19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 MAYIS 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Karadeniz’de Neler Oluyor? IDenizci Yazar aradeniz’in haritalardaki görünüşü bir unutulmuşluk, dünyanın başka denizlerinden bir uzak kalmışlık ve giderek yalnızlık duygusunu çağrıştırır. Bilmiyorum. Belki de bana öyle geliyordur. Oysa gerçek öylesine başkadır ki... Jeolojik oluşumu buralara sığmayacak kadar önemli, ilgili bilim dalları için başlı başına görkemli ve ilginç bir konu. Ünlü Nuh Tufanı’na kadar uzayıp gidiyor kitaplarda. Tarih dersi verir gibi konuşmak haddimiz değil. Ama bu güzel, kişilikli ve gizemli denizin prehistorianın karanlıklarına kadar uzanan geçmişinden en az birkaç yüzyıllık bölümüne biraz değinmek bence gerekli. Karadeniz, kıyılarında değişik yerleşimler ve uygarlıkların yeşerdiği, nice etnik çeşitlilikleri çağlar boyu barındırdığı tarihi bir gerçek. Bu kıyıların verimli topraklarında İskitlerden, ünlü Amazonlardan bu yana, kronolojide sıralananlar içinde bu denizin kıyılarındaki en büyük devlet elbette ki Osmanlı’nın dışında hep Rusya olageldi. Çarlık döneminde, 1917 devrimini izleyen ve daha sonra süper güçler dengesinde yerini alan komünist yönetimde de Rusların dış politika gündeminin en önemli maddesi uluslararası sulara, açık, sıcak denizlere açılmaktı. Oysa altı yüzyıllık Osmanlı yönetimi için Karadeniz, o kocaman malikânenin çok özel bir odasıydı. Yani Karadeniz’in dünyaya açılan tek kapısı olan Boğazlar yabancıya kapalıydı ve anahtarı hep Osmanlı’nın elindeydi... PENCERE Lanetli Canavarlık... Bir gezideyken bu satırları yazıyorum, üzüntüm sonsuz... Hakkâri’de okul çocuklarını evlerine götüren araca bombalı saldırı düzenlenmiş.. 11 çocuk yaralanmış.. On biri de öğrenciymiş.. Yaralananlar, 11’i çocuk, 8’i asker, 2’si sivil, toplam 21 kişiymiş... PKK’nin Hakkâri’de asker çocuklarıyla Otluca Köyü öğrencilerini taşıyan otobüse düzenlediği saldırının sonucu bu... ? Basınımız çocuklara terör saldırısı olayına yeterince yer vermedi, kimi gazete bu vahşeti adeta gözlerden gizledi... Cumhurbaşkanı Sezer, her zamanki duyarlığıyla hemen bir açıklama yaptı: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne yönelik hain eylemlerini sürdüren terör örgütü, çocukları hedef alarak çirkin yüzünü bir kez daha göstermiştir.’’ Evet, çirkin.. Kötü.. İğrenç.. Tüyleri ürperten, tiksinti veren, inanılmaz bir gaddarlık.. Çocukların ne günahı vardı ki?.. İster Türk, ister Kürt, ister Ermeni, ister Rum olsun, çocuk çocuktur... Hiçbir amaç, hiçbir gerekçe, hiçbir hedef çocuklara yönelik saldırıyı bağışlatamaz... Ama, PKK’nin gözü öylesine dönmüş, beyni öylesine çirkefleşmiş ki çocuklara yönelik terörü göze alabiliyor.. ? İnsan kimi zaman canavarlaşır, ahtapotlaşır, yılanlaşır, timsahlaşır; insan olmaktan çıkar, tüm vahşi hayvanların en yırtıcı ve acımasız niteliklerini gözeneklerine sindirir, benliğinde toplar... Yine de az gelir.. Masum çocuklara toptan saldırabilmesi için kişideki merhametsizliğe alçaklığı da katmak gerekir... Alçaklık terörle birleşti mi, ortaya çıkan tablo Hakkâri’deki eylemde altı çizilen çocuk katilliğidir. ? Etnik, dinsel, ulusal kimlikleri ne olursa olsun, çocuklara şefkatle yaklaşmayan bir insanın insanlığı kuşkuludur... PKK’nin kimliği ne?.. PKK’yi Kürt’ten saymıyorum... Çünkü Kürt, böylesine bir alçaklığı hiçbir zaman içine sindiremez... Anadolu insanlarını birbirinden ayırmak ve birbirine düşman ederek kan davasına bağlamak isteyen her türlü alçaklığa insan olarak karşı çıkmak zorundayız... Ege’nin Sahipliği GEÇEN HAFTANIN önemli haberlerinden biri, ‘‘terör, af, nükleer, İran’’ derken gözlerden kaçtı ve güme gitti: Yunanistan, Anadolu’nun Batı’ya dönük yönünü tıkayan bütün adalarında VTS tesisleri kurup Ege’deki gemi trafiğini elektronik sistemlerle ‘‘düzenleme’’ kararı vermiş ve uygulamaya da başlamış. ‘‘Düzenleme’’nin, aslında ‘‘denetim altına alma’’ olduğunu bile bile ve dosta düşmana duyura duyura. Buna karşılık, Türkiye de kendi kıyılarında aynı şeyi yapmayı düşünüyormuş. Biraz geç kalınmış olmuyor mu? Daha önce davranmak ve Türkiye’nin Boğazlar’da edindiği VTS deneyimini Ege kıyılarının kritik noktalarına bir an önce yaymak gerekmiyor muydu? Yunanistan’ın ön alması, Ege’de Türk kıyılarına kadarki hava trafik kontrolünü Atina’ya bırakmakla yapılmış olan yanlışı pekiştirmiş oluyor. iz ne dersek diyelim, Yunanistan’ın Ege’yi kendi ‘‘iç denizi’’ sayması antik çağlardan gelen bir iddiadır. Onlara göre, iki yakada ‘‘Elen uygarlığının coğrafyası’’ sayılan toprakların sekizdokuz yüzyıl boyunca Türk egemenliğinde kalmış olması bu iddiayı değiştirmez. Mora isyanından beri süregelen büyüme de hep bu iddiaya dayanır ve ‘‘Kurtuluş Savaşı’’ dediğimiz savaş, yine onlara göre, denizin bu yakasında Türk boyunduruğuna düşmüş toprakları ve insanları ‘‘Kurtarma Savaşı’’dır. İzmir’e bunun için çıkılmıştır. Onların ‘‘iç deniz’’ dedikleri, aslında İstanbul ve Çanakkale’nin devamı sayılabilecek bir ‘‘boğaz’’ değil mi? Karadeniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayan bir boğaz. Tarihten gelen iddialar bir yana, bu boğazın güvenli bir geçiş yolu oluşu, her iki yakadaki devletlerin sorumluluğuna girer ve hatta Karadeniz’de ‘‘kıyıdaş’’ olan devletleri de ilgilendirir. Bu açıdan bakınca, bazı sorunlar başka bir nitelik taşımaya başlamalıdır. Örneğin, onların ‘‘İmia’’ dedikleri Kardak kayalıkları. Türkiye, Oniki Adalar’ın İtalyan egemenliğine geçmiş olduğu dönemde bile kayalıkların yarı boş, neredeyse ıssız Yunan adalarından daha çok meskun Bodrum Yarımadası kıyılarını ilgilendirdiğini ileri sürerek oraya küçük bir deniz feneri yerleştirebilirdi. Bu yapılmadığı için bir Türk kosterinin gece karanlığında oraya bindirdiğini ve bilinen gerilimin yaşanmasına yol açtığı unutulmamalıdır. Çünkü durum hâlâ öyle. er şey gibi, deniz de kendisini sahiplenenin ve kullananındır. Ege’yi doğusundaki kıyılardan seyretmek ve batısında batan güneşe bakıp rakı içmek, orayı sahiplenmek ve kullanmak sayılmaz. Kritik noktalara fenerler kondurmanın ve VTS sistemleri kurmanın simgesel değeri, bu uğurda göze alınması gereken yatırımları hiçe saydıracak kadar önemlidir. Oktay SÖNMEZ K sahnede değişik üslupta ama hep aynı rolleri oynayan aktörlerin türlü oyunlarına tanık olduk ve hâlâ da oluyoruz. Hem de kör kör gözüm parmağına gibilerden. Tanık olduk diyorum, çünkü sahneye en yakın, en iyi yerde oturuyorduk. Bizler yani Osmanlılar ve sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları. Ama oyunun yaşadığımız günlerdeki görünümü öyle bir aşamaya geldi ki hemen arkasında duran tehlikeleri fark etmemek ve dehşete düşmemek elden gelmiyor. ‘Gemi izni’ Biraz daha tarihe dönelim. Osmanlı’nın Fatih döneminde, o kısa süre içinde Karadeniz’de görünür başarılara ulaşılmış, Azak ve yöresindeki stratejik noktalar olan diğer bazı kaleler tümüyle Osmanlı yönetimine geçmişti. Bunu II. Beyazıt’ın 1484’de Kıli ve Akkerman’ı alışı izledi ve Karadeniz, gerek askeri strateji ve gerekse yörenin ticari önemi bakımından tümüyle Osmanlı egemenliğine girdi. Karadeniz artık bir Türk iç denizi konumundaydı ve Çanakkale’den Kafkasya kıyılarına kadar yabancı bandıralı gemi trafiğine kapatılmıştı. Karadeniz’in bu durumu Osmanlı genel hukukunun, Boğazlar konusundaki politikasının temel ilkesi olarak daha yüzlerce yıl yürürlükte olacaktı. Yabancı gemilerin, tümüyle Osmanlı suları olan Karadeniz’e girmeleri bir yana İstanbul’a gelişlerinde bile ‘‘izni sefine’’ yani ‘‘gemi izni’’ almaları, taşıdıkları malın kontrol edilmesi zorunluluğu Osmanlı yasalarının gereği idi. 1696’da Azak’ın Rusların eline geçmesi ile Karadeniz’deki Osmanlı hegemonyası ilk yarayı almış gibi olduysa da Boğazların anahtarı yine de Osmanlı’daydı. Osmanlı Karadeniz’de kuş uçurmuyordu. Güçlenen Çarlık Rusyası’nın ünlü yöneticisi Büyük Petro, yönetimi sırasında Warones’te kurduğu tersanede 6 kadırga, başka tiplerde savaş gemileri ve 40 tane de çektirme yaptırdı. Bunun Rusya’nın ezeli rüyası olan sıcak denizlere açılma planının bir parçası olarak yürürlüğe konulduğu açıktı. B Boğazlar yolu Antik Yunan’ın, MÖ 300’lerden bu yana Avrupa’da yer alan güçlü devletlerin ve özellikle de daha sonraları bunların en güçlüsü Roma’nın, onu izleyen Bizans’ın yiyecek ekmeğinin buğdayı bile yüzyıllar boyu Boğazlar yolu ile tüketiciye ulaştı. Bu yol her şeyden önce belirli bir lojistik ve ekonominin temel unsuru olagelmişti. Giderek daha sonraki yüzyıllarda sahneye çıkan ve günümüze kadar kendi ülkeleri aynı coğrafyada olmasa da bu Bir bağlamda diğer Batı Avrupa devletlerine de karşı olduğu için Rusya, 1699 Karlofça Antlaşması’nı imzalamadı ve ertesi yıl Osmanlı Devleti ile İstanbul’da görüşme masasına oturdu. Ruslar amaçlarını ortaya koydular, Azak’tan İstanbul’a kadar olan bölümünde Rus gemilerinin trafikte bulunmaları için izin istediler. Bu istek anında ve tümüyle reddedildi. Divan tercümanı (İskerletzade Alexsandr Mavro Kordato) aracılığı ile verilen cevapta, ‘‘Karadeniz’in masum bir bakire olduğu ve Osmanlı Devleti’nin bu denizde hiç kimsenin dolaşmasına asla izin vermeyeceği’’ açık ve kesin bir dille bildirildi. Aynı cevapta ayrıca ‘‘Sultan’ın belki hareme girilmesi ile bir tutulan Karadeniz’e hiç kimseyi sokmayacağı’’ dile getirilerek görüşmelere son verildi. Osmanlı Devleti’nin bu kesin ve kati tutumu üzerine Rusya da isteklerinden vazgeçti ve 3 Temmuz 1700 tarihinde bu konuda anlaşma imzalandı. Fakat Rus Çarı Büyük Petro’nun Karadeniz planları bütün tazeliği ile Rus dış politikasının en önemli konusu olarak sürekli gündemindeydi. Rusya’nın uzak denizlere göndereceği filo, yapıldığı tersanelerde çürümeye yüz tutmuştu. Konu üzerinde bir sürü görüşme ve yazışmalar yıllarca sürdü. Ama Osmanlı tavrını hiç değiştirmedi. Geriye tek bir adım olsun atmadı ve hiçbir yabancı gemi Karadeniz’e giremedi. Böylece 1703 yılına gelindi. Osmanlı tahtında Sultan II. Mustafa oturmaktaydı. Fatih, Yıldırım, Yavuz, Kanuni gibi ünleri isimlerinin başında anılanlardan biri değildi ama yaptırdığı gemileri Azak’ta tutan ve Boğazlar/Karadeniz sevdasından vazgeçmediğine inandığı Çar Petro’ya gönderdiği mektupta şöyle diyerek bu konudaki haberleşmeyi kestirip attı. ‘‘Karadeniz tümüyle Osmanlı Devleti’nin egemenliği ve kontrolündedir. Bu denizin bizden başka hiçbir kimseyle ilgisi yoktur. Yabancı bir kayığın bile Boğazlardan geçip Karadeniz’e çıkmasına izin yoktur. Bu esaslarla sizinle vardığımız anlaşma otuz yıl geçerlidir. Bu arada boş yere inşa ettirdiğiniz gemileri Azak’ta bekletmeniz de anlamsızdır.’’ (Yazımızın ikinci bölümüne yarın devam edeceğiz.) H Atatürk ve Halkevleri Hacı ANGI Eğitimci ‘‘En kuvvetli ders araçlarına ve yetişkin öğretmen ordularına malik olmak kâfi değil. Halkı yetiştirmek, bir kitle haline getirmek lazımdır. Bunu Halkevleri yapacaktır.’’ K. Atatürk alkevleri, 19 Şubat 1932 günü kuruldu. Savaşların, bilgisizliğin, yoksulluğun yıprattığı yurdumuz insanlarının yaşayış, düşünüş, çalışma bakımından yepyeni bir ulus yaratma çabası içinde çırpındığı günlerde, düşünce şu idi: Bu ülke nasıl kalkınacak, nasıl gelişecek, dünya ulusları arasındaki seçkin yerini nasıl bulacak, uygar ve ileri uluslarla aramızda açılan mesafe nasıl kapatılacaktı? Büyük Atatürk, bu soruna çözüm olarak Halkevlerini kurdu. Böylece aile bireylerini kadını, genci, ihtiyarı ile bir araya getirip okuyabileceği, basit sayılan yaşama renk ve değişiklik vereceği okulları açmak, ailenin kendi varlığını tümü ile bu yuvanın içinde bulması, komşusu ve tanıdıkları ile burada buluşup dertleşmek; dünü, bugünü, yarını daha özgür, daha açık fikirlerle görüşüp tartışabilmek ve yeni değerler kazanma olanaklarını yaratmak. İşte bu asil ve özlenen düşünce ile en güzel ifadesini bulan Halkevleri kuruldu. Halkevlerinin açılışında M. Kemal’in iletisi, bu kurumun amacını açık seçik bir biçimde belirtiyordu: ‘‘Ulus şuurlu, birbirini anlayan, birbirini seven, ülküye bağlı bir halk kitlesi halinde örgütlenmelidir. En kuvvetli ders araçlarına, en yetişkin öğretmen ordularına sahip olmak kâfi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kitle haline getirmek için ayrıca bir halk mesaisini ihmal etmeyeceğiz.’’ Atatürk, halkın eğitimine çok önem vermiştir. Bunda amacı, Türk Devrimi’ni benimsetmek olduğu kadar, halka ekonomik yönden yararlı olmaktı da. M. Kemal, daha 1923 yılı TBMM’yi açış söylevinde eğitim örgütüne şöyle bir önerge veriyordu: ‘‘Yaparak öğrenmeye dayanan ve yaygın bir eğitim öğretim için yurdun önemli merkezlerinde yeni kitaplıklar, çeşitli bitkileri ve hayvanları içine alan bahçeler, konservatuvarlar, iş yerleri, müzeler, galeriler, sergi salonları kurmak gerekli olduğu gibi...’’ ‘‘Bu merkezlerde bilimsel gece toplantıları ve konferanslar düzenlemek, halkın okuyup yazamayanlarını en kolay yoldan okutarak onlara birinci derecede gerekli olanı vermek, gece dersleri açmak...’’ Etkinlikleri, amacı ve çalışma yerleriyle tam bir halk eğitimi izlencesidir bu sözler. ‘‘Baylar, Türk harflerinin kabulü ile hepimize, bu ülkenin bütün yurdunu seven yetişkin çocuklarına önemli bir ödev düşüyor. Bu ödev, ulusumuzun yediden yetmişe okuyup yazmak için gösterdiği istek ve aşka kolları sıvayarak hizmet ve yardım etmektir.’’ Görülüyor ki Atatürk halk eğitiminden çok şeyler bekliyor ve bunu kimlerin yapacağını da belirtiyor. ÇORUM 2. İCRA İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ Sayı: 2005/4360 BASİT TASFİYEDE ALACAKLILARI DAVET İLANI Müflisin adı, soyadı: Nihat Savsar İ. Kaya oğlu, 1960 doğumlu, Yerleşim yerindeki adresi: Ulukavak Mah. Eşref Hoca Cad., Eren Apt. Zemin Kat, No: 33/2 ÇORUM Yukarıda adı yazılı müflisin, İflas Dairesi'nce defteri tutulan mallarının bedellerinin tasfiye giderlerini koruyamayacağı anlaşıldığından basit tasfiye usulünün uygulanması kararlaştırılmıştır. Bu sebeple alacaklıların bu ilan tarihinden itibaren otuz (30) gün içinde alacaklarını ve iddialarını bildirmeleri, bu müddet içinde alacaklılardan birinin giderleri peşin vermek sureti ile tasfiyenin adil şekilde yapılmasını isteyebileceği, İcra ve İflas Kanunu'nun 218. maddesi gereğince ilan olunur. 27.04. 2006 Basın: 21196 N O V I TA S Turizm H BoluAbantYedigöller : 0607 Mayıs Hitit Dünyası (AnkaraÇorumHattuşaş) : 1214 Mayıs Annelerimize Boğaz turu : 14 Mayıs Pazar GAP’ın Batısı (Uçakla) : 1721 Mayıs (GaziantepUrfaNemrutAntakyaAdana) Doğu Anadolu (Uçakla) : 1721 Mayıs İyonyaKarya : 1821 Mayıs KastamonuSafranboluPınarbaşı : 1921 Mayıs GeliboluÇanakkaleAssos : 1921 Mayıs MoskovaSt. Petersburg : 0310 Haziran Tel: 0212 251 28 08 (pbx) [email protected] www.novitas.com.tr İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ MEZUNLARI DERNEĞİ, DEMOKRATİK DAYANIŞMA DERNEĞİ AYDINLANMA SÖYLEŞİLERİ Yıl: 7, No: 8 Konu ORTADOĞU SORUNLARI ve TERÖR Yönetmen ÜMİT ZİLELİ Konuşmacılar Org. ÇETİN DOĞAN Org. ATTİLA ATEŞ Gün: 6 Mayıs 2006 Cumartesi, saat 10.30 13.00 Yer: Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Kültür Merkezi Dereboyu Caddesi, Dere Çıkmazı, No: 1 Ortaköy İletişim: İ.Ü. Mezunları Derneği (Fatoş Taştan) 0 212 238 03 21 Aydınlık Yarınlar Özlemi İçindeki Tüm Yurttaşlarımız Davetlidir. Giriş Serbest ve Ücretsizdir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle