17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 HAZİRAN 2006 ÇARŞAMBA 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Yaşadığım sürece, her yıl, gittiğin gün için bir yazı yazayım dedim. Bu ilki DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Sevgili Salim Amca... NEZİHE MERİÇ Çin’e Edebiyatla Bakmak Bizlere tarih kitaplarının, ekonomi kitaplarının öğretemediklerini en derinliğine, en etkileyici biçimde bulduğumuz alanlardan biridir edebiyat. İşte her gün üzerinde pek çok şey okuduğumuz, konuştuğumuz Çin’e ilişkin aslında pek az şey bildiğimi günümüz Çinli yazarlarından Ma Jian’ın Erişteci (Defne Yayınları) adlı, dilimizde yeni yayımlanan romanını okuyunca anladım. Romanın yazarı Ma Jian, 1953 doğumlu. Yani Çin’in son elli yıllık tarihinin içinde yaşamış. Yazarlığı yönetim katlarında hoş karşılanmayınca 1987’de, yani 34 yaşındayken önce, Hong Kong’a, oradan Almanya’ya taşınmış. Bugün 53 yaşında, İngiltere’de yaşıyor. ??? Romanı okumaya başladığınızda ilk tepkiniz, bilinmedik, bambaşka bir dünyayla karşılaşmanın verdiği şaşkınlık oluyor: Bir yazar, yarım balık kafasıyla balık çorbası yapan komşularından gelen kokular eşliğinde her pazar buluştuğu kan simsarı arkadaşını beklemektedir. Kan simsarı, düzenli olarak kanını satarak geçinen bir kişidir. Bu iki arkadaşın birbirlerine anlattıkları öyküler eşliğinde günümüz Çin toplumunun kılcal damarlarına doğru bir yolculuğa çıkarız. Bu yolculukta ilk karşımıza çıkan bir ‘özel’ krematoryum sahibidir. Ölüleri yakarak bir avuç küle döndüren krematoryum sahibi, ülke mülklerinin kamudan özel kişilere dönüşünün de bir simgesidir. Ölüm gibi zor bir olgu karşısında krematoryum sahibi, özel girişimcilere özgü yaklaşımlarıyla buruk bir kara mizah tadı bırakır okurda. Girişimcinin cesetlere ilişkin düşünceleri, yakma işlemi için alacağı para ve harcayacağı elektrikle ödeyeceği vergi arasında odaklanmıştır. Örneğin, küçük bir kız çocuğu cesedinin yakılması için genel elektrik harcamasının üçte biri gerekmektedir. Kadın cesetleri sekiz yüz derecede kemiklerinden ayrılabilmektedir. Ölülere yakılmaları sırasında diledikleri müzik parçaları ‘dinletilmekte’, bu iş için ayrıca alınan para her yıl ‘enflasyon oranında artmak zorunda’dır. Amerikan ya da Fransız müzikleri isteyenler ise dövizle ödeme yapmak zorundadır... Ve daha ilk öyküden başlayarak karşımıza her olayda, her durumda, ‘parti’ çıkar. Parti, bu bir milyardan fazla insanın yaşadığı ülkede her şeyi yönlendirmektedir. Ölümünden sonra kendisine Çin Komünist Partisi üyeliği verilen bir Eczacı’nın ‘Enternasyonal’ marşı eşliğinde yakılmasına izin verilir. ??? On altı yaşından beri sahnelerde olan ve sosyalizm döneminde oynadığı devrimci kadın kahramanlarla parlak bir dönem yaşamış tiyatro sanatçısının değişime ayak uyduramayarak bunalıma düşmesi ve sonunda, sahnede kendini bir kaplana yedirterek intihar edişinin anlatıldığı bölüm de romanın en etkileyici bölümlerinden. Ne ki yazarın mizah dolu anlatımı, son derece trajik olaylarda bile okurda, bir ‘saçmalık dünyası’yla karşılaştığı izlenimi uyandırıyor. Gülmeli mi, ağlamalı mı, bilemiyor ama, yaşanılan dünyanın saçmalığı karşısında derin bir tedirginlik duygusundan kurtulamıyor. ‘Ayna Ayna Söyle Bana’ adlı bölüm, günümüz Çinlilerinin kozmetik ürünlere düşkünlüğü üstüne inanılmaz bir kara mizahla anlatılırken, bir sonraki bölümde sokaklarda sık sık rastlanan toplu tecavüzlerden biri yansıtılıyor. Bir genç kız, sokak ortasında yüzlerce kişinin gözü önünde yine yüzlerce kişinin tecavüzüne uğrarken, her yana yayın yapan devlet hoparlörlerinden ‘Sevgili Parti’miz, benim için bir anne oldun sen’ marşı çalınmaktadır. ??? Romanın bir yerinde yazar, ‘Yazarlar kendi zamanlarının ürünüdür. Sığ bir dünyanın yazarları da sığ olur’ diye konuşturuyor kahramanını. Ama kendisi öyle olmamış. Romanı okuyup bitirdiğinizde belleğinize yerleşen günümüz Çin toplumunun çok başarılı, çok katmanlı ve etkileyici anlatıldığını duyumsuyorsunuz. Günümüz dünyasının önemli unsurlarından Çin’i tanımak, ardındaki insan ve toplum katmanlarını görmek için bulunmaz bir fırsat yaratıyor Erişteci. turgay?fisekci.com u mektup yazma fikri de nereden çıktı bilemedim. Sanki sen başka yerdeymişsin gibi. Diyorum ki, biz gene beraberiz. Sadece, Salim Amca (geçen yıl tam bugün) o büyük enerjiye karışıp görünmez oldu. Yoksa, o güzel sesiyle, her haliyle evde. Beni bırakıp gitmez ki! Bundan ne kadar korktuğumu bilmez mi? Ben bunları söyleyince, şöyle düşündüklerini biliyorum: Salim Amca gittikten sonra, Nezim de biraz bi hoş oldu. (Söylemesi ayıp, hani, ben de, epeyce şey, hani yaşlı kadın denilenlerden oldum ya...) Böyle düşünmeyin diyorum, sakın! Aklım daha yerinde. Dursun zaten. Yazılacak öykülerim var. Bir o kaldı sevindiren çünkü. Ben ciddiyim. Ama, onlar, çevremdekiler, inanamazlar buna. Kolay değil. Çünkü onlar benim gibi değiller. Sona doğru yaklaşmanın ne demek olduğunu bilemezler. Derin derin çok derin bir yerlerde, anlaşılması zor bir duygu bu. Hiç olmayacakmış gibi hissedip, ama ille de olacağını bilerek yaşamı sürdürmek! Bir öpücük kondurulacak çıplak bir kafa, başını dayayacak bir omuz, yanağında sıcağını duyduğun, canını canına katan bir öpüş olmadan, koca evin içinde, tek başına köşene büzülüp oturarak, kendi kabuğuna sığınıp öylece... (Denmiş ki: Tanrı’nın kayrasına insan, ancak ve ancak, us dışı bir yolla, ve gizemci bir temele dayanarak ulaşabilir. Sen şimdi var mısın yok musun! Kafam çok karışık. Bu karışık kafayla sana memleketten haberler veremem. Bildiğin gibi, o hepten karışık. Belki de sen bunu benden daha iyi görüyorsundur o görünmez olduğun ya B D iyorum ki, biz gene beraberiz. Sadece, Salim Amca (geçen yıl tam bugün) o büyük enerjiye karışıp görünmez oldu. Yoksa, o güzel sesiyle, her haliyle evde. Beni bırakıp gitmez ki! Bundan ne kadar korktuğumu bilmez mi? Hiç olmayacakmış gibi hissedip, ama ille de olacağını bilerek yaşamı sürdürmek! Bir öpücük kondurulacak çıplak bir kafa, başını dayayacak bir omuz, yanağında sıcağını duyduğun, canını canına katan bir öpüş olmadan, koca evin içinde, tek başına köşene büzülüp oturarak, kendi kabuğuna sığınıp öylece... şamda.) Çevremdekilerin, üç beş tane kalan arkadaşımın dışında, hemen hepsi çok genç. Işık, onlar için, henüz, çok parlak. Parlak ışık göz kamaştırır ya, öyle kamaşmış gözlerle bakıyorlar yaşama. Tüm sıkıntıların, acıların içinden de olsa. Neyse... ‘Sensizliği taşımak çok zor’ Hani, Dünya Öykü Günleri’nde, Fransız Kültür Merkezi’nde Sait Faik’in 100. doğum yılı için tören yapıldı ya, o zaman senin için de özel bir bölüm hazırlandı. Projeksiyonla fotoğraflarını gösteren, konuşmalarla, okunan öykünle şenlenen bir bölüm. Ben gidemedim. Sen gidince, kapılardan çıkamadığım günlerdi. Ankara öykü günlerinde de gene, bir Salim Şengil Bölümü yapılmış, anlattı çocuklar. (Vefalı, sevgili gençler var.) Ona da gidemedim. Ama geçen akşam, bir yıldır, ilk kez, Umut’un düğününe gittim. İlle gitmem gerekiyordu. Nikâh şahitliği de yapmaz mıyım! (Büyükanne olarak.) Biz Ankara’dan İstanbul’a göçtüğümüzde bir buçuk yaşında olan oğlan, koca man avukat bey oldu da, bir de evlendi. Orkestra bizim gençliğimizin tangolarını çalarken... Ha, bunları neden yazıyorum, şunu söylemeye çalışıyorum: Hiç kimse, senin, o tanıştığımız yıllardaki, her zaman canlı, sevgi dolu, neşeli, genç, abi halinle, puronu içerek, hayat dolu denir ya, öyle, keyifli keyifli oralarda dolaştığını göremedi. Ne o sözünü ettiğim tören günlerinde, ne de o, havuz başındaki açık hava düğününde. O geçmiş yıllarda, arkadaşımızın eşi olan genç Fransız kadın, ne demişti: ‘‘Salim bey Kızılay’dan rüzgâr gibi geçer, ama esintisi kalır.’’ Bayılırdın buna. Kubarırdın. Bizi çok seven, genç arkadaşlarımızdan Mustafa Yalçın’ı da analım mı burada. Şiiri vardı ikimiz için: Eğer bir şapkam olsaydı/ sevda rengi/ mor kadifeden/ Çıkarır selamlardım sizin aşkınızı. Hele düğünde tangolar çalarken ne güzel dans ettik. Ya o, çok güzel oynadığımız, üçü bulmadan bire geçen adımlarla uçulan vals! O zaman işte dayanamayıp ağladım. Kimse bizi görmedi. Ah be Salim Amca, sensizliği taşımak çok zor. Bir gönül insanıydı Şengil, sanat uğraşlarını keyif uğraşı bilen bir edebiyat ve kültür adamıydı YÜKSEL PAZARKAYA ‘‘Edebiyatımıza ‘Salim Amca’ olarak adını kazandıran Salim Şengil bir gönül insanıydı.’’ Cumhuriyet Kitap’ın 1 Haziran 2006 günlü sayısında Sevgili Mustafa Şerif Onaran, ‘öykü dergileri’ üzerine değinisinde böyle diyor. Burada, 1947 1957 arasında Salim Şengil’in çıkardığı ‘Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’ni, yerinde bir saptamayla, son yıllarda yayın yaşamına giren öykü dergilerimizin hazırlayıcısı, doğurgan ilki olarak saptıyor. Salim Şengil’in, Memduh Şevket Esendal’ı edebiyat dünyasına kabul ettirdiğini, belki de ‘‘siyaset savaşımı içinde, takma adlarla öykücülüğünü sürdüren Esendal’ı’’ unutulmaktan kurtardığını vurguluyor. Ve şu saptamayı yapıyor Onaran: ‘‘Günümüzün ünlü öykücülerinden Nezihe Meriç, Vüs’at O. Bener, Fakir Baykurt, Bilge Karasu, Tahsin Yücel, Muzaffer Buyrukçu, Tarık Dursun K., Kemal Bekir ilk öykülerini ‘Seçilmiş Hikâyeler Dergisi’nde yayımladı.’’ Nâzım yasağını ilk delenlerden Derginin ilk sayısı çıktı Martıların dergisi Kültür Servisi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği ‘KALİD’in, 3 aylık kurumsal dergisi ‘Kadıköy Maarif’in ilk sayısı; okulun geleneksel ‘Talaş Böreği Günü’ öncesi mezun martılarla buluştu. Dergi, ülkemizin köklü eğitim kurumlarından ‘Kadıköy Anadolu Lisesi’nin mezunlar derneği KALİD’in; ‘kurum kültürünün canlı tutulmasını desteklemek’ ve ‘camianın iletişim kanallarını arttırmak’ gibi amaçları çerçevesinde uygulamaya koyduğu çalışmalardan biri. 3 ayda bir yayınlanacak Yalnız bu mu? Yine Onaran’ın belirttiği gibi, Ankara’yı dünden başlayarak öykümüzün merkezi yapan Salim Şengil, yayıncı olarak, Nâzım yasağını ilk delenlerden biri olmuş, Yılmaz Güney’in yazar kimliğini ilk o saptayıp ortaya çıkarmıştır. Sanatın ve düşüncenin özgürlüğü için, gereğinde kendi özgürlüğünü bilinçle tehlikeye atmıştır. Sanat ve düşünce özgürlüğü olmayan bir ortamda gerçek birey özgürlüğünün olamayacağı bilincidir bu. Ve eşi (Nezihe Meriç), bu bilinçte Salim Şengil’in en büyük destekçisi olmanın da ötesine geçmiş bir usta yazardır. Ve Dost dergisi... Ankara’nın değil, Türkiye’nin en önemli birkaç edebiyat dergisinden biri yapmıştır onu Salim Şengil. Orada da sonradan yazın haritamızda yeni yerleşimler kuran nice ad ortaya çıkmıştır. En önemlisi, Salim Şengil, her ne kadar, sonradan İstanbul’a yerleşse de, Ankara’yı edebiyatta başkent olarak temsil etmiş kişidir, çalışmalarının bütünüyle. Bütün bunları yaparken, kendini, emeğiyle ve yetenekleriyle, edebiyatın ve sanatın, edebiyatçının ve sanatçının, başkentin ve ülkenin hizmetine sunma yüce gönüllüğünü göstermiştir. İsteseydi, öykünün baş ustalarından biri olurdu, vakit bulup arada yazabildiği usta işi öyküler bunun kanıtı. İsteseydi, genç Cumhuriyetin seçkin bir opera sanatçısı da olabilirdi. ‘Onu yaşam boyu unutamayız’ Ama o, Salim Şengil, gerçekten bir gönül insanıydı. Yaşamı sevdiğince, sanatı, edebiyatı ve sanatçıyı seven, son nefesine dek yitirmediği yaşam sevincini çevresine de bol ve bonkör saçan, sanat uğraşlarını keyif uğraşı bilen bir edebiyat ve kültür insanıydı. O bir insandı. Yakından tanıma ve onun sevgisini, sevincini bire bir duyma mutluluğunu çokça yaşadım. Sanatın özgürlüğü deyince, akan suların ödün süz durduğuna doğrudan tanık oldum. Yetmişli yılların ortalarında, o basmasaydı, Aydınlık Kanayan Çiçek (12 Mart darbecilerinin darağacında katlettikleri üç çiçek!) kitabımı basacak başka biri acaba bulunur muydu? Son günlerine dek, her anını sevinçle, sevgiyle yaşadığını, mesafeler yüzünden, daha çok telefonda algılayabildim. ‘‘Yüksel’cim, akşama doğru Boğaz’a inip aperitifimi alıyorum...’’ Son yıllara dek böyleydi. Sonra, bir görüşmemizde: ‘‘Burası sakin, çok güzel bir yer... Pencereden dışarıyı seyrediyorum...’’ Onun son anına dek yaşam sevincinin gürül gürül bir kaynağı, bir çavlanı vardı: Sevgili Nezim. Biliyorum, Nezim hep Salim Amca ile birlikte sürdürüyor yaşamını ve yaratısını. Ama onu yakından tanıma sevincini yaşayan biz de yaşam boyu unutamayız Salim Şengil’i. O zaten, Cumhuriyet edebiyatımız ve kültürümüz tarihindeki özgün ve özellikli yerini alarak kültürümüzün ölmezleri arasında yaşıyor. KALİD Yönetim Kurulu Başkanı Av. Argun Eğmir, konuyla ilgili bir açıklama yaparak şunları söyledi: ‘‘İletişim olgusunun günümüzde ulaştığı gücü inkâr etmek mümkün değil... Hele bir de konu, ‘eğitim’ ve onun ülkemizdeki en saygın kurumlarından birisi olunca, ‘iletişim’ kavramı çok daha önemli hale geliyor. Dernek olarak, kurulduğumuz 1987 yılından bu yana, kurum kültürüne katkıda bulunmak, mezunlar arasındaki dayanışma ve iletişim kültürünü sürekli canlı tutmak temel hareket noktalarımız oldu. Yayın hayatına yeni başlayan dergimiz bu sürecin son derece önemli bir ‘kilometre taşı’dır.’’ 3 aylık periyotlar halinde yayımlanacak olan derginin ilk sayısına Emre Aköz, Ceyda Düvenci, Prof. Dr. Erinç Yeldan, Selahattin Alpar, Halim Çün ve Erdil Yaşaroğlu gibi alanlarında başarılı olmuş birçok mezunun katkısı var. ‘Türkülerin Sahibi Vardır’ ? Kültür Servisi Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı, her yıl düzenlediği geleneksel türkü şenliğini, bu yıl 3 Temmuz 2006 Pazartesi Saat 20.30’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleştirecek. ‘Türkülerin Sahibi Vardır’ adlı geceyi Nevzat Şenol sunacak. Gecede yer alacak sanatçılar: Yavuz Bingöl, Ufuk Karakoç, Hüseyin Turan, Yasemin Göksu, Kıraç, Edip Akbayram, Su Semahı adlı dans gösterisi (koreograf: Mehmet Akan Dansçılar Truva Folklor Araştırmaları Derneği) ve Ruhi Su Dostlar Korosu ve A. Nesin Çocukları. (0 212 245 40 32) İZMİR CUMOK ÇAĞIRIYOR “ET TIRNAKTAN AYRILMAZ” İSTANBUL CUMOK CİDE, RIFAT ILGAZ (SARI YAZMA) FESTİVALİ’NE ÇAĞIRIYOR 7 8 9 TEMMUZ 2006 SAFRANBOLUAMASRACİDEKASTAMONU PROGRAMI 1) 06.07.2006 Saat 24.00’te Kadıköy Haldun Taner Tiyatrosu önünden otobüsle hareket, 2) 07.07.2006 Saat 07.00’de Safranbolu’da kahvaltı ve kent gezisi, 3) 07.07.2006 Saat 10.30 Amasra, 4) 07.07.2006 Saat 14.30 Cide, 5) 07.07.2006 saat 15.00 Cide Festivali açılışı, 6) 7 ve 8 Temmuz Cide Festival etkinlikleri, 7) 9 Temmuz Saat 10.00’da Cide’den Kastamonu’ya hareket, 8) 9 Temmuz saat 12.00 Kastamonu’da gezi ve yemek, 9) Saat 16.00’da Kastamonu’dan İstanbul’a hareket, 10) 9 Temmuz 2006 Saat 23.00’te Kadıköy’e varış. İletişim: 0533 438 50 22 0535 636 59 11 0212 234 72 93 Not: Ulaşım, Yatak, Kahvaltı ve Konaklama Bedeli 125 YTL olup yerlerin önceden ayırtılması gereklidir. Ordu Gitar Festivali ? Kültür Servisi Ordu Barosu tarafından bu yıl dördüncü kez düzenlenen ve Siemens Ev Aletleri’nin sponsor olarak desteklediği ‘Ordu Uluslararası Gitar Festivali’ 18 Temmuz tarihleri arasında izleyicilerle buluşuyor. Bu yıl 15 ülkeden 45 sanatçı ve gruba ev sahipliği yapan festivalin açılışı, 1 Temmuz 2006 Cumartesi günü, Türk müziğinin çoksesli müziğe uyarlamasındaki çalışmalarıyla tanınan Hasan Cihat Örter’in vereceği halk konseriyle yapılacak. (www.ordubarosu.org.tr) DÜNDEN BUGÜNE YAVRU VATAN KIBRIS GERÇEĞİ PANEL RAUF DENKTAŞ PROF. DR. TÜLAY ÖZÜERMAN PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL 28 Haziran 2006 Çarşamba 18.30 Narlıdere Belediyesi AKM Düzenleyenler: İzmir CUMOK Narlıdere Belediyesi “PANEL ALANI MİTİNG ALANIMIZDIR” “Dayanışacağız, çoğalacağız,oyunu bozacağız.” Not: 28 Haziran 2006 saat 17:45’te Konak AKM önünden belediye otobüsü kaldırılacaktır. www.cumok.org eposta: izmir?cumok.org www.cumok.org CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle