11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 MART 2006 CUMARTESİ 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Sosyal devleti ortadan kaldırmayı amaçlayan AKP’ye karşı mücadele bayrağını yükseltecek Büyük İttifak Sonunda Bozuluyor mu? Önceki gün bu sütunda, ABD Güvenlik Politika Merkezi Başkan Yardımcısı Pentagon ve CIA danışmanı, Bulgar asıllı ABD vatandaşı Alexiev’in verdiği bir demeçte, AKP’nin Mustafa Kemal’in temelini attığı laik Türkiye’nin bütün kurumlarını yıkmayı amaçladığını belirttiği yazılmıştı. Olayın buraya kadar olanı, fazla şey değiştirmeyecek olan bir saptama olarak kabul edilebilir ve muhterem uzman danışmana, gecikmiş teşhisi üzerine ‘‘Good morning after supper (Akşam yemeğinden sonra günaydın!) diyebilirdik. Bu saptamada önemli bir taraf olmazdı, eğer ABD, gelişimin kendi çıkarları doğrultusunda olduğuna inanmayı sürdürseydi. Öyle ya, ABD bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de, yirminci yüzyılın daha ikinci yarısına bile girmeden önceden beri, hep dinci akımları desteklemekte, bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanabileceğini hesaplamakta ve o ülkelerde meydana gelecek olan yıkımı umursamamaktaydı. Hele hele ulus devlete karşı olan küreselleşme sürecinde, bu akımın önderi ve odağı olan ABD açısından, TC’nin laik yapısı hiç de gerekli ve önemli değildi. Nitekim, bundan 25 yıl önce de, ABD’nin etkin bir kişisi olan, ‘‘Karanlıklar Prensi’’ Richard Perle, ‘‘Türkiye’deki rejimin laik niteliği bizi hiç ilgilendirmiyor, bizim için önemli olan ittifak bağlarımızın sağlamlığıdır’’ diyordu. ??? Perle’ün demeci, Sovyet imparatorluğunun İslami yeşil kuşakla çevrelenme politikasının yürürlükte olduğu bir dönemde, Amerikan tutumunu mahcup denecek bir ifade ile dile getiriyordu. Sovyet imparatorluğu yıkıldıktan, ‘‘yeşil kuşak’’ politikasına ihtiyaç kalmadıktan sonra da, Washington’ın tutumu değişmedi. Kırklı yıllardan başlayarak ülkemizdeki İslamcı akımları destekleyen ABD, Kemalizmin, laiklik dahil tüm kurumlarının demode olduğunu, gelişmenin önünde engel oluşturduğunu söylüyor, bu ilkelerin savunucusu kurumların da tasfiyesi ile birlikte, bizim için ılımlı İslamın egemen olduğu ülke rolünü uygun görüyordu. Dünyanın birçok yerinde İslamcı akımları desteklemişti ABD. Ortadoğu’daki dinci akımlar, ABD desteği altında olduğu gibi, Hamas da başlangıçta Washington’ın ‘‘olur’’u ile ortaya çıkmıştı, Afganistan’daki Taliban hakeza... Ne var ki, geçen zaman içinde bunların bir bölümünün denetimden çıktıkları, hatta Dr. Frankenstein’ın garip yaratığı gibi, kendilerine can verene karşı döndükleri görüldü. 11 Eylül olaylarından sonra, İslam ciddi bir tehlike olarak görülmeye başlanınca, ABD, yeni bir yol tutmuş, ve ‘‘ılımlı İslam’’ formülünü bularak bu görüşün ilk uygulamasını da Türkiye’de sahnelemişti. ??? Formül ABD kadar AB’ye de cazip gelmiş, her isteneni yapmaya hazır olan, ‘‘ılımlı İslamcı’’ iktidarın ülkemizin çağdaşlaşmaya yönelik kurumlarını birer birer ortadan kaldırma girişimleri, hoşgörünün ötesinde destekle karşılanmıştı. İşte Bay Alexiev’in açıklamasının son tümcesi bu açıdan önem taşıyor. Uzman danışman, burada ‘‘Eğer Türkiye İslamcılığa yenilirse, bizim ulusal güvenliğimiz ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kalacaktır’’ diyor. Alexiev, Avrupa liderlerinin tehlikenin henüz tam olarak farkında olmadıklarını da söylüyor. Aynı gözlem ABD için de geçerli olabilir. Ama artık kimi güçler uyanmışlar, ılımlı İslamcılığın yararlarına olmadığını görmeye başlamışlardır. Bu önemli değişimde başrolü, ne dış destekçilerine yeterince yardımcı olmakta, ne ekonomiyi istendiği şekilde yürütmekte, ne takıyyeciliğini yeterince yutturabilmekte, ne belirli bir çizgide hiç değilse bir süre mola vermekte başarılı olabilen AKP’nin büyük katkısı vardır. Tabii ki, Alexiev’in AKP’nin tehdidini değerlendirirken Türkiye’nin geleceği ve çıkarlarını umursamadığını, asıl, Erdoğan iktidarının, kendileri açısından bekleneni veremediği için ve de ılımlı İslam etiketi altında fanatik, bu durumda ABD tarafından da dilendiğince kullanılması güç başka bir rejime kaymasından endişe duyduğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Uzman danışmanın konuşması, büyük ittifakın bir anda bozulması değilse bile çatırdamasının habercilerinden biridir. DİSK hükümeti uyardı İstanbul Haber Servisi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Başkanlar Kurulu, AKP hükümetinin sosyal devleti tamamen ortadan kaldırmayı hedeflediğini belirterek bu nedenle emekçilerin ortak ve birlikte mücadelesinin önem kazandığını, 1 Mayıs’ın kitlesel ve coşkulu kutlanması gerektiğini vurgulandı. Başkanlar Kurulu’nca yapılan yazılı açıklamada, demokratik bir seçim sisteminin, yoksulluk ve adaletsizliğe karşı mücadelenin temel hedef olarak benimsendiği ifade edilerek ‘‘1 Mayıs’ın merkezi alanlarda kararlı, coşkulu ve kitlesel olarak kutlanması için gereken çaba gösterilecektir. Bu amaç ve ilkelerde buluşan tüm emek ve meslek örgütleriyle, demokratik örgütlerle ve diğer kuruluşlarla ortak bir çalışma yü ? AKP hükümetinin ekonomi yönetimini IMF direktifleri doğrultusunda sürdürdüğünü vurgulayan DİSK Başkanlar Kurulu, ‘‘Sosyal güvenlik, emeklilik, sağlık gibi alanlarda yapılanlar, piyasa koşullarına teslimiyetin göstergesidir’’ dedi. rütülmeye çalışılacaktır’’ denildi. Bu yıl 1 Mayıs 1976’nın 30. anma yılı olduğunu anımsatan DİSK, önümüzdeki yıl ise 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yılı olacağına dikkat çekerek gelecek yıl 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanması için, şimdiden kararlı bir çalışma başlatılacağını ilan etti. Açıklamada, ‘‘AKP hükümeti ekonomi yönetimini IMF direktifleri doğrultusunda sürdürmektedir. Sosyal güvenlik, emeklilik, sağlık gibi alanlarda yapılanlar, piyasa koşullarına teslimiyetin göstergesidir. Çalışanlar bu pakete karşı muhalefetini sürdürmektedir. Sağlık sistemini çökertecek, emekliliği bir hak olmaktan çıkaracak bu tasarı TBMM gündeminden geri çekilmelidir’’ denildi. Açıklamada, sendikal haklar önündeki engellerin devam ettiğine dikkat çekilerek AB ilişkileri çerçevesinde bazı reformlar yapılmasına karşın çalışma hayatının hâlâ 12 Eylül yöneticileri tarafından çıkarılan antidemokratik yasalarla yönetildiği vurgulandı. Açıklamada, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) yıllardır olduğu gibi yine iş yaşamını düzenleyen 2821 ve 2822 sayılı yasaların temel hükümlerinin ILO sözleşmelerine aykırı bulduğu anımsatıldı. 2821 sayılı yasa ile ilgili değişiklik taslağının hazırlandığı ancak 2822 sayılı yasa ile ilgili taslağın henüz hazırlanmadığı belirtilen açıklamada, ‘‘Bu iki taslak bir an önce hazırlanarak birlikte ele alınmalıdır. Bu yasalardaki sendikal örgütlenme, toplusözleşme ve grev özgürlüğünü engelleyen maddeler kaldırılmalı. Notersiz, barajsız, yetki uyuşmazlıklarının çözümünde referanduma dayalı, çok düzeyli toplu pazarlık sistemine olanak veren bir sistem oluşturulmalıdır’’ denildi. Açıklamada, bir süredir devam eden solda yenilenme amaçlı toplantılara değinilerek en son toplantıda DİSK’in kolaylaştırıcı rolünün bittiği ve yetkilerin ‘‘10 Aralık Platformu’’na devredildiği kaydedildi. asirmen?cumhuriyet.com.tr Çarşamba günü Çorlu’daydım. Çorlu, son yılların en hızlı gelişen kentlerinden. 2000 sayımına göre nüfusu 180 bin gözüküyor, ancak son 6 yıldır şehir iki mislinden daha fazla büyümüş durumda. Çorlu, bir tekstil kenti. Deri sanayisinin İstanbul Kazlıçeşme’den kaldırılmasından sonra buradaki işyerleri ve fabrikaların önemli bir kısmı da Çorlu’ya taşındı. Çorlu’ya Tohum Kitabevi’nden Ayhan Oruçoğlu’nun davetiyle gittim. Özel Gürsoylar Koleji’nde iki konuşma yaptım. Kolejin müdürü Cemal Bitlis ve arkadaşları, aydınlık ve geleceğe dönük bir eğitim sistemi içinde büyük gayret gösteriyorlar. Gençlerin yaratıcılığını, çağdaş dünyayı anlamasını sağlamaya yönelik bir ortam yaratmışlar. Konuşmanın ilki öğrencilereydi, ikincisi ise veliler ve öğretmenlere. Gençlerin kendine güvenli hali, sorgulayan ve eleştiren tavırları umut vericiydi. Çorlu’da Deri İşçileri ve Sendika ??? Ayhan Oruçoğlu, aylardır Çorlu’da direnişte olan deri işçileri adına Deriİş Sendikası Trakya temsilcisi Ali Bayram’ın görüşmek istediğini söyledi. Ali Bayram, direnişteki İleri Deri Fabrikası’nda yaşananları anlattı. Sendikalaşan işçilerin nasıl sokağa atıldıklarını, AB adayı bir ülkede yaşanan örgütlenme düşmanlığını ifade etti. İşte anlattıkları: “Çorlu Organize Deri Sanayi Bölgesi’nde yaklaşık 6 bin işçi çalışıyor. Bunların yalnızca 15002 bin kadarı sigortalı. Bu işçilerin çoğunluğu asgari ücret alıyor ve haftada yaklaşık 6570 saat çalışıyor. Hiçbir güvencesi olmayan deri işçileri sezonluk olarak yılda 56 ay çalışıyorlar.” Ali Bayram’ın iddiasına göre; işçilerin çoğunluğunu sigortasız çalıştıran işverenlerin önemli bir kısmı da devletten vergi ve SSK primi kaçırıyorlar. İşyerlerinde iş ve işçi sağlığı hükümleri uygulanmıyor. Sık sık meydana gelen iş kazaları nedeniyle eli kolu kopan işçi sayısı artıyor. Ali Bayram şöyle devam ediyor: “Asıl büyük sorun işçilerin sendikaya üye olmak istemeleriyle ortaya çıkmıştı. İleri Deri Fabrikası’nın işçileri iki yıl önce Deriİş Sendikası’na üye olmuşlardı. Daha iyi koşullarda çalışmak ve iş güvencesine kavuşmaktı amaçları. Bu örgütlenmeyi öğrenen işveren 18 Şubat 2005 tarihinden başlayarak işçileri 3’er 5’erli gruplar halinde işlerin en yoğun olduğu dönemde işten çıkardı. Bu arada sendika, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan işyeri yetkisi almıştı. İşveren buna itiraz etti. Yetki tespiti davasını sendika kazandı. İşten çıkarılan 34 sendikalı işçi, 398 gündür fabrika önünde işbaşı yapmak için bekliyordu. İşçilerin işlerine dönmek amacıyla açtıkları dava da işçilerin lehine sonuçlandı. İşveren bu karara Yargıtay’da itiraz etti ve Yargıtay işçilerin aleyhine karar vererek işe dönme taleplerini geri çevirmiş oldu. Deri işindeki sorun yalnızca İleri Deri işçileriyle sınırlı değil. Tuzla’da faaliyet gösteren Cevahir Deri ve Dünya Deri’de toplam 400 civarında işçi sendikaya üye oldukları için işten atıldılar. Çorlu’da Birsinler Deri’de ise 16 işçi aynı akıbete uğradı.” Deriİş Sendikası temsilcisi Ali Bayram, Birsinler Deri’nin sahiplerinin işyerlerinin adını ve yerini değiştirerek faaliyetlerini sürdürdüğünü ve bu şekilde sendikalaşma çabalarını boşa çıkartmaya çalıştıklarını anlattı. Bayram, bu arada hiçbir çevre koruma önleminin alınmadığını, bölgedeki çevre sorununun da felaket düzeyine ulaştığını ifade etti. ??? Türkiye Avrupa Birliği üyesi olabilir mi, olamaz mı sorularının gündemde olduğu bir dönemde Çorlu’da deri sanayinde yaşananları nasıl açıklamak gerekir? Avrupa bizi üyeliğe alır mı almaz mı? Türkiye’de işverenlerin ve işçilerin çoğunluğunun AB üyeliğinden yana olduğunu biliyoruz. Ancak, işçisi sendikasız olan bir Türkiye AB’ye üye olabilir mi? İşverenler nasıl bir AB üyeliği hayal ediyorlar? Çorlu küçük bir örnek. Bunu Türkiye çapında yeniden değerlendirebiliriz. Örneğin İstanbul’da AB üyeliğini savunan işverenlerin kaçta kaçı sendikalı, sigortalı işçi çalıştırıyorlar? Medyada çalışanların kaçta kaçı sendikalı? Bu soruları sordukça iyi bir yolda olmadığımızı söyleyebiliriz. AB üyeliği yalnızca yasa çıkarmakla olacak bir şey değil. Uygulamadan ne haber? CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle