19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yargıdan Neden Korkuyorsunuz?.. Bugün TBMM’de milletvekili olarak görev yapan her beş AKP’liden birisi sanık durumundadır. Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Orman Bakanı Osman Pepe... Erol ERTUĞRUL Hukukçu PENCERE RTE ile ABD... Bin bir alavere dalavere şanjanlığında renklenen dış politika dünyalarına akıl erdirmek güçtür... Ama, kimi zaman bu iş öylesine alengirleşip kaba sabalaşıyor ki demeyin gitsin... Gazetelerde bir haber: ‘‘RTE, ABD’ye gidecekmiş!..’’ ‘‘Başvuru yapılmış...’’ Okuyunca inanamadım... ? RTE’nin Amerika serüvenini bilmeyen kaldı mı?.. Küçük bir anımsatma: Irak’ı işgal etmeden önce Başkan Bush takımı, zamanın Başbakanı Ecevit’e başvurup Türkiye’yi bu yolda ve macerada kullanmak isteyince şu yanıtı almıştı: Olmaz!.. Sen misin Amerika’ya ‘hayır’ diyen!.. Ecevit’in defteri dürülmüştü... Nasıl?.. Bu amaçla kullanılan kişi Kemal Derviş, Ecevit’in seçeneği de RTE idi... Dünya âlem artık bu öyküyü biliyor... Recep Tayyip daha koltuğa oturmadan Amerika yolculuğuna çıkmış, Bush tarafından kabul edilmiş, pazarlık bağlanmıştı... ? Başkan Bush yönetimi her şeyden o kadar emindi ki Amerikan birlikleri Irak çıkarmasından önce İskenderun çıkarmasına başlamışlardı... Ne olduysa Meclis’teki oylamada oldu, Amerika’ya Türkiye üzerinden Irak’a geçiş olanağı tanıyan ‘tezkere’ CHPAKP oylarıyla reddedildi... RTE sözünü tutmamış ya da tutamamıştı... O gün bugündür, Bush’un gözünde RTE güvenilemez bir kişi gibidir. ? Bir de bunun üstüne terörist Hamas’ın Ankara’da kabulü olayı eklenmez mi?.. Bu nedenlerledir ki Başkan Bush ile RTE arasındaki ilişkiler Condoleezza Rice aracılığıyla şatıfilli bir içerik kazandı... Ama asıl eğlenceli olan RTE’nin ‘‘güvenilir akıl hocası’’ ve temsilcisi Cüneyd Zapsu’nun Amerika seyahatidir... Tüm gazetelerin yazdığına ve sergilediğine göre, Türkiye’de Erdoğan’ın zora düştüğünü, Amerika’da Recep Tayyip’in gözden düştüğünü gören Zapsu, Vaşington’a gidip ‘iyi saatte olsunlar’a yalvarıyor: RTE’nin ipini çekmeyin, Erdoğan’ı kullanın!.. ? Birkaç günden beri gazetelerde yayımlanan RTE’nin Amerika seyahati hevesi ve Başkan Bush’la görüşme talebi haberleri doğru mu?.. Doğruysa bu gezinin arabuluculuğunu Cüneyd Zapsu’nun yaptığı anlaşılıyor... Ön görüşmede Zapsu ne demişti bir kez daha anımsayalım; bu yoldaki ayrıntılı haberler medyanın hemen hemen tüm gazetelerinde yayımlanmıştı... RTE’nin adamı Zapsu demişti ki: RTE’yi harcamayın.. Deliğe itmeyin.. Kullanın.. RTE bu ön görüşme üzerine mi Amerika’ya gidiyor?.. Kırılganlık DÜNYA ekonomilerindeki en ufak enflasyonist baskı Türkiye’yi sarsan bir ‘‘mini kriz’’e dönüşüyor ve uyduruk borsayı yaşatan sıcak yabancı paradan tam üç milyar dolar bir günde dışa kaçıyorsa, bu yapıda vahim bir kırılganlık var demektir. Daha doğrusu, var olan kırılganlık hemen büyük çatlağa dönüşüyorsa, bütün modelin gözden geçirilmesi artık kaçınılmaz bir zorunluluk olmuş sayılır. Gelişmiş ve dünya çapında kâr hesaplarına dayandırılmış ekonomiler için düşünülen monetarist politikalar kalkınmasını tamamlamamış bir ülkede uygulanınca başka bir noktaya varılamazdı zaten. ‘‘Kalkınma ekonomisi’’ denen disiplinin ders kitaplarından silinmesi ve küreselleştirici yaklaşımların tek doğru diye yeryüzüne salınması, bazılarının işine gelmiş olabilir. Ama, Türkiye’nin? ‘‘Dünyadaki akıntıya ters kürek çekilmez, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların reçetelerinden farklı politikalar uygulanmaz, eski modellere dönülmez’’ diyenler var diye, Çin’in ve Hindistan’ın sergiledikleri gelişmeler göz ardı edilebilir mi? Ulusal ekonomileri koruyucu setlerin kaldırıldığı bir yeryüzü ortamında bile, karma ekonomi modelini ayakta tutabilmenin ve planlamayı yepyeni zeminlere oturtmayı başarmanın örnekleri yok mudur? ünkü grup konuşmasında 1930’ların özverili başarılarından ve 1960’ların ve 1970’lerin planlı yatırımlarından ‘‘kaybedilmiş yıllar’’ diye söz eden Sayın Başbakan, IMF reçeteleriyle bocalayışları ve Avrupa kapılarındaki aldanışları ne gibi yıllar olarak adlandırmaktadır acaba? Bindirilmiş kıtalarla yapılan stadyum toplantıları ve grup salonuna yığılmış alkış kalabalıkları, uygulanan politikaların kötü sonuçlarını örtmeye yetmiyor: ‘‘Dalgalı kur’’ görüntüsüyle yüksek tutulmuş bir para değerine dayalı ulusal gelir hesabının aldatıcılığı sona ermek üzere. Dış ticaret açığı endişe verici boyutlara ulaştı. İşsizlik, gerilemek şöyle dursun, sürekli artıyor. ‘‘Duble yollar’’ oyalaması bile gerekli istihdamı yaratmaya yetmedi. Güneydoğu, hâlâ yatırımsızlığının sıkıntısını çekip kaçınılmaz tepkilerini yaşamakta. ablo, yalnız Başbakan’ı ve partisini değil, bütün siyasal kadroları düşündürmesi gereken bir tablodur. Çağdaşlık ve dünyaya uyum adına dış formüllerin ve reçetelerin akışına kapılmadan, bu ülkenin ulusal gereklerine uygun modeller oluşturulup savunulmalıdır. Bilim çevrelerinin ödevi bundan farklı olabilir mi? Onlar da, ‘‘Bağımsız İktisatçılar’’ gibi grupların önerilerine kulak vermek zorundadırlar. Laikliği örselenip yıkılma noktasına getirilmiş cumhuriyetin bir de ekonomisi çökerse ortada korunacak ve kollanacak fazla şey kalmayacaktır. A D KP yöneticileri yargıya güvenmiyorlar. Öyle ki, Cumhuriyet tarihimizde hiç görülmemiş biçimde, yargı, ülkemizi yönetenler tarafından haksız eleştirilere uğruyor. Gerektiğinde herkesin sığınabileceği bir yer olması gereken yargı, yeri geldikçe eleştirilip küçük düşürülmeye çalışılıyor. Yargı bağımsızlığı hiçe sayılıyor. İşe gelmeyen yargı kararları uygulanmıyor. Bir süre önce Danıştay, sıkmabaş ile ilgili bir karar veriyor. Öğrencilere örnek olması gereken anaokulu yöneticisinin, okula gelip giderken açık başlı olması gerektiğini söylüyor. Başbakan ile Dışişleri Bakanı ayağa kalkıyorlar. Başbakan, Danıştay’dan söz ederek ‘‘Bunlar, yarın evimizin içine de karışırlar, burası yol geçen hanı değil’’ diyor. Dışişleri Bakanı, ‘‘böyle karar olamayacağını’’ söylüyor. Sanki ülkemizin en önemli sorunları bunlarmış gibi, kendi sorunlarını yurdumuzun en önemli sorunu durumuna getiriyorlar. AİHM’nin, ‘sıkmabaş’ı kamu kurumlarında yasaklayan kararı için söylenmedik söz bırakmıyorlar. Bu işe mahkemeler ne karışır, buna ulema karışır, Diyanet karışır diyebiliyorlar. Üstelik bu karar Türkiye Cumhuriyeti yararına verilen bir karardır. Türkiye’nin yöneticileri olarak kendilerinin bu kararı sevinerek karşılamaları gerekirken, şaşılacak biçimde Türkiye’nin kazanmasına üzülüyorlar. Ama, Konya’da, başı açık olduğu için taşlanan, canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalan kadın gazeteci için hiç ses çıkarmıyorlar. Özelleştirme diyerek, en değerli ekonomik kaynaklarımızı talan ettiler. Bunların bir bölümü Danıştay’dan döndü. O yüzden Danıştay’ı sevmezler. Hukuk tanımadıkları için, yaptıkları yasalar Anayasa Mahkemesi’nden dönüyor. O yüzden Anayasa Mahkemesi’ni de sevmezler. TBMM Başkanı Bay Arınç, ‘‘Gerekirse Anayasa Mahkemesi’ni kapatırız’’ demişti. Yine bir süre önce AKP milletvekilleri, ‘‘İslam bir yaşam biçimidir, Kuran’ın gösterdiği gibi yaşanmalıdır. Yargıçlar Kuran’a bakarak karar vermelidirler.’’ diyorlar. Devlet televizyonu olan TRT’de her gün bu çizgide yayımlar yapılıyor. Yasalara ve laik düzene aykırı, dinsel düzene övgüler düzen programlar birbirini izliyor. Böylece, bağımsız ve laik yargı sindirilmeye, baskı altında tutulmaya, istedikleri biçime getirilmeye çalışılıyor. Ancak, Türk yargıçları, sevgili M. Esat Bozkurt’un 1 Kasım 1926’da söylediği, ‘‘Türk yargıçları, sizler Türk devriminin demir eliyle kurulan uygarlığın kıskanç bekçileri olmak olmak zorundasınız. Görev ve sorumluluğunuz, geçmişin dirilmesine, yeniliğin acı çekmesine zaman ve olanak vermeyecektir’’ sözlerini hiç unutmayacaklardır. Anayasa ne diyor? Yargı bağımsızlığını düzenleyen anayasamızın 138. maddesi, ‘‘Yargıçlar görevlerinde bağımsızdırlar. Hiçbir organ ve kişi, yar gı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve yargıçlara emir veremez, genelge gönderemez, önerilerde bulunamaz. Yasama ve yürütme organları, yargı kararlarına uymak zorundadırlar’’ diyor. Bir de olanlara bakalım. Ülkemizi yönetenler, anayasamızın bu açık kuralına uyuyorlar mı? Herkese örnek olacak biçimde, yargıyı her türlü haksız ve hukuk dışı eleştirilerden koruyup hukukun üstünlüğünü savunuyorlar mı? Yoksa tam tersine, her fırsatta, çağdaş ve uygar yargıyı kötüleyip din kurallarına dayalı çağdışı bir yargıyı mı öne çıkarmaya çalışıyorlar? Konu yalnızca, dinsel kuralları öne çıkarma çabası değil. Hem de kendi kişisel yanlışlıklarını değerlendiren, cezalandıran yargıya katlanamıyorlar? Kendi yanlışlarını hoş gören, yaptıkları hukuk dışılıkları görmezden gelen bir yargı istiyorlar. Bir dönem gerçekdışı savlarla, Yargıtay’ı suçlamaya çalıştılar. Kısaca tam bir yargı tanımazlık içindeler. Bu yargı tanımazlıklarının nereden geldiğini düşündüğümüzde, olay kolayca anlaşılıyor. Bugün TBMM’de milletvekili olarak görev yapan her beş AKP’liden birisi sanık durumundadır. Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Orman Bakanı Osman Pepe... Sonuç: Bir yandan bunca yolsuzluğu yaparken Dışişleri ve devlet geleneklerini hiçe sayarak Hamas terör örgütü liderini Türkiye’ye çağırmak, İHL ’yi, sıkmabaşı, Kuran kurslarını öne çıkarmak bu kadroyu kurtaramaz. Yarın, görevleri sona erdiğinde, onları çok büyük yolsuzluk davaları beklemektedir. Bu nedenle, yargı ile kavgalıdırlar. Bu nedenle yargı tanımazdırlar. Ancak yargı tanımazlığın kimseye bir yararı yoktur. Günü geldiğinde yaptıklarının hesabını vereceklerdir. T Bu Kadar Dükkân Çok Değil mi? Dr. Mustafa TARAKÇI Haliç Üniv. ve İstanbul Tic. Üniv. Öğr. Gör. E konominin gerek insan yaşamında, gerekse ailede, toplumda, devlette ne kadar önemli olduğunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyoruz. Gerçekte ekonomi demek her şey demektir. Hayat demektir; refah demektir; mutluluk demektir. Günlük yaşantımızı göz önüne ge tirelim. Ailede en temel ihtiyaçlarımızdan biri para değil mi? Pek çok sorunun kaynağı; kavgaların, küskünlüklerin, kırgınlıkların en önemli ne deni... Kısacası ailede huzur ve mutluluğun en önemli öğelerinden biri para! Parayı nasıl kazanıyoruz? Memur ya da işçi olarak maaş ve ücretlerle elimize para geçiyor. Serbest meslek sahibiysek, ticaret ya da sanayi ile ilgileniyorsak, kendi işimizi kendimiz ya da ortaklarımızla birlikte kurmuşsak, kazancımız, yaptığımız kârlardan oluşuyor demektir. Memur ve işçinin yapacağı bir şey yok. Onun geliri belli. Meslek sahibi, esnaf ve ticarethane sahiplerinin durumları nedir? Bunlar hem kendilerine hem de topluma daha fazla yararlı olamazlar mı? Bu konuda bir gözlem ve tespitimi sizlerle paylaşmak istiyorum: Büyük şehirlerimiz başta olmak üzere, ülkemizin hemen her yerinde dükkân sayısı ihtiyaç duyulandan daha fazla görünmektedir. Kuyumcu sayısı, gümüşçü dükkânları, çeşit mağazaları, beyaz eşya mağazaları, kadınerkek giyim mağazaları, süpermarketler ve sayamayacağım kadar çok dükkân, ihtiyacımızdan fazla, atıl kapasite ile iş yapıyor durumdadır. İstanbul Kapalıçarşı’da gözlem yapın; kaç kuyumcunun dükkânında müşteri var? Mevcut müşterilere, mevcut kuyumcuların yarısı kadar dükkân yeterli değil mi? Gümüşçüsü, halıcısı, zücaciyecisi, beyaz eşya satıcıları, oto galerileri hep aynı durumda! Emek yoğun çalışan işyerlerine bir şey demiyorum. Berber, kuaför, terzi, oto tamircilerini vb. bu kapsamın dışında tutuyorum. Benim üzerinde durmak istediğim ve müdahale edilmesi gereken, atıl kapasite ile çalışan sermaye yoğun ticarethanelerin durumudur. Bu ticarethaneler, alınacak yasal önlemler ve yönlendirmelerle sermayelerini birleştirip ‘‘üretime’’ yönlendirilebilirler. Esas olan üretimdir. Bir ülkenin, bir toplumun kalkınmasında üretim en önemli faktördür. Üretim olmadan sağlıklı olarak ticaretten de bahsetmek mümkün değildir. Bir ülkede yeterli üretim olmadan sağlıklı olarak ticaretten de bahsetmek mümkün değildir. Bir ülkede yeterli üretim olmadan da her türlü malın ticareti yapılabilir. Ama bu ticaret ne yapana ne de yaptırana mutluluk getirir. Bizim değildir, bize yabancıdır çünkü! Öyle ise atıl durumda bulunan, yeterli müşteri potansiyeline sahip olmayan, yeteri kadar gelir getirmeyen işyerleri, ticarethaneleri kapatıp, bunlardan elde edeceğimiz sermayelerle yeni üretim alanları yaratmalıyız. Kısacası, kuyumcuların bir kısmı kuyumcu dükkânlarını kapatarak, sermayelerini paraya çevirip bir fabrika kurmaya yönelmeli, halıcılar, gümüşçüler, galericilerin bir kısmı başta olmak üzere sermaye yoğun ticaret yapanlar sermayelerini birleştirip ticaretten üretime atölyefabrika kurmaya yönelmelidirler. Hükümet de bunları teşvik etmeli ve desteklemelidir. ‘‘Küçük olsun benim olsun.’’ ‘‘Ne kazanırsam Allah bereket versin.’’ ‘‘Az kazanayım, çok kazanayım fark etmez, adresim belli olsun’’ mantığını ve yaklaşımını biraz önce terk etmeliyiz. Bunu da insanlarımızın inisiyatifine, tercihine bırakmak doğru değil. Serbest piyasa ekonomisi, meslek ve meslek icra etme özgürlüğü deyip işi baştan savmamız mümkün değildir. Bu haklara saygımız sonsuz, ancak devletin de ülkesini daha iyiye, daha güzele, daha doğruya yöneltme, yönlendirme görevi olmalı! Her taraf dükkândan geçilmiyor! Oysa bu kadar dükkâna ihtiyaç yok. İşte bu sermayeyi güvenilir borsa kanalıyla sanayiye, üretime kaydırmak veya ‘‘yatırım birlikleri’’ oluşturmayı teşvik etmek, hükümetlerin görevi olmalıdır diye düşünüyorum. Bunun sonucu olarak bolluk olacak, fiyatlar düşecek, ihracat artacak ... Bilmem siz de katılır mısınız bu düşüncelere? m.tarakcı?tetenet.net.tr İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI SUSTURAMAZLAR, BİRLİK VE DAYANIŞMAMIZI GÖSTERME ZAMANI GELDİ BUGÜN Saat: 12.3013.00 CUMHURİYET OKURLARI VE AYDINLIK İNSANLAR; GAZETEMİZ ÖNÜNDE TOPLANIP SALDIRILARI LANETLİYOR, GAZETEMİZE DESTEK VERİYORUZ. Adres: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 ŞİŞLİ www.cumok.org CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle