13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 MART 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN Gelişmiş ülkeler gelişmekte olan dünyada yaşanan su krizini gündemin üst sırasına taşımalı REUTERS 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Dakka, Bangladeş Fransa’da Başbakan Villepin, Zorda Başkanlık seçimlerine on dört ay kala Fransa’da işler iyice karışmışa benziyor. Başbakan Villepin’in bir süredir ısrarla gençler dahil sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının, bizzat kendi partisi ve patronların muhalefetine, bir milyon insanın sokaklara dökülmesine karşın ısrarla üzerinde durduğu ve sonunda yasalaştırdığı tasarı, sözü edilen karışıklığın merkezinde yer alıyor. Kızılca kıyametin kopmasının ardında ‘Şanslarda eşitlik’ tasarısının içinde yer alan ve gençlere iş sağlamayı hedefleyen ‘İlk iş sözleşmesi’ (Contrat premiere embauche) var. İlk bakışta gençlere iş sağlamayı hedefleyen bir tasarıya, Fransa gibi işsizlik ve yoksulluğun, onca zenginlik ve gelişmeye karşın hâlâ kol gezdiği bir ülkede işsiz gençlerin neden karşı çıktığı çelişkili görülmektedir. Ancak daha yakından bakıldığında ‘tuzak’ hemen fark ediliyor. Çünkü yasa, geçerli kurallara aykırı olarak işverene ‘işe aldığı’ gençleri, iki yıllık süre içinde ‘hasta olma ya da hamilelik’ gibi akıl almaz nedenlerle sorgusuz sualsiz kapının önüne koyma hakkı tanımaktadır. Daha açık bir deyişle gençlere vaat edilen ‘iş’ pamuk ipliğine bağlıdır, belirsizdir. Ayrıca geleceklerini sermayenin iki dudağı arasına mahkum ettiği için de gayri ahlakidir. Bir ay sonra yürürlüğe girmesi beklenen yasaya karşı bir hafta önce milyonları sokağa döken gösterilerin önümüzdeki haftalarda da artarak sürmesi hemen hemen kesindir. Yasaya karşı çıkan üniversite öğrencilerinin 68 olaylarındaki gibi Sorbonne’u işgal etmeleri ve işgale kolluk kuvvetlerinin müdahalesiyle son vermeleri, olayların tehlikeli noktalara tırmandığının işareti olarak görülmektedir. Bu arada sosyalist gruplar yasanın iptali için Anayasa Konseyi’ne başvuracaklarını açıklamışlardır. Başbakan Villepin ise partisiyle birlikte, ‘ısrarının’ bedelini ödemeye başlamış, ‘kamuoyunda’ hatırı sayılır ölçüde prestij kaybına uğramıştır. Bu eğilimin artarak sürmesi kimseyi şaşırtmayacaktır. ??? Başbakan Villepin’in ‘ısrarının’ ardında, bizzat kendi ifadesiyle başkanlık seçimleri bulunmaktadır. Ama buna, kendi partisi içinde yer alanlar da dahil olmak üzere inanan pek yoktur. İçteki muhalifleri biraz da bu yüzden başbakanı ‘ayağına kurşun sıkmak’ ya da ‘Rus ruleti’ oynamakla suçlamaktadır. Gençleri ‘iş vaadiyle’ umutlandırmak, böylece de onları başkanlık seçimlerinin kapısını zorlamak için ‘koçbaşı’ olarak kullanmanın şimdiden ipliği pazara çıkmıştır. O kadar ki, Villepin ve partisinin bu olay nedeniyle başkanlık yarışında hatırı sayılır ölçüde puan yitirdiği söylenebilir. Gerçek odur ki, işsizlik ve yoksulluğun üstesinden gelmek, büyük sermayenin de elini taşın altına sokmasını sağlamadan olanaksızdır. Çelişki, istihdamla ilgili geçerli kurallarla, büyük sermayenin devindiği ‘kuralsızlık’ arasındadır. Bu yüzden, sosyal haklar konusunda güçlü geleneğe sahip olduğunu AB’yi piyasa ekonomisinin gerekleri doğrultusunda geliştirmeyi hedefleyen anayasaya ‘hayır’ diyerek ortaya koyan Fransız halkı, kuşkusuz, kazanılmış sosyal haklarının birbiri ardından rafa kaldırılmasına daha fazla seyirci kalmayacaktır. Yukarıda değinilen çelişki kıskacında gençleri, kaygan zeminde, sermayeyi eser miktarda bile zora sokmadan, uyutarak başkanlık koltuğuna oturma düşü, daha başlamadan hüsrana uğramış görünmektedir. Aslında sorgulanması gereken Başkan Chirac, Başbakan Villepin ve seleflerinin içinde yer aldıkları düzenin, yıllardır, Fransa gibi zengin ve gelişmiş bir ülkeden çok, azgelişmiş ülkelere özgü olan işsizlik ve yoksulluğun yıllardır nasıl üstesinden gelemedikleridir. Her derde deva olarak gösterilmek istenen Avrupa Birliği de, hemen tüm üyeleriyle birlikte bu iki temel konuda yaya kalmışlardır. Ve çözümü, her zaman olduğu gibi, başka baharlara ertelemişlerdir. Fransa’nın önde gelen ekonomistlerinden Patrick Artus ve MariePaule’ün ‘Kapitalizm Kendi Kendini Yok Etme Evresinde (Ed. La Decouverte, Paris)’ adını taşıyan kitabı ile son günlerde yayımlanan birkaç başka eserin ortak paydası finansın piyasa ekonomisinde giderek ağırlık kazanan rolünün eleştirisidir. Artus eserinde kapitalizmin projeden yoksun milyarlarıyla yararlı hiçbir şey yapmadığından söz etmektedir. Sorumlu ise, kuruluşlardan çok büyük yatırımcıların çok daha kısa sürede çok daha yüksek kâr beklentisidir. Uzun sürede kâr sağlayan yatırımlar yerine üç ayda kâr getirmeye başlayacak yatırımlar için ayrıcalık talep etmektedirler. Aksi halde, ‘delocalisation (yani çekip başka yere gitmek)’, ücretleri baskı altına almak, yeni istihdam yaratmaya yanaşmama yoluna başvurmaktadırlar. Hisse senedi sahiplerinin yaptıkları da bundan farklı değildir. Özetle, piyasa ekonomisinin ve büyük sermayenin borusunun başka sesleri duyulmaz hale getirdiği yerde, toplumun sosyal taleplerine kandırmacaya sapmadan yanıt vermek kolay değildir. Yoksullukla ilgili gözlemevi raporunda dördüncüsüne göre, Fransız toplumunun karnesi endişe vericidir. (Le Monde, 24.02.2006). Ünlü ‘otuz parlak yıl’ (trente glorieuses) artık gerilerde kalmıştır. İşsizlik ve yoksulluk Jacques Chirac’ın başkanlık koltuğuna oturduğu 1996’dan bu yana sürekli bir biçimde artmıştır. Başkan Chirac, o zamanlar olayın vahametini kavrayarak ‘önlem alınmazsa’ toplumsal patlamaların kaçınılmazlığından söz etmiştir. İşte o gün bugün, o sözü edilen önlemler ya hiç alınmamış ya da Villepin yasası gibi işe yarayacağı bütünüyle kuşkulu çözüm önerileriyle savuşturulmak istenmiştir. REUTERS REUTERS Darfur, Sudan Yeni Delhi, Hindistan Bir bardak su için ölüyorlar KEVIN WATKINS B u yazıyı okuyan kimse güne ailesinin günlük su ihtiyacını karşılamak amacıyla iki mil uzaktaki kaynağa yürümüyor. Hiçbirimizin insanlık onuru tuvalet niyetine bir naylon torba kullanarak ayaklar altına alınmıyor. Ve, bizim çocuklarımız bir bardak temiz su için ölmüyor. Belki bu saydıklarım su krizi konusunda neden bu kadar bilgisiz ve ilgisiz olduğumuzun nedenleridir. Önümüzdeki 24 saat içinde içme suyunun yeterli ve temiz olmamasından kaynaklanan ishal nedeniyle 4 bin çocuk daha ölecek. Bu nedenle yılda ölen çocuk sayısı Birmingham kentinin nüfusundan fazla. Kirli su insan hayatını terorizmden daha çok tehdit ediyor. Ancak bu konu maalesef varsıl ülkelerin radarına nadiren takılıyor. Gelişmekte olan ülkelerin hemen hemen nüfuslarının yarısına yakını sürekli içme suyunun eksikliğinden veya temiz olmamasından kaynaklanan hastalıkların acısını çekiyor. Bu durum insanların sağlıklarını tehdit etmekle kalmıyor eğitim çağındaki çocukların oluşturduğu potansiyeli de yok ediyor. İstatistikler çok üzücü. Yaygınla ? Gelişen ülkelerde 2.6 milyar kişi en ilkel hela çukuruna bile sahip değil. 1 milyar kişinin içme suyu kaynağı yok. Varsıl ülkeler bu verileri ve suyun bir ticari ürün değil yaşam kaynağı olduğunu göz önünde bulundurarak su krizine çözüm aramalı. şan küresel ekonominin bugünkü tablosu 2.6 milyar kişinin en ilkel hela çukuruna bile sahip olmadığına, 1 milyarın üzerinde insanın ise içme suyu kaynağına sahip olmadığına işaret ediyor. Britanya’da bir kişi günde ortalama 160 litre su kullanıyor. Mozambik ve Etiyopya’da bu kişi başına günde 510 litreye düşüyor. Bu az miktarda suyu da evlerinde hazır bulmuyor bu ülkelerin halkları. Kadınlar göl ve nehirlerden taşıyorlar suyu. Sırtında su taşımak başka bir iç burkan gerçeği gözler önüne seriyor. Güneş altında, içinde 20 litre su olan bir küpü taşımayı deneyin, anlarsınız! Tuvaletleri naylon torba Kenya’nın başkenti Nairobi’nin geçmişi çok eskilere dayanan, yoksul mahallelerinden Kibera’nın verileri de iç açıcı değil. 750 bin kişinin yaşadığı Kibera Afrika’nın en büyük yerleşim birimlerinden ve Nairobi kentinin nüfusunun dörte biri burada yaşıyor. Burada yaşayanların yüzde 90’ının yaşadığı evin tuvaleti yok. Naylon torbalara tuvaletlerini yapıyor ve bu torbaları sokağa fırlatıyorlar. Kibera gelişmekte olan dünyada neler olduğunu anlatmak için tipik bir örnek. Hızlı kentlileşen, sukanalizasyon altyapısı iyi olmayan Cakarta ve Lagos gibi kentlerde milyonlarca insan bu tür büyük mahallelerde kaderlerine terk ediliyor. Kötü koşullara ve altyapı bozukluklarına artı olarak yoksullar su için daha fazla para ödüyorlar. Kibera’da yaşayan bir Londra ve Manhattan’dakilerden üç kat fazla para ödüyor, sınırları içinde yer aldığı Nairobi’nin varsıl banliyölerinden ise 10 kat fazla. Gelişen dünyadan başka benzeri örnekler de sıralayabiliriz. Yüksek fiyatın nedenini anlamak zor değil. Altyapı bu mahallelerdeki insanların ayağına su getirmediği için onlar millerce ötedeki kaynaklardan, nehir ve göllerden su getirmek veya suyu pahalıya satan tüccarlardan almak arasında tercih yapmak zorunda kalıyor. Birleşmiş Milletler’in milenyum kalkınma hedefleri arasında yer alan, temiz su kaynağı olmayan insanların sayısını yarıya indirme projesi önümüzdeki 10 yılda 4 milyar dolara mal olacak. Bu, Avurpa ve ABD’de bir ayda şişelenmiş maden suyuna harcanan parayla eşdeğerde. Bu işe aktarılacak her 1 dolar sayesinde kirli su ve kanalizasyon yetersizliğinin neden olduğu sağlık sorunlarına aktarılacak 34 dolardan kurtulacak yoksul ülkeler. O zaman varsıllar kulübü enden son beş yılda su ve su arıtma konusunda yardımı kesti? Yaşam kaynağı... Su bir ürün değil bir yaşam kaynağıdır. Güney Afrika, suyun pazarlama aracı olacak bir ürün değil insanların eşit olarak paylaşması gereken bir yaşam kaynağı olduğunu tüm kamu ve özel su şirketlerinden halka belirli bir miktarı ücretsiz sağlayarak gösterdi. Senegal ve Manila’da da bazı şirket ler de varsıl kesime satışta belirli bir ek ücret alıp yoksullara su dağıtıyorlar. Kamunun su kaynaklarını kamu yatırımı haline getirmek yoksul ve varsıl arasındaki büyük uçurumu biraz olsun kapatma şansı veriyor. İngiltere’de 19’uncu yüzyılda yaşanan su ve su arıtma krizi belediyelerin, sosyal reformcu ve sanayicilerin güç birliği yapmasına, güçlü koalisyonların yönetime gelmesine neden olmuştu. Günümüzde de sosyal hareketler, hükümetlerarası ortaklıklar ve sivil toplum çok sayıda cana mal olan su krizine el atmaya çabalıyor. Ancak bu çabaların sonuçsuz kalmaması için varsıl ülkelerin oluşturacağı, su ve su arıtma konusunu yardım gündeminin üst sıralarına taşıyacak küresel liderliğe gereksinimimiz var. Belki Britanya’da yaşayan bizler biraz daha az duş almalıyız ve evdeki borularımızda kaçak olmaması için kontrol ettirmeliyiz. Ve, hiçbirimiz yılda 1 milyonu aşkın çocuğun bir bardak su bulamadığı, hijyenik bir tuvalete giremediği için öldüğü bir dünya düzenine hoşgörüyle yaklaşmamalıyız. (The Guardian, İngiltere, 8 Mart) Gazeteciler kaynak açıklamaya zorlanmamalı evlet Başkanı Arroyo malar getiriyordu. İşin ilginç yanı medya hiç salı günü GMA Yayın Grubu’nun DZBB Rad umulmadık bir yandaş buldu yo Kanalı’nda, Mike Enriqu kendine. Adalet Bakanı Raul M. ez’in sunduğu haber programı Gonzalez gazetecilerin ‘‘1477 na katıldı. Röportaj sırasında No’’lu yasanın koruması altında GMA’ya övgü yağdırdı ve bu olduklarını söyledi ve bu yasagrubun kanalını ‘‘sorumlu ga nın kaynaklarını açıklamaları zetecilik’’ yaptıkları için seçti kamu yararı açısından şart olmağini söyledi. Sorumlu gazeteci dığı sürece ‘‘kaynaklarını açıkliğin grubun kanallarının sürek lamama’’ hakkını verdiğini vurli rating birincisi olmasının ne guladı. denlerinden olduğunu, ABSCBN’yi bu nedenle solladığını Ulusal çıkarı belirtti. mahkeme belirler Devlet Başkanı daha sonra araştırmacı gazetecilik ve fitneKomisyonun medyaya kaycilik arasındaki farkı anlattı. nak açıklama konusunda zorunOnun bu ‘‘sorumsuz gazetecile luluk getiremeyeceğini söylere’’ yönelik son yen Gonzalez çıkışı hiç de mahke? Fikir özgürlüğü ve sadece sürpriz olmadı. melerin ‘‘ulubasın özgürlüğü Aynı gün Adasal çıkar’’ın söz uluslararası yasalarla konusu olup ollet Bakanlığı ve Emniyet Teşkigaranti altına alınmış madığını kararlatı hükümeti laştırabileceğibir insan hakkı devirmeyi henin altını çizdi. defleyen bir olduğuna göre medya Bir gazetecinin plana destek özgür bırakılmalıdır. ancak asilik, verdiklerini kasıtlı hakaret söyledikleri yedi gazeteciyi göz gibi yasaları ihlal ettiğinde suçlemeye devam edeceklerini açık lu olacağını ve yargılanacağını ladılar. Bu gazetecilerin toplu da sözlerine ekledi. mu isyana teşvik, fitnecilik suçFilipinler’in demokratik bir larıyla yargılanabileceği de açık ülke olduğunu ve buradaki hulamalarında yer aldı. kukun geçerli olduğunu göz Bu açıklamanın Daily Tribu önünde tutmak zorunda olan ne gazetesinin genel yayın yö devlet başkanlığı ofisi şu soruları netmeni ve iki yazarı hakkında yanıtlamalı: toplumu tahrik etme suçlamasıy‘‘Medya için geçerli olan yasa la dava açılmasının hemen ardın ve kuralları kim belirlemeli, dan geldi. Arroyo’nun DZBB’de sorumlu gazetecilik nedir?’’ ki röportajından bir gün önce de Biz medyanın demokratik bir Ulusal Telekomünikasyon Ko ülkede okuyucu ve izleyicilerine misyonu hiçbir kanalın kayna karşı büyük yayımladığı haberğı belli olmayan, bir kaynağa lerin içeriği ve haberle yorumu dayandıramayacağı haberleri ya birbirinden ayırma konusunda yımlayamayacağını açıkladı. Bu, büyük sorumluluğu olduğunu ismi saklı kalacak kaynakların düşünüyoruz. Fikir özgürlüğü verdiği haberin yayımlanmama ve basın özgürlüğü uluslararası sı anlamına geliyordu. Ve, komis yasalarla garanti altına alınmış yondaki yetkililer bu kuralı ob bir insan hakkı olduğuna göre jektif, adil habercilik adına yap medya özgür bırakılmalıdır. tıklarını iddia etseler de yayın organlarına bazı gerçekleri açığa (Manila Times, Filipinler, çıkarmak adına büyük kısıtla10 Mart) D Filistin’de Kadınlar Günü kutlaması DAVUD KÜTTAP ilistin’de her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlandı. Bu yılki kutlamaların tadı başkaydı. Muhafazakâr, İslamcı hareket Hamas’ın seçim zaferi Filistin toplumunu canlandırdı, özellikle de kadın hareketini... Bu yıl Ramallah’taki kadın hakları yürüyüşüne katılım fazlaydı. Bine yakın başı örtülü kadın yürüyüşün sonunda Devlet Başkanı Mahmut Abbas’la buluştu. Ancak kadınlar o gün toplanan yasama konseyinden olumlu bir yanıt almadı. O gün Filistin Parlamentosu’nda, uzun süre yürüyüş yapan kadınlar hakkında ne yapılacağı tartışıldı. Sonunda kutlamalara katılmak üzere bir delegasyonun gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak delegasyonun gönderilmesi için parlamentodaki oturuma ne kadar ara verileceğinin kararlaştırılması da uzun sürdü. Önce ‘‘iki saat’’ denildi. Sonra bu süre yarıya indirildi. Parlamentodaki önemli kadın milletvekillerinin gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak plan işe yaramadı, çünkü birçok İslamcı milletvekilinin gitmesiyle dönmesi bir oldu. Son seçimde Hamas’tan El Halil millet F vekili seçilen Samira Halika yürüyüşteki arkadaşlarına parlamenterlerden oluşan delegasyonun Kadınlar Günü’nü boykot etme kararı aldığını söyledi. Bunun nedeni olarak da yürüyüşe katılan bazı protestocuların parlamentonun şeriatın izin verdiği poligamiyi yasaklamasını isteyen pankartlar taşıması olarak gösterdi. Parlamentoda kadın sayısı yükseldi Parlamentonun Gazze’deki ofisine ulaşmak isteyen Filistinli kadınların da önü kesildi. Kapılar kapandı ancak sonrasında birkaç bağımsız kadın milletvekilinin araya girmesiyle yeniden açıldı. Protestocu kadınlar içeri alındı. Ancak onları temsil eden milletvekilleriyle buluşmalarına izin verilmedi. Bir sonraki gün Hamas’ın başbakan adayı İsmail Haniye’nin kadın hakları savunucusu olduğuna dair haberler çıktı gazetelerde. Gazetelere sızan haberler arasında Hamas’ın kuracağı ilk kabinede kadınların yer alacağı, inatçı bir kadın hakları savunucusu olan Halide Carar’ın kadından sorumlu bakanlığa getirileceği ve eğitim bakanlığına ise Profesör Havla Şakşir’in getirilece ği de vardı. Hamas yönetiminde kadınların oynayacağı rol ilginç olacak. Son seçimde yasama konseyindeki kadın temsilcilerin sayısı 5’ten 17’ye yükseldi. Bu sayı şimdiye kadarki tüm konseylerdeki kadın sayısından yüksek. Seçilen 17 kadın arasında başı açık kadınlar olduğu kadar çeşitli şekilde başı kapalı kadınlar da var. Doktora yapmış kadınlar, tıp doktorları, siyasi aktivistler ve çalışan anneler yer alıyor parlamentonun yeni kadın milletvekilleri arasında. Bu kadınların birçoğu İsrail’le yaşanan çatışmalarda ölenlerin kız kardeşi, karısı veya annesi ya da tutuklu yakınları. Giyim kuşamları ve yaşam tarzları ne olursa olsun bu kadınlar ve erkekler işgalden, yolsuzluk ve hırsızlıktan arınmış bir ülke istiyorlar. Kadından sorumlu bakanlığının verilerine göre El Aksa İntifadası’ndan beri 117 kadın İsrail’in cezaevlerinde tutuklu durumda. Filistinli kadın aktivistler ve sivil toplum örgütleri önümüzdeki aylar ve yıllarda ülkeyi bekleyen sıcak tartışmalarda aktif rol oynayacaktır. Birçok kişi şimdiden önümüzdeki 8 Mart’ta neler olacağını merak ediyor. Bazı sivil toplum kuruluşları yürüyüşe (Jordan Times, Ürdün, 1011 Mart) katılan Filistinli kadınlara çiçek verdi. (AFP) CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle