Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
5 HAZİRAN 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Satış planlaması Maliye Bakanlığı, imarsız Hazine arazilerinin satışının durdurulduğunu açıkladı. Sadece planı hazır, imarlı Hazine arazileri satılacakmış da, ondan... Şehir Plancıları Odası Başkanı Buğra Gökçe’nin dediği gibi ‘‘planlama bahane, satış şahane’’ anlayacağınız. Buğra Gökçe’ye göre, planlamanın bahane olması şundan: Rant kapısı olan sadece imarsız Hazine arazileri değil, giderek tüm kent topraklarıdır. Hazine arazilerinin imar planları yapıldıktan sonra satılması, gerçek planlama çalışmaları yerine arsaarazi spekülasyonlarını beraberinde getirecektir. Planlama, kent topraklarından daha çok rant elde edilmesini sağlayacak bir araç değildir. Devlet kamu elindeki arazi varlığını kamu yararına kullanmakla görevlidir. Eldeki kamu varlığının fütursuzca tüketilmesi, bundan sonra üretilecek tüm planların uygulanmasını da şimdiden imkânsız hale getirecektir. Kente ve kentsel topraklara sadece ‘ekonomik değeri’ ile bakılması, kentleri yaşanılamaz hale getirecektir. Yeni eğitim ocağı SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU AOÇ Gelinciğimizdir Atatürk, batık bir imparatorluğun üzerinde kendine güvenen, başı dik bir Cumhuriyet yaratmıştı. Tıpkı Ankara’da bataklıktan yarattığı orman çiftliği gibi. Melih Gökçek, Atatürk’ün orman çiftliğini kendi çiftliğine dönüştürebilecek mi? Dönüştüremeyecek, çünkü Atatürk’ün 1937’de ulusuna emanet ettiği AOÇ’ye yine ulusu sahip çıkıyor... Geçen hafta sonunda demokratik kitle örgütü temsilcileri Ziraat Mühendisleri Odası’nda bir araya geldiler ve AOÇ’yi yok ettirmemekte kararlı olduklarını duyurdular. AOÇ emanetini sahiplenenler; TBMM’ye yürüyecek, Ankara’yı afişlerle donatacak, imza kampanyası açacak, siyasi partilere çağrı yapacak, Cumhurbaşkanı ile görüşecekler... Ankaralı, yazın geldiğini Atatürk Orman Çiftliği’nin uçsuz bucaksızmış gibi görünen topraklarında açan gelinciklerden anlar. AOÇ, Ankara’nın gelinciğidir. Ezdirmeyelim, kopattırmayalım, bırakalım savursun tohumlarını, her yaz buluşalım onunla çocukların ellerinde dalgalanan Cumhuriyet bayrağı gibi. Soluğu Brüksel’de almak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne geçen yıl 41 bin 510 başvuru yapılmış. Mahkemenin önünde bekleyen dosyaların tamamı da 81 bine ulaşmış. Bu dosyaların tam 10 bini yalnızca Türkiye’yle ilgili olanlar... CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, geçen hafta TBMM Genel Kurulu’nda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurunun tüm iç hukuk yollarının tüketilmesi ile başladığını anımsattı, ancak sürecin siyaseten böyle işlemediğine özellikle değindi ve bir örnek verdi: ‘‘Patrikhane benim seçim bölgemdedir ve Sayın Patrik’i de gayet iyi tanırım. Bugüne kadar patrikhaneyle ilgili tek bir şikâyet bana gelmiş değildir. Sizlere gelip gelmediğini de bilmiyorum, başka arkadaşlarıma geldiğini de duymadım. Yani, en küçük bir şikâyetiniz olduğu zaman ‘Benim milletvekillerim var, parlamentoya gideyim, onlara derdimi anlatayım’ demeyeceksiniz, soluğu Brüksel’de alacaksınız ve kendi ülkenizi şikâyet edeceksiniz. Bunda sizi rahatsız eden bir unsur yok mu, size biraz tuhaf gelmiyor mu bu? Doğrusunu isterseniz, bu bize biraz üzücü geliyor. Aslında mecburiyetleri var mı; hayır, yok. Ama, gene de, doğduğunuz ülke burasıdır, yetiştiğiniz ülke burasıdır, askerlik yaptığınız ülke burasıdır, bu ülkenin ekmeğini yiyorsunuz. En azından, lütfedin, bu ülkenin milletvekillerine şikâyetlerinizi bildirin. Biz takip edelim öncelikle, eğer haklı bir şikâyetiniz varsa... Avrupalılara müracaat etmeden önce biz burada bu Meclis’te sorunları çözeriz. Ama, bunu yapacağınıza, gidiyorsunuz oraya ve on binlerce dava Türkiye aleyhine birikiyor.’’ Ankara, yeni ve çağdaş bir eğitim ocağına daha kavuşuyor: Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi, iletişim bilimleri yüksek lisans programıyla 20062007 öğretim yılında lisansüstü eğitime başlayacak... Program koordinatörü Prof. Dr. Asker Kartarı, programın iletişimin karmaşık doğasına uygun olarak, disiplinler arası bir yaklaşım ve uluslararası bir düzenleme ile yürütüleceğini söylüyor. Hacettepe Üniversitesi’nin dilbilimden sosyoloji ve antropolojiye, siyaset biliminden tarihe değin iletişimle bağlantılı bütün sosyal bilim alanlarının destek vereceği programda, kendi alanlarında tanınmış 40’a yakın öğretim üyesi ders verecek. Bütün branşlardan lisans mezunlarının başvurabileceği programın bir sıra dışı özelliği de şu: Eğitimöğretim dili Türkçe olacak, ancak programa başvuru için İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca dillerinden en az ikisini bilmek gerekecek. Prof. Kartarı, iddialı olduklarını vurguluyor: ‘‘Programın amacı, uluslararası standarda uygun iletişimciler yetiştirmek ve bu dalda da Hacettepe çizgisini korumak.’’ Türkiye gericiliğe teslim olmuyor, olmayacak. Uygarlık doruğuna tırmanış sürüyor, sürecek... Bahçede Bir ‘Mozart Gecesi’ Yarı ahşap, yarı kâgir; iki katlı, küçük yeşil bir ev. Ön cephesi Cankurtaran tren yoluna bakıyor. Arka cephe bahçe. İncir, erik ağaçları, yaban gülleri, zakkumlar... Buna İstanbul’un hafif serin bir ilk yaz gecesini, Mozart müziğini, ‘‘naneli limonata’’ ile İtalyan ‘‘prosecco’’sunu andıran ‘‘Kayra’’ şaraplarının köpüklü beyaz şarap kokteylini ve ‘‘Hermitage Solistleri’’ni ekleyin! İşte ‘‘tılsım’’! ‘‘Tılsım’’ beni önce çocukluğumun bahçelerine götürdü. Dedemin Erenköy’deki evinin bahçesini; babaannemin, halalarımın avlularını, bahçelerini hatırladım. Dünya sanki o küçücük, sevimli bahçelerde başlar ve orada biterdi. Kendimi yalnız bana ait olan, korunaklı, güven dolu bir evrenin hâkimi hissederdim. Müjde Mısırlı ile Kasım Zoto’nun evinin bahçe kapısından adım atar atmaz, bu zaman tüneline girdim. Böyle bir bahçeden içeri girmeyeli, ne kadar olmuştu? Moskova’nın en gözde konser salonlarında çalan ‘‘Hermitage Solistleri’’ için, küçük, yeşil evin verandasında sade bir ‘‘sahne’’kurmuşlar. Verandaya çıkan merdivenlerin basamaklarına kalın, kokulu mumlar serpiştirilmiş; bahçenin ucuna gecenin sponsorluğunu yapan ‘‘Kayra’’ şarapları ile hafif atıştırmalıklardan oluşan hoş bir büfe hazırlamışlar... ‘Cankurtaran manyetizmi’ Bu değişik konser için müzikseverlere kapılarını açan konut sahipleri Müjde Mısırlı ile Kasım Zoto; klasik bir ‘‘ev daveti’’ gibi bizi kapıda karşıladı. Armada Oteli’nin sahibi olan Kasım Zoto, önden bu küçük cenneti nasıl keşfettiklerini ve buraya nasıl taşındıklarını anlattı. ‘‘Otele gelen yabancılara, sürekli bu mahalleyi neden tercih ettiklerini soruyorduk’’ diyerek söze başladı: ‘‘Herkes buranın farklı bir manyetizmi (çekim gücü) olduğunu söylüyordu. Taşındıktan sonra bunu biz de fark ettik. Her şeyin tınısı farklı burda. Kemanın da, udun da, flütün de tınısı farklı! Umarım hoş bir gece geçirirsiniz...’’ Yol boyu karşılaştığımız Cankurtaranlıların heyecanına bakılırsa, turizm ve renkli etkinliklerle yükselişe geçen mahallenin ‘‘manyetizmini’’ onlar da tespit etmiş... Kime yol sorduysak: ‘‘Abla, Kasım Abi’nin evine mi gidiyorsunuz? Bu gece herkes oraya gidiyor. Kasım Abi’ye bizden selam söyleyin!’’ tezahüratıyla karşılaştık. ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Ev konserleri, yeni konsept behicak?yahoo.com.tr Türban ve Yargı (1) 1982 yılından bu yana 24 yıldır süregelen ‘‘türban’’ tartışmalarında, yargı özgürlüklere giden yolu tıkayan bir kurum olarak eleştirilmiş ve aydınlık, uygarlık karşıtı çevrelerce sürekli hedef gösterilmiştir. Bunun sonucu Danıştayımız kana bulanmıştır. Laik Cumhuriyet, aydınlık ve uygarlık düşmanı karanlık çevrelerin eğitim ve öğretileriyle yetişenler, devletin özenle koruması gereken Danıştay’ı güpegündüz basıp bir yüksek yargıcı şehit etmiş, dört yüksek yargıcı da öldüresiye ateş ederek yaralamışlardır. O Danıştay ki, 1982 yılında yapılan türbanı (sıkmabaş) ‘‘masum bir başörtüsü’’ olarak göstermeye çalışan başvuruyu, 23 Şubat 1984 günü; ‘‘Bazı kızlarımızın ve kadınlarımızın sırf laik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmektedir’’ diyerek en gerçekçi kararı vermiştir. Bu karar göz ardı edilerek 1992 yılında Danıştay’a yeniden başvurulmuş ve gereken yanıt da alınmıştır. ‘‘(...) Son zamanlarda ülkemizde görülen laiklik karşıtı bir kısım hareketlerin, eğitim ve öğretim kurumlarında da etkinliklerini sürdürdükleri görülmektedir. Geleneksel yaşamın egemen olduğu kırsal kesimler başta olmak üzere, ülkemizde bazı kızlarımız ve kadınlarımız hiçbir siyasal ya da özel amaç ve düşünceleri olmadan başlarını örtmektedirler. Bir kısım kadın ve kızlarımız ise kendilerine hiçbir toplumsal etki ve baskı olmaksızın ideolojik bir görüşle laik Cumhuriyete karşı olmanın simgesi olarak örtünmektedirler. Böylece, İslam dinini geleneksel biçimde yasayan kişilerden farklı bir örtünme biçimi ile, laiklik karşıtı hareketlerle toplumun ilgisini çekmeyi amaçlamaktadırlar. Bu durumun doğal sonucu olarak dini, kişisel inanç ve ibadet çerçevesini aşarak siyasi bir güç durumuna getirmeye yönelik hareketler, laik eğitim ve öğretim kurumlarında, üniversitelerde eğitimli ve örgütlü gruplar ortaya çıkarmaktadır. Yükseköğretim kurumları, salt bilgi aktarılan, teknik bilgilerin alındığı yerler olmayıp dersler dışında sosyal ve kültürel boyutu da olan ortamlardır. Bu ortamlarda gençlerin karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma içinde yaşamaları ve eğitimlerini sürdürmeleri asıl ve arzulanan bir durum olmakla birlikte, laikliğe aykırı dinsel hareketler, üniversitelerde öğrenciler arasında bölünmeye ve kutuplaşmaya da zemin hazırlamaktadır. Cumhuriyetimiz temel niteliklerinden olan laiklik ilkesine karşı bir dünya görüşünü simgeleyen türban ve başörtüsünün, yükseköğretim kurumlarında kullanılması kabul edilemez ve hoş görülemez bir durumdur (...)’’. (Danıştay Sekizinci Daire, 13 Kasım 1992 Gün, 1992/609 Esas ve 1992/2809 Karar) Uyulması gereken bu karar da yeterli görülmemiş, göz ardı edilmiş ve kamuda türban yasağını delmek ve türbanın ‘‘masum bir başörtüsü’’ olduğunu kanıtlamak için, 1994 yılında bir kez daha Danıştay’a başvurulmuştur. Bu başvuru da Danıştay’dan gereken yanıtı almıştır. ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden en başta gelenleri, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık ve laikliktir. Bu ilke ve devrimlerin her biri ile çağdaş ve uygar insanlık düzeyine ulaşabilmek amaçlanmıştır. Giyim kuşam, hiç kuşkusuz, insanların geleneklerine, çevre koşullarına, kültür yapısı ve düzeyine göre şekillenir. Ülkemizde de, geleneksel yaşamın egemen olduğu kimi kesimlerde kadınlarımız, hiçbir siyasi ya da özel amaçları olmadan başlarını örtmektedirler. Ancak bir kısım kadın ve kızlarımız ise çağdaş giyim ve kuşama dışsal bir tepki ve Atatürk ilke ve devrimleri ile laikliğe karşı koyma eylemi olarak başlarını örtmektedirler. Bu dünya görüşünde olanların, din kurallarını vicdanlardan alarak bir yaşam biçimine dönüştürmek ve devleti de yine din temellerine dayamak istedikleri bilinmektedir. Cumhuriyet devrim ve ilkeleri sayesinde özgürlük, eğitimöğretim, yurttaşlık haklarını kullanabilme olanağını elde etmiş olmalarına karşın, bazı meslek sahibi kadın ve kızlarımızın da, demokrasi ve temel özgürlüklerle bağdaşmayan bu dünya görüşünü benimsedikleri ve bunun simgesi olarak başlarını örttükleri görülmektedir. Oysa, laik ve demokratik toplumumuzun bazı kurumlarında kamu görevi yapan, dava konusu olayda olduğu gibi avukatlık mesleğini seçip bu mesleğin hazırlık aşaması olan staj dönemindeki kadın ve kızlarımızın, bağımsızlık ve özgürlüğü simgeleyen laikliğe ve Atatürk ilke ve devrimlerine en fazla sahip çıkanlardan olmaları gerekir. Bunun da ötesinde avukatlık mesleğinin yargı düzeni içindeki çok önemli yeri ve verilen kamu hizmetinin niteliği nedeniyle çağdaş anayasa ilkelerine uyulması bir zorunluluktur. (...)’’ (Danıştay Sekizinci Daire, 2 Mart 1994 gün, 843/1993 Esas, 1994/686 Karar) Danıştay’ın bu kararları o denli gerçekçidir ki, bize bu kararlara katılmaktan başka yapacak iş bırakmamıştır. On beş gündür masamda önümde duran gazeteye bir kez daha bakıyorum... Mustafa Yücel Özbilgin’i, o güzel, o onurlu, o insan yüzüyle bir kez daha görüyorum. ‘‘Kim ölürse şimdi dünyada bir yerde, Nedensiz ölürse dünyada Bana bakar’’ (Rainer Maria Rilke) ‘‘Ev Konserleri’’ yeni bir konsept. Biletleri, herhangi bir konser gibi parayla satılıyor. Ancak bir ‘‘dost daveti’’ tadı ve sıcaklığında yaşanıyor... Konseptin yaratıcısı olan Hakan Erdoğan’la da konuştum. Bu serüvene bundan iki yıl önce ‘‘Bach Günleri’’ ile başlayan Erdoğan, bundan böyle bu konserleri İstanbul’un çeşitli mahalleleri ve evlerine yaymak amacında olduğunu anlatıyor. ‘‘Zengin köşkleri ve malikâneleri’’ yerine, bu iş için özellikle ‘‘orta sınıf’’ ve ‘‘üstorta sınıf evleri’’ tercih ettiğini söyleyen Erdoğan, Zoto’nun evinde hissettiğimiz küçük mekânların ‘‘samimiyetini’’ ve ‘‘yakınlığını’’ yakalamayı hedefliyor. Mozart’tan Bregovic dünyasına Akşam ezanı bittikten sonra, ‘‘Hermitage Solistleri’’ verandada yerlerini aldılar. Bu, hissettiğim ikinci tılsım anıydı... Klasik besteciler çağında konser yaşamı böyle bir şey olmalıymış diye düşündüm. Küçük mekânların mahremiyetinde farklı bir ayrıcalığı paylaşan müzik dostları... Arada bir Cankurtaran istasyonundan geçen tren sesleri bu ayrıcalık anının büyüsünü bozmadı. Hava kararırken, büyüyen mum ışıkları ve kuş sesleri arasında dinledik Mozart’ı. Hani vardır ya... Dış dünya ile iç dünyanız arasında bir ‘‘bütünleşme’’ olur, beklenmedik bir ‘‘dinginlik anı’’ yakalarsınız... Sanırım bu, 6070 kişiden oluşan konser izleyicilerinin ortak duygusuydu... Konserden sonra Kasım Zoto’nun evinden çıkıp, akşam yemeği için Armada’nın yanındaki ‘‘Giritli’’ restoranın bahçesine gittik. Orda da karşımıza çoluk çocuk, 7’den 70’e herkesin eğlendiği ‘‘gerçek bir düğün’’ bir ‘‘Türk Ermeni düğünü’’ ve konukları coşturan bir ‘‘Roman orkestrası’’ çıktı. On dakikalık yürüyüş mesafesinde Mozart’tan, Kusturica filmlerinin düş âlemine yatay geçiş yaptık. Beyaz tentelerin altında, renkli elektrik ampulleriyle aydınlatılmış bir başka nostalji bahçesinde Bregovic’in Çingene müziklerini andık. İstanbul hâlâ saklı hazineleri ve bambaşka dünyalar barındıran mahallelerinde böyle muhteşem sürprizler yaratan ve yaşatan bir kent. Keyfini çıkarmasını bilenler için... HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bir dalı gövdeden ayırma 1 dan, toprağa gö 2 merek köklenmesini sağlama 3 yolu. 2/ Hitit... 4 Buhar banyosu. 5 3/ Çok iri bir maymun cinsi... 6 Kimi yiyecekle 7 re lezzet ve renk 8 katmak için eklenen suluca 9 malzeme. 4/ Bir renk... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Osmanlı donanmasında 1 D E R İ N K U Y U kullanılmış, çektiri tü2 AMA L ründen bir savaş gemi O N A T 3 L E Y F R İ S A si. 5/ Yüz ifadesi. 6/ Af4 A Z S A K A rika kökenli öldürücü A K A Ç bir virüs... Fütüvvet şey 5 Z E K A A F İ S L İ hi. 7/ Bir türde ya da bi 6 C A Ğ reyde bulunan, aynı cins 7 U Z M A N ten başka hiçbir türde 8 Ş A İ R S E C İ ya da bireyde rastlanıl 9 İ N L İ M U R A T mayan... Asya ile Avrupa’yı ayıran dağ sırası. 8/ Sıvas’ın Şarkışla ilçesinde bir kaplıca... Bir soru sözü. 9/ Kayık, mavna ve küçük gemilerin kalafata çekildikleri yer... ‘‘ tutmak benim harcım değil / İnsanları seviyorum’’ (Necati Cumalı). 5 Haziran www.mumtazarikan.com YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Verev olarak dönen ve esnek kıvrımı önde bir çukur oluşturan yaka... Yiyecek bulamayan, yoksul kimse. 2/ Mercanların oluşturduğu halka biçiminde adacık... Kardeş çocuklarının birbirlerine göre her biri. 3/ Kaynağı antik çağlara dayanan kirişli bir çalgı... Domuz yavrusu. 4/ ‘‘Eğri büğrü, çer çöp’’ örneklerinde olduğu gibi, anlatımı güçlendirmek için sesçe benzer sözcüklerin üst üste kullanılmasına verilen ad. 5/ Doğranmış ekmeği yağ ve et suyuyla pişirerek yapılan bir yemek... Halk dilinde ayrana verilen ad. 6/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Lityum elementinin simgesi... Hububat tozu. 7/ Rüzgâr estikçe gagasındaki deliklerden güzel sesler çıkardığına inanılan masal kuşu. 8/ Bir elektroliz aygıtındaki artı kutup... Diyarbakır’ın bir ilçesi. 9/ Sarmısak kokulu bir gaz. CUMHURİYET 17 K