19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Demirel: Yüzde 25 oyla iktidara gelip cumhurbaşkanı seçerseniz, o yüzde 25’i temsil eder GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘Cumhurbaşkanı meşru olmaz’ ADANA (Cumhuriyet) 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, milyonlarca kişinin yoksulluk sınırında yaşadığına dikkat çekerek erken seçim yapılmasını istedi. ‘‘Mart 1960, Temmuz 1980 tarihlerinde erken seçim yapılsaydı, Türkiye’de ihtilal olmazdı’’ diyen Demirel, cumhurbaşkanını AKP hükümetinin değil halkın seçmesi gerektiğini söyledi. Demirel, ‘‘Yüzde 25’le gelip cumhurbaşkanını seçerseniz, o cumhurbaşkanı yüzde 25’in cumhurbaşkanı olur’’ dedi. Çukurova Genç İşadamları Derneği’nce (ÇUGİAD) düzenlenen, ‘‘Türkiye ve Dün ‘Mükemmellik Vaadinin’ Baştan Çıkarıcılığı Üzerine… Milyarder spekülatör Soros, bir keresinde, “En değerli ihraç ürününüz ordunuzdur” demişti. Servetini aykırı stratejilerle, piyasanın aksi yönünde mali oyunlarla yapan Soros’un bu önermesini, “Bugün dünyada gittikçe kızışan bir kaynak savaşları ortamı var”; “Petrol ve gaz zengini Orta Asya, ABD, Rusya ve Çin arasında, çok kutuplu dönemin ilk büyük stratejik savaş alanı olarak öne çıkıyor” (Kempe, Wall Street Journal, 16/05) saptamalarıyla birleştirdiğimizde karşımıza neredeyse mükemmel bir senaryo çıkar: Neden orduyu kaynak savaşlarından pay almak için kullanmayalım? ? 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, AKP’ye sandığa gitme çağrısında bulunarak, “Mart 1960, Temmuz 1980 tarihlerinde erken seçim yapılsaydı, Türkiye’de ihtilal olmazdı’’ diye konuştu. ya’’ konulu toplantıda değerlendirmelerde bulunan Demirel, Türkiye’nin ‘‘iç barışı koruyarak, devletin, yöneticilerin ve halkın kendine güvenerek ve Atatürk’ün kurduğu laik, üniter, demokratik devlete sadakatle bağlı kalarak’’ ileriye gidebileceğini vurguladı. Toplantıda katılımcıların sorularını da yanıtlayan Demirel, erken seçime ihtiyaç bulup bulunmadığı yönündeki soruya, ‘‘Milyonlarca köylü ve üretici sıkıntılar içindeyse, 18 milyon vatandaş yoksulluk sınırında yaşıyorsa, 2.5 milyon kişi işsizse, elinize aldığınız hiçbir mesele, Kıbrıs da buna dahil, bir neticeye varamamışsa, halkın memnuniyetinden söz etmek mümkün değil. Ben hükümet olsam bu sonbaharda ülkeyi seçime götürürdüm. Önce ülkem, sonra kendim için erken seçime giderdim’’ karşılığını verdi. ‘‘Halk sizden hoşnut değilse, zorla güzellik olmaz, gidin seçime’’ diyen Demirel, ‘‘Mart 1960, Temmuz 1980 tarihlerinde erken seçim yapılsaydı, Türkiye’de ihtilal olmazdı. İhtilal olur diye söylemiyorum bunları, halk bunalmışsa tek çıkar yolu vardır ‘Bizim 5 yıl hakımız var’ diyemezsiniz. 5 yıl hakkın falan yok, zamanınız dolduysa zorla güzellik olmaz gidin seçime” diye konuştu. Cumhurbaşkanlığı seçimene ilişkin değerlendirmelerde de bulunan Demirel, Cumhurbaşkanı’nı AKP Hükümeti’nin değil halkın seçmesi gerektiğini söyledi. ‘‘Yüzde 25 oyla iktidara gelip cumhurbaşkanı seçerseniz, o cumhurbaşkanı yüzde 25’in cumhurbaşkanı olur” dedi. Laiklik konusundaki tartışmaların halkın kafasını karıştırmaması gerektiğini kaydeden Demirel, şunları kaydetti: ‘‘Çağdaş devlet olmak için dinle devleti ayıracaksınız. Birileri şeriat yasalarının gelmesini istiyorsa bu irticadır. Laik devlet hangi dinden, inançtan, mezhepten olursa olsun herkese eşit mesafededir. Devlet laikliğini koruduğu sürece insanlar, din ve vicdan hürriyetlerini koruyabilecekler, istedikleri şekilde inanmaya devam edeceklerdir. Benim milletimin, laiklikten bir sıkıntısı yoktur’’ diye konuştu. Gerçeklikteki ‘eksiklik…’ ‘Fanteziler’ gerçeklikten alınan parçalardan oluşur. Bir farkla ki, ‘fanteziyi’ oluşturan gerçeklik parçaları, gerçekliğin içinde ortaya çıkan, giderek rahatsızlık yaratmaya başlayan, bir ‘çatlağın’ üzerini mükemmellik vaat eden ‘senaryoyla’ örtecek biçimde bir araya gelirler. Mükemmellik vaadi ‘fantezinin’ bir özelliğiyse, bir diğer özelliği de, gerçekleştikçe, sonuçları ortaya çıkmaya başladıkça, bu mükemmellik vaadinin yerini, bir tiksinme duygusuna bırakacak olmasıdır. Giriş paragrafında aktardığım ‘mükemmel’ senaryonun bize en ‘güçlü’ (en profesyonel, en yıpranmamış, en disiplinli en…) yanımızı kullanma olanağı sunduğu gibi, uluslararası düzlemde, en yakın müttefikimizin talepleriyle uyum içinde kalmaya devam etmemize uygun bir zemin de sunar. Böylece bir anda iki ‘ağrıdan’ birden ‘tutarlı’ bir senaryo içinde kurtulabiliriz. Diğer bir deyişle ekonomik, siyasi, etnik, hatta kültürel (radikal İslamın yükselişi) sorunlarımızın çözümlerini düşünmeyi bir başka döneme havale eder ‘acil durumun ahlakına’ kendimizi teslim ederiz. Ama ne yazık ki, bu sorunlar ortadan kalkmazlar, çözülmemişliklerinin ‘eksikliği’ gerçekliğin içinde bir istikrarsızlık kaynağı olmaya devam eder. Bizse, gerçekleşmeye başladığında, iflas etmeye de başlayarak bir tiksinme duygusu yaratacak olan senaryonun peşine takılıp gideriz. Sonunda, senaryoyu reddetmeye başladığımız –mükemmellik vaadinin gerçekleşmediği noktada, bu en kırılgan anımızda, ‘eksikliğin’ de geri gelerek krizimizi daha da büyütmeye başladığına şahit oluruz. SUÇ DUYURUSU İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN AOÇ’NİN DEVRİ ‘Cezaevinde ölüme’ hukuk savaşı HİLAL KÖSE Ortak çalışma yapılacak ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) belediyeye devrine karşı çıkan CHP’yi ‘‘ikna’’ etmek için TBMM’de ziyaret ettiği CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’dan, ‘‘devirden vazgeçilsin, mevcut yasa teklifi geri çekilsin, uzlaşmayla yeni öneri hazırlayalım’’ yanıtını aldı. Baykal, AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz’un hazırladığı ve AOÇ’nin belediyeye devrini öngören yasa önerisinin geri çekilmesini isteyerek sivil toplum örgütlerinin de görüşü alınarak, yeni düzenleme yapılmasının gerektiğini belirtti. Baykal, bu arazi üzerine yeni tesis inşa edilmesi, yeni rant alanları yaratılması gibi bir düzenlemeyi kabul etmelerinin mümkün olmadığını ifade etti. Gökçek’in ‘‘devir değil, hayvanat bahçesinin büyütülmesi, safari alanları açılması ile metroyol düzenlemesi istiyoruz’’ diyerek geri adım atması üzerine, AKP ile CHP’nin yeni düzenleme için ortak çalışma yapması konusunda uzlaşmaya varıldı. Varılan uzlaşma doğrultusunda, yasa önerisinin görüşüleceği TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda sivil toplum örgütlerinin görüşlerinin alındıktan sonra ortak komisyonun çalışmaya başlaması benimsendi. Bu arada, Doğa Koruma Vakfı Başkanı Nevzat Ceylan, AOÇ’nin devredilmemesi gerektiğini belirterek ‘‘Belediyenin asıl amacı arazinin üçte birini yapılaşmaya açarak rant elde etmektir’’ dedi. Erzurum E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tek kişilik hücrede ölü bulunan 17 yaşındaki Bilal Çoşelav’ın ailesinin hukuk savaşı sürüyor. Cezaevi müdürü ve diğer görevliler hakkında ‘kasten adam öldürmek’ suçundan savcılığa başvuran baba Bekir Çoşelav, ‘‘Oğlum intihar etmiş olamaz. Gerçekler ortaya çıkarılsın’’ dedi. Erzurum E Tipi Kapalı Cezaevi’nde, hükümlü olan Bilal Çoşelav, yasaya aykırı olarak yetişkinlerle aynı yerde tutuldu. Birçok kez bulunduğu koğuşu değiştirme isteği kabul edilmeyen Çoşelav, gardiyanlarla tartıştığı için konulduğu tek kişilik hücrede 17 Aralık 2004’te ölü bulundu. Hücresinin demirlerine bağladığı nevresimle kendisini astığı belirtilen Çoşelav’ın ölüm haberi, ailesine, olaydan 14 gün sonra verildi. … kendini mutlaka dayatır ‘Uluslararası ilişkiler’ alanından, ‘devlet kapasitesi teorisi’, bu eksikliğin, mutlaka kendini dayatarak, ‘mükemmel senaryoyu’ bozguna uğratacağını görebilmemize, yardımcı olabilir. İktidar, öznenin, bir toplumsal durum (burada uluslararası ilişkiler alanı) içinde iradesini, o duruma katılanların iradelerine rağmen dayatabilme kapasitesiyse, bunu orduyu kullanarak dayatabilme kapasitesi de, ordunun bu işlevi yerine getirebilme kapasitesine bağlı olacaktır. Ordunun, dışarıda, uluslararası alanda etkin bir biçimde kullanılabilme kapasitesiyse, son tahlilde devletin, içeride, devlet kapasitelerini uygun bir biçimde harekete geçirebilmesine dayanır. Devlet kapasitesiyse, yöneticilerin (egemen sınıfların, iktidar blokunun ve temsilcisinin) elindeki ve istediği gibi kullanabileceği, örgütsel, ekonomik, askeri, teknolojik ve ideolojik kaynakların birbirini etkileyen toplamından oluşur. Bu kaynakların kullanımı üzerindeki, dışsal etkiler ve kullanımına konulan sınırlar, devlet kapasitesinin, dolayısıyla ordunun uluslararası alandaki kapasitesinin de sınırlarını gösterir. Bizim gerçekliğimizdeki ‘eksiklik’, bu devlet kapasitesinin kaynaklarına ilişkin olarak da karşımıza çıkıyor. Ekonomi yönetimi IMF tarafından denetleniyor, ekonomik istikrar yabancı sermaye (hatta sıcak para) girişine endeksli, ciddi bir dış denge sorunu söz konusu, ihracatın ithalat bağımlılığı yüzde 60’larda dolaşıyor, hükümetin meşruiyeti aşınıyor, ama muhalefet alternatif sunamıyor, toplumun dokusu ideoloji, kültürel çekişmelerle gevşiyor, askeri teknolojiler, enerji kaynakları vb. açısından ülke kendine yeterli değil, (aslında dışa bağımlı), bir taraftan AB süreci, diğer taraftan NATO üyeliği gibi sınır koyucu etkenler söz konusu. Kısacası devlet kapasitesi, toplumsal, ideolojik, ekonomik, teknolojik, hatta (kamu yönetimi ‘reformunu’ da düşünürsek) kurumsal olarak çok zayıfla[tıl]mış durumda. Bunlara bir de, kaynak savaşlarına katılmanın, ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ gibi ‘kurucu’ bir ilkeyle uyumsuzluğunu, başkasının toprağına, kaynaklarına göz dikmenin (talancılığın) tarihsel ve ahlaki yüklerini, bunların toplumu militaristleştirme eğilimi de eklenince, gerçekten karşımıza, gerçekleştirilmeye çalışıldığı ölçüde, hızla bu ‘eksiklikle’ karşılaşarak (‘Gerçeğinin’ duvarına çarparak) bir tiksinme duygusu yaratmaya başlayacak bir fantezi çıkıyor… Kendimizi mükemmellik vaatlerinin baştan çıkarıcılığına kaptırmak yerine, bu ‘eksikliği’ gidermenin yollarını arasak diye düşünüyorum. ergin.yildizoglu?gmail.com [email protected] Gerçekler saklanmasın Oğlunun intihar edecek biri olmadığını, yeni yasayla birlikte tahliyesine kısa bir süre kaldığını ifade eden baba Çoşelav, oğlunun ölümünden cezaevi yetkilileriyle infaz koruma memurlarının sorumlu olduğunu ileri sürdü. Coşelav’ın suç duyurusunda bulunduğu Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturmaya yer olmadığına karar verdi. Oltu Ağır Ceza Mahkemesi’nden bu kararın kaldırılmasını ve kamu davası açılmasını talep eden Çoşelav’ın, Adalet Bakanlığı aleyhine açtığı maddi ve manevi tazminat davası ise sürüyor. Oğlundan 15 gün önce mektup aldığını anlatan Çoşelav, ‘‘İntihar etmiş olamaz. Neden örtbas ediyorlar?’’ dedi. Parmaklıkların hem yükseklik hem de mekân bakımından bu eyleme uygun olmadığını ifade eden Çoşelav, oğlunun yapılı biri olduğunu kaydetti. Çoşelav şöyle devam etti: ‘‘Oğlumun orada birtakım kişilerle problem yaşadığı ortada. Adaletin sağlanması için yetkilileri göreve çağırıyorum.’’ ŞEMDİNLİ OLAYLARI SEZER DAVET ETTİ Uzman çavuşun davası Malatya’ya alındı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım’da meydana gelen olaylar sırasında ‘‘Meşru müdafaa sınırının aşılması suretiyle 1 kişiyi öldürdüğü, 5 kişiyi de yaraladığı’’ iddiasıyla yargılanan uzman çavuş Tanju Çavuş’un davası, ‘‘güvenlik gerekçesiyle’’ Hakkâri’den Malatya’ya alındı. Şemdinli’de 9 Kasım’da meydana gelen olayları protesto eden kalabalığın üzerine ateş açtığı gerekçesiyle tutuklanan ve ilk duruşmasının ardından tahliye edilen Çavuş, Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi’nde 17 Mart’ta ikinci kez hâkim karşısına çıkmıştı. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi, ikinci duruşmanın ardından resen verdiği kararla, ‘‘güvenlik gerekçesiyle’’ davanın başka bir ile alınması istemiyle dosyayı kanalıyla Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay 5. Ceza Dairesi de davanın Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesine karar verdi. Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi’nin, 18 Mayıs’taki üçüncü duruşmadan sonra dosyayı Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermesi bekleniyor. Rektörler 22 Mayıs’ta Çankaya’ya çıkıyor FIRAT KOZOK ANKARA Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, üniversitelerin rektörlerini Çankaya Köşkü’ne davet etti. Sezer, 22 Mayıs’ta rektörlerle bir araya gelecek. Çankaya Köşkü önümüzdeki günlerde üniversite rektörlerini ağırlayacak. Cumhuriyet’in edindiği bilgiye göre, YÖK’ün bir süre önce yaptığı başvuruyu değerlendiren Sezer, rektörlere randevu verdi. Sezer, rektörleri 22 Mayıs Pazartesi günü Köşk’te kabul edecek. Görüşmede, rektörlerin yanı sıra YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç başkanlığındaki YÖK üyeleri de yer alacak. Sezer’in konuyla ilgili davetiyeleri dağıtıldı. Cumhurbaşkanı Sezer, kokteyl şeklindeki toplantıda rektörlerden, Türk yükseköğretim sisteminin sorunlarını ve çözüm önerilerini dinleyecek. Rektörler, Cumhurbaşkanı’nın davetinin kendilerini onurlandırdığını belirtti. YÖK, strateji geliştirme çalışmalarını da sürdürüyor. Bu çerçevede, kurul 192021 Mayıs tarihlerinde kendi içinde bir çalışma toplantısı yapacak. Hastane koridorlarında beyaz kepiyle bize bakar ve ‘‘sus’’ demek için parmağını dudağına götürür. Bu fotoğrafı bilmeyenimiz var mı? Son olarak annem hastalanıp da sağlık sorunlarıyla boğuşurken onlarla birlikteydik, onlar yanı başımızdaydı. Hemşireler, sağlık sistemimizin, olmazsa olmaz en önemli parçasıdır. 1218 Mayıs tarihlerini Hemşirelik Haftası olarak kutluyoruz. Öğretim görevlisi Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği Başkanı Yrd. Doç. Dr. Meral Madenoğlu Kıvanç’tan bir mektup aldım. Hemşirelik sorununu irdeleyen bu mektubu sizlerle paylaşmak istiyor, tüm hemşireleri kutluyor, onlara teşekkür ediyorum... ??? Hemşirelik; bireyin yaşam süreci içinde hastalık durumlarında onu tanımaya, anlamaya, yardım etmeye temellenmiş sağlık bakımı sunan, bilim ve sanattan oluşan sağlık disiplinidir. Hemşirelik, bireylere ve ailelere verilen bir hizmet olduğundan toplumsal bir kurumdur. Toplumsal sorunlar ve yapılar sürekli değiştiği için hemşireliğin işlev ve rollerinde de geçmişten günümüze değişiklikler Hemşireler, Canımızın Parçası olmuştur. Hemşirelikte gelişme, kadının toplumdaki statüsünün gelişmesiyle paralellik göstermiştir. Modern anlamda hemşirelik, Florence Nightingale ile başlamıştır. Cumhuriyet öncesinde hemşirelikte eğitim kurslar şeklinde iken bugün üniversite düzeyindedir. Ülkemiz hemşirelik lisans eğitimine ‘‘Avrupa Birliği Hemşirelik Eğitim Kriterleri’’ doğrultusunda standardizasyon getirmeye çalışmıştır. Ayrıca 1968 yılında yüksek lisans ve sonrasında da hemşirelikte doktora programlarının başlatılmasıyla, bugün ulusal ve uluslararası tanınan sayısız araştırmacı ve eğitimci hemşire vardır. Cumhuriyet öncesinde hemşireliğin sadece ‘‘tedavi edici ve bakım’’ rolü var iken bugün ‘‘eğitici, araştırıcı, danışmanlık, yönetici vb.’’ rolleri söz konusudur. Geçmişte hemşireliğin hizmet alanları sağlık ocakları ve hastaneler iken, günümüzde bilim ve teknolojinin gelişmesi ve meslekte uzmanlaşma ile endüstride ilaç firmaları, sanayi sektöründe işyeri hemşireliği, özel sektörde (hemodiyaliz üniteleri), evde bakım ve eğitim alanları da hizmet alanı olmuştur. Mesleki örgüt olarak önceleri sadece ‘‘Türk Hemşireler Derneği’’ var iken, bugün hemşirelikte yaklaşık 25 özel dal derneği mevcuttur (Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği, Diyabet Hemşireleri Derneği, Çocuk Hemşireleri Derneği vb.). Hemşireliğin tarihsel sürecinde bu gelişmeler sağlanırken Hemşirelik Yasası’nda bir değişiklik olmamıştır. 1954 yılında çıkan ‘‘Hemşirelik Yasası’’ halen günümüzde geçerlidir. Bu yasa hemşireliği, Yataklı Tedavi Kurumunda Yardımcı Sağlık Hizmetleri sınıfında tanımlamaktadır (Biyolog ve eczacılar gibi aynı temel eğitim ve 4 yıl eğitim almalarına rağmen). 1992 yılında Sağlık Reformu Projesi içinde Prof. Dr. Saadet Ülker başkanlığında (kendisi şimdi Türk Hemşireler Derneği’nin başkanıdır) lider hemşirelerden oluşan ekip ‘‘Hemşirelik ve Türk Hemşireleri Birliği Kanun Tasarısı’’ çalışmaları yapmıştır. Bu yasa taslağına göre; Hemşirelik tanımlanırken, yardımcı sağlık hizmetleri sınıfından çıkarıp I. grupta yer alan biyolog ve eczacılar gibi sağlık hizmetleri sınıfında tanımlamaktadır. Ayrıca; Hemşirelikte yaş ve cinsiyet sınırlaması ortadan kalkmaktadır. En az 4 yıllık lisans eğitimini zorunlu kılmaktadır. Görev, yetki ve sorumluluklar yeniden tanımlanmaktadır. Uzmanlık alanları için ‘‘yetki belgesini’’ mecbur kılmaktadır. Hemşireler 1954 yılı Hemşirelik Yasası’nın değişmesini istiyorlar. Ayrıca; Hemşirelik yüksekokullarının fakülteye dönüşmesi, Kurumlarda eleman yetersizliğinin giderilmesi, Çalışma saatlerinin düzenlenmesi (günde 1624 saat yerine 8 saat olması), Tatminkâr ücretin sağlanması, Görev, yetki ve sınırlılıklarının belirlenmesi vb. beklentileri söz konusudur. Sonuç olarak, hastaların kısa sürede iyileşmesi, dolayısı ile kurum maliyetine olumlu etkisi ve mortalite (ölüm) oranının az olması, hemşirelerin sayısal ve nitelik yönü ile doğru orantılıdır. Unutulmamalıdır ki, ‘‘hemşirelerin verdiği bakımın kalitesi, kendilerini iyi hissetmeleri ile doğrudan ilgilidir’’. Hemşirelere kulak verelim. Onlara çok ihtiyacımız olduğunu unutmayalım. ACI KAYBIMIZ TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 2425. Dönem Şube Başkanı Sayın Üzeyir ULUDAĞ’ın kayınvalidesi, 2627. Dönem Kadıköy Temsilcilik Yürütme Kurulu Üyesi Sayın Ayşe Biret ULUDAĞ’ın annesi Mahkemede ülkücü saldırı Gazeteci arkadaşlarımız Aydın Engin ve Hrant Dink, dün mahkemede ülkücülerin hakaret ve saldırılarına uğradı. Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne şikâyetçi olarak gelen MHP’li Kemal Kerinçsiz ve 30 kadar ülkücü, Engin’e, Dink’e ve avukatlarına hakaret ettiler, duruşmayı baltaladılar. Ülkücülerin saldırılarını sürdürmesi nedeniyle Dink, Engin ve avukatları bir saat mahkemeden çıkamadılar ve daha sonra polis koruması altında binayı terk etmek zorunda kaldılar. Artık bir alışkanlık haline gelen bu saldırganlığa neden göz yumuluyor? Böyle yargılama olur mu? Böyle hukuk devleti olur mu? BİLGE OKTAR 15.05.2006 tarihinde vefat etmiştir. Ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz. TMMOB MMO İstanbul Şube Yönetim Kurulu CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle