12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 MART 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr UYGARLIKLARIN İZİNDE... OKTAY EKİNCİ AHMET CEMAL 15 ODAK NOKTASI Anadolu Üniversitesi’nde İki Örnek Kuruluş Anadolu Üniversitesi’ndeki görevimden emekliye ayrılışımın üzerinden altı ay geçmiş. İnsan yıllarca görev yaptığı bir kurumu, dışarıdan bakma fırsatını elde ettiğinde, çok daha eleştirel biçimde değerlendirebiliyor. Bu üniversitedeki son sekiz yılım, bir üniversitenin, hedeflediği takdirde, sanatı gündemine ve günlük yaşamına ne kadar yoğun biçimde alabileceğine tanıklık etmekle geçti. Son sekiz yıl boyunca Anadolu Üniversitesi’nde rektörlük yapan Prof.Dr. Engin Ataç, göreve gelir gelmez bir ilkesini, daha doğrusu bir inancını hemen uygulamaya koyuldu: Sanatı, bir üniversite öğrencisinin yaşamında en önemli eğitim araçları arasına sokmak. Anadolu Üniversitesi’nin son sekiz yıllık geçmişi, kampus bahçelerine hızla yayılan, büyük çoğunluğu üniversitenin güzel sanatlar fakültesinin öğrencilerince yapılmış heykelleriyle, Türkiye’de bir ilk ve hâlâ tek niteliğini taşıyan Modern Sanatlar Müzesi’yle, kent içersinde, tarihi bir Eskişehir evinin onarımının ardından hizmete sokulan Karikatür Müzesi’yle, yukarıda sözünü ettiğim ilkenin uygulamalarının geçmişi oldu. Bu uygulamalar arasında özellikle ikisi, Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden seksen yılı aşkın bir sürenin geçmiş olmasına rağmen hâlâ laiklik ve çağdaşlık tartışmalarının sancılarını yaşamakta olan bizimkisi gibi bir ülkede sanırım temel önem taşıyor. Çünkü bu uygulamalar sonucu gerçekleştirilen kurumlardan biri Tiyatro Anadolu, ötekisi ise Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası’dır. ??? Temelleri 1993 yılında atılan Tiyatro Anadolu, Türkiye’deki ilk ve tek profesyonel üniversite tiyatrosu olmasıyla, emsallerine örnek oluşturacak konumda öncü bir yapılanmadır. Engin Ataç’ın rektörlüğünün ilk yıllarında profesyonel anlamda kendi bağımsız kadrosuna kavuşan tiyatro, kendi mekânları ve zengin repertuvarıyla seyircisiyle düzenli olarak buluşan ve seyirci ilgisinin her geçen gün katlanarak arttığı, genç ve dinamik bir tiyatrodur. Sezonda 3 ila 5 ayrı oyunu dönüşümlü olarak oynamakta, her yıl repertuvarına en az üç yeni oyun katmaktadır. Tiyatro gibi, insanı insana doğrudan sergileyen bir sanatın bir üniversite örgütlenmesi içersinde öğrencilerle böylesine yoğun bir ilişki kurabilmesi, o öğrencilere yeni düşünme boyutları kazandırabilme açısından da hiç kuşkusuz çok önemli bir girişimdir. Yine son sekiz yılın yoğunlaştırılmış sanatsal çabalarının bir ürünü olan Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası (ASO) ise devletin orkestralarının türlü olanaksızlıklarla boğuştukları bir ortamda verilmiş sessiz bir savaşımın ‘sesli’ zaferidir. Bu bağlamda belirtilmesi gereken önemli bir nokta, bu orkestranın üniversitede zaten var olan bir müzik altyapısının adeta doğal zorlamasıyla kurulmuş oluşudur. Anadolu Üniversitesi’nin tiyatro ve müzik bölümlerini içeren Devlet Konservatuvarı, 1989 yılında Türkiye’nin üç büyük ili dışında kurulan ilk konservatuvar kimliğiyle hizmete girmişti. Aradan geçen yıllar boyunca konservatuvar bünyesindeki çeşitli müzik topluluklarının çalışmalarıyla çok yoğun bir düzeye varan müzik etkinlikleri, yine üniversite bünyesinde bir senfoni orkestrasının kurulmasını doğal bir ihtiyaca dönüştürmüştü. Varlığını doğrudan Prof.Dr. Engin Ataç’ın kararlı girişimlerine borçlu olan Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası, bugün senfonik konserlerinin yanı sıra kendi içinden çıkardığı oda müziği grupları ile çevre il ve ilçelerde de konserlerini sürdürerek sanat misyonerliği görevini erişebildiği her noktaya ulaştırmaya çalışıyor. Orkestranın genel müzik direktörlüğünü de yürüten şef Burak Tüzün, Eskişehir’deki eğitimini tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi’nin olanaklarıyla Moskova’ya gönderilen ve oradaki dünyaca ünlü Çaykovski Konservatuvarı’nı tamamlayan, çok başarılı bir sanatçı. Bir yaşını yeni tamamlayan orkestra, bu sezon Erol İpekli’nin yönettiği ve dramatize ettiği, Stravinski’nin ‘‘Askerin Öyküsü’’ adlı müzikli öyküyü Eskişehir, Bursa ve İstanbul’da sergiledi. İki kez Almanya’ya davet edilerek konserler veren orkestra, Alman müzik otoritelerinden başarılı kritikler aldı. Anadolu Üniversitesi’nin dinamizmini çok yakından tanımış bir kişi olarak, bu kurumların gelecek yıllarda da büyük başarılara imza atacaklarından kuşku duymuyorum. acem20?hotmail.com ahmetcemal?superonline.com Kıbrıs’ın Türk kesimindeki kültürel mirası koruma projeleri yaygınlaşıyor Kuzey Kıbrıs’ta tarih bilinci... Bir halkın, yaşadığı topraklara ‘‘yurt’’ diyebilmesinin temel göstergelerinden biri ‘‘tarihsel miras’’ını sahiplenmesi... Bunun en çarpıcı örneği ise 1920’lerde ‘‘Cumhuriyet Devrimi’’ni gerçekleştirenlerin, hemen ilk yıllardan itibaren ‘‘Anadolu uygarlıkları’’na verdikleri önem. Daha Kurtuluş Savaşı sürerken açılan ‘‘müze’’lerin yanı sıra bağımsızlıkla birlikte ilk arkeolojik kazıların da başlatılması; tarihi yapıların korunmaları için alınan kararlar; onca parasızlığa rağmen bütçe ayrılan restorasyon uygulamaları ve bütün bunları ardı ardına ülkeye kazandıran Atatürk’ün ünlü sözü, ‘‘Biz, beş bin yıldır bu topraklardayız...’’ Geçenlerdeki ziyaretimizde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) gurur ve bağlılık içinde ‘‘yurdumuz’’ diyen Türklerin de aynı bilinçle ‘‘buluştuklarını’’ gördük. O kadar ki ‘‘zeytinyağı’’nın ilk kez ‘‘yakıt’’ olarak kullanıldığı 4 bin yıl önceye ait bakır eritme atölyelerini bulan İtalyan arkeologlar, ‘‘Kıbrıs bilinmeden Akdeniz tarihi anlaşılamaz; tarih öncesinde bile Ortadoğu’daki teknoloji buradan Batı dünyasına yayılıyordu...’’ sözleriyle hemen tüm Türk gazetelerinde en önemli haberler arasındaydılar (10 Mart 2006). Adanın Türk kesiminde bulunan tarih ve uygarlık değerleri de sayısız kitap, dergi, broşür ve her türlü yayımla tanıtılırken bunlar arasında birçoğu da ‘‘koruma projeleri’’ kapsamındalar ve ülkenin kimlik değerleri olarak ‘‘güvence’’ye alınıyorlar. Dahası bu projeler için, KKTC ve Türkiye kaynaklarının dışında, ‘‘Birleşmiş Milletler’’ fonları ile ‘‘Avrupa Konseyi’’ kültür programlarından da destek ve yardım alınıyor... Mimari anıtların ve eski kent dokularının yanı sıra, geleneksel halk sanatlarının yaşatılması da KKTC’nin kültürel günbütünüyle bakımı, onarımı ve özgün bir Lefkoşa semti olarak, bundan sonra da ‘‘sakinleriyle birlikte’’ kuşaktan kuşağa yaşatılması. Tarihi mahalle kentin Rum kesimi sınırında bulunuyor. Adını ise Osmanlı’nın Lefkoşa’yı almasında görev üstlendikten sonra, 1580’lerde Kıbrıs Valisi olan Arap Ahmet Paşa’dan alıyor. Osmanlı döneminde Lefkoşa’nın en gözde Türk semtlerinden biri olan Arabahmet Mahallesi, 1980’lerden sonraki planlama çalışmalarında ‘‘özel proje alanı’’ olarak ilan edilmiş. Projenin amacı ise geçmişte bölgeyle ilişkileri ve anıları olan ailelerin geri gelmesi ve semtin yeniden eski yaşamına kavuşturulması. Nitekim ilk restorasyon uygulamaları için seçilen Derviş Paşa Sokağı’nda iki bina, sanatçı kuruluşlarına verilmiş. Bölgenin ilgi görmesi, halkla buluşması ve kültürel merkez olabilmesi için ‘‘Arabahmet Festivali’’ düzenlenmiş. Kıbrıs Türk Mimarlar Odası da aynı semtte iki katlı özgün bir sivil mimarlık örneğini hizmet binası işleviyle onararak bu önemli çabalarda ‘‘ev sahibi’’ olmaya hazırlanıyor. Evet... KKTC halkı, yaşadıkları toprakların ve yaşattıkları kentlerin kültür ve kimlik değerlerini de sahiplenerek çağdaş dünyanın evrensel sorumluluklarını yerine getirmenin ‘‘özveri’’li örneğini sergiliyorlar. Bakalım aynı ‘‘dünya’’ bu insanlık erdemini ne zaman kutlayacak? Başta Lefkoşa’nın Rum kesimi olmak üzere, hemen tüm yerleşim merkezlerindeki ‘‘tarihi dokuları apartmanlaştırarak yok eden Güney Kıbrıs’’ı sürekli ‘‘kayıran’’ politikalar yerine, Akdeniz uygarlıklarını ‘‘ortak miras’’ olarak yaşatanların ‘‘bilge’’liği ne zaman fark edilecek? ‘Mimarlık ve kentsel planlama’ B ir süredir sorguluyoruz: ‘Mimarlık’ ile ‘kent planlaması’nı birbirlerinden ‘tümüyle’ ayıran eğitim sistemi Türkiye’ye uygun mudur? Bu köşeciğe gelen ‘görüşler’ sürüyor: ‘Yapay ayrışma’ya son verilmeli Prof. Dr. METE TAPAN Kıbrıslı Türkler, geçmişe ait uygarlık değerlerine, adanın tümünde ‘ayrım yapmadan’ sahip çıkıyorlar. İşte bu bilincin kartpostallara yansıması (üstte). Adanın tarihsel birikimlerini inceleyen Türklerin bilimsel araştırmaları giderek çoğalıyor (yanda). deminde. Örneğin, Lefkoşa’da tarihi Selimiye (Ayasofya) Camisi’nin hemen yakınındaki eski yapılardan birinde hizmet veren Halk Sanatları Enstitüsü, Kıbrıs’a özgü yöresel becerilerin hemen tüm örneklerini üretmekle yetinmiyor; geleneksel yaratıcılığın geçmişten geleceğe sürekliliğini de sağlıyor. Girne’nin eski liman bölgesindeki tarihi Archangelos Mihail İkon Kilisesi, KKTC Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nce onarılarak ‘‘İkon Müzesi’’ işleviyle yaşatılıyor. Aynı kuruluşun yine Lefkoşa’daki ‘‘Suriçi’’nde bulunan ‘‘Lüzinyan Evi’’ restorasyo nu, ‘‘Kıbrıs’taki Osmanlı dönemi’’ konak mimarisinin ve yaşamının hemen tüm özelliklerini sergilemekte. Benzer şekilde yine eski yapılarda gerçekleştirilen ‘‘Güzel Sanatlar Müzesi’’ ile ‘‘Taş Eserler Müzesi’’ de son yıllardaki kültürel mirası yaşatma projelerinin başarılı örnekleri. ... Ve ‘Arabahmet Mahallesi’ İşte bu çabalar içerisinde belki de en anlamlısı ve ‘‘etkili’’ olanı ise ünlü Arabahmet Mahallesi’nin Mimarlık ve kent planlama eylemlerini birbirinden ayrı olarak düşünmek ne kadar yanlışsa, eğitimlerini de birbirinden ayrı olarak düşünmek o denli yanlıştır. Bu ayrışmayı ‘‘kentsel tasarım’’ veya ‘‘1/1000 imar planı uygulamaları’’ düzeyinde irdelerseniz, mimarlık ve kent planlama için gerekli formasyonun ‘‘birbirinden kopamayacağını’’ hemen görürüz. Bugünkü eğitim alanındaki yapay ayrışmanın kökeninde ‘‘uzmanlaşma’’ kavramını ‘‘doğru’’ bir biçimde değerlendiremediğimiz yatmaktadır. Bu görüşümün iç mimarlık eğitimi için de geçerli olduğunu bu vesile ile belirtmek isterim. Kent planlamacılarının önce mimarlıkta lisans eğitimi görmeleri ve sonra da elde ettikleri mimar diplomalarının üzerine konut planlama alanında uzmanlıklarını elde etmelerinin daha sağlıklı olacağı görüşündeyim. Özellikle 1/1000 imar planlarında plancılar tarafından saptanan KAKS ve TAKS (Katalanı katsayısı ve tabanalanı katsayısı) gibi imar hakları iyi bir ‘‘mimarlık formasyonu’’ almış meslek adamlarının kararını gerektirmektedir. Kentsel tasarımla çözülmesi istenen sorunların da genelde büyük bir bölümü, mimarlık formasyonuyla elde edilen yetkinlikle ancak sağlanabilir. Kentler önemli ölçüde mimarların yapıtlarıyla ve bu yapıtların bir araya gelmeleriyle kimlik kazanır. Bu iki olguyu ayrıştırmak, başka bir deyişle tek yapıyı, bütünden ayrı düşünmek veya bütünü tek tek ayrı olarak tasarlamak olanaksızdır. Dolayısıyla, birbirini tamamlayan ancak bugün ayrı iki olgu imiş gibi gösterilen bu yapay oluşuma son vermek, kanımca kentlerimiz için daha hayırlı olacaktır. FİLM FESTİVALİ BUGÜN BAŞLIYOR Cazın rüya takımı İstanbul’da Kültür Servisi Akustik yeteneği ve yenilikçi yorumları ile tanınan ünlü bas sanatçısı Alex Blake ve topluluğu, Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında, 27 Mart1 Nisan tarihleri arasında İstanbul Jazz Center’da müzikseverlerle buluşacak. Altı gece boyunca saat 21.30’dan itibaren İstanbul Jazz Center’da sahne alacak olan Alex Blake’e, klavyede Ted Cruz, saksofon ve flütte Chris Hunter, davulda ise ünlü Victor Jones eşlik edecek. Panama doğumlu olan ve profesyonel müzik hayatına 12 yaşında NY/Brooklyn’de başlayan Alex Blake, kompozisyon, yaylı enstrümanlar, teori ve aranjman konularında önemli hocalar ile çalıştı. The New Muse Brooklyn’de Reggie Workman ve Harry Constant, String Reunion’da Richard Davis, Alex Blake’in müziğine önemli katkılarda bulundu. Mongo Santamaria, Machito (Maria Bauza) ve Celia Cruz gibi AfroKüba, Puerto Ricolu ve Latin caz sanatçılarıyla da çalışan Alex Blake, 17 yaşında Dizzy Gillespie ile çalmaya başladı. 197080 arası efsane davulcular Lenny White ve Billy Cobham’a eşlik etmiş olan Alex Blake, ayrıca Freddie Hubbard, Stan Getz, McCoy Tyner, Randy Weston ve Pharoah Sanders gibi sayılı müzisyenle de çalıştı. İstanbul Jazz Center Alex Blake Quartet’in ardından, 48 Nisan tarihleri arasında Caribbean Jazz Project’i, 1115 Nisan tarihleri arasında Mike Stern Band’i, 1822 Nisan’da Jon Regen, 2529 Nisan’da Allan Harris ve Kerem Görsev Trio’yu ağırlayacak. Jazz Center’ın mayıs programında ise Harvey Wainapel, Kerem Görsev Trio, Kurt Rosenwinkel Group, Chiara Civello Quartet yer alıyor. (0 212 327 50 50) Dünya Yıldızları Garanti Caz Yeşili sponsorluğunda İstanbul Jazz Center’da İstanbul’a 200’e yakın kısa film geliyor Kültür Servisi 18. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali’nin açılışı ve 27. İFSAK Kısa Film ve Belgesel Yarışması’nın ödül töreni önceki akşam İtalyan Kültür Merkezi’nde yapıldı. 2329 Mart tarihleri arasında yapılacak olan festival kapsamında 20 ülkeden 200’e yakın kısa film gösterilecek. Gece, İtalyan Kültür Merkezi Müdürü Attilio De Gasperis ve festival yöneticisi Hilmi Etikan’ın konuşmalarıyla başladı. Ardından, ön elemeyi Yamaç Okur, Belmin Söylemez ve Berna Kuleli’nin yaptığı, tek seçicinin ise Yeşim Ustaoğlu’nun olduğu 27. İFSAK Kısa Film ve Belgesel Yarışması’nın ödül töreni yapıldı. Ödüller... En İyi Kurmaca Film Ödülü’nü Senem Tüz men’in ‘Fareler’, Kurmaca Film Özel Ödülü’nü Mehmet Bahadır Er’in ‘Zilzal’, En İyi Belgesel Film Ödülü’nü Behiye Yılmaz’ın ‘Bir Çift Kanadın Peşinde’, Belgesel Özel Ödülü’nü Serkan Şavk, Barış Şahin, Şevket Onur Cihan’ın ‘Ömer Eve Gel’, En İyi Deneysel Kısa Film Ödülü’nü Ufuk Aksoy’un ‘Dram 19’, Deneysel Film Özel Ödülü’nü Ozan Özdilek’in ‘Entropi’, En İyi Canlandırma Film Ödülü’nü Aksel Zeydan Göz’ün ‘Simone’ adlı filmleri aldı. Ödül töreninin ardından festivale katkı sağlayan kurum ve basın sponsorlarına desteklerinden dolayı plaket verildi. Gazetemize de basın sponsoru olarak plaket sunuldu. Gece, festivalde gösterilecek kısa filmlerden derlenen 45 dakikalık özel bir seçkinin gösterimiyle sona erdi. Yaşamı fotoğrafla tanımak... ? İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin fotoğraf sergisi 31 Mart tarihine kadar üniversitenin Üsküdar’daki yerleşkesinde görülebilir. Kültür Servisi İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri fotoğraf derslerinde çektikleri kareleri, üniversitenin Üsküdar’daki yerleşkesinde sergiliyorlar. ‘‘Gittim, Gördüm, Çektim’’ adını taşıyan sergi 31 Mart tarihine dek görülebilir. Medya ve İletişim Sistemleri I. ve II. sınıf öğrencileri sergiyi ve fotoğrafa bakış açılarını şöyle değerlendiriyorlar: ‘‘Hepimiz daha önce anı fotoğrafları çekmiştik. Final ödevi için çektiğimiz fotoğrafları yan yana getirince, bunları sergilemeliyiz diye düşündük. Birçoğumuz ilk kez hayata tanıklık ediyorduk; fotoğraf makinemiz hayatı tanımamıza aracılık etmişti.’’ Öğrencilerin sergisi “Gittim Gördüm, Çektim’’ adını taşıyor. İTİCÜ İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Jale Sarmaşık, fotoğrafçılığın daha ilk basamaklarını tırmanan öğrencileri her zaman destekleyeceklerini söyledi. Sergide, Üsküdar Musiki Cemiyeti, Sirkeci’deki fotoğraf dünyası, Marmaray Projesi, Baylan Pastanesi, Güneydoğu’dan fotoğraflar, dövme yaptıranların dünyası, Kapalıçarşı’daki Bedesten, Miniatürk, emeklilerin dünyası, BeşiktaşÜsküdar arasında işleyen motorlar, Ortaköy konulu fotoğraflar yer alıyor. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle