14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 HAZİRAN 2006 CUMA 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Adalet Bakanlığı, STÖ yapılanması amaçlayan yargıç birliğine karşı devlet birliği kuruyor Perşembe’nin Gelişinin Belli Olduğu Gün 56 yıl önce bugün, Türkiye’nin şu anda varacağı yeri belli eden bir olay yaşandı. Dilerseniz, olayın bir ay kadar öncesine gidelim. 14 Mayıs 1950 seçimlerini, Demokrat Parti, CHP’nin eseri olan çoğunluk sisteminin de katkısıyla oy oranını aşan bir çoğunlukla kazanmıştı. Seçimlerden 15 gün sonra 29 Mayıs 1950’de Başbakan Adnan Menders, TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmada, ‘‘Atatürk devrimlerini’’ halka mal olan ve olmayanlar olarak ikiye ayırıyordu. Aradan iki hafta daha geçecek, DP’nin önerisiyle 16 Haziran’da Türkçe ezan uygulaması kaldırılarak Arapça ezana dönülecekti. 1932 yılında Atatürk ’ün girişimiyle ezanın Türkçe okunmasına karar verilmiş, ünlü hafız ve müzisyenlere Türkçe ezan okutulmuştu. 1932’den 1941’e kadar ezanın Türkçe okunmaması ‘‘kamu düzenini sağlamaya yönelik emirlere aykırılık’’ suçu olarak kabul ediliyordu. Ama 1941 yılında, Arapça ezan okuyan bir kişiyi yürürlükteki mevzuata göre mahkum etmeyi reddeden bir yüksek yargı kararından sonra, 4055 sayılı Yasa’nın 526. maddesinde yapılan bir değişiklikle Arapça ezan ve kamet okuyanlara üç aya kadar hapis cezası getirildi. Bu uygulama, DP’nin iktidara geldiği 1950 yılının haziran ayına kadar sürdü. ??? Demokrat Parti kurulurken Celal Bayar, İsmet İnönü’ye, dini siyasete alet etmeyeceği, laikliği zedelemeyeceği yönünde söz vermişti. Nitekim, parti muhalefetteyken bir üyenin Türkçe ezana yönelik eleştirilerini yöneticiler kınamışlardı. Arapça ezan yasağını kaldıracak öneri Meclis’e sunulmadan önce, Bayar’a danışılmış ve Cumhurbaşkanı, Acaba Atatürk’ün ruhu muazzep olmaz mı, demekle yetinmişti. Orada hazır bulunanlardan birini, ‘‘Efendim büyük seçim zaferimizin hatırına Atatürk bizi mazur görür’’ demesi üzerine de itirazdan vazgeçmişti. Ezan ile ilgili oylama, 16 Haziran’da Meclis’te görüşülmeden önce, konu CHP grubunda ele alınmış, İnönü’nün kesin tavrına karşın CHP’lilerin çoğunluğu, bu öneriye itiraz edilmemesi yolunda görüş bildirmişlerdi. Nitekim de öyle oldu. Murat Bardakçı, 11 Haziran tarihli Hürriyet’teki yazısında buna dayanarak ‘‘Adnan Menderes’i suçlamaktan vazgeçin! Arapça ezanı DP ile CHP birlikte serbest bırakmışlardı’’ diyor. Saptamada bazı doğrular olmakla birlikte ifade, gerçeği biraz aşmaktadır. Şöyle ki, CHP’nin karşı çıkmama kararı aldığı doğrudur. Ama taraftar olduğunu da belirtmemiştir. Nitekim, CHP sözcüsü Cemal Reşit Eyüboğlu kürsüye konuşmaya çıktığında, Meclis’in o günkü başkanı Fuad Hulusi Demirelli, Şimdi de CHP grubu adına Cemal Reşit Eyüboğlu önerinin aleyhinde, diye anons ettiğinde, Eyüboğlu itiraz etmişti. CHP’nin genç Trabzon milletvekili önerinin lehinde veya aleyhinde konuşmayacağını, ‘‘öneri hakkında’’ konuşacağını belirtmişti. CHP’nin öneriye karşı çıkmadığı gerçektir de, DP ile birlikte hareket ettiğini söylemek biraz gerçeği aşan bir ifade olmaktadır. ??? Türkçe ezanın kaldırılmasında, kuşkusuz CHP’nin pasif tavrıyla ikincil bir sorumluluğu vardır. Zaten çok partili rejime geçiş kararı alındıktan sonra, CHP’de irticaya karşı bir gevşeme görüldüğü yadsınamaz. Okullarda din dersleri, imam hatiplerin açılması gibi uygulamalar ilahiyatçı Şemsettin Günaltay ’ın icraatları arasındadır. Köy Enstitüleri’ne ilk darbeyi vuran gerici Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer de, CHP hükümetinin bakanıdır. Ama perşembenin gelişinin habercisi olan 16 Haziran’ın esas sorumlusu, kuşkusuz daha sonraki icraatıyla bugünün temelini atan DP ve önderi Adnan Menderes’tir. Bu gelişmeleri, bir gün önce 15 Haziran 1950’de, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat ile Garip Hareketi’nin ve Yaprak dergisinin üç kurucusundan biri olan Orhan Veli son derece doğru bir biçimde saptamıştır. Başka bir değerli Atatürkçü şair dostum Özdemir İnce’nin 7 Haziran 2006 tarihli Hürriyet’te yayımlanan sütununda yer alan yazının bir yerinde şöyle diyor Orhan Veli: ‘‘...Demokrat Parti hükümetinin ilk ele aldığı mesele ezan oldu. Ezan hemen Arapça okunmasaydı, hep birlikte ölecektik... ...Salt bir ezan meselesi olmaktan çıkıyor iş. Daha bir sürü geriliğin başlangıcı, daha bir sürü geriliğe göz yummanın işareti oluyor. Bu düşüncemizin doğru olup olmadığını anlamak için belki de biraz beklemek gerekecekti. Ama ona da hacet kalmadı. Başbakan’ın demecini duyunca sarıklı, cüppeli sokağa fırlayan softalar düşüncemizin doğruluğunu çabucak ortaya koydular...’’ Büyük şair 16 Haziran 1950’nin anlamını bir gün önceden kavrayıp açıklamış. Aradan geçen elli altı yıla karşın hâlâ hiçbir şeyi anlamayanlara ne demeli? Y argıda ‘zorunlu’ örgütlenme ? Adalet Bakanlığı iki yıldır örgütlenme faaliyeti yürüten hâkim ve savcılardan önce davranarak kendi istediği örgütlenmenin tasarısını hazırladı. Bakanlık, hâkim ve savcıları zorunlu üye yapıp aidat toplayacağı birliğin başkanlığına da HSYK’deki konumu tartışılan müsteşarı getirecek. İLHAN TAŞCI Avukatlar bugün duruşmalara girmeyecek ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Barosu Yönetim Kurulu, son zamanlarda avukatlara ve Danıştay 2. Dairesi üyelerini hedef alan yargı bağımsızlığına, savunmaya, demokrasi ve yaşama hakkına yönelik saldırılara kayıtsız kalmanın mümkün olmadığını belirterek tüm avukatları bugün duruşmalara girmemeye çağırdı. Ankara Barosu Yönetim Kurulu’ndan yapılan yazılı açıklamada, yargının kurucu unsurlarından olan, bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden avukatlara son 6 yıl içinde yapılan 39 saldırıda 8 avukatın öldüğü belirtildi. Avukatlara yönelik hukuk ve insanlık dışı saldırının ‘‘daha ağır ve alçakçasının, Danıştay’a yapıldığı’’ kaydedilen açıklamada, şöyle denildi: ‘‘Son şehidimiz İstanbul Barosu avukatı Aydın Şahin’in katline tepkimizi göstermek üzere, Türkiye Barolar Birliği’nin 13 Haziran’daki duyurusu çerçevesinde, 16 Haziran Cuma günü tüm meslektaşlarımızı duruşmalara girmemeye davet ediyoruz.’’ lığa kabulde yürütme organının etkisinin olmamasını savunur.’’ Demokratik kitle örgütü olarak yapılanmayı hedefleyen YARSAV’a karşı Adalet Bakanlığı da ‘‘Türkiye Hâkimler ve Savcılar Birliği’’ni kurmak üzere harekete geçerek, yasa taslağını hızlandırdı. Hikmet Sami Türk’ün Adalet Bakanlığı döneminde aynı adla tasarı hazırlanmış, ancak geri çekil ANKARA Sivil toplum örgütü olarak yapılanmak için hazırlıkları son noktaya gelen Yargıçlar ve Savcılar Birliği’ne karşı Adalet Bakanlığı da 6 yıldır bekleyen ‘‘Türkiye Hâkimler ve Savcılar Birliği’’nin kurulmasını öngören yasa tasarısını tamamlayarak, görüşe açtı. Tasarıya göre, görevde bulunan hâkim ve savcılar söz konusu birliğin ‘‘asıl üyesi’’ olacaklar ve bunlardan aidat kesilecek. Bu durum ‘‘zorunlu üyelik’’ olarak değerlendirildi. Yargıç ve savcılar yaklaşık 2 yıldır ‘‘örgütlenebilmek’’ için çalışmalar yapıyordu. Çalışmaların belli olgunluğa gelmesinin ardından 30 Mayıs’ta resmi olarak Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin (YARSAV) kurulması için harekete geçilerek, adli, idari ve yük sek mahkeme üyelerine duyuru yapıldı. Türkiye genelinde örgütlenmeyi hedefleyen birliğin amaçları tüzükte şöyle açıklandı: ‘‘Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını ve yargıç güvencesini amaç edinir. Hukukun etkinliğinin, verimliliğinin ve saygınlığının arttırılmasını, hukukun üstün ve egemen olmasını amaçlar. Mesleğe donanımlı kişilerin alınmasını, mesleğe ve aday mişti. Taslakta, birliğin kurucu yönetim kurulunun Adalet Bakanlığı Müsteşarı ya da görevlendireceği yardımcısı başkanlığında, Yargıtay Genel Sekreteri, Danıştay Genel Sekreteri, Ceza İşleri Genel Müdürü, Kanunlar Genel Müdürü, Personel Genel Müdürü, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve Ankara Adli ve İdari Yargı Adalet Komisyonu başkanlarından oluşması öngrörüldü. Taslağa göre birliğin kurucu başkanlığını, HSYK’deki varlığının yargının siyasallaşması tartışmalarına neden olan Adalet Bakanlığı Müsteşarı yapacak. Taslağın geçici maddesine göre, ‘‘halen görevde bulunan hâkim ve savcılar herhangi bir müracaata gerek olmaksızın bulundukları yerdeki şubelerin asıl üyesi’’ olarak kabul edilecekler. Yargıç ve savcılar, bunun ‘‘zorunlu üyelik’’ olduğunu belirtirlerken bakanlığın birlik adımının ‘‘devlet içinde devlet’’ anlamına geleceğini savundular. BAHÇELİ İLE GÖRÜŞECEK BÜLENT ARINÇ Rahşan Ecevit de seçim için ‘milli mutabakat’ arıyor ? Rahşan Ecevit’in seçim ittifakı arayışı da Baykal’ınki gibi sağa yöneldi. Rahşan Ecevit’in Baykal’la görüştükten sonra, DSP Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, koalisyon ortaklığına bile karşı çıktığı MHP Genel Başkanı Bahçeli ve DYP, ANAVATAN liderleri ile de görüşmelerde bulunacağı belirtiliyor. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DSP’nin Onursal Genel Başkanı Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit, ‘‘seçim işbirliği’’ girişiminin altından ‘‘milli mutabakat hükümeti arayışı’’ çıktı. Rahşan Ecevit’in eşinin hastalanmadan önce başlattığı girişim çerçevesinde aralarında MHP’nin de bulunduğu siyasi partilerin liderleri ile görüşerek AKP’ye karşı, Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in başkakanlığında bir ‘‘milli mutabakat hükümeti’’ arayışı için nabız yoklayacağı dile getirildi. Rahşan Ecevit’in eşi Bülent Ecevit’in başlattığı ‘‘solda seçim işbirliği’’ arayışlarının kapsamının daha geniş olduğu ortaya çıktı. kat çekiliyor. Bu çerçevede Rahşan Ecevit’in, solda yeni arayış toplantılarını başlatan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ve 10 Aralık Platformu’nda yer alan bazı isimlerle görüşmeler yaptığı öğrenildi. DİSK’in önderliğindeki 10 Aralık Platformu’nun bu çerçevede 23 Haziran’da Ankara’da yapılacak ‘‘karar toplantısında’’, solda ‘‘seçim işbirliği’’ çağrısı yapması bekleniyor. ‘TBMM’de kalaycı kadrosu bile var’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM Başkanı Bülent Arınç, TBMM’de 3 bin 693 kişinin çalıştığını vurgularken ellerinde bulunan 400 boş kadronun 170’ini iade edeceklerini açıkladı. TBMM Başkanı Arınç, dün düzenlediği basın toplantısında yeni hazırlanan Meclis teşkilat yasa önerisi hakkında bilgi verdi. Arınç, önceki dönemlerde ‘‘Hele bir Meclis’te işe gir nasıl olsa kadronu alırsın’’ anlayışıyla hareket edildiğini vurgularken, yeni düzenleme ile 400 boş kadrodan 170’inin iptal edileceğini açıkladı. Arınç, ‘‘Berber, terzi, kalaycı, tenekeci, çilingir gibi kadrolarımız var. Bu kadrolar iptal edilecek. Biz bunların kamu görevi olduğunu düşünmüyoruz’’ dedi. İzmir Piriştina’yı unutmadı Geçirdiği kalp krizi sonucu 2 yıl önce yaşamını yitiren eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina İzmir’de özlemle anıldı. Piriştina için dün ilk olarak Narlıdere’de bulunan mezarı başında anma töreni gerçekleştirildi. Burada konuşan sanatçı Rutkay Aziz, Ahmet Pirişitina’nın ölüm gününün, ‘‘ölümsüzlüğünün de günü’’ olduğunu belirterek ‘‘Demokratik, laik güçler hep var olduğu, ülkeyi başka yerlere götürmeye çalışanlar bu amaçlarına ulaşamadığı sürece Ahmet’in ölümsüzlüğü devam edecektir’’ dedi. Ahmet Piriştina’nın oğlu Levent Piriştina da verilen desteğe teşekkür ederek ‘‘Cenazede olduğu gibi bugün de yalnız olmadığımızı gördük’’ diye konuştu. Daha sonra Narlıdere Belediyesi tarafından, Pir Sultan Abdal Parkı’nda yaptırılan Piriştina büstünün önünde anma etkinliği yapıldı. Törende konuşan Narlıdere Belediye Başkanı Abdül Batur, aradan 2 yıl geçtiğini, ancak Ahmet Piriştina sevgisinin dinmediğini vurguladı. Konak Belediyesi tarafından Esentepe’de bulunan Ahmet Piriştina Doğal Sit Parkı’nda Magazin Gazetecileri Derneği’nin hazırladığı Piriştina fotoğrafları sergisi açıldı. (Fotoğraf: EMRE DÖKER) Sağsol ayrımı yapılmayacak Ancak Rahşan Ecevit’in girişimlerini sol partilerle sınırlı tutmayacağı, AKP’ye karşı sağsol ayrımı yapmadan alternatif bir ‘‘ulusal mutabakat hükümeti’’ için zemin yoklayacağı dile getiriliyor. Rahşan Ecevit’in bu çerçevede önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la görüştükten sonra, DSP Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde, koalisyon ortaklığına bile karşı çıktığı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile DYP, ANAVATAN liderleri ile de görüşmelerde bulunacağı belirtiliyor. Erdoğan’dan azar işitip ardından da mahkemeye verilen çiftçi ilk duruşmada beraat etti ‘AKP beni vatandaşlıktan soğuttu’ ABİDİN YAĞMUR ‘Seçim işbirliği’ çağrısı yapılacak Bülent Ecevit, hastalanmadan önce yaptığı açıklamada, ‘‘solun Yılmaz Büyükerşen etrafında birleşerek seçim işbirliği yapmasını’’ önermişti. Rahşan Ecevit’in de eşinin yarım kalan bu girişimini sürdürmek için çeşitli kesimlerle görüşmelere başladığına dik MERSİN Mersin’de kendisine ‘‘Lan artistlik yapma’’ diyen Başbakan Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında dava açılan çiftçi Mustafa Kemal Öncel, ilk duruşmada beraat etti. Öncel, ‘AKP’nin kendisini Türk vatandaşlığından soğuttuğunu’’ belirterek vatandaşlıktan çıkarılmak için Bakanlar Kurulu’na başvurdu. Şubat ayında düzenlenen AKP Mersin İl Kongresi öncesinde Başbakan Erdoğan’ı ‘‘Çiftçinin hali ne olacak’’ diye bağırarak protesto eden ve karşılığında ‘‘Lan artistlik yapma. Ananı da al git’’ diye azarlanan Mustafa Kemal Öncel’in ‘‘Başbakan’a hakaret, onur, şeref ve saygınlığını rencide etmekle’’ suçlandığı davanın ilk duruşması dün Mersin 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirildi. Öncel mahkemeye verdiği savunmasında, ‘‘ Söz konusu olay dan 2 ay önce de Silifke ilçesinde Tarım Bakanı’nı protesto etmiştim. Başbakan Mersin’e gelerek beni tahrik etti’’ dedi. Bakanlar Kurulu’na dilekçe Duruşmada tanık olarak dinlenen polis memurları ise, olay günü karakolda verdikleri ifadelerden farklı olarak, çiftçi Kemal Öncel’in Başbakan’a ne dediğini duymadıklarını söylediler. İfadelerin alınmasının ardından 1. Sulh Ceza Mahkemesi Başkanı Ahmet Kiriş, Öncel’in suçu işlediğine ilişkin yeterli delil olmadığını belirterek beraatına karar verdi. Duruşma sonrasında bir açıklama yapan Öncel, Erdoğan’la arasında geçen tartışmadan bu yana kendisinin ve ailesinin zor durumda kaldığını belirterek, Türk vatandaşlığından çıkarılması talebiyle Bakanlar Kurulu’na dilekçe verdiğini açıkladı. Öncel, ‘‘AKP beni Türk vatandaşlığından soğuttu, Türk vatandaşlığından çıkma noktasına getirdi’’ dedi. asirmen?cumhuriyet.com.tr Eminönü’nde patlama: 4 yaralı İstanbul Haber Servisi İstanbul Eminönü’ndeki İETT duraklarının yakınındaki çöp konteynırında dün saat 10.20 sıralarında patlama meydana geldi. 4 kişinin yaralandığı patlamaya parça tesirli ve zaman ayarlı bombanın neden olduğu belirlendi. Polis, çöp konteynırına bombalı paketi bırakan bir kişiyi arıyor. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, turizm mevsimi olması nedeniyle olayın ‘‘abartılmamasını’’ istedi. Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er de MOBESE kameralarının sayısının arttırılacağını ve sabit çöp tenekeleri yerine yeraltına düzenekler yerleştirileceğini söyledi.Temizlik işçileri patlamadan 2 dakika önce konteynıra baktıklarını, yarıya kadar dolu olduğu için boşaltmadıklarını anlattılar. Türkiye’de bazı insanların gerçekten ciddi bir endişe içinde, ülkenin elden gittiğine inandıklarını görüyorum. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, yani büyük ve zengin devletlerle fakir devletler arasında sıkışıp kalan ülkelerde, bu gerginliğin ve kaygının yaşanmasını normal karşılamak gerekir. Özellikle küreselleşme çağında uluslarüstü sermayenin sınır tanımayan egemenliği de ciddi korkulara neden oluyor. Bu korku bazen aşırı tepkiselliğe yol açtığı gibi, bazı çevrelerin konuyu istismar etmesini de beraberinde getiriyor. Son olarak Hatay’da toprakların aşırı şekilde yabancılara satıldığı haberleri ve bu haberlerin arkasından gelen siyasi açıklamalar, ülkemizdeki ruh halini yansıtması bakımından ilginç bir tablo oluşturuyor. DYP Genel Başkan Yardımcısı Kamil Turan, Hatay konusunda çıkan söylentiler üzerine şöyle bir açıklama yaptı: ‘‘Türkiye’yi bölmeye yönelik çalışmalar yapıyorlar. Suriye, Antakya’da çoğunluğu almaya çalışıyor. Vatan Hatay Elden Gidiyor mu? daşlarımız rahatsız. Niçin Suriyeliler büyük bir hamle yaparak Antakya’da toprak satın alıyorlar? Bunun bölücülükten başka sebebi olabilir mi? Kars’ta, Van’da hiçbir alakası olmayan ülkelerin toprak almasının ne anlamı olabilir? Yunanlılar, Antakya’dan toprak alıyorlar. Ne işleri var orada?’’ ??? Bu tür açıklamalar, bir tür ‘‘gitti gidiyor’’ korkutmaları son yıllarda yaygınlaştı. Özellikle AB’ye üyelik sürecine paralel olarak gelişen ve geliştirilen korkular, son dönemin önemli siyasi mesajlarından birisi haline dönüştü. Bu korkuların bazen paranoya düzeyine ulaştığına da tanık oluyoruz. Hatay haberlerini duyduğumda, geçmişte benzerlerini de duyduğum için yine bir seri üretimle karşı karşıya kaldığımızı tahmin ettim. Hatay Valisi Ahmet Kayhan, bu ilde 20 yıldır hiçbir yabancıya, 67 yıldır ise Suriyelilere tek bir mülk satılmadığını açıkladı. Yabancıya mülk satışı ile ilgili düzenleme 1 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe girmişti. Bu düzenlemeye göre il yüzölçümünün binde 5’inden fazlası yabancılara satılamıyor. Hatay, 1938 yılında Türkiye topraklarına katılırken, bu ilde yaşayan bazı aileler Suriye yurttaşlığını tercih ederek Suriye’ye yerleşmişlerdi. İşte onların bu ilde bazı tapulu malları kalmıştı. Bu malların yönetimi de 1966 yılından beri Hazine tarafından kontrol ediliyor. İşte bu tapular nedeniyle Hatay’da binde 5’lik sınır aşılmıştı. Bu durum bir şekilde gazetelere yansıyınca, bildiğimiz tepkiler ortaya kondu. Doğrusu, önce neyin ne olduğunu anlamak ve ondan sonra açıklama yapmaktı. Ne var ki son yıllarda bir gelenek oluştu. ‘‘Vatan elden gidiyor’’ söylemi altında doğruluğu, yanlışlığı düşünülmeden birtakım efsaneler ortaya atılıyor. Bu efsanelere önce bunu ortaya atanlar, ardından da bu ruh hali içine girmiş insanlar inanıyorlar. ??? Benzer bir durumla Şanlıurfa konusunda da karşı karşıya geldik. İki yıl önceydi. Urfa Barosu’nun davetiyle bu kente gidince başta Baro Başkanı Müslim Akalın olmak üzere, Ziraat Odası Başkanı’na, Devlet Su İşleri Müdürü’ne, Urfa’nın önde gelen kişilerine ne oluyor diye sordum. Şanlıurfa topraklarının İsrailliler tarafından yağmalandığına ilişkin efsaneleri gülerek cevapladılar. Böyle bir satışın olmadığını, zaten yabancılara taşınmaz mülk satmanın bin türlü denetimden geçtiğini ifade ettiler. Ancak efsane bir kere başladı mı durdurmak mümkün olmuyordu. Buna böyle inanarak kendilerine yeni bir korku yaratmak isteyenlere ne derseniz deyin onlar yine de inanmaya devam ediyorlardı. Önemli olan gerçek değil, onların neye inanmak istedikleriydi. Bu zor bir durum. Bizleri gerçekten, durumu doğru tahlil etmekten uzaklaştırıyor, aşırı milliyetçiliğin esiri haline getiriyordu. Urfa’dan yeni döndüğüm günlerde Büyükada’da bayiden gazete alırken, önemli bir kuruluşumuzun önde gelen bir yöneticisi yanıma gelerek, ‘‘Oral Bey Urfa elden gitti, buna bir tepki göstermeyecek misiniz?’’ diye duygularını dile getirdi. Ben de oradaki saptamalarımı kendisine anlattım. Benim açıklamalarım pek de hoşuna gitmedi. O daha önce duyduklarına inanmak istiyordu, gerçeği öğrenmeye pek de ihtiyacı yoktu. ??? Bu ruh hali, gerçekten gergin bir atmosferi de beraberinde getiriyor. Gerçeklerden kopmamıza neden oluyor. Bu kopuş, karamsarlığı, güvensizliği, çaresizliği de beraberinde getiriyor. Bundan nasıl kurtulabiliriz? Uygar insan, gerçeği kendisine uydurarak çarpıtmaya çalışan değil, gerçekleri görerek, bu gerçekler ışığında kendisine bir rota çizen insandır. Belki de en çok buna ihtiyacımız bulunuyor. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle