25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 MART 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA HABERLER Öğretim Birliği Yasası’nın kabulü, Halifelik ile Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması 7 DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT ‘Üç Devrim Yasası, yok sayılıyor’ Kredi Kartları Yasası’na onay ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Banka Kartları ve Kredi Kartları Yasası’nı onayladı. Yasaya göre, kredi kartı limiti belirlenirken kartın imza hanesi, hamili tarafından imzalanacak. Kart hamilinin yaptığı işlemler nedeniyle sözleşmede yer almayan faiz, komisyon veya masraf adı altında hiçbir şekilde ödeme talep edilemeyecek ve kart hamilinin hesabından kesinti yapılamayacak. Yasayla birlikte, faiz yüzde 18’e indirilirken, taksit sayısı da 18’e çıkarıldı. Yasadan, 31 Ocak 2006 itibariyle temerrüde düşmüş tüm kart sahipleri de yararlanabilecek. İstanbul Haber Servisi İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği, Üç Devrim Yasası’nın kabulünün 82. yılı nedeniyle ‘‘82. Yılında Yok Sayılan Üç Devrim Yasası’’ konulu panel düzenleyecek. 3 Mart 1924 tarihinde Öğretim Birliği Yasası’nın (Tevhidi Tedrisat) kabulü ve Halifelik ile Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırılması nedeniyle düzenlenecek etkinliğe, çok sayıda sivil toplum örgütü de destek verecek. 3 Mart’ta saat 11.00’de Harbiye Askeri Müzesi’nde başlayacak etkinliğin sunuşunu Kadın Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Necla Arat, açılış konuşmasını ise İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü Nazan Moroğlu yapacak. Daha sonra başlayacak panelde oturum başkanlığını İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Aydeniz Alisbah Tuskan yapacak. Panelde yazar Meriç Velidedeoğlu, Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsa Eşme, Mimar Sinan GSÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Firdevs Gümüşoğlu, Emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş ve gazetemiz Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay konuşacaklar. Bal Tutan Parmağını Yalamasın mı? Adalet ve Kalkınma Partisi’nde, perdenin önüne çıkarak seslerini yükselten milletvekillerinin sayısı şimdilik dört. Bu dört politikacıdan ikisi, yani Turhan Çömez ile Fuat Geçen, gelecek haftanın sonunda gerçekleşecek Kızılcahamam kampını bekleme gereği duymadan Unakıtan’dan AKP’nin sırtından inmesini istediler. Öteki ikisinin, yani Ertuğrul Yalçınbayır ile Mahmut Koçak’ın düşünceleri daha farklı. Her ikisi de ayrı ayrı, parti içi yolsuzluklardan ve genel başkan hegemonyasından dertli olduklarını saklama gereği duymuyorlar. Düşündüklerini sesli de açıklıyorlar. Yalçınbayır, çok sistematik bir çalışma temposu izleyerek, mesela TBMM’de, Unakıtan hakkındaki gensoru görüşmesinde bulunmayarak bir tür kırmızı oy kullanmış oluyor. Gelmeyişini, hastalık ya da başka bir mazerete bağlamadan anlatıyor. Koçak ise sorunu bireysel hedeflerin de dışına taşırarak sivrisineklerle uğraşmak yerine; bataklığı yok etmek ilkesi ile açıklamak istiyor. Dolayısıyla da Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası, Siyasi Etik Yasası gibi temel yasaların bir an önce ülke gündemine taşınmasını amaçlamak gereğini vurguluyor. Atilla Serpil, Abdi İpekçi’nin katilinin hapisten kaçırılmasını engelleyemediğini söyledi ‘Ağca ikinci görevimdi’ ? Görevin ‘‘devlet içindeki bir organizasyon’’ tarafından verildiğini söyleyen Serpil, film senaryolarını aratmayacak yaşamını ve Ağca’yla ilişkisini anlattı. Serpil’in, organizasyonla ilişkisi Ağca’nın kaçırılmasıyla kesiliyor, cezaevine girmek için işlediği hırsızlık suçları da üzerine kalıyor. BERİV AN TAPAN tilla Serpil’e Milliyet Gazetesi Genel Yayın A Yönetmeni Abdi İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca’nın cezaevinden kaçmasını engellemek görevi verildi. Bunun için Ağca’nın Kartal Askeri Cezaevi’ndeki koğuşuna konulan Serpil, Ağca’nın Adli Tıp’ta kaçma planını önceden öğrenerek görevini yerine getiriyor. Ancak Ağca’nın er Bünyamın Yılmaz tarafından kaçırılmasıyla görevini yerine getiremiyor. Bunun üzerine organizasyonla ilişkisi kesiliyor, cezaevine girmek için işlediği hırsızlık suçları da üzerine kalıyor. Kendisini görevlendiren güçlerin sahip çıkmaması üzerine 13 yıl cezaevinde yatıyor. Dışarı çıktığında başka bir kimlikle gazetecilik yapmaya başlayan Serpil, 5 yıl boyunca bölgesel bir televizyonda cumhurbaşkanı, başbakan ve üst düzey bürokratlarla röportajlar yapıyor. Ağca’nın kaçmasını engelleme görevinin kendisine ‘‘devlet içindeki bir organizasyon’’ tarafından verildiğini söyleyen Serpil, film senaryolarını aratmayacak yaşamını, görevlerini ve Ağca’yla ilişkisini anlattı. Görevin özel bir organizasyon tarafından verildiğini söylüyorsunuz. Devletin hangi birimine bağlı? ATİLLA SERPİL Bu organizasyon ne MİT ne de emniyet ve 12 Eylül darbesiyle dağıtıldı. Şimdi de kamuoyunda adı ara ara zikrediliyor. Zaten yattığımız yer askeri cezaeviydi. Kaçışını engellemek için mi cezaevine girdiniz? SERPİL Ağca benim ilk görevim değildi. İlk görevimi açıklamam doğru olmaz. Çünkü, uluslararası boyutu var. Ağca’nın gelmesiyle beraber beni onun bulunduğu koğuşa verdiler. Böylece her hareketinden haberim olacaktı. Cezaevine girişiniz nasıl oldu? SERPİL Görevim için cezaevine girmem gerekiyordu. Bunun için 1978 Ekim ayında 2 saat 45 dakikada 14 ayrı yerde soygun gerçekleştirdim. Soygunlardan önce polise telefon açıp ‘‘Ben Atilla Serpil. Silahlı soygun yapacağım’’ diye ihbar ettim kendimi. 15. oteli soyarken polisler beni yakaladı. Tutuklandığımda da sol örgüt TİKKO adına çalıştığımı söyledim. Bütün bu soygun planı bağlı bulunduğum organizasyonca yapıldı. Bu suç aynı zamanda beni istediğimde cezaevinden çıkarabilecek nitelikteydi. Akıl sağlığı yerinde olan birinin yapabileceği bir eylem gibi olmamalıydı. Zaten önceden ihbarı da bunun için yaptık. Erdoğan teğet geçti Ben şahsen, iktidar partisinin dünkü grup toplantısında, Başbakan Erdoğan’ın Çömez ve Geçen’in son girişimleri karşısında görüşünü açıklamasını bekledim. Oysa AKP lideri, grubunun iki üyesinin söylediklerini duymazdan gelen bir rol üstlenmeyi yeğledi. Geçen hafta sonunda askeri manevraları izlemek amacıyla Sarıkamış ve Kars’taydı ya? Herhalde, uzaktan duyduğu aşırtmalı topçu atışlarının anımsatmasıyla kendi grubundaki milletvekillerinden gelen şikâyet seslerini doğrudan hedef almak yerine, gezip dolaştığı yörelerde halkın iktidarlarını nasıl kucakladığını anlatmayı yeğledi. Sayılar, rakamlar sıraladı. Bu sayı merakının en somut örneklerinden birisini de AKP grup başkanvekillerinden İrfan Gündüz’ün dün gazetecilerle söyleşisinde bulmak olası. Gazeteciler, Sayın Gündüz’e, Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez’in Unakıtan’a gönderdiği ve arkasından kamuoyuna açıkladığı istifa çağrısını anımsatarak soruyorlar: ‘‘Unakıtan’ın yük olduğunu düşünüyor musunuz?’’ ‘‘Hayır.. Hayır. Kesinlikle’’ diyor AKP’nin Grup Başkanvekili. Ve ‘‘Belki size yük olabilir. Ama Türkiye’ye olmuyor.’’ İrfan Bey’in ‘‘olmuyor’’ derken gerekçesi de bir hayli ilginç: ‘‘Maliye Bakanı’nın sadece özelleştirmeden sağladığı gelirin 8 milyar dolara yakın olması!’’ ORTAK NOKTALAR erpil, görevin S kendisine neden verildiği sorusuna şu yanıtı veriyor: Ailem Zonguldaklı. Ağca da 7 yaşındayken babası Zonguldak’ta grizu patlamasında hayatını kaybetmiş. Ayrıca ilkokulun 2 yılını Ağca’nın memleketi Malatya’da okudum. Bu nedenlerle ben tercih edildim. Görevim Ağca’nın cezaevi sınırları içinde sağ kalmasını sağlamak ve gözden kaybolmasını önlemekti. Orhan Birgit okurlarıyla... ? Haber Merkezi Gazetemiz yazarı ve eski politikacı Orhan Birgit, ‘Evvel Zaman İçinde’ adlı anı kitabını bugün Levent’teki İş Kuleleri’nde bulunan D&R mağazasında imzalayacak. Okurlarıyla sohbet edecek Birgit’in kitabı Doğan Kitap tarafından yayımlandı. 19451965 yılları arasında Türkiye’yi politika penceresinden anlatan ve tanık olduğu dönemin sıcak olaylarını ele alan ‘Evvel Zaman İçinde’nin üçüncü baskısı da bu hafta satışa çıkmış olacak. Birgit’le okurlarının buluşması saat 12.00’de başlayacak. Olacak elbet o kadar... Yani, şayet birileri Unakıtan ailesini, haksız kazançlar sağlıyor diye suçluyorlarsa, o kazancın helal mi, haksız mı olduğunu bir yana bırakarak Baba Unakıtan’ın başında bulunduğu Maliye hazinesine getirdiklerine bakmalılar. Benzer bir savunma da, dün Erdoğan’ın konuşmasında, bütçenin daha şimdiden fazlalık verdiğini belirten sözlerinde yok muydu? Bir tür ‘‘Ne var yani? Bal tutan parmağını yalamış ise’’ mi demek istiyorlardı? ‘Kaçış planına dahil edilmedim’ Ağca’yla birlikte Adli Tıp’tan kaçma girişiminde bulundunuz? ATİLLA SERPİL Kaçış planıyla ilgili bilgileri içinde olduğum organizasyondaki yetkililere bildirdim. Ağca’nın başarısız firar girişiminden önce Maltepe Askeri Cezaevi’ne 2 silah getirildi. Bu silahları cezaevinde görevli bir erden aldım. Ağca’nın, cezai ehliyetinin tespit edilmesi için Adli Tıp Kurumu’nda müşahede altına alınması kararı çıkmıştı. Ağca ile 5 Kasım 1979’da cezaevinden alınıp Adli Tıp’a götürüldük. Adli Tıp’a gittiğimizde ellerimizdeki kelepçeler çözülünce tabancaları çekip bir hemşireyi rehin aldık. Kimseye herhangi bir zarar gelmemesi için organizasyondaki adamlar da orada bulunuyordu. Tabancaları teslim etmemiz için Astsubay Yusuf Hududi ve Adli Tıp Kurumu’nda görevli olan benim manevi abim Ayhan Songar bizi ikna etmeye çalıştı. Songar’ın hatırına bırakıyormuşum gibi yaptım. Zaten silahları bırakmaya bahane arıyordum. Silahları teslim ettik. Böylece Ağca firar edemedi. Organizasyon ile ilişkiniz ne zamana kadar sürdü? SERPİL İlk girişimden 2.5 ay sonra Ağca kaçırıldı. İkinci kaçışın olacağını anlamıştım. İlk firar denemesinin başarısızlıkla sonuçlanması nedeniyle Ağca beni ikinci kaçış aslında kaçırılma planına dahil etmedi. Ağca’nın kaçması organizasyondaki itibarımı sona erdirdi... Aykırı sesler.. Kızılcahamam kampından, Erdoğan ve arkadaşlarının elbette başarı ile, ama bir hayli ter ve dil dökerek çıkacaklarını şimdiden söylemek, hiç de müneccimlik sayılmasın. Mal bildirimi ve dokunulmazlık tartışmaları nedeniyle yazmış olmalıyım. İktidar partisi içinde kralın çıplak olduğunu görenlerin sayısı giderek artmaktadır. Yönetim, aykırı seslerin sahipleri için bir soruşturma başlatıp başlatmamak konusunda karar vermekte zorlanacaktır. Çömez ve Geçen, o istifa çağrısını parti organları içinde değil; kamuoyu önünde elbette bazı sonuçları da göze alarak yapmış olmalıdırlar. Tıpkı Yalçınbayır’ın parlamentodaki gensoru görüşmelerine katılmayarak, bir gün sonra ‘‘namevcut’’luğunun hastalık ya da başka bir bahaneye dayanmadığını açıklaması gibi. Ve yine tıpkı Mahmut Koçak’ın Turhan Çömez’in Unakıtan hakkındaki beklentilerine katıldığını söylemekten geri durmaması gibi. Anlaşılan AKP yönetimi, Çankaya hesapları ile şimdiden isyan bayrağı açan milletvekilleri arasında zorlanıyor. O zorlanma, erken seçimi getirecektir. Gönüllü kan bağışı ? İstanbul Haber Servisi DİSK, gönüllü kan bağışıyla ilgili protokolü Türkiye Kızılay Derneği ile bugün 10.00’da DİSK Genel Merkezi’nde imzalayacak. Bu çerçevede, kan bağışının gerekliliği hakkında DİSK personeline eğitim verilmesi ve ihtiyaç duyulan kanın karşılanması için kampanyaların düzenlenmesi öngörülüyor. İSTANBUL, BARIŞIN BAŞKENTİ OLACAK İstanbul Haber Servisi Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (KüreselBAK), dünyadaki savaş karşıtı hareketin işgale ve ABD Başkanı George W. Bush’un İran’a yönelik tehditlerine karşı nasıl tepki verileceğini, İstanbul’da düzenleyeceği ‘‘Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası BuluşmaIII’’ sempozyumuyla belirleyecek. İngiltere, ABD, İran ve Irak’tan barış hareketinin önemli isimlerinin katılacağı sempozyum, 4 Mart Cumartesi günü saat 13.00’te Bilgi Üniversitesi Dolapdere Yerleşkesi’nde başlayacak. İngiltere’den ‘‘Savaşı Durdurun Koalisyonu (Stop the War Coalition)’’ ve ‘‘Respect (Saygı)’’ örgütünden Lindsey German ve Andrew Murray, ABD’den ‘‘Asker Aileleri Konuşuyor (Military Families Speak Out)’’ ve ‘‘Altın Yıldız Aileleri (Gold Star Families)’’ örgütlerinden Celeste Zappala, Irak’tan Ayetullah Jawad AlKhalisi ve İran’dan Fizik Profesörü Dr. Ahmad Shayegan Shirazi’nin katılacağı sempozyuma Türkiye’den de çok sayıda aydın ve sanatçı da destek veriyor. KüreselBAK adına konuşan Mehmet Ali Alabora da Türkiye’deki aydınları, savaş karşıtlarını, böylesine önemli konukları ağırladığımız bu uluslararası sempozyuma davet ettiklerini söyledi. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net İDDİALARA KİTAPLA YANIT Garipoğlu’ndan ‘Sus Konuşma’ İstanbul Haber Servisi Sümerbank’ın içini boşaltmaktan yargılanan bankanın eski sahibi Hayyam Garipoğlu, yargılama sürecini ‘‘Sus Konuşma’’ adıyla kitaplaştırdı. Garipoğlu kitapta hakkındaki iddialara yanıt veriyor. Topkapı Yayınevi’nden çıkan kitap, Garipoğlu’nun geçmişte yaptığı yatırımların anlatılmasıyla başlıyor. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun Sümerbank’a el koyması ve ardından Garipoğlu’nun tutuklanmasının anlatıldığı kitapta, yargılama süreci de ayrıntılarıyla yer alıyor. Garipoğlu, kitabın önsözünde haksızlığa uğrayan bir kişinin, bir yolunu bulup gerçeği anlatmak istediğini belirterek, yazının böyle durumlarda kişinin imdadına yetiştiğini ifade etti. ‘‘Bir işadamı için kapanan kapılar yüksek ve ağırdır, açması da bir o kadar zordur. Kapanan kapıları aralamak, sesin duyulmasını sağlamak, gerçekleri anlatmaya çalışmak için bu kitabı yazdım’’ diyen Garipoğlu, adının başına ‘‘hortumcu’’ ve ‘‘dolandırıcı’’ sıfatlarının haksız yere eklendiğini savundu. Garipoğlu sözlerine şöyle devam etti: ‘‘Sesim çıkmasın diye ‘Sus konuşma’ der, ağzımı sımsıkı kapatırlardı. Malımın, mülkümün ve bankamın elimden zorla alınmasının yanında, haksızlığa, zulme uğradım. Bu ülke için çalıştım. Herhalde benim hobim de iş yapmakmış.’’ ‘İthal doktorlar’ı eleştiren Prof. Dr. Erk, ‘Hedef, Türk doktorlarını ücret konusunda sıkıştırmak’ dedi AB hekimlerine tek taraflı kapı açılıyor GÜRAY ÖZ on günlerde gündemden düşmeyen ve daha bir süre tartışılacağı anlaşılan ‘‘ithal doktor’’ konusu, Türkiye’nin sağlık sorunlarının topluca ele alınmasını da gerektirdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Osman Erk, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı: Tababet ve Şuabatın İcrasına Dair Kanun’un değiştirilmesi ile ilgili haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz? OSMAN ERK Konu tek boyutlu değil; bir yanda sağlık alanının özelleştirilmesi çabalarını daha genişletme, Arap sermayesine alan açma çabası var, diğer yanda AB ile sürdürülen tarama çalışmalarının sonucu olarak dikte edilen, kapıların öteki AB ülkeleri hekimlerine, ama tek taraflı açılması konusu var. Bir üçüncü boyut da belki bu diğerlerinin yolunu açmak içindir, Türk doktorlarını özlük hakları ve üc S retler konusunda sıkıştırma çabasıdır. ‘İthal doktorlar’ın Türkiye’de yararlı ve başarılı olacaklarına inanıyor musunuz? ERK Kuşkularım var. Türkiye’de başarılı olabilmek için Türk insanını iyi tanımak, geleneklerini iyi bilmek gerekir. Sorun yalnızca teknik olarak hastalık değildir. Önemli olan, hastanın kendisidir. Tıp, mühendislik gibi bir dal değildir. Kaldı ki mühendislik bile ülkeyi iyi bilmeyi gerektirir. ENKLİK SINAVI... Türkiye’ye gelecek hekimlerin denklik sınavından geçmesi gerektiğini düşünür müsünüz? ERK Yasada değişiklik yapılacaksa böyle bir sınav zorunludur. Örneğin ABD’de doktorluk yapmak istiyorsanız Board adlı uluslararası bir denklik sınavına girmek ve başarmak zo D rundasınız. Bu sınavın birinci maddesi de dildir. İngilizceye hâkim değilseniz bu sınavı geçemezsiniz. Türkiye’ye gelecek hekimlerin bu tür bir sınavı nasıl geçeceklerini doğrusu çok merak ediyorum. Başbakan Erdoğan, Türk doktorların maliyetinin yüksek olduğunu, eski Sovyet cumhuriyetlerinden gelecek hekimlerin ise 150 dolara bile çalıştıklarını söyledi... ERK Bu yanlış bir hesaplamadır. Ben 150 dolara çalışacak hekimlerin Türkiye’ye toplam maliyetlerinin, buna hesaplanması neredeyse imkânsız insan faktörünü, hasta sağlığını da ekleyin, çok büyük olacağı kanısındayım. Son günlerde sağlık kuruluşlarının, özellikle de devlet hastanelerinin zor durumda olduğu yönünde gazetelerde pek çok haber çıktı. Birkaç devlet hastanesinin iflasın eşiğinde olduğu söyleniyor... ERK Son değişiklikler, aceleye gelmiş, üzerinde derinlemesine düşünülmemiş değişikliklerdir. Bu değişikliklerin arkasında, sağlık alanını devletin görevi olmaktan çıkarma, tümüyle özelleştirme anlayışı yatıyor. Asıl yanlış işte budur. Halk sağlığının devletin görev alanından tümüyle çıkarılması doğru değildir. Türkiye’de devlet, sağlık sistemini iyileştirmek istiyorsa özelleştirmelere öncülük etmekten vazgeçmelidir. Özelleştirmelerle ağır sağlık sorunları çözülmez. Yoksulların sağlık sorunları arka plana itilmiş olur sadece. Türkiye’de sağlık sorunlarının iyileştirilmesi, önleyici tıp hizmetlerinin örgütlenmesinden geçer. Hastalıkların ortaya çıkmasını önlemek için çaba göstermeniz gerekir. Hijyen sorunlarına öncelik vermeniz, çocukların sağlıklı ortamlarda büyümesini sağlamanız gerekir. Özelleştirmelerle ise yalnızca kâr esasına göre çalışan ve yoksulları ihmal eden bir sistem kurmuş olursunuz. CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle