Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 3 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ DIŞ BASIN 10 Liberal İsraillilere göre, işgal artık sona erdirilmeli ama ‘inkâr ederek’, ‘sanal olarak’ DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ İşgal sona erdi. Yaşasın işgal! RAN HaCOHEN şgalin tarihi, İsrail’in saldırgan tavrı ve Filistin’in çektiği acılardan ibaret değildir. Bu aynı zamanda bir ideolojidir, bir kurgular tarihidir... İsrail toplumunun, 40. yılına giren büyük sömürgeci projesini haklı çıkarmak için ürettiği bir kurgu... İşgali haklı çıkarmak için kullanılan klasik argümanların büyük bölümü bugün de geçerli. Hâlâ İsraillilerin, Filistinlilerin 60 yıl önce taksim planını kabul etmeyişlerini işgal gerekçesi olarak dillendirdiğini duyabilirsiniz. ‘‘Bizi denize dökmek istiyorlar!’’ kabul gören başka bir görüş. Ancak bazı şeyler de değişmeye başladı. Bugün bir İsrailliye işgali sorsanız, sizce ne yanıt alırsınız? Ortodoks ve aşırı sağcılar geleneksel argümanlarla karşınıza çıkacaktır: ‘‘Burası bizim toprağımız, bizim yurdumuz.’’ Ama kendilerini ‘‘ılımlı sağcı’’, ‘‘merkezci’’ ya da ‘‘solcu’’ olarak adlandıran (aslında bugünün İsrail’inde bu terimler neredeyse aynıdır) Kadima, İşçi Partisi ya da Meretz’e oy veren kesimlere aynı soruyu yönelttiğinizde alacağınız yanıt şu olacaktır: Neredeyse bütün İsrailliler Gazze’de işgalin sona erdiğini düşünüyor. Filistinlilerin artık özgürce yaşadığına, İsrail’in de bununla bir Çocuklarını Sevmeyen Bir Dünyada Yaşamak! Dünya dolaşımındaki silahların büyük çoğunluğunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş üyesi tarafından üretilip pazarlandığı bilinir. Bu kârlı ticarette aslan payı, dün olduğu gibi bugün de yüzde 60’ın üzerinde bir oranla Birleşik Amerika’nın. Bu yılın başlarında ‘‘Ölüm Ticaretinin Ardındaki Güç’’ başlığıyla kaleme aldığımız yazıda Amnesty International uzmanlarından Sylvie Lorthois’ın şu ilginç sözlerine yer vermiştik: ‘‘Silahlar salt öldürmekle kalmıyor; şiddete başvurmada etkin bir tehdit öğesi olarak da kullanılıyor.’’ Kimse, bölge ve dünya egemenliği savaşında bu etkin ve belirleyici güçten vazgeçmeye niyetli değil. Trilyonlarla doların döndüğü silah üretim ve pazarlamasının hiçbir ticaretin sağlayamadığı ölçüde tatlı kârlar sağlayan ‘‘ölüm ticaretini’’ bırakmaya, az da olsa kısıtlamaya, yanaşan da yok. Bu yüzden, tarihi en az silahlanma yarışı kadar eski olan ‘‘silahlanmanın kısıtlanması’’ çabaları da sonuç vermiyor. Olay, Tanrı’nın her yılı bir başka bahara erteleniyor. Yarışın baş aktörlerinin Güvenlik Konseyi’nin üyeleri olduğu düşünüldüğünde şikâyet edilecek bir başka merci de pek görünmüyor. Oysa yine herkes bilir ki, dünyadaki açlık, susuzluk, eğitimsizlik, sağlıktan yoksunluk ve doğal afet sorunlarının önemli oranlarda üstesinden gelmek olasıdır. ‘‘Hafif silahların’’ hafif diye anılmasına karşın faturaları çok ağırdır. Ne denli çelişkili görünse de hafif silahlardan en çok zarar gören ülke, bu tür silahlardan en çok para kazanan Birleşik Amerika’dır. En çok kendi yurttaşlarının özellikle de çocukların zarar görmesine karşın Birleşik Devletler’de hiçbir güç bu konuya el atmaya yanaşmamaktadır. Çünkü bu kârlı ticaretin ardında büyük askersel endüstri güçleri yer almaktadır. Bu güçler, söylemeye gerek yok, Birleşik Devletler’in politikalarının da mutlak hâkimi durumundadır. Bu yüzden onları dize getirmek kimsenin harcı değildir. Kendi yurttaşları, çocukları da dahil dünyaya verdiği zararlar ne olursa olsun! Çünkü o silahlar, parayı bastıran her önüne gelene satılmasa, insanın kanını donduran onlarca trajedi belki de önlenebilirdi. Aşağıda aktaracağımız Sierra Leone örneği bu alanda asla unutulmaması gereken bir simge olaydır. Ayrıca sözü edilen trajedilerin sorumluları da salt halklarına eziyet eden diktatörler değildir. Onlara, tatlı kârlar uğruna silah sağlayanların da kuşkusuz daha fazla olan sorumlulukları da göz ardı edilmemelidir. ??? Ülkeleri açlık ve yoksulluğun pençesinde kıvranırken, yozlaşmış iktidarlarını sürdürmek için ellerinde kalan son dolarları silah alımlarına ayırmakta sakınca görmeyen ülkelerde de durum hemen aynıdır. Bunun çarpıcı örneği on yıl süren iç savaş sırasında ‘‘silahlı çocuk milislerin’’ çok sayıda tecavüz, işkence ve cinayete karıştıkları bilinen Sierra Leone’dir. Geçen Haziran’da düzenlenen ‘‘Afrika çocukları’’ gününde ‘‘Handicap International’’ adlı kuruluş ‘‘sakat edilmişler ülkesi’’ olarak adlandırılan Sierra Leone’deki çatışmalarda gençlerin inanılmaz acılarını dile getirmişti. Örgüte göre Sierra Leone’deki iç savaş çağdaş tarihin korkunç kırımları arasında birinci sıradadır. 19912001 arası patlak veren iç savaşta İrlanda büyüklüğündeki bu 5 milyon nüfuslu yoksul ülkede 75 bin insan yaşamını yitirmiştir. 5000’in elleri kolları kesilmiş, 20 milyon insan da vahşice sakat bırakılmıştır. İç savaşın patronları esir aldıkları yurttaşlarına genellikle şu acımasız soruyu soruyorlardı: ‘‘Eliniz ya da kolunuz kesilecek. Tercih sizin!’’ Sistematik bir biçimde uygulanan bu korkunç ceza yüzünden ülke o gün bugün ‘‘sakat edilmişler ülkesi’’, ya da ‘‘kesik eller ülkesi’’ olarak anılıyor. Ayrıca yerlerinden zorla sürülen insanların sayıları da 2 milyonun üzerindeydi. Silah altına alınan çocukların sayıları ise 5 bini buluyor. İç savaş, resmi olarak 2002 başlarında sona erdi. Bu büyük insanlık yarasını sarmak için çaba gösteren BM ve sivil toplum örgütleri tarafından, çoğu zaman olduğu gibi, yardım aşkıyla yoğun biçimde başlayan ilgi, bir süre sonra kaçınılmaz bir biçimde azaldı. BM, ülkeyi 2005 sonu, kendi kaderine bırakarak terk etti. Sayıları ilk başlarda yüzlere ulaşan sivil toplum kuruluşları da BM’yi izledi. Bugün ülkede hâlâ faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının sayısı sadece 40. Dünya Bankası’nın 20032005 dönemindeki 630 milyon dolarlık yardımı ise 20052007 dönemi için 270 milyon dolara çekilmiş durumda. Günümüz dünyasında iç çatışmaların sürdüğü yirmiyi aşkın ülkede 6 ile 17 yaş arası zorla silah altına alınan çocukların sayıları 300 bin gibi ürkünç düzeylerdedir. Siyah kıtanın bir başka büyük sorunu, tıpkı bazı Uzakdoğu ülkelerinde olduğu gibi çocukların çalışmaya zorlanması. Büyük bölümü eğitimsiz ve sağlıksız olan bu çocuklar, rant için ağır işlerde çalıştırılmakta, çoğunca da fuhşa zorlanmaktadır. Fuhuş ve porno film piyasasında ya da seks kölesi olarak çalıştırılan çocukların sayıları ise en iyimser yaklaşımla 50 bini aşmaktadır. Amerika’nın birinci Körfez saldırısından sonra Irak’a uyguladığı ambargoda en çok kurbanı yine çocuklar vermiştir. Bugün süren savaşın kurbanları arasında çocuklar yine ön sıradadır. İsrail bombaları Tanrı’nın neredeyse her günü aileleriyle birlikte çocukların üzerine yağmaktadır. Kimi Uzakdoğu ülkelerinde çok sayıda insanın edinmek için üstlerini başlarını yırttıkları ünlü markaların, çocukların küçük ellerini ve umutlarını paralayarak yok pahasına ürettikleri ateş pahasına satılan futbol topları ya da kramponlu ayakkabılarının yeşil sahalarda bıraktıkları kanlı izler, sünnet edilen, ilgi uyandırmasın diye ‘‘göğüsleri ütülenen’’ yüz binlerce kız çocuğu kimin umurunda! Bu dünya, çocuklarını sevmiyor! İ ilgisinin kalmadığına inanıyorlar. Benzer bir senaryonun duvarın öte yanında kalan Batı Şeria’da da uygulanacağını, hatta belki uygulandığını sanıyorlar. Bu kurgu İsrail’in geçen yaz Gazze’den çekilmesinden sonra popüler hale geldi. Ancak temelleri Oslo yıllarına dayanır. Özellikle Siyonist sol, Filistin devletinin zaten var olduğu ya da her an kurulabileceği (Oslo Anlaşması’nda belirtildiği gibi 1998’den sonraya kalmamak üzere) masalını yarattı. Aslında bu masal İsrail’in işgali inkâr etme isteğinden kaynaklanıyor: Liberal İsrailliler demokrasi ve adaletin işgal ile bağdaşmayacağının farkındaydılar, bu nedenle işgal kalkmalıydı, ancak sanal olarak, inkâr edilerek. Birçok liberal İsrailli modernliğin Arap kültürüyle uyuşmadığını düşünüyordu, bu nedenle onları görünmez kılmak parlak bir çözümdü: Büyük bir duvar inşa ettiler ve görmek istemediklerini o duvarın arkasına tıktılar. ‘BİZ BURADA, ONLAR ORADA’ ‘‘Biz burada onlar orada’’... Ehud Barak’ın pek teferruatlı ‘‘barış sloganı’’ ‘‘bura’’ ve ‘‘ora’’ arasındaki gerçek güç ilişkilerinin yadsınması gerekiyordu. Gerçekten de, İsraillilere bu güç ilişkisini anımsatan tek şey Filistinlilerin şiddetli direnişi. Filistinlilerin ‘‘terörist’’ eylemleri olmasa, İsrailliler kalın duvarlar ardına kilitledikleri komşularını unutmaya dünden hazırlar. Kassam füzeleri de, Arapların İsrail’in Gazze’den çekilerek verdiği büyük hediye karşısındaki kadirbilmezliklerinin bir göstergesi... Ancak gerçek, İsraillilerin sandığı gibi değil. Yerleşimciler Gazze’den çıktıktan sonra İsrail tam bir kuşatma başlattı. 1.5 milyon Filistinli küçücük yere tıkıştırıldı... Ne denize (İsrail Gazze’de limana izin vermiyor) ne de havaya (İsrail havaalanını yıktı) erişimleri var. Geçiş noktaları İsrail’in denetiminde. Hamas’ın seçimi kazanmasından beri İsrail ve uluslararası toplum ambargo uyguluyor. Gazze’dekilerin un ve ilaca ihtiyacı olup olmadığına yine İsrail ‘‘güvenlik sistemi’’ karar veriyor. Bu havadan, karadan, denizden kuşatma ve ekonomik kuşatmaya ek olarak Gazze her gün bombalanırken ‘‘merkezsol’’ İsrailliler, ‘‘İsrail Gazze’den çıktı’’ gibi cümleler kurabiliyor. Batı Şeria’da da durum çok farklı değil. Duvarın arkasına itilen Filistinliler, yalnızca Yahudilere ayrılan yollar, yerleşim birimleriyle bölünüyor, tacize uğruyor. Sömürgecilik inkâr ile ortadan kalkmıyor. İsrail’in sömürgeciliği şimdi hiç olmadığı kadar korkunç boyutlarda. Bir zamanların bolluk diyarı Filistin’de bugün bir insani kriz yaşanıp yaşanmadığının tartışılması bile durumun önemini gösteriyor. ‘YENİ YASA GEREKİYOR’ Ha’aretz’e göre parlamento yeni bir yasa tasarısını görüşüyor. Tasarı, gözaltı süresini uzatıyor ve şüphelinin 30 gün avukatı ile görüşmesini engelliyor. Böyle bir yasa tasarısına birden neden gerek duyulduğunu ve bahsi geçen ‘‘şüphelilerin’’ kim olduğunu merak ediyorsanız tekrar Ha’aretz’e dönelim: ‘‘Gazze’de askeri yönetim varken soruşturma görevlileri Gözaltı Yasası’nda tanınandan daha geniş yetkilere sahipti. Gazze’deki askeri yönetim bittiğine göre güvenlik güçlerine geniş yetkiler verecek özel bir yasaya ihtiyaç var.’’ Sanki yasayı haklı çıkarmak istercesine bu tartışmalardan sadece birkaç gün sonra İsrail ordusu Gazze’ye girdi ve çekilmeden beri ilk kez Filistinlileri kaçırdı ya da ‘‘tutukladı’’. İşgal sona erdi. Yaşasın İşgal! (Antiwar.com internet sitesi, 26 Haziran) İngilizceden çeviren Öykü Tümer) Y ÜKSEK PETROL FİYATLARI İran’ın da başına bela MICHAEL STÜRMER ran’ın kuzeybatısında ve güneyinde aylardır huzursuzluk büyürken bağırışları pazarcıları andıran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, petrodolar milyarlarıyla yoksullar cephesinde huzur satın almak istiyor. Ahmedinejad, yoksullara dayanarak Ortadoğu’nun Chavez’ine oynamak istiyor. Okulların 4 milyar dolara yenileneceği belirtiliyor. Dev boyutlardaki devlet sanayiinde işçi ücretleri arttırılıyor. Asgari ücretse her yerde yükseltiliyor. Banka faizlerinde indirim kesin. Böylece cumhurbaşkanı, iktidarını sağlamlaştıracak biçimde kullandığı bir popülariteye ulaşıyor. Aynı anda da, geçen on yılda yüzde 1120 oranında artan enflasyonun acısını çekmiş bu ülkeyi büyük bir enflasyon çıkışı bekliyor. Fakat cumhurbaşkanı bir yanılsamayı, suyunu çıkarıncaya kadar kullanmak istiyor. İ BOYKOTUN SONUCU Bu siyasetin, içeriye ve dışarıya yönelik etkileri var. İran, şamfıstığının yanı sıra her şeyden önce petrol ihracatına bağımlı. Ancak benzin ve dizelde ihtiyacının yüzde 40’lık bir bölümünü karşılayamıyor, dolayısıyla bu miktar ithal edilmek zorunda. Çünkü, 1979’dan beri süren boykotun sonucu olarak, rafineri kapasiteleri ne genişletilebildi ne de modernize edildi. Kravatları, Batı üniversitelerinden alınmış diplomaları veya mükemmel İngilizceleriyle yüzleri Batı’ya dönük, ülkeyi modernleştirmeyi hedefleyen kesimler İran’da piyasa ekonomisini yeniden örgütlemek ve Dünya Ticaret Örgütü’ne sokmak istiyordu. Bunlar, 2001’de ruhani liderlerden destek alarak ithalat ve ihracatı serbest ticaret aracılığıyla arttırmak için bir reform planını uygulayabildiler. Böylelikle, çoğu eğitimli genç kuşak için de istihdam yaratmak istiyorlardı. İşte, İran’ı Körfez’in egemen gücü ve nükleer güç olmak yerine Batı’ya ve dünya pazarına döndürmesi gereken iç dinamik, tam da budur. Bu dönüşüm stratejisinden geriye, şimdilerde kayda değer bir şey kalmış değildir. Yüksek petrol fiyatı sayesinde, iktidar içeriyi yatıştırıp dışarıyla cepheleşebiliyor. Maalesef böylelikle Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesiyle Almanya’nın İran’a bol bol havuç ve hiç sopa içermeyen girişimleri boşa çıkmış oluyor. İranlılar düşünmek için ağustosa kadar süre istedi. Çünkü onlar için sorun sadece İran Körfezi’nde nükleer destekli bir egemen güç olmak değil, aynı zamanda nasıl bir toplum olmak istedikleriyle ilgili. Yüksek petrol fiyatları tam bir bela ve bu, petrolün kaynağında oturanlar için de böyle. Die Welt, Almanya, 29 Haziran 2006) Almancadan çeviren Osman Çutsay Son 1.5 yılda iki ülkenin liderleri tam yedi kez bir araya geldi Putin’le Sezer’in dostluğu VİKTORİYA SOKOLOVA R usya’nın güney komşusu ve Karadeniz dostu Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Kremlin’de Rusya Devlet Başkanı’nın konuğu oldu. Vladimir Putin’le görüşme birkaç saat sürdü. Gazeteciler, başkanların kapalı kapılar ardında Rus gazı ve petrolünün Türkiye üzerinden taşınması planları yaptığını düşündüler. Kapılar açıldı, Putin ve Sezer gazetecilerin karşısına çıktı ve bambaşka planlardan söz ettiler. Örneğin, başkanlar, kültürel ilişkileri daha da geliştirme kararı aldılar. 20072008’de Türkiye’de ve Rusya’da Rus ve Türk kültür yılları etkinlikleri planlanmakta. Liderlere bakılırsa, Antalya’yı Rus tatil beldesi haline getiren Rus turistler bu yakın komşularının geleneklerini yeterince bilmemekte. Ama bu durum, geçen yıl 2 milyon Rus turistin Türkiye’de 2 milyar dolar harcamasına engel olmadı. Bunun dışında, Rusya’nın ‘‘Karadeniz uyumu’’ gibi dokunaklı bir ad taşıyan operasyona katılmak için gereken prosedürleri tamamlaması, Sezer’i sevindiren bir gelişme oldu. ENERJİ İŞBİRLİĞİ Artık Karadeniz’de kuşku uyandıran ticari gemilerin izlenmesi konusunda Rus askeri gemileri de görev yapacak. Bu durum, bölgede terorizmi önleme ve Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerden gemilerin hareketlerini kısıtlama amacı taşıyor. Sezer, ticaretin gelişmesinden de memnun. Rusya ise neredeyse Türk inşaatçılar olmadan ne yapacağını bilemez halde. Ancak en geniş perspektifi açan gelişmeler, Rusya ile Türkiye’nin enerji alanındaki işbirlikleri ve Rus gazı ve petrolünün Avrupa’ya ulaştırılmasıyla ilgili. Türkiye, Avrupa’ya açılan enerji hatlarının ana geçiş ülkesi olmayı amaçlıyor. Geçen yıl kasımda Rus ve Türk liderler Mavi Akım’ın açılışını yapmıştı. 6 ay sonra Sezer, Rusya’ya ‘‘SamsunCeyhan Petrol Hattı Projesi’ne katılma’’ önerisiyle geldi. Türkiye’nin önerilerine Rusya’nın vereceği cevap yakında belli olacak. Son 1.5 yılda liderler 7 kez görüştü. Ve görünen o ki, bu süreç devam edecek. (İzvestiya, Rusya, 30 Haziran) Rusçadan çeviren Hakan Aksay Lahey’de kaybedecek nelerimiz var... FİLİPPOS SAVİDİS ahey Adalet Divanı’na gidelim mi gitmeyelim mi? Kazanacak mıyız yoksa kaybedecek miyiz? TürkYunan ilişkilerinin gidişatı ve iki ülke arasında sürüncemede bulunan konulara ilişkin tartışmalar, bu ve bunun gibi sorularla boyut kazanmıştır. Ancak, siyasi liderlik ve genel olarak toplum için siyasi risk, başkadır hatta çok önemlidir. Türk Yunan anlaşmazlıklarının, Adalet Divanı gibi organlar yoluyla onurlu bir uzlaşmayla sonuçlanması.. Aslında bunu yaparken şu iki soruyu sormak gerekiyor. Bunu yaparken ulusal çıkarların güvenceye alınması, bölgede güven ve barış şartları oluşturmak için Türkiye ile bir anlaşma prosedürü içinde düzenlenmesi mi daha iyi? Yoksa, Ege’de sıcak bir olay tehlikesi, feci kazalar ve ölümler, eğitim ve sağlık gibi başka önemli L sosyal konularda kalkınma yerine silahlanma yarışı içeren ve ‘‘zaman içinde çözüm’’ mantığıyla sorunların ilelebet korunması mı? 1. seçenek üstün geliyorsa, hükümet ve toplumun, bir uzlaşma havası içinde bazı ciddi ve cesur kararlar almaları gerekir. TürkYunan anlaşmazlıklarında da farklı görüşlerin barışçı çözümü iki tarafça da kabul edilir. Ancak bunları yaparken Yunanistan’ın hayati çıkarlarını ve egemenlik haklarını ipotek altına sokmayan düzenlemeler gerekir. Helsinki politikası bu mantıkla uygulandı. Ama bugünkü hükümetçe terk edildi ve Türkiye’ye karşı dış politikayı çıkmaza soktu. BEKLEME POLİTİKASI İkinci seçenek bekleme politikası demektir. Zaman içinde çözüm mantığıyla siyasi durgunluk ve geciktirme politikası gerektiriyor. Diğer bir deyişle, ‘‘ulusal çıkarların’’ öne sürülmesi için elverişli koşullar yaratılacağını umarak sorunların geleceğe havalesi demektir. Ancak bu durum, sürüncemedeki konuların ilelebet korunması ile kriz ihtimalini açık bırakmış olur. Bu çerçevede boşa geçen zamanın bazı sorunları daha da kemikleştirdiği kanıtlandığı gibi, Türk talepler listesini genişletmesi muhtemeldir. Zaman geçtikçe bu taleplerin uluslararası destek bulması tehlikesi de vardır. Böyle bir durumda, ilişkilere çile çektiren sorunların siyasi çözümünün daha fazla avantajları olduğu bellidir. Çünkü: 1Güneydoğu Akdeniz’de barış, güvenlik ve daha fazla bölgesel kalkınmanın ön şartları yaratılır. 2 Yunanistan, Avrupa ve dünyadaki gelişmelere daha etkin katılabilir. Ancak, bunların gerçekleşmesi için, vizyon, planlama ve hazırlıklı olmak gerekiyor. Muhtemelen yenilikçi kararların alınması, bazı ‘‘riskli’’ adımların atılması için gerçekçilik, basiret ve siyasi cesaret gerekir. Son olarak, çıkacak çözümleri desteklemeye hazır olması için, vatandaşın doğru bilgilendirilmesi gerekir. Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunların sadece anlaşma ile çözülebileceği ortak düşüncedir. İki ülkenin, her iki tarafça kabul edilebilir çözüme varmaları gerekir. Modası geçmiş ‘‘ulusdevlet’’ kavramına ilişkin ağırlıktan kurtulmuş olarak, geçmişin sendromları ve korkular olmadan, imkânları bu yönde değerlendirmek gerekir. Şu halde, yeni stratejinin belirlenmesi ve Helsinki 2’nin planlanması şarttır. Ancak, bu planların sonuçlanması için Türkiye’deki gelişmeler ile sonbaharda bir ABTürkiye krizinin hesaba katılması gerekir. Zaman Yunan tezlerinin aleyhine çalışıyor. İkilem belli: Çözüm mü yoksa tehlikeli bekleme süreci mi?.. (To Vima, Yunanistan, 24 Haziran) Yunancadan çeviren Murat İlem CUMHURİYET 10 K