23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 MAYIS 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr 9 Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le söyleşimizin ikinci bölümü: ‘Sürtüşmeye girenin vadesi dolar’ SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le konuşmamız sürüyor. Demirel AKP’ye çok ciddi uyarılarda bulunup, sonuçta halkın sandıkta kararını vereceğini söylüyor. Tarikatlar ve cemaatlere de şöyle sesleniyor: “Kim siyaset yapmak istiyorsa çıksın meydana. Buyrun, hodri meydan.” Yani bizde de mi kullanıldı? Eğer siyaset bu ümidi vermiyorsa yerini bir şey alacaktır. Hiç şikâyetçi olmayın. Öyleyse bu ümidi siyaset ve yönetim verebilmeli. Bu ümit daimi olmalı. İnsanoğluna, ‘‘Beş yıl bekle de senin karnını doyurayım’’ denmez. Onun karnının bugün doyması lazım. Böyle bir ortamda biz Cumhuriyetin savunmasını yaparken laik devleti anlatmaya çalıştık. Onu anlatırken de din ve vicdan hürriyetini tanıdığımızı, bunun vatandaşın anayasal hakkı olduğunu, demokratik, seküler devlete bunun bir zararı olmadığını anlattık. Burada kullanılan üslup fevkalade önemlidir. Türkiye’de bu konularda çok fazla bilgi yok. Türkiye daha laiklik konusunda anlaşabilmiş değil. Türkiye aslında Müslümanlık konusunda da anlaşabilmiş değil. Bundan dolayı da toplumun içinde fikir kargaşası oluyor. Bunların içinde dahi toplumu kaosa götürmeden yönetebilmek lazım. Bunun da yolu, din ve vicdan hürriyeti bakımından hassas halk kitlelerinin rahatsız edilmemeleri gerekir. Peki, bu halk içinde yobaz, mürteci yok mu? Var. Ama bunlara bakarak halk hakkında karar vermek yanlış. Biz siyaset yaparken hedefimiz halktı, bunlar değil... Zaman zaman yanlış anlaşılmış olduğumuz mümkündür. Sonuçta Türkiye oturmuş bir demokrasi değil ki. Yalnız, siz böyle söylüyorsunuz, ancak AKP hükümeti Türkiye’nin bunca sorunu varken sadece imam hatipler ve türbana kendini odaklıyor. Bunu yapmakla ipleri iyice germiyor mu? Bu çeşit eleştiriler gayet yerindedir. Bunlar olmalıdır da. Siyasi iktidarları rayında, mihrakında götüren kamuoyudur. Kamuoyu siyasi muhalefettir, medyadır, meslek kuruluşlarıdır, gönüllü kuruluşlardır. Bir ülke konuşan bir ülkeyse siyasi iktidar istediğini yapamaz. Daha doğrusu büyük yanlışları yapamaz. Mutlaka bir yerden etki alacaktır. Siyase inanç, mide, beyin sanatı Zaten hep hamle yapıp deniyorlar, sonra da geri çekilmiyorlar mı? Bakın, demokrasi çok zor bir olay, kolay değil. Bir ülke halkı ne kadar çok ülke yönetimiyle ilgiliyse o ülke o kadar az yanlış yapar, o kadar kısa zamanda mesafe alır. Ama bir ülke halkı, ‘‘Neme lazım? Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’’ diyorsa, birtakım korkularla malulse o zaman o ülkede bu tür serbest rejimi götürmek o kadar kolay değildir. Her ülkede yoksul, orta ve zengin sınıflar var. Yoksul ve zengin kitlelerin rejimle çok fazla ilgileri yok. Bütün mesele orta kitledir. Orta sınıfınız ne kadar güçlüyse demokratik rejim de o kadar güçlüdür. Genelde yanlış ekonomik politikalar bu orta sınıfın büyük kısmını yukarı çıkarmaz, aşağı indirir. O zaman da rejim sarsılır. İnanç, mide ve beyin... Bu üçünü iyi götürmeniz lazım. Siyaset bunun sanatıdır. Bu sanat Türkiye’de bugün iyi icra edilebiliyor mu? Bak, çok güzel bir soru. Hep söylerim. Bir çeşmeden su almak istiyorsanız musluğu iyi açmanız lazım. Ben bugün ‘ İnsanoğluna, ‘‘Beş yıl bekle de senin karnını doyurayım’’ denmez. Onun karnının bugün doyması lazım. Böyle bir ortamda biz Cumhuriyetin savunmasını yaparken laik devleti anlatmaya çalıştık. siyasetçi değilim. Ama bildiğim her doğruyu söylüyorum. Bugün bir siyasi iktidar var, ama bu siyasi iktidar her şey değil. Ama önemli bir kurum. Türkiye bunun her söylediği, her yaptığından ibaret değil. Olmamalıdır da... Burada 70 milyon insan, 77 üniversite, yüzlerce televizyon, gazete, dergi var. Konuşan bir halk var. Siz bu halkın temsilini iyi yapabilirseniz bu halk parlamentoda iyi temsil edilirse o zaman bu sistem daha iyi işliyor. Ama temsil iyi yapılmayıp parlamento zaafa düşürülürse o zaman bu konuşmaların büyük bir kısmı kahvelere iniyor. Meydanlar da istendiği gibi çalışmıyorsa halk yönlendirilmesiz kalıyor. Bugün durum odur. Bugün TBMM 41 milyon oyun sadece 16 milyonunu, yani yüzde 40’ını temsil ediyor. Dışarıda yüzde 60 oy var. Bu da baraj sisteminin getirdiği bir durumdur. ‘Herkes, her zaman cumhurbaşkanı olmuyor’ Üstelik bu AKP hükümeti halkın sadece yüzde 24’ünü temsil etmiyor mu? O zaman çoğunluk bunun neresinde? Yani Türkiye bu siyasi iktidardan ibaret değil; birikimi var. Ben vatandaşıma, ‘‘Rahat uyuyun. Ama uyuyakalmayın’’ diyorum. ‘Türkiye bu hükümetten ibaret değil’ Tayyip Erdoğan’ın sürekli ipleri geren söylemlerine ek olarak ille de Çankaya’ya çıkmak istemesi, gerginliğe sebep olan başka bir unsur. Onun bu ısrarı ve isteğini nasıl karşılıyorsunuz? Doğal karşılarım. Ona tepki de olabilir. Bir ülkede herkes sizin doğal taraftarınız olmaz. Adamı hiç tanımıyorsunuzdur. Ama adam sizin şeklinizi şemalinizi beğenmez. İnsanoğlu bu... Beğenmeme hakkını istediği gibi kullanır. Türkiye’de 59 hükümet kuruldu. 10 cumhurbaşkanı göreve geldi. Demek ki Türkiye’de herkes, her zaman cumhurbaşkanı olmuyor. Cumhurbaşkanlığı mümtaz, fevkalade onurlu bir görev ve yer. Bir Türk vatandaşı, herhangi birisi buna talip olmak istese bunda ne sakınca var? Aksine, bu hizmete talip olanların sayısı ne kadar ’ sayılmayışıdır. Halktan halka kurduğunuz bu münasebetleri durup dururken ekşitmenin bir anlamı yok. Üzüntüyle söyleyeyim ki bu ekşitme daha çok tarafların bu münasebetleri sokakta bulmuş gibi davranmalarından ileri geliyor. Birbirlerine lazım gelen saygı ve inancı göstermiyorlar. Esas sıkıntıyı doğuran 1 Mart tezkeresi değil mi? Esas sıkıntılara sebep olan olay 1 Mart tezkeresidir. Orada her taraf hatalıdır. Çünkü Türkiye bunlara 1 Mart tezkeresinin reddedileceğini söylediyse bunu Meclis’e götürmemesi lazımdı. ‘‘Ne yapayım? Bu demokrasi. Parlamento bunu yaptı’’ derseniz bunu kimseye anlatamazsınız. Çoğunluk yönetiminde siyasi partinin başındaki zat, arkasında aldığı kararı geçirecek gücü görmüyorsa gitmeyecek. Geçirecek kadar gücü görüyor da geçiremiyorsa istifa edecek. Ama sürekli kıvırtılmadı mı? O da itimatsızlığa sebep oldu. Diyelim ki o geride kaldı. Çünkü TürkABD ilişkileri bir hadiseyle bozulmamalı. Dostluklar kolay kurulmuyor. Dostlukları tahrip etmek kolay, kurmak zor. Türkiye, ‘ Bir siyasi iktidar zaten muvakkaten vardır. Süresi bitince halkın önüne gelme durumundadır. Türkiye’nin, hangi siyasi kanaatten olursa olsun sahiplenilmesi gereken değerleri var. ’ ‘ Siz bağımsızım, istediğimi yaparım, diyebilirsiniz. Ama başka bir bağımsız devlet de size karşı istediğini yapar. Terörden bu kadar şikâyet ediyorsunuz. Sonra da henüz terör cüppesini çıkarmamış adamları getirip ülkenizde misafir ediyorsunuz. ’ Siyaset yapmak isteyen meydana çıksın teröristle teröre alet olmayan halkı ayıracağız. Yani halk terörist muamelesi görmeyecek. Bu nazik bir iş. Bu görevleri yapacak devlet güçlerinin arkasında durulacak. Bunun en civcivli zamanını ben başbakan ve cumhurbaşkanı olarak yaşadım. 20 yıldır da oralarda hizmetler aksamıştır. Bu hizmetleri götürmek lazımdır. Güneydoğu Anadolu’da siyasi parti de siyaset de yok. Hepsi şeklen var. Bölücü grubun söylemlerini söylemezseniz etrafınızda kimseyi bulamazsınız. Onun için ben halkın aydınlatılması lazım geldiğine kaniyim. Bunu jandarma, asker, polis, vali yapamaz. Bunu siyaset, medya yapacak. Siyasi partilerin, medyanın Güneydoğu’ya aydınlatma heyetleri götürmesi lazım. Ya büyük şehirlerdeki şiddet, hırsızlık ve kapkaç olaylarına ne demeli? Buralarda sanki orman kanunları geçerli görüntüsü yok mu? Büyük şehirler, bilhassa İstanbul oturulamaz hale gelmiştir. Kadınların sokakta çanta taşımaktan korktuğu, bir sokağın üzerindeki on evden beşinin soyulduğu bir ülke olamaz. Burada devleti ikaz ediyorum. Hangi tedbiri alacaksanız alın, buraları yaşanabilir hale getirin. Bakın, devletin görev yapmadığı yerde milis ortaya çıkar. Ekonomide de pembe tablo çiziliyor, ama iş dünyası da halk da kan ağlıyor. O zaman ekonomi nasıl iyi durumda oluyor? Enflasyonun düşürülmüş olması iyi, ama halkın sıkıntılar içinde kıvranması iyi değil. Sanayinin de bugünkü sıkışıklığı, işçi çıkarılması, hayat pahalılığı altında ezilen milyonlarca insanın durumu, devletin işleyişi, yargının işleyişi iyi değil. Bunların yanında iyi olan şeyler de yok mu? Var. Ama bu karne sınıf geçmez. Sizin yeniden siyasete girmek için parti kurma çalışmaları yaptığınız, o partinin başına geçmek istediğiniz söyleniyor. Bunların doğruluk dereceleri nedir? Sana bir şey söyleyeyim: Ben bir şey yapmak istesem hemen duyulur. Sessiz sedasız bir şey yapamam. Şanıma yakışmaz. Bir şey yapma ihtiyacı doğduğu zaman, benim gayet tabii ki ‘‘Neme lazım? Türkiye ne yaparsa yapsın’’ demem mümkün değil. Ama ben halkımdan görev isteyemem. Halkın önüne çıkıp da ‘‘Beni başbakan yapın’’ diyemem. Bunu yaptı. ‘‘Milletvekili yapın’’ da diyemem, onu da yaptı. ‘‘Siyasi parti başkanı yapın’’ da diyemem. Onu da yaptı. ‘‘Cumhurbaşkanı yapın’’ da diyemem. Çünkü onu da yaptı. Halkımın benden istediği bir şey olursa, ki onun ne olacağını bilmiyorum, ona da kapımı kapatamam. Yeniden cumhurbaşkanı yapmak istese? Hayır, ben o hizmetleri bitirdim. Ancak bugün yapacağım şeyin ne olduğunu ben de bilmiyorum. Fakat başka birisinin yapamayacağı bir hizmet şayet olursa o zaman ben varım. Ben, ‘‘İnşallah böyle bir şey olmaz’’ diyorum. Son bir soru. Türkiye’deki masonlukta 60’lı yıllarda bir krize sebep olduğunuz söylenmişti. 1965’te başbakan olmanızdan önce masonluktan istifa ettiğiniz konuşuluyor. Hatta geçenlerde masonlar sizinle ilgili ellerinde belgeler olduğunu söylediler. Bir taraftan da birbirlerini yolsuzluklarla suçluyorlar. Son dönemde masonlar üzerinden yapılan bu manipülasyonlar, masonları tarikatlar ve cemaatler gibi siyasileştirme amacını mı güdüyor, sizce? Türkiye’de masonluk dendiği zaman bir miktar dinsizlik anlaşılır. Yüzde 99.5’i Müslüman olan halkın karşısında siyaset yapacaksanız, karşınızdakiler her buldukları şeyi kullanacaklardır. Bana göre edep, terbiye ve kişilik haklarına müteallik şeyleri kullanmasalar iyi olur. Ben siyasete gireceğim zaman benim hakkımda da böyle sözler ettiler. Ben de 1964 yılı 28 Kasımı’nda AP Genel Başkanlığı’na seçileceğim zaman, partinin kongresinde başkanın önüne ‘‘Alakası yoktur’’ diye bir vesika koydum. O zamandan beri olayın üzerinden 42 yıl geçti. Onlarda dört kişiden sadece bir kişinin oyu vardır. İstikrar iyi bir şeydir. Ama her ne pahasına olursa olsun istikrar olmaz. Öyle bir istikrarı devam da ettiremezsiniz. Türkiye’de istikrarın ikinci bacağı olan temsil noksan. Siyasi parti, milletvekili seçimi zamanı geliyor, teşkilatın önüne bir liste koyuyor. Oysa teşkilat siyasi partinin önüne listeyi koyacak. Bu olunca da halk sistemden kopuyor. Bugün sistemin en büyük zaafı budur. Bir siyasi iktidar zaten muvakkaten vardır. Süresi bitince halkın önüne gelme durumundadır. Bir de Türkiye’nin, hangi siyasi kanaatten olursa olsun sahiplenilmesi gereken değerleri var. Bu değerlere siyasi iktidar ne kadar sahipse o kadar halkın yanında olur. Olmadığı zaman halkla sürtüşmeye girer ve vadesi dolar. Peki, bunların vadesi doldu mu? Dünyada vadesi dolmayan hiçbir siyasi iktidar yok. Churchill 1945’te savaşı kazandı, ama seçimi kaybetti. Halk çok değişken, çok dinamiktir. Onun için bugün bu siyasi iktidarı değerlendirirken, onun hakkındaki kanaatimiz iyi değilse bu, Türkiye hakkında kanaatimiz iyi değil, anlamı çıkmamalı. Ayrıca bu siyasi iktidarın yaptıklarını beğenmiyorsak Türkiye’nin 80 yıldır yaptığı çok güzel şeyler var. Onların hepsini götürmemeli. çoksa o zaman daha iyi yarış, seçme imkânınız olur. Halkın daha iyiyi bulması bakımından durum ortaya çıkar. Başbakan’ın iki danışmanı Zapsu ve Dişli’nin Washington’da skandallara yol açan, adeta yakarış dolu konuşmalarıyla ilgili, özellikle ABD’den yapılan yayınlardan Bush yönetiminin AKP hükümetini en azından gözden çıkardığı gibi bir izlenim doğuyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Olabilir. Yalnız Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Bush yönetiminin ya da başka bir ülkenin hükümetinin güveni sayesinde ayakta durmaz. Kendi parlamentosunun, kendi halkının güveni sayesinde ayakta durur. Belki güven değil de itibarını yitirmiş, desek daha doğru olur. Artık bunların söylediğine güvenilmez, noktasına gelmişse bu iyi bir şey değil. Yalnız şu kesin. ABD’de anket yapıyorlar. Bazen yüzde 45’i, bazen de yüzde 55’i Bush’un aleyhinde çıkıyor. Ama ABD dediğiniz zaman Bush’tan ibaret değil. Türkiye dediğimiz zaman da Türkiye bugünkü hükümetten ibaret değil. İş böyleyken münasebetleri halktan halka, devletten devlete düşünmek lazım. Hükümetin bir icraatı var. Bu, ABD yönetimi nezdinde muteber sayılmamış. Tehlike, ABD halkı nezdinde de muteber büyük devletlerle dost olmanın aslında onlara teslim olma anlamına gelmeyeceğini bilecek kadar da bağımsız. Dostluk, karşılıklı münasebetler, karşılıklı menfaattir. Sonuçta siz gidip siyaseten bir yanlış daha yapıyorsunuz. Siz bağımsızım, istediğimi yaparım, diyebilirsiniz. Ama başka bir bağımsız devlet de size karşı istediğini yapar. Terörden bu kadar şikâyet ediyorsunuz. Sonra da henüz terör cüppesini çıkarmamış adamları getirip ülkenizde misafir ediyorsunuz. Türkiye hangi amaç uğruna olursa olsun kan dökmeyi destekleyemez. Zapsu’nun, ‘‘Masaya gelirse terörist de olsa onunla konuşuruz’’ sözü var... Onlar da ‘‘Sizin terörist dediğiniz adamlarla konuşurum’’ der. Nitekim dediler. Orada bir yakışıksızlık yaratıldı. Bunların hepsi tecrübesizlik ve acelecilikten kaynaklanıyor. ‘Birlikteliği bozmak sıkıntı yaratır’ Peki, ABD’yle temaslar danışmanlara mı bırakılmalı? ABD’ye gittiklerinde kimlerle temas ettikleri de meçhul. Ne oraya gidenler Türkiye adına konuşma hakkına sahip, ne de oradaki adam ABD adına konuşma hakkına sahip. Oralarda çok değişik düşünce kuruluşları, sivil toplum örgütleri var. Herkes kendi fikrini söylüyor. Öyle bir yerde eğer başbakanınız için,‘‘Bunu kullanın’’ diyorsanız, ne şekilde söylediyseniz yanlış ve çirkin. Buna hakkınız yok. Bu Türkiye’yi küçük düşürdü. Bunu yapanlar bence çok yanlış yapmış. Türkiye’de çok ciddi bir terör olgusu var. Şimdi halk arasında bir söylenti yayılmaya başlandı. Bütün bu olayların bir tezgâh olduğu ve 12 Eylül 1980 öncesi olaylara benzediği. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Türkiye’nin en önemli meselesi birliktelik. Çünkü ondan sonra gelen sorunlar buna bağlıdır. Türkiye birlikteliğini koruyamazsa o zaman büyük sıkıntılar içine girer. Peki, Türkiye bölünür mü? Bana göre bölünemez. Çünkü Türkiye’nin bölünebilme imkânı yoktur. Yalnız iç kargaşaya gider. İç kargaşa kadar milletleri sıkıntıya sokan bir olay yoktur. Derler ki: ‘‘Savaşlar milleti birleştirir.’’ Çünkü millet ortak düşmana karşı savaşır. İç savaşlar milleti böler. ABD 200 yıldır iç savaşın içinden çıkamamıştır. Bakın, Türkiye’de bu halkı hiçbir şekilde birbirinden ayırmak mümkün değildir. Peki sizce bu olayları kim ya da kimler yaratıyor? Kendisini Kürt sayan halkı içinde yaşadığı bu büyük birlikten ayırmak isteyen birtakım maceracılardır. Yalnız, bunlar küçümsenmemelidir. Bu maceracılar etrafımızdan, dünyadan ve bilhassa da Avrupa kamuoyundan destek görürler. Çünkü bu maceracılar, yani Türkiye’yi bölmeye heveslenen ve Anadolu toprakları üzerinde bir Kürt devleti kurmaya kalkanların gayesi budur. Avrupa’dan görünüşü, bunlar bir liberasyon hareketi yapıyorlar, şeklindedir. Yani kurtuluş hareketi. Avrupa ülkelerinde benzer kalkışma hareketleri olduğu zaman onlar en sert önlemleri almıyorlar mı? Ben Avrupa’dan bu hareketin nasıl görüldüğünü söylüyorum. Avrupa ülkeleri ilginç. Kamuoylarında çeşitli odaklar var. Bunlar oradan yardım görüyorlar. Avrupa ülkeleri öyle ki kendi ülkelerinde bazı şeyleri yapamayanlar gidip orada yapıyor. Hatta Avrupa’nın çeşitli yerlerinde bu maceracılar, Türkiye’yi bölme hevesine kapılmış olan bu insanlar, bu teroristler, bazı yerlerde iç tehdit haline gelmiştir. Mesela, Alman hükümeti bunlara karşı tedbir almakta çok gecikmiştir. Alman başbakanlarıyla ben konuştum. Adamlar kendilerine zarar vermesinler diye, bunlarla uzlaşmayı tedbir almaya yeğ tuttu. Komşularımızdan ve Avrupa’dan gördükleri destek sayesinde dünya kamuoyunun önüne bir Kürt milleti ve bağımsız Kürt devleti konmuştur. Ne zaman? Bugün değil. Sevr’le birlikte... Sevr’in başarıya ulaşmaması sebebiyle daha sonra Musul Vilayeti üzerinde varılan anlaşmayla Irak devletinin oluşması üzerine bunu gerçekleştirememişlerdir. Unutmayın ki ABD Lozan’ı 1926’da tasdik etmiştir. Çünkü Wilson Prensipleri’ne göre ABD’nin sözü vardır. İşin geçmişini anlatmaya çalışıyorum. Ama içinde etnik gruplar ve farklı inançlar içeren bu halk, bu çeşitliliği bir ayrımcılık değil, zenginlik vesilesi yapmıştır. Kurtuluş Savaşı Meclisi’nde Güneydoğulusu da, Doğulusu da hepsi, herkes vardır. O zamanlar da bir Kürt istiklal hareketi olmuştur. Ama halk ve halkın temsilcileri buna itibar etmemiştir. Bu halk barış içinde birlikte yaşamayı, kader birliğini seçmiştir. Bunu bozmaya çalışanlara karşı çok dikkatli olmak, tuzağa düşmemek lazım. Bir de bu hareketlere karşı çok da ciddi tepkiler oluşmaya başladı... Vatandaşıma çok önemle şunu hatırlatmak istiyorum: Bu densizlikleri yapanlar, Türkiye’yi kargaşaya sürüklemek isteyenlerle sürüklenmek istenenleri birbirinden ayıralım. Bu kimselerin hareketlerine bakarak kendilerini Kürt sayan insanlara karşı bir tavır takınır ve karşılarına başka bir ırk milliyetçiliği koyarsak bölünürüz. Türkiye’yi bölmek için düzenlenen olayların karşısına Türkiye hep birlikte nasıl Kurtuluş Savaşı verdiyse, nasıl Cumhuriyeti birlikte kurduysa, nasıl 80 küsur yıldır Cumhuriyeti buraya getirmişse yine bu işten de birlikte çıkmalıdır. Burada en büyük vazife siyaset ve medyaya düşüyor. Halk terörün baskısı altındadır. Devlet halkı terörden ve terörün baskısından kurtarmalıdır. 1984’ten 2000 yılına kadar olanlar tekrarlanmamalı. Bu ülkede herkes terör düşmanlığı yaparken de kendisini Kürt sayan halkı ondan ayırmalı. Bugün dünden daha çok kucaklaşmaya ihtiyacımız var. Peki, sizce ne yapılmalı? Bir kere devlet kanunları hâkim kılacak. Hiç başka çaresi yok. Nasıl Avrupa ülkeleri kendi içlerinde birtakım olaylar çıktığı zaman hemen tedbirlerini alıyor... Bu kanunları hâkim kılarken de Bu 42 yılda ispatlanamamış bir durum varsa veya bu 42 yıl içinde mason cemiyetleri içinde sayılabilecek bir faaliyetim varsa buyursunlar ortaya koysunlar. Yoksa, bildiklerini yapsınlar. Çünkü bazı zihinleri tashih etmek mümkün değil. Bunlar iyi niyetten mahrum, hırslı, kinci... Ellerindeki tek vasıta da karalama... Bunlarla uğraşılamaz, zaten... Rahmetli İhsan Sabri Bey derdi ki: ‘‘Tezyifinin kadri, müzeyyifin kadri ile mütenasiptir.’’ Yani kötüleme kötüleyenin değeriyle mütenasiptir. Ya masonların siyasileştirilmek istenmesi soruma ne diyeceksiniz? Bu teşkilatlar gönüllü kuruluşlardır ve dünyada pek çok benzerleri vardır. Ama kendi içinde bulundukları toplulukları siyasete bulaştırmak istemeyeceklerini söyleyeyim. Zaten siyasetten kaçan pek çok kişi buralara gelir. Siyaset yapmak isteyenin yapacağı tek şey siyasi partide olmaktır. Başka şekilde siyaset yapılmaz. Öte yandan arkadan bir siyasi partiyi destekleyerek ya da geri plandan yöneterek siyaset yapılamaz. Tarikat ve cemaat grupları için de aynı şeyi söylüyorum. Kim siyaset yapmak istiyorsa çıksın meydana... Buyrun, hodri meydan! BİTTİ CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle