23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 MAYIS 2006 PAZARTESİ 4 1 Mayıs belgeseli ? İstanbul Haber Servisi Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı (TÜSTAV) bu akşam Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde saat 19.00 ve 21.00’de iki bölüm halinde ‘‘1 Mayıs İlk Dileğimiz’’ konulu bir belgesel gösterimi yapacak. DİSK arşivinden de yararlanılarak hazırlanan belgesel, 1 Mayıs’ın ilk kez kitlesel olarak kutlandığı 1976’dan günümüze uzanan 30 yıllık bir süreci kapsıyor. Belgesel, 1 Mayıslarda yaşanan ve bugüne değin hiç yayımlanmamış olayları da kapsıyor. HABERLER ABD’li işçilerin 1880’lerde 18 saatlik işgününe karşı başlattıkları mücadele simge oldu 2000’Lİ YILLARDA ERDAL ATABEK Köleliğe başkaldırı günü İstanbul Haber Servisi 1 Mayıs’ın uluslarası birlik, mücadele, dayanışma günü olarak kutlanması 1880’lerde Amerikan işçilerinin başlattığı 8 saatlik işgünü mücadelelerine dayanıyor. Türkiye’de de 1900’lerin başından beri yasaklamalara, provokasyanlara karşın tüm emekçi sınıfların taleplerini dile getirdiği bir gün olarak kutlanıyor. 1 Mayıs miting ve kutlamalarında, tüm çalışanların, işsizlerin, öğrencilerin, toplumun bütün kesimlerinin ekonomik, siyasal ve demokratik talepleri haykırılıyor. Avrupa’da 19. yüzyıl sonlarında kapitalizmin ilk dönemlerinin krizlerinin yarattığı tepkiler sürerken 1870’lerde Amerika’da işçiler günde 18 saat olan ağır çalışma koşullarına karşı mücadeleye başladılar. ‘Laiklik Ne midir’ Çocuğum?.. Elbette bunu sormakta haklısın. Çünkü yetkili yerlere gelmiş insanlar da ‘laikliği tartışmak gerekir’ diyorsa senin on beş yaşında bu soruyu sorman doğrudur. Öncelikle sevgili çocuğum, aklına gelen her şeyi sormanın doğru ve gerekli olduğunu hiç unutmamanı önereceğim. Soru sormak bir insanın ilgisini, merakını gösterir ki bunlar da zekâ belirtileridir. Soru sorabilmek ise, özgür bir ortamın varlığına en iyi kanıttır. Eğer bir yerde soru sorulamıyorsa orada dogmalar ve tabular var demektir ki bu da özgür düşüncenin yaşamasına uygun bir ortam olamaz. ??? Şimdi gelelim sorduğun soruya: Laiklik nedir? En kısa tanımıyla ‘laiklik, bir insanın, bir toplumun, bir kültürün; insana bakışında, toplumun yaşam kurallarında, çalışma dünyasında inanç ekseninin yer almamasıdır’. Bir insan, bir toplum, bir kültür, insanlara, yaşamın kurallarına, çalışma dünyasına ‘inananinanmayan’, ‘benim dinimdenbaşka dinden’, ‘bizim cemaattenöte taraftan’ diye ayrım yaparak değerlendirme yapıyorsa, tutum ve davranışlarını bu eksene göre belirliyorsa laik değildir. Laiklik, insanlara ‘kendi kararlarını verme hakkını, bu karara göre yaşamak hakkını’ ve bu hakların güvencesini vermelidir. Laik bir ortamda insanlar dinle ilişkilerini kendi kararları ile kurarlar. Laik bir toplum, herhangi bir dine bağlı olanlar çoğunlukta bile olsa bu dine bağlı olmamaya karar veren, hatta hiçbir inanca sahip olmamaya karar veren insanlara da her konuda eşit davranabilen insanların toplumudur. Laik bir insan, kendisi bir dine güçlü bağlarla bağlı olsa da başka insanları bu bağlılıkla değerlendirmeyen insandır. Laik bir düşünceye sahip olan insan, başka bir insanı inancına göre değil, kişilik özellikleriyle, dürüst olup olmamasıyla, yararlı olup olmamasıyla, çalışkan olup olmamasıyla değerlendirebilen insandır. Laik düşünce ise sevgili çocuğum, yüzyıllar boyunca Tanrının emirleriyle toplumları yöneten ortaçağ düşüncesinin rönesans ve aydınlanma ile değişerek insan iradesinin egemen kılınmasıyla kazanılmış büyük bir gelişmedir. Laikliğin kabulü ile dinler gerilememiş, dine inananlar baskı altına alınmamıştır. Tam tersine, laiklik herkesin inancına saygı duymayı zorunlu kılmış, ancak toplumları dinlerin baskıcı tutumlarına karşı korumuştur. ??? Şimdi laikliğe karşı çıkanlar, laikliği dinsizlik gibi göstermeye çalışanlar, toplumları din kurallarına göre yönetmek isteyenlerdir. Böyle düşünenlere kendilerinin din kurallarına göre yaşaması yetmemekte, başkalarının da din kurallarına göre yaşamasını gerekli kılan bir sistemi topluma egemen kılmak istemektedirler. Bu konuda da ‘çoğunluk bir dine bağlı olduğuna, böyle de yaşamak istediğine göre olması gereken budur’ diyerek bir dayanak bulduklarını sanmaktadırlar. Çoğunluğun böyle yaşamak isteyip istemediğini bir yana bıraksak bile, çoğunluk bir şeyi istiyor olsa bile bu istemin temel kurallara uygun olup olmamasına göre karar verilmelidir. Örneğin, bir toplumun çoğunluğu, toplumun tümü için doğru olmayan bir istemi öne sürerse onun kabul edilmesi yanlış olur. Toplum yönetiminin temel ilkeleri din kurallarına göre belirlenirse o toplum laik bir toplum olmaktan çıkar, teokratik dinin egemenliği altında bir toplum olur. ‘Evet, dinin egemen olduğu bir toplum yaşamı olsun’ diyenler de olabilir. Örneğin İran böyle bir ülkedir. Ama artık o topluma ‘köktendincilerin yönettiği bir toplum’ demek gerekir, ‘laik bir toplum’ denemez. Burada tartışılan ‘Nasıl bir laiklik olsun?’ konusu değildir. Tartışılmak istenen konu, ‘Laik bir toplum olsun mu, olmasın mı?’dır. Eğer din temelli bir toplum yönetimi olursa, o dine bağlı olanlar ve elbette bunu kanıtlayanlar ülkenin yönetimine de, hizmetlerine de, ekonomik olanaklara da, refah payına da ‘öncelikle’ sahip olacaklardır. Geriye kalanlar da bu ‘öncelik sahiplerinden geri kalanlarla yetinmek’ zorunda kalacaklardır. İşte yavrum, günümüzdeki laiklik tartışmalarının aslı budur. Şimdi düşün bakalım, laik bir toplumda mı yaşamalıyız, yoksa din temelli bir toplumda mı? Düşün, hem de bugünden düşün, çünkü birkaç yıl sonra sen de bu konuda bir karar vererek seçim sandığına gideceksin ve geleceğine karar vereceksin. Nasıl karar vereceğini şimdiden düşünsen iyi olur, çünkü yarın çok geç olabilir. email:erdalatak@superonline.com erdalatak@gmail.com www.erdalatabek.com ? Amerika’da Örgütlü Sendikalar Birliği’nin öncülüğünde 1 Mayıs 1886’da sokağa dökülen işçilerin üzerine ateş açıldı. Olaylardan sorumlu tutulan işçi önderleri idam edildiler. 1889’da Paris’te toplanan 2. Enternasyonal’de 1 Mayıs’ın uluslararası eylem günü olması çağrısı yapıldı. Amerika’da Örgütlü Sendikalar Birliği’nin öncülüğünde 1 Mayıs 1886’da sokağa dökülen işçilerin üzerine ateş açıldı. Olaylardan sorumlu tutulan işçi önderleri August Spies, A.R. Parsons, George Engel ve Adolph Fischer idam edildiler. 1889’da Paris’te toplanan 2. Enternasyonal’de 1 Mayıs’ın uluslararası eylem günü olması çağrısı yapıldı. 1 Mayıs 1890 günü dünyanın birçok ülkesinde işçiler sekiz saatlik çalışma taleplerini kitlesel biçimde dile getirdiler. çi Bayramı 1909’da Üsküp’te Türk ve Yunan işçileriyle kutlandı. İlk kitlesel 1 Mayıs, İngiliz işgali altındaki İstanbulda 1921’de düzenlendi. İşgal kuvvetlerinın yasaklarına karşın 1 Mayıs, Türkiye Sosyalist Fırkası öncülüğünde Şirketi Hayriye, Tramvay Kumpanyası, Haliç Tersanesi işçileri tarafından grev ve gösterilerle kutlandı. kiye’de 1935’ten itibaren Bahar ve Çiçek Bayramı adıyla genel tatil günü olarak kabul edildi. Her 1 Mayıs öncesi solcu olarak bilinenler gözaltına alındı, tutuklandı. Uzun yıllar sonunda DİSK, 1 Mayıs’ı 1976 yılında 100 kişilik katılımla Taksim Meydanı’nda kutladı. 500 bin kişinin katıldığı 1 Mayıs 1977 mitingi ise 12 Eylül askeri darbesine giden yolda tezgâhlanan provokasyona sahne olarak 34 kişinin ölümü, onlarca kişinin yaralanması ile sonuçlandı. 12 Eylül 1980’de 1 Mayıs resmi tatil günü olmaktan çı Bir yılda 858 işçi öldü ? ANKARA (AA) Türkiye’de geçen yıl meydana gelen iş kazaları sonucu 858 işçi öldü. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’ndan edinilen bilgiye göre, Türkiye’de 2005 yılında 4 bin 688 iş kazası meydana geldi. İş kazalarının 901’i İstanbul’da, 615’i Ankara’da yaşandı. İş kazalarından 4 bin 765’i erkek, 180’i de kadın olmak üzere 4 bin 945 işçi etkilendi. Kaza geçiren işçilerin 4 bin 895’inin 18 yaş ve üzeri, 18’inin 17 yaş altı, 32’sinin de 1718 yaş grubunda yer aldığı belirlendi. İşgale rağmen yürüdüler 1922’de de işgal kuvvetlerinin engelleme girişimlerine karşın işçiler Sultanahmet’ten Pangaltı’ya kadar bandolar eşliğinde yürüdüler. 1 Mayıs, Tür Türkiye’de kutlamalar Osmanlı dönemindeki ilk İş karılırken 1 Mayıs’ların kutlanması için işçi örgütleri, aydınlar, siyasi partiler mücadeleye giriştiler. 1988’den itibaren yeniden alanlarda kutlanma çabaları yine ölümlerle sonuçlandı. 1 Mayıs 1989’da 17 yaşındaki Mehmet Akif Dalcı polis kurşunuyla öldürüldü. 1990’da Taksim’e çıkmak isteyen bir gruba açılan ateş sonucu Gülay Beceren kurşunla yaralanarak felç oldu. 1996 yılında Kadıköy’deki 1 Mayıs mitingi henüz başlamadan erken saatlerde polisin açtığı ateşle üç işçi öldürüldü. 2000’li yıllarda kutlamalarda zaman zaman gerilimler yaşansa da 1 Mayıs’lar İşçi Bayramı olarak, küreselleşme ve Amerika’nın işgalci politikaları da gündeme alınarak kutlanıyor. 1 Mayıs 1977’de Taksim’de gerçekleştirilen katliamın sorumluları amaçlarına üç yıl sonra ulaştı Darbecilere kan gerekiyordu BERAT GÜNÇIKAN Belediyelere 10 bin kadro ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü yerel seçimlerden bu yana belediyelerdeki AKP kadrolaşmasıyla ilgili bir önerge verdi. Ülkü, yerel seçimlerden bu yana belediye başkanının bağlı olduğu partilere göre alınan personel ve görev yaptığı belediyelerde değiştirilen personelin sayısını sordu. Önergeyi yanıtlayan İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Mart 2004 seçimlerinden bu yana belediyelere kadrolu 7 bin 797 memur ve 2 bin 570 sözleşmeli personel alındığını bildirdi. ‘Yoksul bir aile 1 ay geçinir’ ? ANKARA (ANKA) CNN Türk’teki Ankara Kulisi programına katılan DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar başörtüsü konusunun tekrar gündeme getirilmesine sert tepki göstererek, AKP iktidarının geniş kitlelerle bağını koparmasından kaynaklı başörtüsü ve laiklik üzerinden tekrar siyaset yapmaya başladığını savundu. Ağar, Erdoğan’a ‘‘Sizin yakın çevrenizin taktığı başörtünün maddi değeriyle bir yoksul aile bir ay geçiniyor. Lüks cipler, lüks arabalar, lüks başörtüler, bir başörtünün parasıyla bir yoksul bir aile bir ay geçiniyor’’ dedi. Birbirlerine birkaç metre uzaktılar. Birbirlerini tanımıyorlardı. Biri 38 yaşındaydı, diğeri 21. Biri sendikacıydı, diğeri öğrenci lideri. Birinin ayaklarının dibine düştü kurşun, diğeri ateş açanları gördü. Birbirlerine değmeden taşıdılar ölü ve yaralıları hastaneye. Sonra yıllar girdi araya, bir de darbe. 29 yıl sonra ilk kez yüz yüze geldiler. Birlikte o gün yaşanan, 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamın sorumlularının ortaya çıkarılmasını istiyorlar. O gün, 1 Mayıs 1977. Sendikacı, Kemal Türkler’in yakın arkadaşı ve avukatı Rasim Öz; öğrenci lideri ise o yılların İstanbul DevGenç sorumlusu, bugünün 78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can. O gün herkes tedirgindi, öğrenciler de sendikacılar da. Çünkü günler öncesinden bir olay çıkabileceği haberi yayılmış, hatta olay çıkarıcılar da mimlenmişti. Öz, Saraçhane’de, sendikaların hemen arkasında yer alan olay çıkarması muhtemel görülen gruplardan sorumluydu. Can ise Yıldız’da toplanan 50 bin DevGenç’liyi bir an önce meydana çıkarma derdindeydi, güzergâh değiştirilip, yol kısaltılıp alana yerleşildi. Öz de grupla birlikte alana girdi ve kürsüde bulunan DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’e rapor verdi, alana girerken Sular İdaresi’nin üzerinde gördüğü uzun namlulu silahlı, resmi giysili polisleri de raporuna ekledi. Alanda 500 bin kişi vardı, DİSK 20 bin kişiyle güvenlik sağlamıştı, ama tedirginlik sürüyordu. Can’ın anımsadığı, herkesin bir an önce kutlamanın bitip olay çıkmadan dağılmayı istediği. Türkler konuşmaya başladı, ama son paragrafta konuşmasını kesip, kalabalığı ölen devrimciler için saygı duruşuna çağırdı. Rasim Öz, TarlabaşıElmadağ arasındaki bir noktadan gelen silah sesini duydu. Celalettin Can ise ateşin önce Sular İdaresi üzerinden ateş edildiğini gördü. Yanında duran, şimdi bir işadamı olduğu için ismini vermek istemediği arkadaşı, ‘‘Vuruldum Celalettin’’ dedi. Kurşun ayağına isabet etmişti, onu kenara çektiler ki, üç kurşun ayaklarının dibine düştü. Onlar da üç kişiydi, Can, Sinan Kukul ve İbrahim Erdoğan. Alan on yerden taranmaya başlandı, Sular İdaresi’nin üstü, Intercontinental Otel, Pamuk Eczanesi... Öz’e göre ateş rastgele, karışıklık yaratmak için açılmıştı, ama Can ve arkadaşlarının önüne düşen üç kurşun, üçünün de öğrenci lideri oldukları düşü Rasim Öz (üstte) ve Celalettin Can, şenlik havasında başlayıp katliamla sonuçlanan kanlı 1 Mayıs’ın canlı tanıkları. nüldüğünde hiç de tesadüf değildi! Öz, Kemal Türkler’i kürsünün altına indirerek korumaya çalışırken Can ve arkadaşları direniş gösterdiler. Çünkü panzerler kalabalığın içine girmişti, ses bombası atılıyor, ateş ediliyordu. Can daha sonra Sular İdaresi’nin arka sokağına gitti, yukarıda ateş edenler şimdi aşağıdaydı ve önlerinde 1. Şube Mü doğru ilerlediğini, bu arada kalabalığın üzerine ateş açtığını gördü. İçinde emekli askerler vardı. Aynı aracı Can da gördü. Çatışma sürerken gruplara ayrılmış, nokta atışları yapanların peşine düşmüşlerdi. Bir grup Intercontinental Otel’e girmeye çalıştı, ama içeride bir barikat kurulmuştu. Otele arka kapısından girmeye çalışırken bir aracın otoparktan çı 1 Mayıs 1977’de mitinge katılanların üzerine açılan ateş ve izdiham nedeniyle 34 kişi öldü. Birinin kimliği tespit edilemedi. 256 kişi savcılığa gönderildi, 98 kişi hakkında dava açıldı, 17’si tutuklandı. dürü Mete Altan vardı. Altan sokağa kıp Sıraselviler’e doğru gittiğini gördükimseyi sokmuyordu. 20 kişilik grubu ler. O araç caddeye çıkınca yönünü meykollayan ve gözler önünden uzaklaştıran dana çevirmiş, alandan geçerken kalabaise üsteğmen Abdullah Erim’di. O 20 lığın üzerine ateş açmıştı. Öz, Kemal kişi, iddianamede sorumlu tutulmaları Türkler’i alandan çıkardı. Katliamın sona rağmen asla mahkemeye çıkarılma rumluluğunun üzerlerine yıkılacağını bidı. liyorlardı, o gece kimse evine gitmedi. Rasim Öz, bir beyaz Renault’nun İs Tahmin ettikleri gibi de oldu, haklarıntiklal Caddesi’nden çıkıp Gümüşsuyu’na da yakalama emri çıkarıldı. Türkler ve diğerleri ertesi gün bir basın toplantısı düzenlediler, teslim oldular ve salıverildiler. Beş toplum suçları savcısı 29 günde iddianameyi hazırladı. İddianamede yazılanlar yaşananları anlatıyor ve şu tesbit yapılıyordu: ‘‘Bu büyük ve kanlı facianın tertipçisi, uygulayıcısı yurt ve insanlık düşmanı olan bu asli failler er geç tesbit edilecek ve tarihin ve şaşmaz adaletin önüne çıkarılıp hüküm giyeceklerdir’’. Ancak sorumlu tutulanların hiçbiri, dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın sekreteri Orhan Kilercioğlu, MİT sorumlusu Hamza Görgüç, Emniyet Müdürü Oktay Ergin, Intercontinental Oteli sorumlusu Mehmet Akzambak sorgulanmadı. Sonraları Talat Turhan da yazdı, olayın asıl sorumlusu Namık Kemal Ersun’du. Kara Kuvvetleri Komutanı’ydı ve bir darbe hazırlığı içindeydi. Celalettin Can’a göre darbe yapabilmek için şok bir ortama ihtiyaçları vardı ve 1 Mayıs bunun için biçilmiş kaftandı. Hedeflenen 300 kişinin ölümüydü, böyle bir şok karşısında yükselen toplumsal muhalefetin ve işçi hareketinin de önü kesilebilecekti. Olayın içinde ünlü MİT’çiler de vardı, Hiram Abbas, Nuri Gündeş, Mehmet Eymür... Bir yıl sonra Namık Kemal Ersun’un emekliye sevk edilmesi ise ordu içinde başka başka darbe beklentilerinin olduğunu gösteriyordu, ama bunun için üç yıl daha beklenecekti. Kaçan terörist teslim oldu ? SİLOPİ (AA) Şırnak Valiliği'nden yapılan açıklamada, terör örgütünden kaçan bir teröristin silahsız ve teçhizatsız olarak güvenlik güçlerine teslim olduğu belirtildi. Açıklamada, terör örgütü mensubunun örgüt içerisindeki baskı ve insanlık dışı uygulamalardan rahatsızlık duyduğunu belirterek teslim olduğu kaydedildi. Ülkemizdeki sol hareketin bir türlü neden toparlanamadığı, ciddi bir iktidar alternatifi olamadığını tartışıp duruyoruz. Son yıllarda bu konudaki umutsuzluk ve şikâyet daha da artmış bulunuyor. ‘‘Şu anda seçim olsa’’ sorusu bile hepimizi tedirgin ediyor. Kendisini solda tanımlayan partilerden yalnızca CHP’nin barajı ancak aşabilecek kadar oy alacağı bir tablo gerçekten can sıkıcı. Geriye kalan bütün oylar sağcı olarak tanımlanabilecek değişik partilere gidecek gibi gözüküyor. Kendisini sol olarak tanımlayan partilerin ve akımların başarısızlığının arkasında hangi temel etkenler rol oynuyor? Bazı görüşlere göre sol birleşmediği için toplumda bir umut yaratmıyor. Bazı görüşlere göre ise laik Cumhuriyeti yeterince savunmadığı için halkın güvenini kazanamıyor. ??? Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişe geçtiğini hemen herkes kabul ediyor. AKP’nin de son dönemde seçim havasına kapıldığı ve diğer partilerle mil AKP’yi Soldan Eleştirmek liyetçilik yarışına girdiği bir gerçek. PKK’nin son dönemde şiddetini arttıran bombalama ve öldürme eylemleri, milliyetçiliğin artışına yol açan nedenlerden birisi. Bir başka neden ise Avrupa Birliği üyelik süreci nedeniyle, içe kapanma eğiliminin güç kazanması şeklinde ifade edilebilir. AB’den gelen değişim talepleri, alışkanlıkları zorluyor, Kıbrıs’ta Türk tarafının Annan Planı’nı kabul etmesine rağmen Batı’nın Rum kesiminin isteklerini ve engellemelerini aşamaması da Batı’ya olan güvensizliği arttırırken milliyetçi tepkilere elverişli bir zemin hazırlıyor. ??? Yükselen milliyetçilik bütün toplumsal ve siyasi akımları kaçınılmaz olarak etkiliyor. Sol akımlar da bu rüzgârdan nasiplerini alıyorlar. Son yılların siyasetteki en önemli ağırlığının milliyetçilik olduğunu görüyoruz. Milliyetçilik, aynı zamanda otoriter bir ideoloji olduğu için, demokrasi, çokseslilik ve özgürlük gibi temel değerleri de tehlikeli buluyor. Milliyetçilik, İslamcılığın da gelişmesiyle at başı gidiyor. Geçmişte ‘‘milliyetçimukaddesatçılık’ olarak tanımlanan muhafazakâr akım zaman içinde ayrıştı, ülkücülük ve İslamcılık gibi iki ana akıma bölündü. Ancak bu iki akım da milliyetçiliği ve dinciliği içinde bir ölçüde barındırmaya devam etti. Ülkücüler dincilikten, İslamcılar milliyetçilikten her zaman malzeme almayı sürdürdüler. ??? Solculuk bu iki akımla hesaplaşarak özgürlük alanına yöneldi. 1960’ların, 1970’lerin değişim ve demokrasi ortamında en hızlı büyüyen ve halk arasında taraftar bulan akımlar sol akımlardı. Ülkücüler milliyetçiliğin militan kanadını oluştururken, MSP İslamcılığın, Süleyman Demirel’in AP’si de ılımlı milliyetçiliğin ve ılımlı İslamcılığın desteğini alıyordu. Son 2025 yıl içinde köprülerin altından çok sular aktı. Sovyetler Birliği dağıldı, sosyalist ülkeler kapitalizme yenik düştüler. İşte bu ortam içinde sol prestij yitirdi. Avrupa’da son yıllarda sol yeniden kendine gelip farklı çıkış yolları ararken Türkiye’deki solcuların önemli bir bölümü, yeni politikalar üretmek yerine milliyetçi rüzgârın cazibesine kapıldılar. Buradan bir toplumsal destek bulabileceklerini umut ettiler. Ancak tablo beklendiği gibi olmadı. Toplum, solun milliyetçiliğe ve otoriter baskıcı anlayışlara teslim olmasına rağbet etmedi. Çünkü o alanın sahipleri zaten vardı. MHP, DYP gibi partiler bu gelişmeden besleniyorlardı. Türkiye’de eksik olan; AKP’ye soldan, özgürlük, demokrasi ve eşitlik alanından yapılacak eleştiriler ve muhalefetti. Terörle Mücadele Yasası bütün top lumu baskı altına almayı amaçlayan hükümler içeriyor. CHP ise bu yasayı destekliyor, hatta daha da ileri giderek yetersiz buluyor. Ne anayasanın demokratikleştirilmesi, ne Türk Ceza Kanunu’nun tutucu hükümleri, ne YÖK’ün 12 Eylülcü despotik sistemi, CHP muhalefetinin sorunu değil. CHP yönetiminin sendikal haklar ve örgütlenme özgürlüğü gibi derdi de yok. Korkular dışında ürettiği bir siyaseti de yok. Hep CHP diyorum, ancak bu sorunun solda CHP’yle sınırlı olmadığını da biliyorum. CHP en çok oy alan parti olduğu için öncelikle onu değerlendirmeyi gerekli görüyorum. ??? Aylardır CHP’yi izliyorum; AKP’ye soldan, demokrasi, adalet, eşitlik cephesinden tek bir eleştiri yönelttiğini görmüyorum. Solun derdinin de bu olduğunu düşünüyorum. AKP’nin solunda gerçek bir sol akım, bugün olduğu noktadan çok daha ileri bir noktada olur inancı içindeyim. Belki de hayal görüyorum. Kim bilir? ‘Kürtlerle mücadele yasası' ? DİYARBAKIR (Cumhuriyet) Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) teşkilat yöneticileri, kongrelerden önce son siyasal gelişmeleri değerlendirmek üzere Diyarbakır'da toplandı. Açılış konuşması yapan DTP Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Terörle Mücadele Yasası'ndaki düzenlemelerin, otoriter ve baskıcı sisteme dönüşü ifade ettiğini savundu. Tuğluk, ‘‘Terörle Mücadele Yasası'yla getirilen çözüm, aslında, Kürtlerle mücadeleyi tanımlıyor” dedi. Yazıcıoğlu yeniden başkan ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Büyük Birlik Partisi 6. Olağan Büyük Kongresi dün yapıldı. 807 delegenin katıldığı seçimde, 798 oy alan Muhsin Yazıcıoğlu, yeniden genel başkanlığa seçildi. Yazıcıoğlu, ‘‘seçimlerde netice alamadıklarını “ söyleyenler olduğunu ifade ederek, ‘‘Ama bazen elinize iktidarı verirler. O iktidarı hak etmemişseniz, o zaman başarı zannettiğiniz, asıl başarısızlıktır” dedi. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle