13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 MART 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Sessiz Devrimin Ayak Sesleri Sabih KANADOĞLU Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı PENCERE Derviş Neden Konuştu?.. Televizyon ekranında Devlet Bakanı Ali Babacan’ı gördüm, bayağı sinirliydi, alı al moru mor... Neden?.. Çünkü Kemal Derviş Türkiye’ye gelip konuşmuş.. Derviş konuştu mu, önemlidir.. Babacan dedi ki: ‘‘ Derviş’in yaptığı lüzumsuzluk!..’’ Ekledi: ‘‘ Kimse kafaları karıştırmasın!.. Kimse çelme takabilir miyiz diye umutlanmasın!..’’ Oysa AKP’nin, yani Babacan’ın bugün uyguladığı ekonomi programının patronu Derviş, daha başka deyişle IMF ve de Amerika değil mi!.. Ama Babacan diyor ki: ‘‘ Bu politikaların siyasi sahibi biziz. Kim elini taşın altına koyuyorsa sorumluluk ondadır...’’ ? Tartışma ne?.. YTL (Yeni Türk Lirası) ile Amerikan Doları’nın karşılıklı değerlerini saptamak üzerine piyasada kıyasıya bir çekişme var... Peki, şu YTL’nin anlamı ne?.. 1960’ların başında Fransa’ya gittiğimde görmüştüm ki geçerli para ‘Yeni Frank’... Sordum: Neden yeni?.. Dediler ki: İkinci Dünya Savaşı’nda çoğu Avrupa ülkesi gibi Fransa’nın parası da pul olunca, Frank’ın başına bir ‘yeni’ sözcüğü takıp sonundaki sıfırları attılar... Biz savaşa girmeden paramızı pul edince, savaştan çıkmış gibi bu işi yaptık... 1950’lerde bir Amerikan Doları 280 kuruştu; bugün 1 milyon 300 bin liranın üstüne çıktı... Anlamı ne bunun?.. ? Derviş ‘‘YTL aşırı değerli’’ demiş!.. 280 kuruştan 1 milyon 300 bin liraya, ‘istikrarlı’ biçimde yükselen Amerikan Doları karşısında lira bugün de değerli görülüyorsa bunun ardında bir hikmet var demektir... Ancak yazımızın konusu bu değil... Kemal Derviş konuştu diye AKP Hükümeti’nin bakanları neden hop oturup hop kalkıyorlar?.. Çünkü vaktiyle Derviş konuşunca Ecevit Hükümeti teker meker devrilmişti... Ve kendileri iktidara gelmişlerdi... ? Anımsamakta yarar var... Bush yönetimi Irak’ı işgal edecekti, Üçlü Koalisyon Başbakanı Ecevit, Anadolu’dan geçit vermiyordu, tam bu süreçte ekonomiden sorumlu Derviş konuştu, işareti verdi; aşağı yukarı dedi ki: Bu iktidarın işi bitti, yeni iktidar, yeni seçim gerek... Lahzada Üçlü Koalisyon Hükümeti’nin köküne kibrit suyu ekildi... Peki, Derviş’in gücü nereden geliyordu?.. Sen söyleyene değil, söyletene bak!.. AKP iktidarı ‘‘ABD’ye Irak’ta destek versin’’ diye kuruldu, ama, yeterli hizmeti veremedi; radikal İslam ile sol arasında sıkıştı... Peki şimdi Erdoğan Hükümeti’nin de mi suyu ısındı?.. Herkes birbirine soruyor: Derviş neden Amerika’dan geldi de konuştu?.. Yazgısını dışarıya bağlamış ülkelerde bu gibi sorular doğaldır; Amerika’nın kurdurduğu partinin iktidarı da elbette Amerika’ya bağlıdır... Bush parmağını şaklatsa AKP iktidarının sonu gelir... Temel kural: Parasını Amerikan Doları karşısında pul yapan, yurttaşını da Amerika karşısında kul yapar. ‘Her Zaferin Mayası Sendedir.’ (Atatürk) ‘‘Gelin yargı önünde hesap verin’’ denildi. ‘‘Biz yargıya güvenmiyoruz’’ yanıtını verdiler! ‘‘İktidara gelir gelmez dokunulmazlıkları kaldıracağız’’ dediler... Haydi söylediğinizi yapın denilince pıstılar... Bir orgeneral, yalan yanlış suçlamalarla yargı önüne getirilmek istendiğinde ‘‘Yapacak bir şey yok, biz hukuka, yargıya saygılıyız’’ diyorlar!.. Çok sevinçliler şimdi!.. Genelkurmay Başkanlığı’na ağustos ayında getirilmesi beklenen Orgeneral Büyükanıt’ın yolu kesildiği için ya da öyle sandıkları için!.. Hep askerler mi darbe yapacak? İşte sivil darbe! Üç yıldır sivil darbeler birbirini izledi. Kime karşı? Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı. Amaçlarını yıllardır yineleyip durdular: Laiklik kalkacak, millet istemiyor, şeriat geri gelecek, Atatürk devriminin izleri silinecek, Türkiye ABD’nin, AB’nin isteklerine uygun bir ılımlı İslam ülkesi olacak! İktidarı elden bırakmamak için her onursuzluğa, her eğilmeye ses çıkarılmayacak. Van’da bir başsavcı var, üniversite rektörüne dava açtı. Adamı tutuklattı, aylarca hapishanede, hastanede yatırdı. Neredeyse ölecek duruma gelinceye kadar yapılmadık işkence kalmadı. Şimdi de bazı AKP’li işadamlarının iftiralarını ciddiye alarak Atatürk ordusunun en güçlü bir generalini, kendini Atatürk Cumhuriyeti’ni korumaya, kollamaya, savunmaya vakfetmiş bir komutanının yolunu kesmek hevesindeler! Yüzde yirmi beş oyla ülkenin alikıran başkeseni olmak, Kasımpaşa’nın eski kabadayılarına benzer bir meydan okuyuşla tuttukları yanlış yolda direnmek, koskoca bir ulusu da birlikte sürüklemeye kalkışmak olacak iş midir? Gelinir, bir çıkmaza saplanılır. Son günlerde yaşadığımız Büyükanıt olayı bu iflasın başlangıç noktasıdır.. Atatürk ‘‘Sizin gibi erlere, subaylara, komutanlara sahip olan bir millete ne mutlu’’ demişti... ‘‘Her zaferin mayası sendedir’’ demişti... Boş övünmeler miydi bunlar? Bu son olayda yabancı parmağı da yok mu? ABD’ler, AB’ler neden yıllardır ‘‘Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etkisini azaltın’’ diye söyleyip dururlar? Niye AKP iktidarı da her fırsatta askerin önemli görevlerinden uzaklaştırılmasını sağladı! Milli Güvenlik Kurulu’nun genel sekreteri bile sivilleştirilmedi mi? Ulusal konuların yargılandığı mahkemelerden de askeri yargıçlar uzaklaştırılmadı mı?.. Şimdi Orgeneral Büyükanıt’la birlikte birçok general duruşmaya çağrılıyor! Eşi benzeri az bulunan bir Van savcısı, şu anda sınırlarda görev yapan komutanları bile suçlamakta!.. Türk ulusu kendisine ne zaman ‘‘En güvendiğiniz kuruluş nedir’’ diye sorulsa hep ‘‘Silahlı Kuvvetler’’ yanıtını vermiştir. Hiçbir zaman şu parti, bu lider, dememiştir. Şimdi bütün umut halkımızın bilinçli tutumunda, ulusal birlikteliğinde, her türlü gericiliğe karşı davranışında... 1 Mart 2006, Saat 16.26 Bu tarih ‘‘Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İhtiyari Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin’’ 5468 sayılı yasanın TBMM’de kabul edildiği tarihtir. AB sürecinde gerçekleştirdiklerini ileri sürdükleri reformlarla, ‘‘Türkiye, sessiz demokratik devrimin sonuna ulaştı’’ diyenlerin, geçici de olsa amaçlarına ulaştıkları tarihtir. Devrim yasalarının kabul edildiği 3 Mart 1924’ün 82’nci yıldönümüne iki gün kala, rövanşı aldıklarını düşünen sessiz değil karşıdevrimcilerin, ileride bayram günü olarak saptayacaklarını sandıkları tarihtir. Bu tarih ve yasanın 1 ret oyuna karşılık 220 oyla kabul edildiği ve tüm muhalefet partilerinin de aymazlıkla, iktidar partisiyle aynı doğrultuda oy kullandıkları unutulmamalıdır. Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, 16 Aralık 1966 tarihinde imzaya açılmış ve 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından bu sözleşmenin onaylanması, 4 Haziran 2003 gün ve 4868 sayılı yasa ile uygun bulunmuştur. 4868 sayılı yasa, üç beyan ve bir çekince içermektedir. Bu sözleşmenin 27’nci maddesinde azınlık tanımının ‘‘dil, din ve etnisiteye’’ dayandırılması ve İnsan Hakları Komitesi kararlarıyla da Avrupa’da benimsenen sistemin aksine, azınlık sayılabilmek için devletin azınlık olarak nitelemesi yerine, kişinin kendisini azınlık olarak görmesinin yeterli olması karşısında, çekincenin yerindeliğinde kuşku yoktur. Ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin ek ikinci protokolün onaylanması da 28 Ekim 2005 gün ve 5415 sayılı yasa ile uygun bulunmuştur. ??? Yukarıda sözünü ettiğimiz, masum görünüşlü, 5468 sayılı yasa ile, sözleşmede öngörülen İnsan Hakları Komitesi’nin yetkisinin kabulü ve bireysel başvuru hakkının sağlanmasını konu alan ‘‘ek ihtiyari protokolün onaylanması’’ uygun bulunmaktadır. Yasa üç maddeden oluşmaktadır. Birinci maddede sözleşmeye ek ihtiyari protokolün beyanlar ve çekincelerle birlikte onaylanması uygun bulunmakta, ikinci maddede yürürlük tarihi, üçüncü maddede ise yürütme makamı gösteril mektedir. Türkiye Cumhuriyeti ek ihtiyari protokolle iki beyan ve üç çekince koymuştur. Birinci beyan, sözleşmeye konulan üç beyan ve bir çekincenin, ihtiyari protokol için de geçerli olduğuna; ikinci beyan ise bireysel başvurunun Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı yetkisine bağlı bireyler tarafından yapılabileceğine ilişkindir. Çekinceler ise (a) bendinde Türkçe metnin yanında yer alan İngilizce metinde de görüldüğü üzere, bir kişinin uluslararası çözüm ve soruşturma yöntemine götürdüğü konuyu, İnsan Hakları Komitesi’ne taşımasını engellemektedir. Aynı kişinin birden fazla uluslararası yol ve yere başvurması düşünelemez. Açıktır ki kısıtlama ‘‘konuya değil’’ kişiye yöneliktir. (b) bendi ile KKTC gibi ulusal sınırlar dışındaki yerlerde sorunların İnsan Hakları Komitesi’ne taşınması önlenmektedir. (c) bendinde ise sözleşmenin 26’ncı maddesinin, sadece bu maddede düzenlenen konuları kapsadığı, maddeye yapılan atıfları ise kapsamadığı çekincesi yer almaktadırk. Beyan ve çekinceler yeterli değildir. Kabul edilen yasa, bu durumuyla yürürlüğe girerse Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok kısa bir süre içerisinde kuruluşunun ve demokrasisinin temelini oluşturan laiklik ilkesinin tehlikeye düşürüldüğünü görecektir. Şöyle ki: Türbanın laiklik karşıtı dinsel bir simge olduğu ve özgürlük alanı dışında kaldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türk Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay kararları ile kesin olarak sonuca bağlanmış ve hukuksal sorun olma niteliği ortadan kaldırılmıştır. Buna rağmen siyasal iktidar, İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınması ile ilgili olarak bu konuda herhangi bir beyanda bulunmamış ve çekince koymamıştır. Bunun nedeni, İnsan Hakları Komitesi’nin Hudayberganova/Özbekistan kararında (Başvuru No: 931/2000), bir kız öğrencinin üniversiteden atılmasının, sözleşmenin 18’inci maddesine yönelik bir ihlal olduğuna karar verdiğinin bilinmesidir. Siyasal iktidar, Essex Üniversitesi profesörlerinden Kevin Boyle’ın, Zaman gazetesinin 24 Kasım 2005 günlü nüshasında yer alan, ışık tutan, yol gösterici beyanları uyarınca türban konusunda yeni bir arayışa girmiştir. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve eki protokollerden Ek 1’inci Protokol’ün eğitim hakkını konu alan ikinci maddesine ‘‘Eğitim Birliği Yasası’’na ilişkin çekince koymuştur. AİHS’nin din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili 9’uncu maddesinde, dinsel konularda öğretim hakkı düzenlenmiş olup AİHM bu iki maddeyi birlikte yorumlamaktadır. BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 18’inci maddesi dinsel eğitimi içerdiğine göre, AİHS’ye konulan çekincenin bu ek protokole konulmamasının amacı açıktır. 5468 sayılı yasadaki çekinceler eksiktir, yeterli değildir. İnsan Hakları Komitesi’ne yapılacak bireysel başvurularda, sözleşmenin 18’inci maddesinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Eğitim Birliği Yasası ve AİHM kararları çerçevesinde yorumlanması yolunda bir çekince veya beyan konulması mutlak zorunluluktur. Aksi durumda, türban ve eğitim birliği konularında İnsan Hakları Komitesi’ne sayısız başvuru yapılacak ve verilecek kararlar, siyasal iktidar tarafından devlet organlarının ve kamuoyunun hukuksal direncinin kırılması yolunda kullanılacaktır. Konu, özgürlük alanına çekilmek istenecektir. Sözleşmeye taraf devletlerin gösterdiği adaylar arasından seçilen on sekiz üyeden oluşan İnsan Hakları Komitesi bir mahkeme değildir. Ülkelere ancak önerilerde bulunabilmektedir. Düzenlediği raporların, uluslararası diplomaside bir ağırlığı vardır. Özellikle, raporları kendi siyasal amaçları için kullanmak isteyen siyasal iktidarların hukuksal bir gerekçe ve zemin yaratmaları güçlü bir olasılıktır. ??? Çağdaş uygarlık yolunda hızla ilerlemesi gereken Türkiye’nin, yeniden kısır çekişmelerin içine çekilmesinin ve dinin siyasete alet edilmesinin önüne geçilmelidir. Sözleşmeye ve eki protokollere, tüm AB üyesi ülkeler taraftır. Türkiye’nin de taraf olması, katılım ortaklık belgesinde zorunlu olarak öngörülmüştür. Ancak açıklanan konularda beyan veya çekince konmadan 5468 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ülkemiz yönünden giderilmesi olanaksız sakıncalar yaratacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, siyasi iktidarın bu bilinçli savsaklamasını, hukukun var olan tüm olanaklarını kullanarak önlemek zorundadır. 9 Mart Madam’ın Ölümü Oğuz ÖZLEM Ankara Devlet Balesi Sanatçısı evgi, insanın, özellikle ve öncelikle insana ve insanların oluşturdukları topluma karşı beslediği sevgidir. Bu tür sevgi, her insanın sürekli olarak gereksinme duygusu, başkalarından hem almayı beklediği, hem de başkalarına vermek istediği, alınca da verince de mutluluk duyduğu bir tinsel (manevi) değerdir. Bu duygularla yıllarca çalışan bu karşılıklı alma verme duygularıyla mutlu olan ve bu mutlulukla Türk dansçılarını dünyanın her yerinde yere göğe sığdıramayan Dame Nitette de Valois’in (Madam) ölümünün 5. yılında biz dansçılar, dans dünyasının o sessizliğini bozarak var gücümüzle haykırarak Türk toplumuna medeniyet ışığı saçmış bu değerli insanın unutulmuşluğu, bunca seneler anılmayı S şının sebebini anlamak istiyoruz. Bir başlangıç olarak bizleri sevindiren ve duygulandıran Türk dansçılarının Londra’ya 9 Mayıs tarihinde gidip, Madam’ın 5. ölüm yıldönümündeki anma törenlerine katılmaları biraz olsun su serpti. Bu kutlamaların her yıl, Türkiye’de olması umudunu taşıyoruz. 20. yüzyıl Dünya Balesi’ne yön veren, İngiliz ve Türk balelerini kuran birçok bale topluluklarının kurulmasına öncülük eden Dünya Balesi’nin ozanı Madam 2001 yılında Londra’da 103 yaşında yaşamını noktalamıştır. 1947 yılında Türkiye’ye davet edildiği zaman, biraz merak biraz da mistik duygularla gelişi o geliş olmuş, yokluklara ve kısıtlamalara rağmen, Türk Balesi’ni uluslararası sanat ortamında topluluğumuzun gururu yapmış, bu görünüşü politik yönden si yasilerin her yerde ve her zaman övünecek konuma getirmiştir. Madam senelerce onbinlerce insanı izleyerek ve dinleyerek rüya âlemine götürerek bu anlamda çağdaş ve laik kavramların öncülüğünü yapıp, kurumsal olarak belki de Türkiye’nin Avrupa özlemini o yıllarca önce gerçekleştirmiştir. Madam’ın Türkiye’ye geldiği ilk yıllar kendisini en çok etkileyen ve hayrete düşüren Türk köylü danslarının çeşniliği, figür ve estetik yönden güzelliği, onları oynayan insanların üstün dans yeteneği idi. Bu potansiyelin Anadolu insanının, aşkının, sevgisinin büyük kültür geçmişinden kaynaklanan bir duygu dansı olduğunu daha sonralar yazdığı kitabındaki (Step by Step) anılarında bahsetmiştir. Bu iki mucizevi özelliği 1966 yılında Ankara Devlet Balesi’nde sahneye koyduğu besteci Ferit Tüzün’ün Çeşme Başı balesi ile perçinlemiştir. Bu ba le yerel dans motifleriyle klasik bale hareketlerinin kaynaştığı nefis bir sentezdir. Yerel Türk köylü danslarını sevgiyle oynamış, uzun yıllar yurtiçi ve yurtdışında klasik balenin belli başlı eserlerinin başrollerini oynamış bir bale sanatçısı olarak, en büyük arzum şimdilerde olduğu gibi Türk köylü danslarının dejenere edilmeden, yozlaştırılmadan emin ellerde klasik balenin, termolojik normları içinde bilimsel olarak ele alınıp, bir temel (ekol) oluşturulmasıdır. Şu zamanlarda Madam’ın benim çocuklarım dediği dansçıların, yıllarca hiç değişmeyen koşullarda, zorluklarda bile umursamaz tutumlarıyla, en iyisini yapma heyecanının sürmesi, onun bize bıraktığı temel sağlamlığının göstergesidir. Toplumun çok üzerinde başarı boyutları gösteren Türk dansçıları olarak onu 5. ölüm yılında şükran, minnet ve özlemle anıyoruz. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle