ‘‘girişimcinin’’ haklarını gözeten bir modeldir. Sosyal demokrasi ise; düşünce ve uygulama olarak her ikisinden farklıdır. Sosyal demokrasi ‘‘hak ve özgürlükleri’’ esas alan, halk’a dayanan bir yönetim modelidir. Emekçi ve girişimci grupların yanında ‘‘orta sınıf’’ denen; köylü, memur, esnaf, emekli gibi diğer grupların, yani halkın tümünün haklarını gözeten bir modeldir. Sosyal demokrasi kimseyi kimseye ve de kimseyi devlete ezdirmeyen; kimseyi kimsenin önünde ya da ardında tutmayan; hak ve yükümlülükte herkesi eşit sayan; her yurttaşın ulusal gelirden aynı oranda pay almasını ve devlet hizmetinden eşit şekilde yararlanmasını esas alan bir modeldir! emeğin önemini ve sermayenin gerekliliğini kabul eder. Bunların ancak birlikte bir güç yaratabileceklerine inanır. Aralarında bir denge sağlamak için ekonomide devlet denetimini gerekli görür. Piyasayı kontrolsüz bırakmaz. Ekonomik özgürlüklerin vatandaşlar açısından yaratacağı olumsuz etkileri görmezden gelmez. Devletin güçsüz bırakılmasına; hiçbir gücün devleti ve toplumu baskı altında bulundurmasına izin vermez. Türk toplumu aslında bu uygulamaların hiçbirine yabancı değildir. Tüm bunlar, ‘‘Atatürk’’ün ‘‘Cumhuriyet’’le birlikte kurumsallaştırdığı yönetim esasları içerisinde yer almıştır. ‘‘Halkçılık’’, ‘‘Devletçilik’’ ve ‘‘Cumhuriyetçilik’’ ilkeleri bunların tümünü kapsamaktadır. Küreselleşme etkisinin azaltılması Sosyal demokrasi, paranın, malın, mülkün belli sayıda kişinin ya da devletin elinde olması yerine, yaygın şekilde halk elinde olmasından yanadır. Ne var ki günümüzde ‘‘küreselleşme’’ olarak tanımlanan uygulamanın tümüyle etkisi dışında kalmak da olanaksızdır. Ancak bu alanda alınabilecek önlemler de vardır. Sosyal demokrasi zorunlu olmadıkça devletin işletmecilik yapmasından yana değildir. Özelleştirmeye tümüyle karşı değildir. Ama halk tarafından yaratılmış stratejik önemdeki temel kuruluşların sermaye sahiplerine, özellikle de yabancı sermayeye satılmasına karşıdır. Bu gibi temel kuruluşların eğer satılmaları gerekiyorsa öncelikle halk’a satılmalarından; ya da sonradan yabancılara satılmaması koşuluyla, ulusal kimlikli kurum ve kuruluşların elinde olmasından yanadır. Yarın hangi gücün eline geçeceği belli olmayan yabancı sermayeye teslim edilmesine karşıdır. Gönencin yaygınlaştırılması Sosyal demokrasi gönenç toplumu yaratılmasını amaçlar. Toplumun esenlik ve gönencini ön planda bulundurur. Herkesten kazancı oranında vergi alır. Geçimini sağlayabilecek kadar kazanç elde edemeyen yurttaşları vergi yükümlülüğü dışında tutar. Yoksullara insanca yaşayabilmeleri için olanak sağlar. Yoksulluğun ve çaresizliğin insan hak ve özgürlüklerine kısıtlama getirmesine, onurlu bir yaşamı engellemesine ve insan iradesinin yok edilmesine izin vermez. İnsanı her şeyin üzerinde en değerli varlık olarak görür. Sosyal demokraside yönetim halk egemenliğiyle oluşturulur. Toplumdaki tüm katmanların yönetime katılmaları sağlanır. Taraflar uzlaşıda buluşturulur. Sosyal demokrasi ‘‘laikliği’’ ve ‘‘çağdaşlığı’’ esas alır. Yurttaşlar arasında fark gözetmeksizin hak, adalet ve yükümlülükte eşitlik yaratır. Toplumsal dayanışmaya önem ve öncelik verir. Bireylerin eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını ücretsiz karşılar. Beslenme ve barınma olanağı olmayan yurttaşlara destek sağlar. Sosyal demokraside her vatandaş devletin sosyal güvenlik koruması altındadır. Yetişkin her birey, eğer çalışıyorsa sosyal bir güvenlik sistemi içindedir. İşsiz ise işsizlik sigortasından yararlanıyordur. Emekli ise sistem içinde hakları devam ediyordur. Toplumun beklentisi Türk toplumu, aile fertleriyle birlikte, bugününden mutlu, geleceğinden umutlu, gönenç ve güvenlik içerisinde bir yaşam sürdürmeyi düşlemektedir. Her yurttaşın insanca yaşamasını, herkesin bir işi olmasını, iş bulamayanların işsizlik sigortasından ücret almasını, emekli olanlara maaş ödenmesini, dolayısıyla herkesin sosyal güvenlik kapsamında olmasını istemektedir. Çocuklarının meslek sahibi olana kadar ücretsiz eğitimden yararlanmasını; hasta, yoksul, engelli ve bakıma muhtaç olanların devlet tarafından sahiplenilmesini; herkesin ulusal gelirden eşit pay almasını beklemektedir.. Dünyada bunların tümünü yerine getirebilecek yalnızca bir yönetim modeli vardır: Bu model, bugün varsılyoksul birçok ülkede başarıyla uygulanan ‘‘sosyal demokrasi’’dir. Buna ‘‘halkçı’’ ya da ‘‘toplumcu’’ yönetim de denebilir. Bu model dışında hiçbir yönetim toplumun isteklerini bütünüyle karşılayamaz; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinden biri olan‘‘sosyal hukuk devleti’’nin tüm gereklerini yerine getiremez. Bugünün dünyasında üç temel siyasal yönetim modeli vardır! Bunlardan biri Türkiye’de ‘‘komünizm’’le eşanlamda tutulan Beklentilerin karşılanması Sosyal demokrasi ulus devletten yanadır. Devletin ulusuyla, ülkesiyle bir bütünlük içinde olmasını; ulus ve ülkenin hak ve çıkarlarının her ortamda korunmasını amaçlar. Sosyal demokrasi bu yönüyle bugün Türkiye için bir kurtuluş yolu olarak görülmektedir. Türk ulusunun büyük bir kesimi ‘‘sol’’u güçsüzleştiren parçalanmışlığın giderilmesi beklentisi içindedir. Ulusun bu beklentisini gerçekleştirmek, sosyal demokrasiye inananların, ona gönül verenlerin temel ödevidir. Türk ulusunun bu yoldaki umutları tüketilmemelidir. Ulusun gelecekle ilgili kaygıları, ancak sosyal demokrasinin iktidara gelmesiyle giderilebilecektir. Bugün sosyal demokrasinin iktidara çok yakın olduğu bir dönemde Türkiye’de sol ittifakı gerçekleştirmek bir yurtseverlik görevidir!.. Bunu gerçekleştirenler, Türkiye’de unutulmaz bir onura erişeceklerdir!.. Denetimin sağlanması ‘‘Sosyal demokrasi’’ ülkenin gelişiminde NeoLiberal Kalkınma Yalanı Aynur MENETLİ luslararası finans kuruluşları ve borç veren ülkeler, borç batağı içindeki Gelişmekte Olan Ülkelere (GOÜ) verdikleri borç ve faizlerin geri ödenmediğini, üstelik katma değeri yüksek ürünleri için bu ülke pazarlarının ne denli cazip olduğunu fark ettiklerinde, çözümü neoliberal politikaları bu ülkelerde teşvik etmede buldular. Gelişmiş ülkeler duvarları koruyucu ekonomi politikaları izlerken; Latin Amerika, Uzakdoğu, Malezya, Türkiye gibi borçlarını çevirmekte zorlanan GOÜ’ler, yabancı sermaye yatırımı alabilmek için sermaye ve mal dolaşımının önündeki engelleri kaldırarak kaynaklarını yabancılara açtılar. Bu ülkelerin kalkınmasına, gelişmiş ülkelerle aralarındaki gelir, teknoloji uçurumlarının kapanmasına katkıda bulunacağı iddiasıyla GOÜ’lere dayatılan neoliberal politikaların, bu ülkelerde uygulanmasıyla ortaya çıkan ekonomik veriler, gerçeğin hiç de iddia edildiği gibi olmadığını göstermiştir. U Uçurum arttı 90’lı yıllarda ivme kazanan neoliberal politikalar, bu süreçte dünya üretimini ve kişi başı geliri az da olsa (2004’te yüzde 3, 2005’te yüzde 4.3) arttırmasına karşın, gelirin ülkeler arasında adil paylaşılamaması nedeniyle gelişmiş ülkelerle yoksul, GOÜ’ler ve bu ülke toplumlarının farklı kesimleri arasındaki gelir uçurumu derinleşmiş, üretim tekelleşmiş, işsizlik artmıştır. 2005 ILO verilerine göre dünya genelinde işsizlik oranı önceki yıllara oranla 2.2 milyon kişilik artışla yüzde 6.3 olmuş, istihdam edilmeyi bekleyenlerin sayısı 191.8 milyona çıkmıştır. Dünya ticaretinin dünya yatırımlarına dönüştüğü, üretimin yapısının değiştiği, bioteknolojik gelişmelerin yaşandığı bu bilgi döneminde, ihracatı tarım sektörüne dayalı, ciddi dış borç ve cari işlem açıkları bulunan GOÜ’ler, dış borç yerine yabancı sermaye yatırımları ile sorunlarını çözebilmeyi ümit etmişlerse de başarılı olamamışlardır. Siyasi, ekonomik istikrarın olmadığı, kişi başı harcanabilir gelirin düşük olduğu bu ülkeler, gelişmiş ülkeler kadar yabancı doğrudan yatırım çekemedikleri gibi gelen yatırımların büyük bölümünün bu ülkelerin ekonomik sorunlarının çözümüne uygun, uzun vadeli üretime yönelik yeni yatırımlar olmaması ve sık yaşanan finansal krizler nedeniyle bu ülkelerin dış borç, cari açık, işsizlik sorunları azalacağına artmıştır. Üstelik emek yoğun ya da tarıma dayalı ürünlerini zengin ülkelere kota, vergi engelleri yüzünden satamamaları, borçların ihracat artışıyla finansmanını da olanaksız kılarak bu ülkelerin dış borç stoklarını 2.7 trilyon dolara yükseltmiştir. Dünyada toplam doğrudan yatırım miktarı 2004 yılında 648.1 milyar dolar olarak gerçekleşmiş, gelişmekte olan ülkelerin bu rakamdan 2004’te 233 milyar dolar almış olmasına rağmen, 388 milyar dolar olan gelişmiş ülkelere giden yabancı sermaye miktarının yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü altında kalmıştır. Gelişmekte olan ülkelerden biri olan Türkiye ise 2005’te 9.7 milyar dolar yabancı yatırım almasına ve yüzde 5’lik büyümeye rağmen işsizlik yüzde 11.2 olmuştur. 2004’te 15.6 milyar dolar olan cari açık, bu yılın sonunda 24 milyar dolar olarak öngörülmektedir. Yukarıdaki verilerden görüldüğü gibi, yabancı sermaye, ekonomik istikrarın olduğu güvenli ortamları seçerek gelişmekte olan ülkelerden çok gelişmişlere yatırım yapmayı tercih etmiş, GOÜ’lere giden yabancı sermaye ise bu ülkelerin kalkınmasını sağlayacak üretimi, istihdamı arttıracak sabit sermaye yatırımlardan çok, portföy yatırımına yönelmiş, az miktardaki doğrudan yabancı yatırım ise çoğu zaman bu ülkelerin kaynaklarını, ucuz işgücünü, pazarını kullanmış, gelir arttırıcı üretime dönük uzun vadeli yeni yatırım anlaşmaları yerine, genellik le mevcut şirketlerle birleşme (merger), satın alma (acquisition) türü istihdam arttırmayan, hatta bazı durumlarda azaltıcı etki yapan anlaşmaları tercih etmiştir. Üretim faktörlerinin yetersizliği nedeniyle yeni yatırım yapamayan GOÜ’ler; üretim faktör miktarlarını arttırmadan, gelişmiş ülkelerden yapacakları teknoloji transferleri ile gelirlerini arttırabilirler. Ancak çoğu zaman yüksek lisans ücretleri, teknolojiyi transfer eden ülkenin ihracatına getirilen sınırlamalar, üretimde kullanılacak hammadde, girdilerin aşırı değerlendirilmiş fiyatlarla ithal edilmesinden doğan gizli kâr transferleri, teknoloji transferinin ülke ekonomisine olan olumlu etkisinin azalmasına, yabancı sermayenin kendi kârını maksimize etmesine, ülke kaynaklarının sömürülmesine yol açmaktadır. Birleşme ve satın almalar ortaya yeni bir varlık çıkarmadığından ülke gelirlerinde ciddi oranda bir artış sağlamamakta, rakiplerle ve aynı sektörde yapılan birleşmeler global rasyonalizasyonu, oligopol yapıları oluşturmaktadır. Ayrıca bu durum piyasa mekanizmasının da işlerliğini aksatarak haksız rekabet ve fiyat artışına neden olmaktadır. İşsizliğin en önemli sosyal sorun olduğu bu ülkeler, istihdam artışını emek yoğun yabancı sermaye yatırımlarına öncelik verdikleri takdirde sağlayabilirler. re göre; 6 milyardan fazla insanın yaşadığı dünyada 2.6 milyar kişi günde 1 dolar ya da altında bir gelirle yaşamaya çalışmaktadır, önlem alınmazsa 2010 yılında 8.5 milyara çıkacağı öngörülen dünya nüfusunun 5 milyardan fazlası günde 1 ya da 2 dolarla yaşamak zorunda kalacaktır. Yine aynı raporda, dünyada (satın alma gücü paritesine göre) 175 ülkenin 50.4 trilyon dolar olan gelirinin yüzde 55.5’i (yarısından fazlası) 29 gelişmiş ülkeye aittir. ABD, tek başına dünya gelirinin yüzde 21.1’ini almakta, 146 gelişmekte olan ülke ise 50.4 trilyon dolarlık dünya gelirinin yüzde 44.5’ini aralarında paylaşmaktadır. Türkiye’nin payı ise binde 1’dir. Onur kırıcı bağışlar Etkinlik ve verim, kapitalizmin doğası gereği sistemin dışına itilenlerin sorunlarıyla ilgilenme ihtiyacı hissetmiyor, kendi refahına yönelik bir tehdit olarak algıladığı bu kalabalık yığınların kendiliğinden imhası için liberal uygulamaların kaçınılmaz sonucu olan açlığı, bir kitle imha silahı olarak kullanıyor. Dünyadaki gelir ve teknoloji uçurumu gittikçe derinleşiyor. Birleşmiş Milletler’in, küresel philantropist’lerin (yardımsever), bumerang misali bu silahın bir gün dönüp kendilerini vurabileceği endişesiyle kaynaklarını sömürerek yoksullaştırdığı, gerçekte bu ülke halklarına ait zenginliklerin küçük bir bölümünü bu ülkelere onur kırıcı bağışlar olarak iade etmeleri de bu uçurumu kapatmaya yetmiyor. Dolayısıyla bu adaletsiz durum dünyanın güvenliğini, geleceğini tehdit ediyor. Terörün artması neoliberal politikalarla iyice bozulan gelir dağılımının, yaşam kalitesindeki çarpıklığın bir yansıması, aynı zamanda neoliberal politikaların iflasının da bir ispatıdır. İşte insanlık olgusunun ortak değerleri üzerine kurulu olmayan küreselleşmenin, neoliberalleşmenin getirdiği adalet, refah, kalkınma ve barış... Talebin, arzın, pazarların yanı sıra dünyada adaletsizlik, yoksulluk ve terör küreselleşiyor. 2.6 milyar kişiye 1 dolar Ancak yabancı sermayenin de kârını maksimize etmek, Efficient, Efective (etkin ve verimli) olmak dışında, kaynaklarını sömürdüğü bu ülkeleri kalkındırmak gibi bir derdi olmadığından, yukarıda belirtilen bütün bu etkenler nedeniyle neoliberal politikaların GOÜ’lerin kalkınmasına olan olumlu etkileri çok sınırlı kalmış, ülkeler arasındaki gelir, teknoloji uçurumlarını gittikçe derinleştirerek dünyanın yarısından fazlasını sistemin dışına itmiştir. Dünya Bankası’nın 2004 raporu ve 2010 yılına ait yoksulluk tahminleri de durumun vahimliğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu verile CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle