13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR İSKENDER ODABAŞOĞLU İnşaat Mühendisi, Araştırmacı Haşema Müslümanlığı... Avrupa Rönesans’la dinin aklın üzerindeki bağlarını koparırken, Müslümanların liderleri aynı yıllarda kişisel çıkarları için sakıncalı gördükleri aklı bağlamışlar, İslamı karartan haşema Müslümanlığını yaratmışlardır. PENCERE Bülent Ecevit ve Şah... Bülent Ecevit hastanede.. Bilmem ki hastane demek doğru mu?.. Çünkü, hastane hastaların iyileşmesi için oluşmuş mekândır.. Ecevit’in iyileşmesi olası mı?.. Bir dörtlüğünde ne diyordu: ‘‘atıyorum üstümden eskiyen bedeni yeniden başlıyorum yaşama bir sabah doğuyor birden yolun sonundaki akşama..’’ ? Yaşam boş.. Hayata boşvereceksin!.. Çünkü ömür nedir?.. Göz açıp kapayıncaya dek geçiveren bir süreç!.. Tüm hırsların bir toprak testi içindeki su gibi durulduğu yerde, kişi yaşamın ne kadar boş olduğunu anlar.. Ama Bülent Ecevit’in bir yazısında Lao Tsu’dan aktardığı gibi: ‘‘bir testi yaparsın çamurdan İçindeki boşluktur onu yararlı kılan.’’ Hayatın boşluğu bir testinin içindeki boşluğa mı benziyor?.. ? Her neyse, Bülent Ecevit ölmedi, bir sanal yaşam sürecine girdi; ama, adı politika dünyasındaki güncellikte ilerigeri tartışmaların odak noktasında dalgalanıyor; Rahşan Ecevit’in girişimleri eşine bağlanarak çeşitli biçimlerde yorumlanıyor... Peki, Bülent Ecevit bu konuda (hastanede olmasına karşın) ne düşünüyor?.. Ne düşündüğünü yazıya dökmüş... Diyor ki: ‘‘Bir siyaset adamının bütün yaşamı ve dünyası siyaset olursa onun siyasette bile yararlı olamayacağına inanırım. .......... Bütün dünyası siyaset olursa siyasette yenildi mi veya siyasetten ayrılmak zorunda kaldı mı dünyasının yıkılacağını sanabilir. O yüzden de siyasete sımsıkı sarılır. Topluma veya insanlığa yararlı olabilmek için değil, kendini ayakta tutabilmek için sarılır siyasete. Kendisi için sarılır. .......... Gereğinde ‘şah’ şiirimdeki yenilen şah gibi siyasetin daracık dörtgeninden çıkıp bir başına özgür gidebilme gücünü yüreğinde taşıyabilmelidir siyaset adamı... Ya da Lao Tsu’nun iki bin beş yüz yıl önce öğütlediği gibi ‘işini bitirince çekilmesini bil’melidir.’’ ? Siyaset satrancını vurgulayan ‘‘Şah’’ şiirinin son dizeleri: ‘‘şah denildi sonunda şahlardan birine ........ son verildi tutsaklığına bırakıp ardında akları karaları yürüdü gitti özgür yürüdü gitti bir başına.’’ Bülent Ecevit hastanede bir başına.. Özgür.. Özgürlüğüne saygı duyulmalı.. Yazısında Lao Tsu’nun ağzından ne söylemişti: ‘‘ (Siyaset adamı) işini bitirince çekilmesini bilmelidir.’’ Başta Rahşan Hanım, hepimize düşen ne?.. Bırakalım Sevgili Bülent Ecevit özgürlüğünü yaşasın!.. Aysbergi Görmek; Sıvas’tan Bugüne Sosyal olaylarda, yanıltıcı görünümlere karşı en önemli unsurlar, insanların bilgi birikimi, deneyimi, hafızası, olayları yorumlama ve irdeleme yeteneği. Toplumsal yaşamdaki en önemli engel ise kişilerin farklı hedeflere, olaylara odaklanması, bilinçaltının farklı öğelerle kurgulanması nedeniyle, bazı tehlikeleri baktığı halde görememesi. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olanlar, hiç durmadı. Gece gündüz çalıştılar. Kubilay’dan bugüne dek, zaman zaman eylemini de yaptılar, hem de birçoğu kanlı olarak. Erbakan’ın ‘‘Kanlı mı olacak kansız mı’’ diye kamuoyuna yönelttiği kargı, aysbergin altındaki buzdağının bir göstergesi, Sıvas katliamı da bunlardan birisi. Tarihi, 2 Temmuz 1993. Yakılan aydın sayısı 37. İnsanımızın hoşgörü anlayışını, şiddeti örtmek için kullananlar ya rejime karşı olanlar ya da işbirlikçiler. Örneğin, ‘‘Sıvas’ı analım, ama artık buna başka bir görüntü verelim. Dostluğu, kardeşliği, bir arada yaşama kültürünü, toleransı simgeleyen bir anlam ve görüntü kazandıralım’’ diyen birisinin amacı nedir? Ulusal Kurtuluş tarihimiz, yabancı hayranları ile, ulusal duruşu anlatmak yerine, yabancıların bizi bağlamak istediği yeri anlatanlarla dolu. Dışarıdan türbana, insan hakkı, demokrasinin ve özgürlüğün gereği diye bakanlar, bu ülkelerdeki yaşam hakkında bilgi sahibi değil. Bu satırların yazarı, 30 yıldır Kuzey Afrika, Ortadoğu ülkelerinde yaşadı, çalıştı, bu dünyadan birçok kişi ile ilişki kurdu. Aysbergin şirin beyazlığını anlatanların seslendirmediği, su altındaki buzdağının bir kısmını gördü. Bu ‘‘küçük’’ bölüm bile, Türkiyemizi bekleyen tehlikeler için yeterli bilgi veriyor. Yöneticilerin iktidar koltuğu için, örneğin Afganistan’da, Suudi Arabistan’da, İran’da, Yemen’de kadınları nasıl çarşafın içine soktuğunu, onları düzenin kölesi yaptığını görmezden gelenler olabilir. Türkiye’de türban simgesinin altında yatan tartışmanın herhangi bir Ortadoğu ülkesi rejiminden başlayıp, Taliban düzenine kadar gideceğini algılayamayan veya algılayıp da susanlar olabilir. Atatürk’ü ve bizi özgür kılan Cumhuriyetimizi sonuna kadar savunmak, aydın diyen herkesin görevi olmalı. Sıvas’ta katledilenler arasındaki ünlü şair Metin Altıok bir şiirinde şöyle diyor: Tekinsizim size göre / İbret için yakılması gereken Buradaki yakılma sözcüğü mecazi anlamlıydı, gerçek oldu. O zaman Attilâ İlhan’ın gerçekler üzerine yazdığı dizelere bakalım: Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal!/ Hani bir vakitler Kubilay’ı kestiler./ Çün buyurdun! Kesenleri astılar/ Sen uyudun. Asılanlar dirildi./ Mustafa’m! Mustafa Kemal’im! Kubilay’ı katleden düşünce, Sıvas’ta da var, Danıştay baskınında da. Bir kısmı yönetimde. Türkçe Olimpiyatı düzenlemesinin bir vuslatı gerçekleştirmek için yapıldığı ortada. Peki, bu vuslat isteği ile dönüşünün örgütlenmesinden sonra yüz binlerce cana kıymaktan çekinmeyen Humeyni’nin vuslatı arasında ilişki kuran var mı? Kuşkusuz, vardır ama, çoğunluk değil. Şemdinli Davası’nın senaryosundaki hızlılığın Türk Silahlı Kuvvetlerimizi yıpratmak ve Org. Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı’na gelmesini önlemeye dönük olduğunu, laiklik tanımının yeniden yapılmasını isteyenlerle, gizli savunma belgesi gibi konuları işlemez hale getirmeye çalışanların hedef birliği içinde olduğunu, artık birçok kişi görüyor. Toplum aysbergi görmeye başladı. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarının söylediklerini, söylemediklerini, yaptıklarını ve yapmadıklarını dikkatlice takip etmek ve toplumsal iletişimi sağlamak hepimizin görevi. Prof. Dr. Nihat G. KINIKOĞLU eçenlerde eşimle, başbakanı ‘‘Eşim Arap asıllı, ben Rizeliyim’’ diyen bir ülkeden, Türklüğümüzü bir haftalık gezimiz boyunca gururla, doya doya yaşadığımız Özbekistan’a gittik. Özbekistan, Rus işgalinden önce Kazakistan, Türkistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve kısmen Çin sınırları içindeki Uygur’dan oluşan büyük Türkistan’ın bir parçasıdır. Başkent Taşkent ilk uğrağımızdı. Geniş caddeleri ve her biri, içine cami yapmaya çalıştığımız Göztepe Parkı’ndan çok daha büyük onlarca parkı ile ve özellikle tarihi yapılardan esinlenmiş, Özbek kokan yeni devlet binaları ile mükemmel bir Türk başşehriydi Taşkent. Taşkent’ten uçakla 1100 km. uzaktaki Urgenç’e gittik. Daha doğrusu yeni Urgenç’e. Ruslar Urgenç’i bölmüş, eski Urgenç Türkmenistan’da kalmıştı. Urgenç’ten arabayla 30 km. uzaktaki 4. yüzyıldan itibaren Harezmilerin başşehri olan Khiva’ya gittik. Burada İslamiyetten sonra kurulan, Emir’in sarayını çevreleyen yüksek duvarları arasında yer alan 14 medreseyi, Matematik, Siyasal Bilimler, Terenni (müzik) vb. medreselerini gezdik. Anlaşılan Avrupa karanlık çağdayken bu adlar verilen medreseler Khiva’da modern bir üniversitenin fakülteleri gibiymiş. Khiva’dan sonra Semerkant’ı, Buhara’yı ve Timur’un doğum yeri Şahrizapz’ı gezdik. Sayın Kerimov’un hassasiyetle yenilediği, atalarımızdan kalan inanılmaz güzellikteki seramik işlemelerle kaplı medreseler ve yapıtlar bizi çok etkiledi. Buhara’da Avrasya’nın en büyük camisini gezerken, rehberin anlattıklarından, ‘‘Allah’ın evidir’’ diyerek girmesi önlenmek istenirken camiye atla girerek sabaha kadar içkili eğlenceden sonra camiyi yakan Cengiz Han’ı görür gibi olduk. Semerkant’ta, zamanın bilginlerini Semerkant’a toplayan, vasiyetinde ‘‘Beni G hocamın ayakucuna gömün’’ diyen Timur’un torunu Uluğ Bey’in yaptırdığı, hocasının ayakucundaki mezarını gördük. 14. yüzyıldan önce Avrupa’da aydınlanma, Rönesans başlamamışken, Avrupa halkı ve aklı dinin kıskacındayken, bilimin ve düşüncenin sınırları papa ve rahipler trafından belirlenirken, Özbekistan’da El Biruni (matematik ve astronomi bilgini), El Harezmi (sıfırı bulan, cebire ad, logaritmaya adını veren bilgin), İbni Sina (Tıp kitabı Batı’da yüzlerce yıl okutulan tıp, felsefe, matematik bilgini), Uluğ Bey (astronomi, matematik, fizik bilgini ve devlet başkanı emir), Ömer Hayyam (astronomi, fizik, matematik bilgini ve şair) gibi devler yaşamıştı. Uluğ Bey’in, 1018 yıldızın tam olarak yerlerini belirlediği rasathanesinde, yerin 10 metre kadar altından başlayarak, inanılmaz bir hassasiyetle güneyden kuzeye uzanan 40 metre yarıçapındaki, gökyüzünü izlediği aleti taşıyan seramik kaplı kanal karşısında şaşkınlığa düştük. Ve sonunda ister istemez aklımıza ‘‘Peki ne oldu? Neden bu yıldızlar söndü, bu devler yok oldu’’ sorusu geldi. Bunun yanıtını, nehirlerinin sahillerine kadar uzanan çölleşmiş topraklarda ve medreselerindeki değişimde bulduk kanısındayım. Nüfus artışı ve ormanların ve ekilebilen toprakların azalmasıyla, bu dünyanın nimetlerinden yararlanma ümidi kalmadıkça, insanlar ölümden sonraki yaşamın nimetlerine yönelmeye başlamıştı. Dini ya da siysal liderler günümüzde de olduğu gibi kendi zenginliklerini korumak, kendi paylarını arttırmak için halkı buna teşvik etmişler, bir zamanların matematik, siyasal bilimler vb. medreseleri 17. yüzyıldan itibaren din medreseleri durumuna dönüştürülmüştü. Aklın egemen olduğu, Kuran’daki ‘‘Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’’ ayetiyle bu bilginlere yol gösteren İslamın yerini dogmaların egemen olduğu ye ni bir din almıştı. Bu yeni dinin medreselerinde, yıldızların yeri ve matematik değil, helaya hangi ayakla girileceği, girerken hangi duanın okunacağı tartışılır olmuştu. Ben bu yozlaşmış İslam anlayışına çağdaş uygulayıcılarımıza da atfen ‘‘haşema Müslümanlığı’’(*) adını vereceğim. Aklın geri plana itildiği, düşünmenin yasaklandığı, toplumun cennet hurileriyle avutulduğu, peygamberin ‘‘Ben ahlakı tamamlamak için gönderildim’’ sözüne karşılık ahlakın türban, haşema içinde gizlendiği haşema Müslümanlığı, bugün bir milyar Müslümanın zavallılığının temel nedenidir. Avrupa Rönesans’la dinin aklın üzerindeki bağlarını koparırken, Müslümanların liderleri aynı yıllarda kişisel çıkarları için sakıncalı gördükleri aklı bağlamışlar, İslamı karartan haşema Müslümanlığını yaratmışlardır. Kuran’ın ‘‘inanıp yararlı işler yapmayı’’ öneren ayeti o zaman bilim medreseleri kurmak anlamında yorumlanırken, zamanımız Müslümanları tarafından üniversiteleri (medreseleri) dizginlemek, her köşe başına bir cami yapmak, gelecekte kişisel çıkarlarına hizmet edecek gücü yetiştirmek üzere Kuran kursları açmak olarak yorumlanmıştır. O yıllara ait bir örnek de İstanbul’dan vereyim. 1570 yıllarında İstanbul Cihangir’de Takuyiddin tarafından kurulan devrin en büyük rasathanesi, çıkan bir salgın hastalığın halk tarafından rasathanedekilerin ‘‘Allah’ın sırlarını araştırıyor, meleklerin bacaklarını seyrediyor’’ olmalarına bağlanması yüzünden şeyhülislamın verdiği fetva üzerine, padişahın emriyle rasathane Kılıç Ali Paşa tarafından yerle bir edilmiştir. Bu arada Sayın Kerimov’un, Özbekistan’da Rusların bombaları ile parçalanmış minareler dahil, tarihimizin övünülecek yapıtlarını kısa sürede imar ederken, bu yapıtların yeniden haşema Müslümanlığının yuvaları olmamasını da sağladığını görmekten çok mutlu olduğumuzu belirtmek isterim. Yazımı Uluğ Bey’in Semerkant Üniversitesi kütüphanesinde asılı şu sözü ile bitirmek istiyorum: ‘‘Bütün kadın ve erkekler için kazanılacak en büyük şeref ilim öğrenmektir.’’ (*) Haşema: Dincilerin giydiği, dizden aşağı uzunluktaki erkek mayosu. hoyratlığın farkındalar... Zaten kentin sarayları, ‘‘kuleleri’’ ve benzeri tarihsel binaları ya ‘‘otel’’e, ‘‘lokanta’’ya dönüştürülmüş veya önüne, arkasına, yanına ‘‘plaza’’lar serpiştirilmiştir. Çünkü bu tür mekânlara bakış açısında ve yaklaşımda, ‘‘kültürel’’ olmaktan çok ‘‘tecimsel’’ öğeler asaldır günümüzde. Ankara da, benzer bir değerbilmezlik ve duyarsızlık ile karşı karşıyadır. Cumhuriyet’in kurulduğu ve Cumhuriyet’le özdeşleşmiş binaların (I. ve II. TBMM binaları, Ankara Palas, Vakıf Han, Opera binası vd.) bulunduğu Ulus bölgesindeki özensizlik, kirlilik, bakımsızlık ve her yanı kaplayan büyük, daha büyük reklam tabelaları nedeniyle burası tüm özgünlüğünü ve seçkinliğini yitirmiş durumdadır. 1935 yılında inşa edilen ve Kızılay Meydanı’na ferahlık veren tek mekân olan Güven Anıtı’na ise yine futbol takımlarının ve kişilerin adları yazılmış! Buradaki olağan ve kanıksanan manzara şudur: Birileri kaidenin üzerine tırmanmış, heykellerin altında darbuka çalarak zıplıyor, kabak çekirdeği çitliyor, içtikleri meşrubatların teneke kutularını da sağa sola fırlatıyorlar! Ne engel olan var ne de uyaran. Anıtın bulunduğu park da, her yere atılan izmaritler, kâğıtlar ve taşan çöp kutuları ile tam bir ‘‘mezbelelik’’ halini almış durumdadır. Buradan her geçtiğimde, Cumhuriyetimizin (ve başkentimizin) özellikle ilk on beşyirmi yıllık döneminin belgesel filmlerdeki görüntüleri ve fotoğrafları belleğimde canlanıyor; yüreğim acıyarak ve utanarak başımı çeviriyorum... Sonuç olarak; yıllardan beri şiirlerde, yazılarda, sıcak sohbetlerde güzellikleri hep karşılaştırılan, ama bir türlü yenişemeyen bu iki kentimizin, bir tür ‘‘vandalizm’’ karşısındaki yazgısı eşdeğer oldu. Çünkü İstanbullular ve Ankaralılar kendi sorumluluk ve duyarlılıklarına teslim edilen ‘‘Ata yadigârı’’ bu çok özel ve ülkemizin/tarihimizin simge iki kentinin, 21. yüzyıla yorgun, örselenmiş ve adeta sahipsiz olarak taşınmasına ne yazık ki göz yumdular... er ikisi de binlerce yıllık geçmişe sahip ve Anadolu uygarlıkları katmanlarından damıtılarak kurulmuş bu iki çok önemli ve güzel, ama o denli de farklı özelliklerdeki kentimizin güncel durumu artık bazı bakımlardan benzerlik göstermektedir. H Ankaraİstanbul Sami EREN Geçenlerde izlediğim bir TV programında, İstanbul’un Bostancı semtindeki Osmanlı yapıları tanıtılıyordu. Sunucu, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapıldığını söylediği küçük bir taş köprü ile çeşmenin öyküsünü anlatırken tarihi çeşme hemen dikkatimi çekti. Üzerine kırmızı boya ile bir futbol takımının başharfleri yazılmış. Yetmemiş, sanırım başka bir takımın ismi veya slogan da silinmiş. 16. yy.’dan kalan bir eser değil, sanki karalama defteri! Oysa insanlar önünden günlük telaşla geçerken kanımca ne çeşmenin ne de yapılan bu GAZİANTEP 1. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TAŞINMAZIN AÇIK ARTIRMA İLÂNI Dosya No: 2005/579 Tal. Satılmasına karar verilen taşınmazların; cinsi, niteliği kıymeti, adedi, önemli özellikleri: 1. Gaziantep Şahinbey 2. Bölge, Sarıt Köyü, Mizmizyolu altı mevkiinde kain, tapunun 5 pafta, 939 parseldeki 640 m2 miktarlı sulu tarla niteliğindeki taşınmazın tamamı, 2. Gaziantep Şahinbey 2. Bölge, Sarıt Köyü, Mizmizyolu üstü mevkiinde kain tapunun 5 pafta, 849 parseldeki 2000 m2 miktarlı tarla niteliğindeki taşınmazın tamamı, 3. Gaziantep Şahinbey 2. Bölge, Sarıt Köyü, Mizmizyolu altı mevkiinde kain, tapunun 5 pafta, 814 parseldeki 4544 m2 miktarlı tarla niteliğindeki taşınmazın tamamı. 4. Gaziantep Şahinbey 2. Bölge, Sarıt Köyü, Mizmizyolu altı mevkiinde kain, tapunun 5 pafta, 813 parseldeki 2256 m2 miktarlı tarla niteliğindeki taşınmazın tamamı. Taşınmazların İmar Durumu: Satışa konu taşınmazların tümü belediye hududu, imar planı ve mücavir saha planı dışında kalmaktadır. Taşınmazların Evsafı: Satışa konu 939 parsel sayılı taşınmaz: İçerisinde ekili, dikili ve yapılı herhangi bir şey bulunmamaktadır. Tapu kaydında, cinsi, sulu tarla olarak belirtilmişse de Devlet tarafından getirilen ve yaptırılan herhangi bir sulama sözkonusu değildir. Taşınmaz üzerinde bölge şartlarında her türlü ürün yetiştirilir. Kırmızı kahverenginde derin toprak yapısına sahiptir. Taşsızdır. Köyün 600 m. doğusunda olup, Gaziantep istikametinden gelip, köye girişte, asfalt yolun solunda ve güneyindedir. Satışa konu 849 parsel sayılı taşınmaz içerisinde ekili, dikili ve yapılı herhangi bir şey bulunmamaktadır. Birinci sınıf taban tarla arazisidir. Taşınmaz üzerinde bölge şartlarında her türlü ürün yetiştirilir. Kırmızı kahverenginde derin toprak yapısına sahiptir. Taşsızdır. Köyün doğusunda olup asfalt yola cephelidir. Satışa konu 814 parsel sayılı taşınmaz içerisinde ekili, dikili ve yapılı herhangi bir şey bulunmamaktadır. Birinci sınıf taban tarla arazisidir. Taşınmaz üzerinde bölge şartlarında her türlü ürün yetiştirilir. Kırmızı kahverenginde derin toprak yapısına sahiptir. Taşsızdır. Köyün 500 m. kuzeyindedir. Satışa konu 813 parsel sayılı taşınmaz: İçerisinde ekili, dikili ve yapılı herhangi bir şey bulunmamaktadır. Birinci sınıf taban tarla arazisidir. Taşınmaz üzerinde bölge şartlarında her türlü ürün yetiştirilir. Kırmızı kahverengi derin toprak yapısına sahiptir. Taşsızdır. Köyün 500 m. kuzeyindedir. Taşınmazların Kıymeti: Bilirkişi tarafından; 939 parsel sayılı taşınmaza 1.280,00 YTL, 849 parsel sayılı taşınmaza 4.000,00YTL, 814 parsel sayılı taşınmaza 9. 088,00YTL, 813 parsel sayılı taşınmaza 4.512.YTL kıymet takdir edilmiştir. Satış Şartları: 1. Satışa konu taşınmazlardan; a) 939 parsel sayılı taşınmazın 1. satışı 25.08.206 tarihinde saat 13.30’dan 13.40’a kadar, b) 849 parsel sayılı taşınmazın 1. satışı 25.08.2006 tarihinde saat 13.50’den 14.00’e kadar, c) 814 parsel sayılı taşınmazın 1. satışı 25.08.2006 tarihinde saat 14.10’dan 14.20’ye kadar, d) 813 parsel sayılı taşınmazın 1. satışı 25.08.2006 tarihinde saat 14.30’dan 14.40’a kadar, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Mezat Salonu adresinde açık artırma suretiyle yapılacaktır. Bu artırmada tahmin edilen değerin %60’ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacakları toplamını ve satış giderlerini geçmekşartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa, en çok artıranın taahhüdü saklı kalmak şartıyla, taşınmazların 2. satışları 04.09.2006 tarihinde, aynı yer ve saatlerde açık artırma suretiyle yapılacaktır. Bu artırmada da tahmin edilen değerin %40’ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa, alacakları toplamını ve satış giderlerini geçmek şartı ile en çok artırana ihalesi yapılacaktır. 2. Artırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen değerin %20’si oranında pey akçesi, veya bu miktar kadar banka teminat mektubu vermeleri lâzımdır. Satış peşin para iledir, alıcı istediğinde, (10) günü geçmemek üzere süre verilebilir. Taşınmazı, satın alanlar, ihaleye alacağına mahsuben iştirak etmemiş olmak kadıyla, ihalenin feshi talep edilmiş olsa bile, satış bedelini derhal veya verilen süre içinde nakden ödemek zorundadırlar. İhale, damga pulu, KDV, tapu alım harcı ve masrafları alıcıya aittir. Tellaliye, tapu satım harcı ve birikmiş vergiler satış talebinden ödenir. 3. İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin (*) bu gayrimenkul üzerindeki haklarını, özellikle faiz ve giderlere dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile (15) gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır; aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça, paylaşmadan hariç bırakılacaktır. 4. Satış bedeli hemen veya verilen mühlet içinde ödenmezse, İcra ve İflas Kanunu’nun 133’üncü maddesi gereğince ihale feshedilir. İki ihale arasındaki farktan ve diğer zararlar ile temerrüt fazinden alıcı ve kefilleri müteselsilen mesul tutulacak ve hiçbir hükme hacet kalmadan kendilerinden tahsil edilecektir. 5. Şartname, ilân tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup, gideri verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6. Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları, başkaca bilgi almak isteyenlerin, 2005/579 Talimat sayılı dosya numarasıyla, Müdürlüğümüze başvurmaları ilân olunur. (İİK m. 126) (*) İlgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri de dahildir. (Basın: 31815) Dosya No: 2004/135 Vasiyetname Muris Bahtiyar Arsoy’un vefatı ile Beşiktaş 5. Noterliği’nde düzenlenmiş 06.12. 1983 tarih ve 28566 yevmiye numaralı düzenleme şeklinde tutanak ekindeki kapalı vasiyetname mahkememize ihbar edilmiş olmakla; Tüm aramalara rağmen, Fatma Şentürk ve Mustafa Arsoy’un adresleri tespit edilemediğinden, vasiyetname ile tüm mal varlığını eşi Mübeccel Arsoy’a vasiyet ettiği anlaşıldığından, ilan tarihinden 1 ay içinde adı geçen mirasçıların itirazlarını mahkememize bildirmeleri, iptali için dava açtıkları takdirde, derkenarı mahkememize sunmaları, duruşma günü olan 21.09.2006 tarih, saat: 11.50’de mahkememizde hazır bulunmaları, aksi takdirde vasiyetnameyi kabul etmiş sayılacakları hususu ilanen tebliğ olunur. 23.06.2006 (Basın: 32107) KADIKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 2003/255 / Karar No: 2006/201 Davacı Aynur Yılmaz Bulut vekili tarafından davalılar Mustafa Dalar ve Mehmet Münir Atılgan aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında; Davacı vekili dava dilekçesinde davalılar adına olan Muratpaşa mah., 1349 ada, 13 parselde bulunan, 1 nolu bağımsız bölümün tapusunun iptali ile müvekkili adına tapuya tescilini talep ve dava etmiş, yapılan yargılama sonunda, davacının davasının reddine karar verilmiştir. Davalılardan Mustafa Dalar adına iş bu gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük yasal süre içerisinde, Yargıtay yolu açık olmak üzere iş bu Karar tebliğ olunur. (Basın: 32186) ANTALYA ASLİYE 6. HUKUK MAHKEMESİ’NDEN ZEYTİNBURNU 2. AİLE MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ’NDEN Esas No: 2005/265 / Karar No: 2006/352 Davacı Nevin Babacan tarafından davalı Ümit Babacan aleyhine açılan boşanma davasının yapılan yargılaması sonunda, Mahkememizce verilen 12.06.2006 tarihli kararla İstanbul ili, Beykoz ilçesi, Ortaçeşme Mahallesi, C:11, Hane:343, BSN:2’de nüfusa kayıtlı tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Kararın adresi meçhul olan davalı Ümit Babacan’a ilandan itibaren 15 gün sonra tebliğ edilmiş sayılacağı ve tebliğden itibaren 15 gün içerisinde temyiz edilmediği takdirde hükmün kesinleşeceği karar tebliğini ihtiva eden tebligat yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 22.06.2006 Basın: 31998 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle