19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 MAYIS 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Çılgın Türkler ‘Şu Çılgın Türkler’i Korsanlıyor! ? Korsan kitap sorunu için yetkililer bir çözüm bulamamışken korsan kitapçılar bir çözüm buldular: ‘Satkaç’ yöntemiyle artık hiçbir korsan kitap satıcısı yakalanamıyor. Mevzuat ise yasadışı kitap kopyalamanın sürmesini kolaylaştırıcı maddelerle dolu... Kadıköy iskeleleri önünde vapurların boşalması yaklaşık 5 dakika kadar sürüyor. Vapur iskeleye yaklaşırken ortalık sütliman görünüyor. Tam yolcular iskeleye adım atarken nereden çıktıkları anlaşılamayan kitap tezgâhları açılıyor. Kitaplar kapış kapış gidiyor. Ve daha yolcuların tamamı dağılmadan ortalık yine sütliman oluyor. Korsan tezgâhlar gelecek vapura kadar ortalıktan kayboluyor. Bu yeni yönteme kitapçılar arasında ‘satkaç’ deniliyor. Değerli yazar Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’ adlı 750 sayfalık, kuşe kapaklı kitabının satkaççıların tezgâhlarındaki fiyatı 5 YTL... Benim yayıncıeditörüm Murat Batmankaya (SAY yayınları) kâğıdı kalemi eline alıp şöyle bir hesap yapıyor: Yedi yüz elli sayfalık bir kitabın ciltsiz olarak sadece kâğıt masrafı 3.754 YTL tutar. Bristol kapak cildi ile satılsa bile en az 66.5 YTL ’ye mal olabilir. Çünkü bir kitap ne kadar kalın olursa cilt maliyeti ona paralel artar. Kapak maliyeti 2.5 YTL ’den az olamaz. Bu hesaba göre her kitaptan 11.5 lira zararları var. Bu bilmecenin içinden çıkılması zor görülüyor. Zira korsan kitapları basanların, dağıtanların ve satanların kârları yukarıdaki hesabın içine dahil değil. Batmankaya’nın tahminine göre, bunların her biri kitap başına en azından 50 Ykr kazanmıyorsa böyle bir işe girişmeleri mantıklı değil. Olayı nasıl yorumlamalı? Yoksa bu kez yaptıkları işten kâr etmedikleri gibi, kitap başına 11.5 YTL zararı göze alan ‘çılgın korsan DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Umudumuz Sağlığı.. Gençlik ve orta yaşlı yıllarında doğum günlerinin kendisini fazla ilgilendirmediğini bildiğim Bülent Ecevit, beş gün sonra 28 Mayıs 2006’da 82 yaşına giriyor. Yarım yüzyılı aşan ve önce aynı gazetede, ‘‘Ulus’’ta çalışma arkadaşlığı ile başlayan bir ilişki daha sonra düşünce paylaşımına dönüştü. Ve nihayet, kendisini öncü olarak seçtiğimiz inişli çıkışlı uzun bir yol arkadaşlığı dönemi başladı. Bu, bazen bir pentatlon olarak da tanımlanabilecek uzun maratonda, ilk başlangıçta parkura çıkan sayısız kişi Ecevit’i bıraktı, kimi zaman da Bülent Bey, yol arkadaşlarını değiştirmek istedi. Sanırım, o ilk yolculuk takımında yer alanlar arasında olan ve bugün de Ecevit’e sırtını dönmeyen tek kişi benim. Bir politika önderinin, böylesine uzun bir yolculukta, partner değiştirmesinin doğal, hatta zorunlu olduğunu bilirseniz, küskünler kahvelerinde boy göstermek yerine, inançlarınızın başarılı olması için üstünüze düşeni yapmayı sürdürürsünüz. Bir anlamda takımının şampiyon olmasından, ‘‘kaptan kadar mutlu olacak’’ taraftarlar tribününe çıkarsınız. Benim bugün yaptığım gibi. Öyle bir tribünde oturmanız, eski ve denenmiş bir arkadaşlığı bitirmek anlamına gelmez. Tam aksine iyi ve kötü günler daha bir anlam kazanır. Yüz yüze görüşme istekleri değerlendirilir. Öyle bir isteğin sahibi olarak Ecevitler’i en son 14 Şubat 2006’da Oran’daki evlerinde ziyaret ettiğimi, okurlarımla paylaşmış olmalıyım. Erdoğan’ın efendili söylemi... Türk politikasının az sayıdaki en birikimli devlet adamlarından birisi olarak nitelendireceğim Bülent Bey, o hafta Danıştay 2. Dairesi’nin başkentteki bir anaokulu müdürü olarak görevine türbanla gitmekte ısrar eden Ayten Koçal için aldığı kararı o güne kadar alışılmamış bir söylemle yorumlayan Başbakan’ın sözleri karşısında olabildiğince rahatsızdı. Bu yapıdaki bir kişinin Çankaya’ya çıkma hazırlığının önlenmesi gerektiğini söylemekle yetinmeyerek başbakan olarak görev yapmasını da sakıncalı bulduğu için Haber Türk televizyonunda Gülgün Feyman’la yaptığı söyleşiyi izleyip izlemediğimi sormuştu. Ecevit, uygulama olanağı olmadığını çok iyi bildiği halde Sayın Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin ‘‘5+5’’ formülüyle uzatılmasını sağlayacak bir anayasa değişikliğini de, bu olmayacaksa Onuncu Cumhurbaşkanlığını Büyükerşen gibi Cumhuriyetçiler tarafından içtenlikle desteklenecek ve onları birleştirecek bir politikacının üstlenmesini gündeme getirmişti. İlk anda bir kördüğüm yumağını önünüze koyup sizden bu yumağı çözmenizi istediklerinizi düşünmüş olsanız da kısa süre içerisinde, İsmet İnönü’nün en başarılı öğrencileri arasında yer almış olan eski Başbakanın, Türk politikasının yakın fikstürü için başarılı, temiz ve özellikle gerçekten çağdaş bir yeni kaptanına ısınma hareketleri yaptırtmak istediğini fark ediyordunuz. ??? 14 Şubat konuşmamızda, Bülent Bey’in sık sık ülkeyi bekleyen tehlikeleri sergilerken kapısını çalanlar arasında bugünkü iktidar partisi milletvekillerinden başlayarak eski yeni bir dizi politikacının yanı sıra bürokrasi ve bilim adamlarıyla da görüştüğünü öğrendim. Eski Başbakan, yarım yüzyıllık politik birikimlerinin kazandırdığı edinimlerle, 2007 yılı Nisan ayında yeni cumhurbaşkanı seçimiyle ortaya çıkması kaçınılmaz olan o zifiri karanlık görünümü sahneye koyacakları önlemek amacıyla didiniyordu. ‘‘Ne olacak bu memleketin hali’’ sorusunu sık sık gündeme getirenlere somut, sağlam ve gerçekçi bir reçeteyi içeren yanıt paketini yaşama geçirmeye kararlıydı. Dilerim ve umarım, 82 yaşına adım attıktan sonra da bu kararının arkasında olmakla yetinmeyerek Tanrı kendisine, 2007 Nisanı’nda o çok sevdiği ülkesinin aydınlıktan, çağdaşlıktan yana olan insanlarının oluşturacağı birlikteliğin başarısını da görme fırsatını verir. cılarla’ mı karşı karşıyayız? BENİM KORSANIM Bu arada övünmek gibi olacakbenim son kitabımın (The Türkler) korsan baskısı da çıktı. 4 lira verip bir tane de ben aldıktan sonra yayımcımla ne yapabiliriz,diye konuştuk. O yapılacak fazla bir şey olmadığını söyledi. Şu gerekçelerle: Korsan kitap olayında polis kendiliğinden harekete geçemiyor. Şikâyete bağlı bir suç olduğu için yazarın veya yayıncının şikâyetçi olması lazım. Ancak şikâyetçi olmamız da bir işe yaramıyor. Kitapçıları yakalatabilmemiz için tüm zamanımızı vapur iskeleleri önünde geçirmemiz gerekiyor. Bu işi denesek bile ‘satkaç’ yönteminde olay 5 dakika kadar sürüyor. Satışın başladığını görür görmez karakola koşsak zaten 5 dakika sürüyor. Dönüşte satıcıları koydunsa bul! Kapalı alanlarda sürekli satış yapan korsan kitapçılar için de fazla bir çözüm yok. Kadıköy’de bu işlerin yapıldığı yer Akmar Pasajı’nın alt katında korsan satışlar bütün hızıyla sürüyor. Karakola gidip şikâyetçi olsak bile bir şey olmuyor. Peki, ama neden? Hani suç şikâyete bağlıydı. Bağlı ama mevzuat uygun değil. Kapalı alanda yani bir dükkânda satış yapan kitapçılar vergiye bağlı. Vergi vermiyor olsalar bile kâğıt üzerinde vergiye bağlılar. Vergiye bağlı bir işyerine ise polisin baskın düzenleyebilmesi için arama izni alınması gerekiyor. Arama izni alabilmek için önce savcılığa başvurmak lazım. Savcılık olayı bir yargıcın önüne getirirse arama izni çıkabiliyor. Arama emrini alan polis ise Maliye’den de izin alınmasını istiyor. (Kapalı alanlar vergiye bağlı ya..) Diyelim ki, tüm formaliteleri tamamladınız. Kitabınızın korsan satıldığı dükkânın önüne geldiniz. Minareyi çalanlar kılıfı hazırlamışlar. Tezgâhta sadece bir adet kitabınızı tutuyorlar. O satılırsa yerine bir yenisini koyuyorlar. Bu durumda arama emirleri ve Maliye izniyle söz konusu dükkâna geldiğinizde tezgâhta size ait bir tek korsan kitap buluyorsunuz. Polis bir tek kitap yüzünden karakolu uğraştırdığınız için korsan satıcının değil, sizin yüzünüze tuhaf tuhaf bakıyor. Yayımcımla birlikte bu işe girişmeye değmeyeceğine karar veriyoruz. Korsan kitap satıcısıyla bakışma Ancak ben en azından korsan kitapçı ile görüşme taraftarıyım. Bakalım ne diyecekler? Kendi kitabımın korsan baskısını satın aldığım kitapçıya yeniden gidiyorum. Kitabımı elime aldığımı gören tezgâhtar kız, müşteri çıktığını sanarak kendi kitabımı bana övmeye başlıyor: Çok güzel bir kitap... Çılgın Türkler’i geçecek deniyor. İnşallah!.. (Oysa ‘Şu Çılgın Türkler’ 300. baskıya girmiş, benimki henüz 11. baskıya hazırlanıyor.) Kitabın güzel olduğu konusunda da size katılıyorum, çünkü benim kitabım. Gerçekten mi? Gerçekten... (Kitabın iç kapağında bulunan fotoğrafımı gösteriyorum.) (Önce kitaptaki fotoğrafa, sonra bana bakıyor) Gerçekten... Bir an karşılıklı susuyoruz. Sonra ben lafa girişiyorum. Nereden geliyor bu kitaplar size? Bize biri bıraktı. Kim bıraktı? Valla ben bilemiyorum. Birileri getiriyor. Size kitap bırakanı tanımaz mısınız? (İçeri sesleniyor) Arkadaşlar, kitabın yazarı geldi. Bu kitabı bize kim bıraktı diye soruyor. Arkadaşlar kendilerine dünyanın en zor bilmecesi sorulmuş gibi bir yüz ifadesiyle bana bakıyorlar. Ben de onlara bakıyorum. Yani bakışıyoruz. ....!!! .....!!! Bakışmanın sonu gelmeyeceğini anlayınca ben oradan ayrılıyorum. Resmi makamlara başvurmak ise hiç içimden gelmiyor. KARİKATÜR ‘EVİ’NE KAVUŞUYOR dar Yasa, Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tuncağ olmak üzere destekleyen insanlar olİZMİR Yazının ve sözün bittiği yerde du. Evin projesi tamamlandı. Kısa zamanda devreye giren çizgiler, ‘‘Karikatür Evi’’nde bu hayata geçmesi için çalışmalar başladı’’ dedi. luşacak. Yaşantıların çizgilerle dansı, denizMasaracı, karikatür evinin yaşama geçmele doğanın iç içe geçtiği Karabusiyle Karaburun’dan genç karirun’da kurulucak Karikatür katürcülerin yetişeceğini söyle? Karaburun’da di. Evi’nde sergilenecek. Karikatür Evi’nin fikir önderi, gerçekleştirilen Karikatür Evi’nde, ünlü karikagazetemiz çizerlerinden Kâmil türistlerin özel eşyalarının sergiütopya Masaracı. Masaracı, yöreye böytoplantılarında leneceğini kaydeden Masaracı, le bir oluşumu çok yakıştırdığıevde mizah kitaplığının oluştutemeli atılan nı belirterek evin, geleceğin mirulacağını, bunun yanı sıra daimi düşünce yaşam ve zamanlı sergilerin ziyaretçilezahçılarının yetişmesine katkı kobuluyor. yacak bir alan olacağını söyledi. rin beğenisine sunulacağını söyKaraburun’da geleneksel olarak ledi. Çocukların dünyayı gönüldüzenlenen ‘‘Ütopya Toplantılalerince yorumlayacağı bir alan rı’’na katıldığını belirten Masaracı, ‘‘5 yıldır oluşacağını belirten Masaracı, evin kültürel bu etkinliklerde yer alıyorum. Bölgeye ilişkin bir buluşma noktası olacağını vurguladı. değişik gözlemlerim oldu. Yöreye Karikatür Masaracı, Karaburun’un tarihi ve geçmişiyEvi’ni çok yakıştırdım. Geçen yıl gerçekleşti le önemli bir yer olduğunu anımsatarak yörilen toplantının ardından bu düşüncemi aç renin saflığının bozulmaması için bu tür gitığımda başta Karaburun Belediye Başkanı Ser rişimlerin olması gerektiğini belirtti. HİCRAN ÖZDAMAR KARACA: TÜRKİYE ÇIRILÇIPLAK ESKİŞEHİR (Cumhuriyet) TEMA Vakfı Onursal Başkanı Hayrettin Karaca, yanlış uygulamalar nedeniyle Türkiye’nin yüzde 70’inin çöl olduğunu söyledi. 1950’li yıllarda Amerika’dan gönderilen pullukların toprağın verimli kısmını aldığını savunan Karaca, ‘‘Böylece Türkiye’de düz ovalar bile erozyonla aşınıp gitmiş. Bu sinsice bir plan. Bize ürün satmak, tarımsal topraklarımızı yok etmek için bu yola başvurmuşlar’’ dedi. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde (ESOGÜ) Bahar Şenliği etkinlikleri kapsamında düzenlenen söyleşide konuşan Karaca, Türkiye’nin çöl olmaması için yola çıktıklarını anlattı. Üzerinde ekonomik açıdan yararlanma olasılığı kalmayan kurak toprakların çöl olarak nitelendirildiğini ifade eden Karaca, ‘‘Türkiye çöl olmuş, haberimiz yok. Türkiye’nin bugün en az yüzde 70’i çöldür. Türkiye çırılçıplak, gözün alabildiğince çöl’’ diye konuştu. Karaca, çölleşmenin beraberinde köyden kente göçü de getirdiğini ifade ederek ‘‘Göçün maliyetini hesap etmek mümkün değildir. Bir bireyin kırsalda toplumsal maliyeti bir ise aynı kişi kente göç ettiğinde maliyeti beş oluyor. İsviçre hükümeti, dağda yaşayanlara 50 bin İsviçre Frangı vererek kente göç etmelerinin önüne geçiyor’’ dedi. Dere ıslahı, yol inşaatı, ormanların ortasından çeşitli menfaatler uğruna yol açılması gibi nedenlerin erozyonu arttırdığına dikkat çeken Karaca, slayt gösterileriyle çölleşen ve erozyona uğrayan arazilerden örnekler gösterdi. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net WHO Başkanı Lee öldü ? CENEVRE (AA) Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Başkanı Dr. Lee JongWook yaşamını yitirdi. Yetkililer, Güney Koreli Lee’nin (61) beynindeki bir kan pıhtısı nedeniyle hafta sonunda ameliyat olduğunu söyledi. Güney Kore’nin İsviçre Büyükelçisi Park WonHwa, Lee’nin önceki sabah öldüğünü açıkladı. Dr. Lee, 2003’ten bu yana WHO Başkanı idi. ‘Da Vinci’ gişeleri sevindirdi ? ANKARA (AA) Eleştirmenlerin olumsuz not verdiği ve tutucu çevrelerin protesto ettiği ‘‘Da Vinci Şifresi’’, gösterime girdiği hafta sonunda tüm dünyada elde ettiği gişe hasılatıyla büyük başarı ede etti. Tartışmalı film tüm dünyada 224 milyon dolar hasılat elde etti. Filmin, gösterime girdiği hafta sonunda 254 milyon dolar gişe hasılatı elde eden ‘‘Star Wars 3’’ün ardından, bu alanda en iyi ikinci film olduğu açıklandı. Filmin yapımcısı Sony’den yapılan açıklamada ‘‘Da Vinci Şifresi’’nin özellikle, İtalya, İspanya, Meksika gibi Katolik ülkelerde büyük ilgi gördüğü, yetişkinler kadar gençlerin de filmi izlemeye gittikleri belirtildi. ENTERNET / MEHMET SUCU Şiddet ve nefret iki soyut kavram... Bu iki kavramı somut olarak gördüm, ellerimle tuttum. İki hafta önce Fenerbahçeli taraftarların kiraladığı özel bir uçakla Denizli’ye gittik. Yaşları 30 ile 50 arasında yaklaşık 200 kişilik bir gruptu. Hemen hepsi iyi eğitimli, iş, güç sahibi insanlar. Bir tanesi manken, bir tanesi yüksek elektronik mühendisi, bir diğeri ise yüksek cirolu bir otomobil alımsatımı yapan işyeri sahibi. Diğerlerinin de pek farkı yoktu... Denizli Çardak Havalimanı’nda otobüslerle kısa bir tur ve ardından da Pamukkale civarında açık büfe bir yemek. Hava günlük güneşlik. İnsanlar birbiriyle sohbet ediyor. Organizasyon ufak tefek aksaklıklar dışında tıkır tıkır işliyor. Tekrar otobüslere biniliyor. Bu kez istikamet stadyum. Bizim biletimiz kapalı tribünde, Fenerbahçelilerden ayrı oturacağız. Yanımızda oturan, bu kentin üst mehmet?cumhuriyet.com.tr çi. Bu takımı tutanlar, o takımı tutanları yoldan çevirip dövüyor. Erkek sürücüler, kadın sürücüleri trafikte sıkıştırıyor. Polis, giyimini beğenmediği genç kızı karakolun iki adım ötesinde pataklıyor. Günün belirli saatlerinde işlek caddelerde yürürken kapkaççıların saldırısına uğramamak için dikkatli olmak zorundasınız. Tuttuğu takım galip geldiği zaman silaha sarılanlar yüzünden belirli günlerde ve saatlerde camların önünde durmamak gerekiyor. Hak aramak için gösteri yapanlara biber gazı sıkan polis hem göstericilerin hem de çevrede bulunan ama olayla ilgisi olmayan herkesi hastanelik ediyor. Kentlerde bir düşmanlık kültürü yayılıyor. İki komşu birbirine düşman, birlikte öbür komşuya düşman... Bu yazı bilerek isteyerek olayın üzerinden yaklaşık iki hafta geçtikten sonra, biraz daha serinkanlı değerlendirmek amacıyla kaleme alındı. Şiddeti ve Nefreti Gördüm düzey memurlarından birisi. Fenerbahçeliler de var, Denizlililer de. Heyecanlı bir maç izliyoruz. İlkyarı bitiminde bu kez de Fenerbahçe tribününe gitmek istiyoruz. Polisten ve gişe görevlilerinden, kimliğimizi gösterip izin alıyoruz ve tribüne giriyoruz. İnsanlar heyecanlı, gözler sahada, bir yandan bağırıyorlar, ama yüzlerde derin endişenin izleri okunuyor. Ve Denizli’nin golü ile birlikte her şey değişiyor. Bir anda insanların dişleri ve tırnakları uzuyor sanki. Hepsi birer kurt adam oluyor adeta. Cehennemin ortasında kalıyoruz. Koltuklar, taşlar, çakmaklar havada uçuşuyor. Yüksek elektronik mühendisi, işyeri sahibi, iki çocuklu mazbut baba bir anda dişleri ve tırnakları uzayan kurt adamlar gibi ellerine geçeni karşıya fırlatıyor. Bazıları tribünleri birbirinden ayıran demir çitleri yıkmaya uğraşıyor. Karşı tarafta ise biraz önce yanımızda oturan üst düzey memur, koltukları tekmeliyor, kırdığı koltuğun parçasını üzerimize atıyor. Her tür eşya, serseri mermi gibi havada bir o yana bir bu yana uçuşuyor. İnsanlar delirmiş gibi. Tribünün önündeki cılız demirlerin üzerine çıkan iki kişi, on metre aşağıya düşüyor. Bu tablo değişik periyotlarla maç bitimine kadar sürüyor. Tribünde ciddi bir hazım sorunu yaşanıyor. Sinir krizi geçiren bir genç kız hastaneye kaldırılıyor. Dönüş yolunda ise hazım sorunu had safhaya ulaşıyor. Otobüsten yarı bellerine dek sarkan kerliferli insanlar küfürler ederek sokaklarda dövecek birisini arıyorlar. Evet, nefreti ve şiddeti gördüm. Kulaklarımda çığlık, havadan sırtıma inen koltuk oldu.. Dehşet tablosu beyinlerimize kazınıyor. İnsanların yarattığı terör öylesine etkiliyor ki. Uçağa binip arkamıza yaslandığımızda bile Fenerbahçe’nin şampiyonluğu kaybettiğine üzülemiyoruz . Yazılançizilen bu toplumsal hastalığın kurbanı olmadan dönebilmek bir mucize sanki. Bir köşeye not düşmekte yarar var. Bu deneyimi belki de sosyal bilimlerle ilgilenen herkesin bir kez yaşaması gerek. Anlatmakla, yorumlamakla, analiz etmekle, ahkâm kesmekle anlaşılacak bir şey değil bu. Birbirine böylesi bir kin ve öfke ile saldıranlar, hepimizin her zaman gördüğü, konuştuğu sıradan insanlar. Büyük kentlerde toplumun hemen her katmanı birbirine düşman oldu. Yayalar, taksi şoförlerinden şikâyet Kaplumbağaya alçılı tedavi ? KAYSERİ (AA) Kayseri’nin Melikgazi ilçesindeki Tavlusun köyünde geçimini mezarların bakımını yaparak sağlayan Kadir Çalış (65), aldığı bir darbe sonucu kabuğunun üst kısmı kırılarak delinmiş kaplumbağayı, alçı ile tedavi etti. Kaplumbağanın yarasını bantladıktan sonra üzerini alçıyla kapattığını belirten Çalış, ‘‘Hayvan çok acı çekiyordu. Kaplumbağa muhtemelen bir otomobilin veya at arabasının altında kalmış. Tedavi sırasında başını ve ayaklarını kabuğunun içerisine çekerek bekledi, yere bıraktıktan bir süre sonra da yürümeye başladı’’ dedi. CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle