13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 MART 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Özince, YTL ’nin aşırı değerlenmesi konusunda serbest kur politikasından taviz verilmemesi gerektiğini söyledi 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘Konu başkanın kendisi’ DENİZLİ (AA) İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, Merkez Bankası Başkanlığı konusunda aile fertleriyle ilgili değerlendirme yapmanın ‘‘abesle iştigal’’ olacağını söyledi. İş Bankası Genel Müdürü Özince, İş Bankası Ege ve Akdeniz illeri toplantısı için geldiği Denizli’de, Merkez Bankası Başkanlığı için adı geçen Başkanvekili Erdem Başçı’yla ilgili tartışmalar konusunda, 30 yıldır finans sektörünün içinde bulunduğunu, bugüne kadar Merkez Bankası başkanlarının eşleri ya da aileleriyle ilgili bir şey olmadığını belirtti. İş Bankası Genel Müdürü Özince, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın, faizlerin yüzde 13.5’e gerilemesine rağmen yüksek olduğu yolundaki açıklamasıyla ilişkili olarak da ‘‘Hazine çok özenli bir disiplinle borçlarını sürekli azalttığına göre, faizler düşecektir. Tabii ki enflasyon konusunda kalıcı ve önemli bir başarı elde edildiği için, reel faizin yüksek olduğu görüşünü paylaşırım’’ dedi. ‘‘Size göre de YTL aşırı değerli mi’’ sorusunu da yanıtlayan Özince şunları söyledi: ‘‘Bu konuda serbest kur politikasından taviz vermeden yapılabilecek şeyler varsa, yapılması gerektiğine inanıyorum.’’ Karanlık Kadrolaşma AKP hükümeti, işbaşına geldiği günden bu yana kamu yönetimini ele geçirme politikasını adım adım uyguluyor. Kurum ve kuruluşların yalnız tepe noktalarına değil, boşluk bulunan her noktasına kendi yandaşlarını, yani İslamcıları yerleştiriyor. Bağımsız kurum ve kurul olmaz mantığıyla İslamcı kadrolaşmayı asıl işi sayıyor. Milli Eğitim, Sağlık başta olmak üzere tüm bakanlıklar ve TÜBİTAK’tan Etik Kurulu’na oradan kurulmakta olan on beş yeni üniversiteye atanacak rektörlere kadar onca örnek, hükümetin kadrolaşma ısrarının kanıtlarıdır. Diğer kamu yönetim birimleri de üç yılı aşan bir süredir bu süreci yaşıyor. Merkez Bankası olayı, ayrıca niteliksel olarak da çok önemli olmakla birlikte, hükümetin kadrolaşma çalışmalarının yalnızca son örneklerinden biridir. ??? ABD kapitalizmin kalesidir. Orada yerleşik ve on yıllardır çok düzgün işleyen bir para yönetimi vardır. Buna karşın ABD merkez bankası sistemi FED’in yeni başkanı adayı, altı ay önce belirlendi. Altı ay boyunca, atama süreci işledi; adayın nitelikleri kamuoyunda enine boyuna tartışıldı; aday, yasama meclislerinin komisyonlarında sorgulandı. Bugünlerde de görevine başlıyor. Bizde ise o karanlık kadrolaşma ısrarı, son yıllarda yeniden bağımsız kimliğini kazanan ve bunu başarıyla uygulayan Merkez Bankası’nı ve onunla birçok şeyi yıkıma sürüklüyor. İlgili kamuoyunun başarılı olduğunu onayladığı Süreyya Serdengeçti’nin görev süresinin uzatılmayacağı son güne kadar açıklık kazanmadı. Son dakikada Serdengeçti’nin yerine Erdem Başçı’nın ‘‘vekâleten’’ atanmasını hükümet istedi; Cumhurbaşkanı da öneriyi incelemeye aldı. Aynı günlerde, başkan yardımcılıklarına ve diğer üst yönetim birimlerine de art arda atamalar yapılıyor; hükümetin işbaşına gelmesiyle birlikte başlayan ve Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in, diğer kamu kuruluşlarında da bir orkestra şefi gibi yönettiği kadrolaşma işlemi Merkez Bankası’nın beyninde de yürürlüğe konuluyor. O kadar ki, başkan yardımcılığına atanması beklenen M. İbrahim Turhan’ın, iki yıl önce, açıkça İslami ekonomiyi savunduğu biliniyor. Bu görüşlerin ‘‘inşallah’’ değiştiği dile getiriliyor. Merkez Bankası, TL’si ile, dövizi ve faizi ile parayı yönetir. Her gün değeri milyarlara varan işlemler yapar. Para, kapitalizmin yaşam suyudur, kanıdır. Küreselleşme dünyası para ile dönüyor. MB’nin yönetimine ‘‘güven’’ ve yönetiminde ‘‘istikrar’’, bu kurumun varlık nedenidir; olmazsa olmazıdır. Oysa işbaşına getirilen yönetim, diğer özellikleri bir yana, fırtınalı günlerde yönetimde bulunmayan, yani tamamıyla deneyimsiz kişilerden oluşuyor. Türkiye ekonomisinin, sıcak para, cari açık gibi olası fırtına kaynaklarına bugüne kadar dayanması, Merkez Bankası yönetiminin güven verici ve sağlıklı politikalarından kaynaklanıyordu. Hükümet, ulusal ve uluslararası paranın çok duyarlı ve kırılgan ortamında, kadrolaşmayı Merkez Bankası’na taşıyarak bunalıma çağrı çıkarıyor. Merkez Bankası’nın, nitelikleri atanmalarından sonra su yüzüne çıkan yeni üst yönetiminin İslamcılaştırılması işleminin tamamlandığı saatlerde, Ankara’da, ‘‘Örtü: İncinin Sırlı Esvabı’’ tesettür defilesi yapılıyor. ‘‘Değerli olan gizlenir’’ vurgusu yapılıyor. Para da değerdir. Merkez Bankası’nın bu kapalı kadrolaşmasıyla nelerin saklanmak istendiği her saniye sorgulanmalıdır. [email protected] CHP BAŞKAN YARDIMCISI ÖZYÜREK HÜKÜMETİ ELEŞTİRDİ ‘AKP musluğu açmanın derdinde’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, seçimlere yaklaşırken hükümetin her istediğini yapacak, para basarak belli kesimlere kaynak aktaracak bir Merkez Bankası yönetimi oluşturmak istediğini söyledi. AKP hükümetinin Merkez Bankası’na yaptığı ve yapmak istediği atamalarla ilgili tartışmalar sürüyor. Cumhuriyet’e ulaşan bilgilere göre, Çankaya Köşkü, Erdem Başçı ile ilgili kararnameyi 2 ölçüt çerçevesinde değerlendiriyor. Bunlar, ‘‘liyakat ve kurum geleneği’’ olarak sıralanıyor. Yardımcısı Mustafa Özyürek, Merkez Bankası’nın para politikası ve ekonomi açısından son derece önemli bir kuruluş olduğuna dikkat çekerek, ‘‘Buraya gelecek kişinin bankada önemli bir hizmeti olması ve para politikası konularını çok iyi bilmesi gerekir. AKP, buna rağmen hem banka meclisine hem başkanlığa ve başkan yardımcılıklarına en fazla 2 yıl önce atadığı kimseleri getirmiş bulunuyor. Merkez Bankası’nın birikimini, orada iyi yetişmiş liyakatli personeli yok sayıyor’’ dedi. AKP’nin anlayışının ‘‘çağdaş, laik, cumhuriyete inanan insanların dışlanması’’ olduğunu vurgulayan Özyürek, Merkez Bankası’nın ‘‘islam bankasına’’ dönüştürülmek istendiğini söyledi. Başkan yardımcılığına getirilen İbrahim Turhan’ın bazı makalelerinde ‘‘serbest piyasa koşulları ve IMF politikalarına’’ karşı çıktığına dikkat çeken Özyürek, şu görüşleri dile getirdi: ‘‘Merkez Bankası’na sadece Ali Babacan’ın yakını olduğu için, eşi türbanlı olduğu için kişiler göreve getirilirse dış temaslarda da büyük sorunlar yaşanabilir. Ne yazık ki AKP’nin yaptığı atamaların hepsi iktidara birebir yakınlık ve kendi anlayışları içinde, türban dayanışması içinde yapılan atamalardan oluşuyor.’’ ‘Seyirci olmayacağız’ Doğu Avrupa’dan Ortadoğu’ya kadar en büyük sermayeli Türk şirketi konumuna geldiklerini de söyleyen İş Bankası Genel Müdürü Özince, ‘‘Seyirci koltuğuna oturmuyoruz. Elimizden geldiğince istikrarlı bir Türk kuruluşu olmaya çalışıyoruz’’ diye konuştu. YOKSULLUK SINIRI İbrahim Atay’ın memleketine yatırım yaparak kurduğu Silverline büyüyor Memur karın tokluğuna çalışıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye KamuSen, 4 kişilik ailenin şubat ayı yoksulluk sınırını, 1929 YTL 6 YKr olarak hesapladı. Çalışan tek kişinin açlık sınırı ise 731 YTL olarak açıklandı. Araştırmaya göre ortalama bir memurun maaşının yüzde 90.55’i yalnızca gıda ve barınma harcamalarına gidiyor. Türkiye KamuSen’in hesaplamalarına göre, Ocak 2006’da 1922 YTL 25 YKr olan 4 kişilik ailenin asgari geçim haddi (yoksulluk sınırı), şubat ayında 6 YTL 81 YKr (yüzde 0.35) artarak 1929 YTL 6 YKr’ye yükseldi. Çalışan tek kişinin açlık sınırı ise aynı dönemde 1 YTL 47 YKr (yüzde 0.20) artarak 731 YTL 64 YKr’den 733 YTL 11 YKr’ye çıktı. Türkiye KamuSen’den yapılan açıklamada, geçen ay itibarıyla ortalama 803 YTL 58 YKr maaş alan bir memurun, ailesi için yaptığı gıda harcamasının, maaşının yüzde 53.81’ine, konut giderinin ise yüzde 36.74’üne karşılık geldiği ifade edildi. Böylece, ortalama bir memurun maaşının yüzde 90.55’ini yalnızca gıda ve barınma harcamalarına ayırmak zorunda kaldığı kaydedilen açıklamada, ‘‘Ortalama maaşla geçinen memur ailesinin ulaşım, sağlık, eğitim, haberleşme, giyim gibi diğer zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması için şubat ayı maaşından geriye 75 YTL 93 YKr (yüzde 9.45) kalmıştır’’ denildi. Merzifon’dan Madagaskar’a fırın ? Teşvik yasasından çok önce memleketi Merzifon’da ankastre mutfak ürünleri sektörüne giren Atay, bugün dünyanın bir ucundaki Nepal ve Madagaskar’a bile ihracat yapabiliyor. MURAT GÜLDEREN 28 ülkeye ihracat Silverline Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Atay, Genel Koordinatör Mustafa Laçin ve Fabrika Müdürü Cem Üzüm, ilk kez basına açılan fabrika hakkında bilgi verdiler. Merzifon’daki Silverline fabrikasında üretilen ankastre mutfak ürünleri, aralarında Madagaskar’ın da bulunduğu 28 ülkeye ihraç ediliyor. 15 milyon YTL ’lik yatırım Silverline Genel Koordinatörü Mustafa Laçin, iç pazar için de atağa kalkarak 2006’da 15 milyon YTL yatırım yapacaklarını ve iç pazardan gelecek talep artışını rahatlıkla karşılayacaklarını bildirdi. 2006 yılında üretim, ihracat ve iç pazar satışlarında yaklaşık yüzde 100 artış hedeflediklerini ifade eden Laçin, 12 milyon YTL ödenmiş sermayeye ulaşan ve 1994 yılında kurulan Silverline’ın bu yıl 30 milyon dolar ciro hedeflediğini belirtti. Özellikle yüksek teknoloji ve ileri otomasyon çerçevesinde yaptıkları üretimi geliştirecek yatırım planlarının tamamlanmasıyla Silverline’ın yüzde 30 büyüyeceğini ve istihdamın da yüzde 25 artacağını dile getiren Laçin, iç pazara yönelmelerinin nedenlerinden birinin de döviz kurundan kaynaklanan risklerin minimize edilmesi olduğunu söyledi. MERZİFON 1994 yılında memleketi Merzifon’a yatırım yapma kararı alan İbrahim Atay, ankastre mutfak ürünleri sektörüne girerek kurduğu Silverline’ı, bugün 28 ülkeye akıllı fırından seramik modüler ocağa, lüks dekoratif davlumbazdan granit eviyeye kadar 8 grupta 55 modelle ihracat yapan bir şirket haline getirdi. Silverline, fabrikasının kapılarını ilk kez basına açtı. Teşvik yasasından çok daha önce Merzifon’a yatırım yapan Atay, bugün 226 aileye istihdam sağladıklarını, üretimlerinin yüzde 75’ini ihraç ettiklerini bildirdi. Atay, Almanya, İngiltere, Norveç, Avustralya gibi ülkelere yaptıkları ihracat dışında, Nepal, Madagaskar gibi dünyanın bir ucundaki ülkelerden gelen siparişleri de karşılayabildiklerini söyledi. Atay, yatırımların Anadolu’ya kaydırılmasının önemini vurgulayarak ‘‘Burada üretim için her şey var’’ dedi. Dardanel borçtan kurtuluyor ? Ekonomi Servisi Finansman sağlamak amacıyla, adı açıklanmayan 2 yabancı şirkete hisselerinin yüzde 15’ini devretmeye hazırlanan Dardanel Önentaş Gıda Sanayi AŞ, toplam 140 milyon dolarlık borcu konusunda bankalara teklif götürdü. Genel Müdür Niyazi Önen, tüm borçlarını nakit olarak ödeme karşılığında bir miktar iskonto talebini de içeren tekliflerini bankalara götürdüklerini belirterek prensip anlaşması imzaladıkları yabancıların ‘‘stratejik değil, finansal ortak’’ olduklarını söyledi. Önen, hisse devriyle sağlanacak kaynakla işletme sermayesinin güçleneceğini ifade etti. erginy?tr.net DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ Pazar günü Irak’ın işgalinin üçüncü yıldönümüydü. Tüm dünya basını bu üç yılın değerlendirmesini yapmaya çalışıyor. ABD’nin başarılı olduğunu savunan birilerini bulmak çok zor. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Gerekçe yalan, amaç belirsizdi Bush yönetimi Irak’ın işgalini iki gerekçeye dayandırmıştı: Saddam’ın kitle imha silahları ve El Kaide’yle ilişkisi vardı. Geçen üç yıl içinde, ne kitle imha silahları ne de Saddam ile El Kaide arasında bir ilişki bulunabildi. Irak’ın işgalinden önce Bush yönetiminin gerekçelerini hiç sorgulamadan benimseyerek Türkiye medyasında tekrarlayan askeri ve siyasi liderliğin, bu kez daha temkinli davranmasını beklemek hakkımız. Ancak verilen demeçler, Bush yönetiminin bu kez İran’a yönelik tezlerinin, yine benzer bir biçimde, hiç sorgulanmadan benimsenmekte olduğunu gösteriyor. Irak işgalinin amaçlarını anımsarsak; Irak halkı ABD ordusunu çiçeklerle karşılayacak, böylece Irak’ta bir demokrasi dönemi başlayacaktı. Demokrasi Irak’tan bölgeye dalga dalga yayılacak, terorizmin kaynakları kurutulacak, petrol akışı güvenliğe kavuşturulacak, bölge serbest piyasaya açılacak, bu arada İsrail’e yönelik tehdit zayıflayacaktı. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Bugün gelinen noktada, Fukuyama ‘‘Irak’ın işgalini anlamsız buluyor’’ (Bloomberg, 16/03), neocon safları terk ediyor. Neocon’ların önde gelen isimlerinden William Buckley Jr., ‘‘ABD’nin Irak işgali başarısız olmuştur’’ diyor (National Review, 24/02). ABD Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad’a göre de ‘‘İşgal bir Pandora kutusu açmış’’ (Los Angeles Times, 07/03). Düne kadar ABD’nin Irak politikasını destekleyen Fukuyama ve Buckley ile benzerlerinin yön değiştirmesi bir ideolojik çözülmenin; Halilzad’ın baklayı ağzından kaçırması, Birleşik Kuvvetler komutanı General Pace ve Irak komutanı General Abizaid’in demeçlerinin sık sık Bush’un demeçleriyle, Rumsfeld’in de hepsiyle çelişmesi (Blumenthal, Opendemocracy, 17/03) siyasi bir kararsızlığın işaretleri. Gerçekten de Bali, İspanya, İstanbul, İngiltere, Beyrut gibi kentlerde gerçekleşen intihar eylemleri, Suudi Arabistan’da ardı arkası kesilmeyen çatışma ve saldırılar ‘‘terorizmin’’ kaynaklarının kurutulamadığını gösteriyor. Dahası, Irak’ın işgali, Vietnam’dan bu yana en etkin antiemperyalist direnişin patlak vermesine yol açtı. Direniş dünyanın her yerinden radikal Müslüman militanları kendine çekmeye başladı. Irak bir ‘‘terörist eğitim’’ kampına dönüştü. Bölgede demokratik seçimler, ABD’nin beklediğinin aksine, radikal Müslüman hareketleri meclislere ve hükümetlere taşımaya başladı. Buna karşılık Ebu Garib işkenceleri, CIA’nın tutsak taşıma uçakları, ABD’nin demokrasi ve insan hakları konularında inandırıcılığını yıktı. Bu sırada ABD ordusu Irak’ta giderek zorlanırken, özellikle Ulusal Muhafızlar sistemi bu basıncın altında çatırdamaya başlarken (Knight Ridder, 16/03) ülke içinde savaşa kamuoyu desteği, on sekiz ay önce yüzde 40’tan geçen hafta yüzde 28’e düştü. Savaşın en fazla 5060 milyar dolarda kalması beklenen maliyeti 500 milyar doları geçti, kimi hesaplara göre 2 trilyon dolara ulaşabilecek (MSNBC, 17/03). Hamas’ın seçim zaferinden, İran’ın nükleer enerji programından sonra İsrail’in güvenliğinin iyileştiğini savunmak çok zor. Irak’ta bir iç savaş, bunun Lübnan, Ürdün, Suriye, Iran, Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkeleri içine çekme tehlikesi, petrol fiyatlarının dünya ekonomisini taşıyamayacağı düzeylere tırman Üç Yıl Sonra Irak ması olasılığını gündeme getiriyor. Savunma stratejisi tutarsızlaştı Peki, geriye ne kaldı? Geriye, Irak’ta kalıcı ol mama vaatlerine karşın Bağdat’ta inşa edilmekte olan 500 milyon dolarlık devasa büyükelçiliğe, Camp Victory, Camp Anaconda gibi her biri 10 binlerce askeri barındıracak, sinemadan yüzme havuzuna kadar her kolaylığa sahip dört askeri üsse bakınca, ABD’nin Irak’ta yerleşmiş olması kalıyor. Zaten ABD Irak komutanı Abizaid de ABD Temsilciler Meclisi Alt Komitesi’nde yaptığı bir konuşmada kalıcı üsler olasılığından söz ediyordu (El Cezire, 15/03). Irak halkını bir iç savaşta birbirine kırdırmak, ilk bakışta, Irak’ta kalıcı devasa üslere sahip olma projesini tamamlayan bir taktik olarak görülebilir. Ancak petrol akışı aksamaya, fiyatı yükselmeye devam ediyorsa, bölge ekonomileri dünya ekonomisine, uluslararası mali sermayenin kullanımına açılamıyorsa, Suudi Arabistan ve Mısır’da siyasi istikrar giderek bozuluyorsa, bu devasa üsler ABD hegemonyasının restorasyonu açısından hangi jeostratejik ve ekonomik amaca hizmet edecek diye sormamız gerekmez mi? Bu soruların cevaplarını, Bush yönetiminin ilki 2002’de yayımlanan ‘‘Ulusal Savunma Stratejisi’’nde arayabiliriz. Ancak geçen hafta perşembe günü açıklanan yeni USS’ye bakınca, cevap bulmak bir yana, belirgin bir iç tutarsızlıkla karşılaşıyoruz. USS 2002, ABD’nin küresel konumunu (hegemonyasını) öncelikle askeri üstünlüğe dayalı, ‘‘full spectrum’’ (tüm alanlarda) egemenlikle, önleyici vuruş politikasıyla, tek başına davranma ve buna uygun ‘‘değişken ittifaklar’’ sistemiyle korumayı amaçlıyor, ABD merkezli bir tek kutuplu dünya varsayıyordu. USS 2002, genel amaç ve gerekli görülen araçlar açısından tutarlı bir bütün oluşturuyordu. Sorun, bu projenin gerçek dünyadaki koşullara uygun olmamasından kay naklandı: Evet, ABD çok güçlüydü, ama bu güç, askeri, mali, diplomatik, kültürel, ahlaki boyutları açısından bir imparatorluk kurmak için yeterli değildi. Bu yüzden Irak’taki olumsuz gelişmelere paralel olarak imparatorluk heveslisi neocon kadrolar yönetimde etkinliklerini kaybetmeye başlarken bir neorealist (önleyici vuruş, askeri üstünlüğün yanı sıra diplomasi ve ittifaklara önem veren) bir yaklaşım öne çıktı ve Condoleezza Rice’ın dışişleri bakanlığıyla birlikte hâkim olmaya başladı. Ancak USS’nin iç tutarlılığı da bozuldu. Örneğin, USS 2006’nın ilk kısmı 2002’deki stratejinin bir tekrarı (önleyici vuruş vb.). Ayrıca ‘‘güçlendirilmiş nükleer silahlardan’’, ‘‘taarruz amaçlı vuruş sistemleri’’ (nükleer ya da konvansiyonel) geliştirmekten söz ediyor. Diğer bir deyişle, çok saldırgan. USS 2006’nın ikinci yarısı, bölgesel güç odaklarının, kalıcı ittifakların öneminden, genişleyen bir ‘‘demokrasiler topluluğundan’’, küresel çapta kamu sağlığı sorunlarına çözüm bulmaktan söz ediyor. Birinci bölüm, nükleer silah kullanmayı da gündemine alan ABD merkezli bir tek kutuplu dünya varsayarken, ikinci kısmı çok kutuplu bir ortam varsayıyor. Böylece Los Angeles Times’ın başyazısında vurguladığı gibi ‘‘ABD’nin güvenliğini arttırmaya yönelik yaklaşım, aynı anda dünyanın geri kalanında, ülkelerin kendilerini daha az güvende hissetmelerine neden olacak, daha tehlikeli bir dünyaya açılıyor’’ (17/06). Evet, karşımızda 2 bin 300’den fazla Amerikan askerinin, 100 bine yakın Iraklı sivilin cesedi, on binlerce yaralı, yarım trilyon doları geçmiş bir savaş faturası, varil fiyatı 20 dolardan 60 dolara çıkmış petrol, 9 trilyona (The Times, 17/03) yükseltilen ABD borçlanma limiti, çıkmaza girmiş bir proje, iç tutarlılığını kaybetmiş bir savunma stratejisi var... (AP) CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle