22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 NİSAN 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ Ermeniler, Hitler’in Atatürk’ten sonraki yöneticileri aşağılayan sözlerini Amerika’daki Soykırım Müzesi’nin duvarına yazdırdılar 7 Bir milyon dolara satın alınan duvar rında satılan yayınlarında belirttiği gibi Hitler’e bağlanan cümle müze kuruluş iznine uymasa da ‘‘verilmiş söz nedeniyle’’ oraya konulmuştur. Bu neden, bağış sözüdür. Kısaca, sorun militan Ermeni görüşü yararına dolarla çözülmüştür. Öyleyse, Ermeniler ve yandaşları ‘‘Hitler’in sözü’’ dedikleri bu cümleye neden böyle sıkıca sığınıyorlar? Nedeni şu: Gerçek soykırım olan Yahudi ‘Holokost’uyla bir bağlantı kurarak Türkleri suçlamayı kolaylaştırmak ve yeryüzündeki Yahudi baskı grupları içinde kendi görüşlerine çekebildiklerinin gücünden yararlanmak için. Yahudi toplumunun önemli bir yüzdesi Ermeni görüşlerini paylaşmıyor ve bu sözde pamuk ipliğiyle hiçbir eylemin içine girmiyorlarsa da, o topluluktan çok az sayıda kişinin böyle bir oyunun zaman zaman parçası olduğu da gözlemleniyor. Örneğin, içlerinden biri İsrail’de, büyük olasılıkla Ermeni parasal desteğiyle, yayımladığı iki ciltlik sözde soykırım ansiklopedisinde tarihte Hitler ve Himmler gibi soykırım yapmış birkaç kişinin adını sayarak onların içine Atatürk’ü de katma dengesizliğini sergilemiştir. Soykırım az bulunan ve kendine özgü nitelikleri 1948 Soykırım Antlaşması’nda sayılan son derece ciddi bir uluslararası suçtur. Buna Avrupa’dan Yeni Dünya’ya gelen beyaz Avrupalıların, oranın yerli halkları olan ve yanlışlıkla ‘‘Kızılderililer’’ ya da ‘‘Amerikan Hintlileri’’ denilenlere karşı güttükleri yok etme ve sürme siyaseti herhalde dahil edilebilir. Ancak, söz konusu ansiklopedi buna değil, Atatürk’e yer vermekte ve onun yaşamına ilişkin sıraladığı yanlış bilgilerle bu seçkin kişiyi tanınmaz duruma sokmaktadır. GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Sinop Hapishanesi Yeniden Simgeleşiyor SİNOP Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yerel medya eğitim seminerlerinin 37’ncisi Sinop’ta gerçekleştiriliyor. Sinop Gazeteciler Cemiyeti’nin ev sahipliğinde Sinop, Çankırı, Çorum, Giresun, Kastamonu, Ordu, Samsun ve Tokat’ta görev yapan meslektaşlarımla birlikte meslek sorunlarımızı irdeliyoruz. Seminerlerin yapılacağı yerleşim birimlerinin seçimi ve hazırlıkları uzunca bir süre alıyor. Bugünlerdeki duruma bakınca Sinop’un seçilmesinin ‘‘eğrisi doğrusuna geldi’’ tanımı ile örtüştüğü görülüyor. Sinop, pek çok özelliği nedeniyle ülkemizin önde gelen illerinden biri. Ama biz gazeteciler için bu dönemde anılması gereken ilginç yönlerinden önde geleni, ünlü Sinop Hapishanesi. Nedenini şöyle açıklamak olası: Basın Yasası, Türkiye’de gazetecilere, yazarlara ve çizerlere hapis cezası yerine para cezası verilmesi ilkesini yaşama geçirmişti. Bununla da yetinilmeyerek para cezalarının ödenmemesi durumunda hapis cezasına dönüştürülememesi kuralını da getirmişti. Yeni Türk Ceza Yasası, bütün uyarılara karşın bu ilkeleri kaldıran bir içerikle çıkarıldı. Radyo ve televizyonlar için yayın kurallarına aykırılıkların idari cezalarla karşılanması kuralı da bir yana bırakılarak radyo ve televizyon gazetecileri de hapis öngören maddeler kapsamına alındılar. Aynı yaklaşım bugünlerde gündeme gelen Terörle Mücadele Yasası’na da yansımış durumda. Yürürlükteki yasada gazeteciler için öngörülen para cezalarından vazgeçilerek hapis cezası verilmesi öngörülüyor. Tam, 12 Eylül hukukunun yürürlükten kaldırılmış olduğunu söylerken, yeniden geriye dönülüyor olması, önemli bir çelişki olarak ifade özgürlüğünün geleceğini tehlikeye sokuyor. ‘‘Hapiste Türk gazetecisi olmayacak’’ iddiası ile başlayan süreçte geldiğimiz nokta, gazetecileri düşündürüyor. İşte ünlü Sinop Hapishanesi de bu nedenle gazeteciler için yeniden simgeleşiyor. Fırsatını bularak gezmek, hem içinde yıllarını geçirmiş meslektaşlarımızı anmak, hem de biraz antrenman yapmak için zorunlu bir göreve dönüşüyor. ??? Kafayı bir kere Doğu ve Güneydoğu’nun geri kalmışlığına, ekonomik eksikliklerine takmış ve orada kalmış gibiyiz. Terör sorununu ‘‘Kürt sorunu’’ olarak nitelendiren büyüklerimizin peşine takılınınca sanki Türkiye’nin geri kalmış, ekonomisi neredeyse çökmüş başka yerleri yokmuş gibi bir sonuç çıkıyor. Meslektaşlarımız, illerini daha yakından tanımamızı sağlamak için sahil yolu yerine uzunca lam elif çizerek Durağan ve Boyabat ilçelerini görerek Sinop’a gelmemizi sağladılar. İyi de yaptılar. Bu sayede andığım ilçelerin belediye başkanları ile bir araya gelip bilgilenmemize olanak yarattılar. Ayrıntıları öğrenmemize meslektaşlarımızın katkıları da eklenince ortaya ilginç bir tablo çıktı. Örneğin ilçedeki duraktan kaynaklanarak adı Durağan’a dönüşen ilçemiz, ciddi sorunlarla karşı karşıya. Yaklaşık 7 bin kişinin yaşadığı ilçe merkezinde 55 dolayında kahvehanenin bulunuşu, üretim, ekonomi ve işsizlik konularını başka bilgilere ihtiyaç duyurmaksızın özetleyiveriyor. Türkiye’nin nasıl hızla kalkınmakta ve büyümekte olduğuna ilişkin siyasetçi monologlarının yanlışlığını daha iyi anlıyorsunuz. Sizler bu yazıyı okurken biz Sinop’ta olacağız. Programı erken toparlayabilirsek nükleer santral yapımına karşı çıkan sivil toplum örgütlerinin protesto eylemini izleyeceğiz. AMAÇ BAĞLANTI KURMAK... itler’in iki konuşmasında da konu ne Ermenilerdir, ne de Yahudiler. Sözünü ettiği Polonyalılardır. Bu nedenle, Dünya Kiliseler Konseyi’nin bir yayınındaki şu yargı da temel bir yanlışa oturuyor: ‘‘Hitler (Yahudilere karşı) pogromlara (katliama) başladığında, yeryüzü uluslarının bu eylemlerine katlanmayacağı ve acımasızlığını bağışlamak ya da görmezlikten gelmek yoluna sapmayacağı konusunda uyarılmıştı. Bu uyarıya yanıtı şu oldu: ‘‘Ermenileri şimdi kim anımsıyor ki!’’ Kilisenin kurduğu bu bağlantı bütünüyle yakıştırmadır. Nazi rejimi 1938’de Yahudilere karşı bir katliama başlamamıştı. Ermenilerle bağlantılı olarak ileri sürülen cümlenin kendi bile, kotarıldığı biçimde, Polonyalıların öldürülmeleriyle ilgili görülüyor. Nereden bakılsa yanlış olan bu yaklaşım kişileri aldatır, yanıltır ama, tarih yazımına olumlu katkısı yoktur. Yalnızca kafaları karıştırır, gerçeklerin önüne gereksiz sis perdeleri koyar. Bu örnekler sayılamayacak denli çoktur. Hitler, Ermenilere herhangi bir konuşması sırasında bir kez, o da 12 Aralık 1942’de bir gönderme yapmış ve onların ‘‘güvenilmez’’ ve ‘‘tehlikeli’’ olduklarını söylemiştir. Bu sözler de peşinhükümlü genellemelerdir ve Ermenileri ger H Bill Clinton döneminde açılan Washington’daki ‘Soykırım Müzesi’, Beyaz Saray’a bağlı. çekte küçük düşürmez. 22 Ağustos’ta Türklerin de sözünü etmiş, onların Atatürk’ün yitirilmesinden sonra ‘‘geri zekâlılar ve yarı aptallarca’’ yönetileceklerini söylemiştir. Sonraki olaylar bu tanımın Hitler’in kendine ve çevresine uyduğunu yeterince kanıtlamıştır. Hitler’e bağlanan bu cümle Washington’daki ‘‘Soykırım Müzesi’’nin altı metre boyutundaki duvarına da yazılmıştır. Clinton’un açtığı bu müze, benzerlerinden ayrı olarak, doğrudan Beyaz Saray’a bağlıdır. Sorumlu aydınlarımızdan Me ‘SİYASALLAŞTIRILDI’ lih Berk, bu müzeye başvurarak yazının kaldırılmasını istemiş, ‘‘Söylevin doğruluğu araştırılmaktadır’’ diye bir yanıt da almıştır. Cümle olsa olsa AP ajansının Berlin’deki temsilcisi Louis Lochner’in yorumuna bağlanabilir, o kadar. Ama o yoruma altı metrelik bir duvar gerekir mi? Bu cümlenin koskoca duvara kazınmasının ayrıntılı hikâyesi konunun ne denli siyasallaştırıldığı ve parasallaştığının da somut kanıtıdır. O denli ki eski ABD başkanlarından J. Carter’ın BM temsilcilerinden Ermeni kökenli Set Mumcuyan, söz konusu müzeye bir milyon dolar yardım sözü vermiş ve müzenin kendi dükkânla Ermenilerde antisemitizm kinci Dünya Savaşı yıllarında kimi Ermeniler antisemitik tavırlar da sergilemiştir. Daşnakların Nazi rejimiyle işbirliklerine ilişkin New York’taki Ermeni Haber Servisi’nin bir kitap yayını da vardır. Ermenice günlük Hairenik gazetesinin 19, 20 ve 21 Ağustos 1938 tarihli sayılarındaki şu sözlere bakalım: ‘‘En aşırı milliyetçi ve ırktapıcıları olan Yahudiler kendi ırklarını korumak için bir uluslararası ve dünya yurttaşlığı iklimi yaratmak zorundadırlar. Britanyalıların toprak işgal etmek için zırhlı kullanması gibi, Yahudiler de uluslararası kavram ve komünizmden silah olarak yararlanıyorlar. Bu zehirli öğelerden kurtulmak süreğen hastalık gibi derin kök saldıklarında kimi zaman güç olmaktadır. Bıçağı vurunca, kan akması doğaldır... Bu durumlarda, diktatörlüğün kurtarıcı rolü vardır.’’ Yukarıdaki bu sözler kötü niyet, nefret ve acımasızlık yönlerinden şaşırtıcıdır. Kan akmasının ‘‘doğal’’ ve yabanıllığa sapanların ‘‘kurtarıcı’’ olduğu bu anlayış sözde de kalmamıştır. Ermeniler Yahudilere Bükreş’te Mayıs 1935’te ve Selanik’te de Ağustos 1935’te saldırdılar. Savaş gelip çattığında da, Hitler Almanyası’nın kanatları altına Ermeni gönüllü birlikleri girerek Yahudilerin ve ‘‘istenmeyen’’ başkalarının tutulup Nazi kamplarına yollanmalarına aracı oldular. Aynı çevreler faşist ve Yahudi karşıtı Almanca basılan dergilerinde ‘‘aşağı’’ ırkların ortadan kaldırılmalarını destekleyen Nazi düşüncelerine yer verdiler. Yahudilerin o yıllarda çok sayıda ölümcül düşmanları ön sıraları işgal ettiğinden, Nazilerin bu ‘‘küçük ortakları’’ dikkatlerini gereği gibi çekmemiş olabilir. Ancak, Ermeni görüşlerini desteklemekle ün yapmış olan C. J. Walker’ın bile kabul ettiği gibi, Ermeniler 30 Aralık 1941’de Nazi işgali altındaki topraklarda kendi subayları Dro’nun komutası altında, ama son çözümlemede Alman Wehrmacht’ına bağlı olan ve asker sayıları 20 bine kadar çıkan taburlar oluşturdular, Kırım’da ve Kuzey Kafkasya’da görev yaptılar. Bir yıl sonra, 15 Aralık 1942’de de Ermeni Ulusal Konseyi, Nazi işgali altındaki topraklardan sorumlu ünlü faşist Bakan Alfred Rosenberg’in yetkilerini tanıdı. Konseyin başkanı Prof. Ardaşes Abeghian’dı. Bu grup 1944 yılı sonuna değin Armenien başlıklı ve aynı güçlerin koruyucu kanatları altında haftalık bir dergi çıkardı. Gene bu grup Berlin Radyosu’ndan yıllarca yayın yaptı. Yahudi dünyasının Ermenilerle ilgili bu gerçekleri gereği gibi bildiklerini sanmıyorum. Türkler ve Yahudiler rmeni yaymacası Türklerin, Yahudiler dahil, tüm azınlıklara sürekli olarak çok kötü davrandıkları yalanına da yer vermektedir ki, yanlış ve haksız olan bu sav, tarih gerçekleriyle taban tabana zıttır. Türkler Yahudi geçmişinin en azılı dönemlerinde onlara yardım elini sonuna dek uzatan ulustur. Devletin kapılarını onlara 1492 İspanyol Engizisyonu sırasında açmakla, yalnız Avrupa Yahudilerini yok olmaktan kurtarmakla kalmamış, onlara kimliklerini koruyacakları ve gelişecekleri her türlü ortamı da sunmuşlardır. Bunun 500. yıldönümünü dünya Yahudiliği ve UNESCO ile birlikte kutlama şerefine eriştik. Avrupa faşizminden kaçanlar Yahudilerin de, liberal ve demokrat düşünceli aydınların da sığındıkları ve konukseverlikle karşılaştıkları ender ülkelerden biri de Cumhuriyet Türkiyesi’ydi. İ E kapılarını genelde kapamaktadırlar. Önde gelenleriyle New York’ta birkaç kez konuştum, çoğunluğun tavrını karar verici durumda olanlar kanalıyla iyi bildiğim kanısındayım. Bu bağlamda Yahudilerin etkin din ve baskı grupları olarak Ermeniler konusunda ne derece bilgili oldukları da sorgulanabilir. Ermeniler soykırım konusunda haklı olarak duyarlılık gösteren Yahudileri bir Hitler göndermesiyle kendi amaçları uğruna kullanma peşindeler. Önce, Yahudiliğe ilişkin Avrupa tavrıyla ErmeniTürk ilişkileri arasında en ufak bir benzeşme yoktur. BİLİNMEYEN GERÇEKLER... EŞİN HÜKÜMLER... Akdeniz ve çevresinde tektanrılı dinin ilk kez tutmasını sağlayan Yahudilere karşı bir peşin hüküm yerleşmiş ve yüzyıllar boyunca gelişmiştir. O denli ki, Yahudiler ilk karşı koymayı, ilkçağ Yunan ve Roma söylencebiliminin dayandığı çoktanrılı anlayıştan gördüler. İYASALLAŞTIRILDI’ Hıristiyanlığın çıkışıyla peşin hükümOsmanlı yönetimi Müslüman olmalere bu kez yenileri eklendi. Geri düyan ama İslamın kabul ettiği Yahudişünceli Avrupa veba salgınından kaçılik ile Hıristiyan mezheplerine karşı anrılan çocuklara değin, çeşitli karayıkım layışlıydı. Bu din ve mezhep gruplave suçlardan ötürü Yahudileri suçladırı kendi önderleri çevresinde dilediklar. Sermayeci düzenin en kötü uyguleri gibi örgütlenmişler, dinsel inançlamalarıyla ona tepki olarak sanki bir larıyla günlük yaşamlarında özgür ol‘‘öcü’’ gibi doğan sosyalizmden de gene Yahudileri sorumlu tuttular. Avrupa muşlardı. Hiç değilse, başka yerler ‘‘Yahudi düşmanlığı’’nın yatağıydı. Bu ‘‘Yahudi milleti’’ için cehennem gibiygelişim çizgisi Osmanlı ve Türk geçse, Türklerle yaşam, cennet gibiydi. İstanbul, Selanik, Edirne, Bursa, AmasMusevi kökenli ünlü sanatçı Peter Ustinov anı ki mişine hiçbir yönüyle benzemez. En sonunda, Nazi Almanyası’nda ya, Tokat ve benzeri yerlerde, ama ken tabında şöyle diyor: O zamanlar Osmanlı toprakladi başhahamlarının yönetiminde, ge rında örneği bulunmayan dinsel bir hoşgörü vardı. yer alan Yahudi soykırımı bir rastlantı değil, bu anakaranın kendi içinden nelde refah içinde ve mutluydular. Bu durumu Türkiye Yahudilerinin kendileri de tüklerinde aile bir ara Osmanlı yönetiminde doğan ve önüne zor geçilir gelişmeydi. Böyki Filistin’de yaşamış. Bu hoşgörüyü ve rahatı le bir oluşum Osmanlı ve Türk toplumunda olgereği gibi saptamıştır. Çağımızın Yahudi kökenli ünlü sanatçısı ve aile içinde sürekli olarak söylerlerdi.’’ mazdı ve olamazdı da. Oysa, Avrupa’da İspanYahudileri Hitler kıyımından olabildiğince ya’da olmuştu ve her an Fransa, Rusya, Polonyazarı Peter Ustinov, bu gerçeği anı kitabında şu sözlerle özetliyor: ‘‘O zamanlar, Osmanlı kurtaran Türklerin adları da bugün İsrail’de mer ya ve Almanya gibi ülkelerde gerçekleşebilirtopraklarında örneği bulunmayan dinsel bir hoş merlere kazınan şeref listesinde... di. Almanya’da büyümesinin Türklerle hiçbir Gene de, bu ortak geçmişi gereği gibi de bağlantısı yoktur. Antisemitizm orada siyagörü vardı.’’ Ustinov’u Avrupa Parlamentosu’nun bir toplantısında gördüğümde bu bil ğerlendiremeyip Hitler göndermesinin seline sal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yönlergisinin kaynağını sordum. Yanıtı şuydu: ‘‘Ben kapılan Yahudi kökenli işbirlikçiler az sayıda den en uygun ortamı buldu. Suçun Türklerin tarihçi değilim. Bu gerçeği aile geleneğinden bi dır ve sorumlu kuruluşların yöneticileri eylem omuzlarına atılmak istenmesi, kökü yüzyıllar liyorum. Atalarım Çarlık Rusyası’nı bırakıp göç leri sıkılmaz ölçülere varan kimi Ermenilere geriye giden tarih gerçeklerini değiştirmez. P oerinc?cumhuriyet.com.tr Kaplan yeniden mahkemede ? İstanbul Haber Servisi ‘Anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan İslami Cemiyet ve Cemaatleri Birliği (ICCB) yöneticisi Metin Kaplan’ın Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden yargılanmasına başlandı. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada Kaplan’ın tahliye istemi reddedildi. Bazı izleyiciler, cüppeleri, sarık ve takkelerini çıkardıktan sonra duruşma salonuna alındı. ‘S Kaftancıoğlu öykü ödülü ? Haber Merkezi Yalın Ses edebiyat dergisi ve yazar Öztürk Tatar’ın girişimiyle bu yıl ikincisi düzenlenen ‘‘2006 Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması’’ sonuçlandı. 200 öykünün katıldığı yarışmada, Adnan Özyalçıner, Osman Şahin, Mehmet Güler, Öner Yağcı ve H. Hüseyin Yalvaç’tan oluşan seçici kurul ‘‘Öle...’’ adlı öyküsüyle Mehmet Fırat Pürselim’i birinciliğe, İnci Gürbüzatik’i ikinciliğe, Aysel Ekiz’i ise üçüncülüğe değer gördü. Dereceye giren öyküler ‘‘Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülleri2006’’ adıyla Yalın Ses Yayınları’nca kitaplaştırıldı. Söylenecek çok şey var ukarıdaki örnekler Ermeni belge sahtekârlıklarının kanımca en önemli olanlarıdır. Tarih anlatımına tek yanlı olarak ve hem büyük paralar hem toprak istekleriyle yaklaşan kimi Ermeni çevreleri, düşündüklerini gerçekleştirmek için, çok sayıda ya da geniş ölçüde abartma, uydurma ve belge hilebazlıklarına başvurmayı bugün de sürdürüyorlar. Bu kandırma örneklerinin içinde eski yağlıbo Halı yıkama kavgası ? İSTANBUL (AA) Kadıköy’de, balkonda yıkanan halı nedeniyle çıkan tartışmada, 1 kadın bıçakla öldürüldü, 2 kadın yaralandı. Uslu Caddesi Ceylan Sokak 30 numaradaki dairelerinin balkonunda halı yıkayan Gül Yiğit ve kayınvalidesi Emine Yiğit ile komşuları Adil B. arasında bu yüzden tartışma çıktı. Tartışmanın büyümesi üzerine Emine Yiğit’i bıçaklayan Adil B, kendisine engel olmak isteyen Gül Yiğit ile Pınar Kardeş’i de bıçakla yaraladı. Özel Anadolu Çınar Hastanesi’ne kaldırılan yaralılardan Gül Yiğit, kurtarılamadı. Diğer 2 kadın ise hastanede tedavi altına alındı. Olaydan sonra mahalle sakinleri tarafından linç edilmek istendi. Y B İ T T İ ya tabloyu fotoğraf diye yutturmak, Mustafa Kemal’in fotoğrafını fotokurguyla utanmazcasına değiştirmek, onun en azından Türkler gözünde yetkili kişi olduğunu da dikkate alarak sanki soykırım ‘‘itirafıymış’’ gibi iki ayrı uydurma açıklamayı her fırsatta başköşelere taşımak, eski Osmanlı Dahiliye Nazırı ve sonra sadrazamlardan Talât Paşa ile çevresine bağlamak istedikleri, ama çeşitli yönlerden sahte izlenimini rahatlıkla uyandıran söz de belgeler düzenlemek ve saygınlığı olmayan Hitler’in açıklaması diye gösterilen bir cümleye sığınmak ve bu yoldan Türkleri hem Ermenilerle olan ilişkileri nedeniyle hem de Yahudi soykırımından ötürü suçlamak vardır. Bu yazı dizisinde bunları, değerlendirmemin kimi kanıtlarını da ekleyerek, özetledim. Görüşleri vuruşkan Ermenilere ve yandaşlarına yakın olan bir grup Türk’ün bu sahtecilik örnekleri üstünde gereği gibi durduklarına tanık olmadım. Daha ötesi abartmaları ve hileleri açığa vuran kişi olarak, Türkiye’deki kimi toplantılara, değil konuşmacı, dinleyici olarak bile çağrılmadığımı, daha da öte, dinleyici sırasından katılmamı önerdiğimde geri çevrildiğimi biliyorum. Bu kanıt ve tavırlardan pek çok sonuç çıkarmak gerekir. Ayrıca, Ermeni belge hilebazlıklarının tümü de bunlar değildir. Daha söylenecek çok şey var. Şimdilik, burada keselim. CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle