27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 MART 2006 ÇARŞAMBA 6 AVRUPA GÜRAY ÖZ Vurun kahpeye(!)... B asın, ki, işte bunun için var (olmalı): Konya’da bir gösteriyi izleyen kadın gazetecinin taşlandığını yazıyor!.. ‘‘Hz. Muhammed’in karikatürlerinin (çok çirkin bir şekildeBK) çizilmesinin kendilerini birinci dereceden ilgilendirdiğini sanan sekizinci dereceden vahşi bir grup’’; öfkelerini bir muhabire yöneltmişler... Ancak, olayın nedeni daha da düşündürücü: Bayan gazetecinin başı açıkmış! O ‘‘yüzden’’ insanlık adına, İslamiyet adına, mertlik namına ne varsa onu bir yana bırakmışlar ve ellerine geçirdikleri taşları silah yapıp; silahı kalem olan bir insana saldırmışlar! Özünde ‘‘barış ve adında esenlik olan İslamı’’ eze eze.. karanlık ruhlarının katranından, körelmiş vicdanlarının pasından ürettikleri ‘‘hıncı’’ sergilemişler. Peki niçin?.. Taşlıyorlardı; çünkü, o insan bir ‘‘kadındı’’... Masum ve savunmasız bir kadını recm etme histerisini kendi dünyalarının ibadetine dönüştürürcesine; Muhammed’in öğretisine ‘‘kan doğrarcasına’’ ve dahası Hak adına, Hakk’ı çiğnercesine menzile erişip kan dökeceklerdi!.. İnsanlıktan çıkarak sanki ‘‘şeytan’’ taşlıyorlardı!.. Peki neden, bu olupbiten.. neden?.. Taşlamak neden!.. ‘‘Yok etme’’ dürtüsünün bu en vahşi görünümleri neden?.. Çünkü, sosyal, eğitsel, psikolojik donanım eksikliği olan, işsiz güçsüz yığınların türemesine neden oldu bu ülkenin yönetenleri... Kadınlara uygulanan şiddeti adeta meşrulaştıran bir öğretiyle donatıldı toplum. Sırf iktidar hırsı uğruna denetimsiz kurslarla, ihtiyaç dışı ‘‘kadın’’ imamhatipli yetiştirilmesi düzenlemeleriyle, gerginlikler içinde geçti ve geçmekte yıllar.. Bağnazlık, dogma, en kara elbiseleriyle ‘‘özgürlüğün’’ nişanesi gibi selamlandı bölge belde. Dün SıvasMadımak’ta Aziz Nesin’i ve ozanları ne için yakmak istedilerse, bugün de genç bayan gazeteciyi de aynı reflekslerle ‘‘yok etmek’’ istediler. Derviş Vahdeti’lerin Türkiye’si, Kubilay’ların Türkiye’sini tartışmakta, sınamakta, yoklamakta, taciz etmektedir. Evet, acıdır ki, bu toplumdaki cehalet biraz daha ‘‘sarıklaşmıştır’’ ve genç kızlarımıza ‘‘açık giyiniyor’’ diye dille ve (taşla/elle) yeniden sarkmaya başlamıştır. Gerçekte, Konya’daki olayı yaratanların bilinç üstünde, kendilerini insanlıktan çıkaran geçmişleri ile gelecekte gerçek birer vatandaş olmaktan kovulmuşluklarının hezeyanı yatar. Yaşanılanların bilinçaltı boyutundaysa, demokrasi içinde Cumhuriyeti etkisizleştiren anlayışa ‘‘Ilımlı İslam’’ projesinin sunduğu ‘ödüllere’ öykünme olsa gerektir! R. Bülend KIRMACI Teşekkürler Sinyorita! Zorunlu bir ‘‘dinlence’’ aralığında okuduğum kitaplardan söz etmek istiyorum bugün. Kimi kitaplar okudum, okurken hafakanlar bastı. Kimi kitaplar ‘‘şecaat arz ederken sirkatini söylüyordu’’. Kimileri Talat Aydemir’i nasıl tepelediklerini, 12 Eylül’e nasıl heyecanla hazırlandıklarını, işkenceleri nasıl ‘‘yapmadıklarını’’ anlatıyordu. Ama ben onlardan değil, beni işten, yazıdan bir süre uzak tutan zorunlu dinlencemde heyecanlandıran, sıkıntılarımı azaltan, geçen zamanı güzelleştiren iki kitaptan söz açacağım size. ??? Birbirini tamamlayan iki kitap: Ece Temelkuran’ın ‘‘Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita’’ adlı kitabıyla, kadim arkadaşım Masis Kürkçügil’in ‘‘Hugo Chavez ve Devrimde Devrim’’ adlı çalışması. Temelkuran’ın kitabı, Venezüella’da olup biteni ruhunuzda hissetmenizi sağlıyor. O tuhaf ve sanki sabırların birdenbire tükenmesiyle başlamış devrimi duyduğunuzu hissediyorsunuz. Ece Temelkuran, yalnızca olanı biteni anlatmakla kalmıyor, güzel tanıklarıyla sizi Venezüella’ya götürüyor. Sonra siz düşünmeye başlıyorsunuz: Türkiye Venezüella’ya benziyor mu? Yanıt, kesin bir ‘‘Hayır!’’. Sonra bir kere daha soruyorsunuz; Venezüella Türkiye’ye benzer mi? ‘‘Evet, evet, benzer!’’ Neyi benzer? Olamayacak denileni oldurmaktaki tevekküle bulanmış isyanı benzer. Neyi benzemez? Hiçbir ülke ötekine, hiçbir devrim diğerine benzemez. Ama unutmamalı; insanlar, kadınlar ve erkekler birbirinden farklıdır, değişiktir, ama aşk aynıdır. Büyük ve belalı bir soyutlamadır aşk. O insanların diline, gözlerine, kaşlarına, bakışlarına bürünür ve farklı bir aşk olur sonunda. Ece Temelkuran’a ‘‘Biz dünyanın geri kalanı gibi insanları masumlar ve suçlular diye ikiye ayırmıyoruz. Biz burada devrim yapıyoruz Sinyorita’’ diyen Yüzbaşı Rangel’in dile getirdiği, işte o farklı aşktır. İki kişilik yetmez, toplumsal bir aşk gerek bize Bize derin bir aşk lazım. ??? Sonra Masis’in kitabını okudum. O da Venezüella’da olanı biteni, gördüklerini, incelediklerini nesnel bir gözle, ama umutla sarmalayarak yazmış. Bu iki kitabı birlikte okuyun. Sonra dönüp ülkemize bakın. Bizim sorunlarımız, o uzak ülkeden farklıdır, ama aynı zamanda yoksullar yoksuldur, işbirlikçiler işbirlikçi, her fırsatta darbe deneyen, suikast planlayan, Venezüella petrollerine aç kurtlar gibi bakan ABD, aynı ABD’dir; Irak’ta yaptığını orada da yapabilse çok mutlu olacaktır. Bizim ülkemizin başında da işbirlikçilerin ve Ortadoğu’yu kasıp kavurmaya niyetli, işinin önemli bir kısmını çoktan becermiş ABD yok mu? Bizi borca mahkum eden IMF yok mu? Venezüellalıların işi zordu. Büyük bir kararlılıkla büyük adımlar attılar. Bizim işimiz de zor. Bizde şimdilik eksik olan, çok boyutlu sefaletimizin farkına varabilmek ve kararlılıktır. Başka türlü hiçbir şey yapılamayacağını Hugo Chavez kanıtladı. Son bir söz Ece’ye: ‘‘Teşekkürler Sinyorita!’’ eposta: guray.oz@cumhuriyet.com.tr Kredi kartı cinayetleri Ç ok yazıldı, çok konuşuldu; yazıldıkça büyüdü, konuşuldukça azdı. Kuru gürültüyle üstüne varıldıkça toplumun işçi, işsiz, memur, emekli, esnaf gibi katmanlarını bir ahtapotun kolları gibi sardı. Kredi kartı denilen bu ahtapotun ardındaki güç de biliyor türlü şekillerde ileri sürülen görüşlerin aslında birer kurusıkı olduğunu. Şaka değil, bu gücün uluslararası örgütlülüğü söz konusu. Geriden gelen bir yana, iş veremediğin işsize; insan onuruna yaraşır bir maaşı hassasiyetle esirgediğin emekliye, güttüğün siyasetle iflas ettirdiğin esnafa; ekipdiktiğine, ürettiğine bin pişman üreticiye kapıda, kaldırımda, sokakta kredi kartı dağıtılırken bugünün gözü arkada, kafası başka yerde başbakanları ve bakanları bakmakla yetindiler mi desek?.. Mustafa DİLMEN Reklamlarda da yabancı dil modası! Y abancı dil hayranlığı mı? Özenti mi? Alışkanlık mı? Taklit mi? Yoksa buna yaratıcılık mı deniyor? Belki de nedeni şu sıralar moda olan küresellik... Neredeyse resmi yazı dili haline gelecek olan İngilizcenin (bu arada başka yabancı diller de araya girdi) şimdilerde görsel medyada reklam dili olarak yer etmesinin nedenini herhalde en doğru açıklayacak olanlar ‘‘yaratıcılık donanımlı reklam ajanslarımız’’ olacaktır. Ancak bir izleyici, özellikle de Türkçeci bir yurttaş olarak yabancı dille yapılan reklamlar beni içine çekmek şöyle dursun, aksine itiyor. Buna ‘‘yaratıcılık’’ demeye de dilim varmıyor. Küreselleşme rüzgârına kapılmış gitmekte olan, çağdaşlıkla Batı hayranlığını ya da taklitçiliğini karıştıran kimi aydın insanımızın tutkusu da diyemiyorum reklamcılar için... Ama Türkçeyi doğru, güzel, zengin kavramlarla, yeni, anlamlı buluşlarla halkımıza yansıtması gereken televizyon programlarındaki dizi filmlerde, yöresel dilin iyice yerleşmesinin ardından, şimdi de aynı modanın, yani yabancı dil kullanma alışkanlığının reklamlarda giderek yaygınlaşmasını yadırgıyorum, protesto ediyorum, beğenmiyorum. Deniz BANOĞLU Bahçelievler Belediyesi, ilçenin 11 mahallesinde Evsel atıklar her gün toplanıyor İ stanbul’da her gün çöp topluyor. Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu, ilçenin nüfusunun gündüzleri 1 milyona yaklaştığını belirterek, ‘‘Evsel atıkların toplanmasını yoğun bir çalışma ile haftada 3 günden her güne çıkardık’’ dedi. Bu uygulama için 22 aydır çalışma yaptıklarını anlatan Develioğlu, bir ilke imza attıklarını söyledi. Bahçelievler Belediyesi Temizlikten Sorumlu Başkan Yardımcısı Zeynel Yıldırım da ‘‘Evsel atıkları gecegündüz alarak sokak ve caddeleri çöpsüz bir ilçenin modern yüzünü insanlarımıza sunma amacındayız’’ diye konuştu. Bahçelievler sakinleri konu ile ilgili şikâyetlerini (0212) 442 29 71 numaralı telefondan Beyaz Masa’ya, (0212) 552 77 47 numaralı telefondan da temizlik işleri müdürlüğüne iletebilirler. Bizde mi intihar edelim... 2 E LEŞTİRİLER Sayın İlhan Selçuk, Yaklaşık otuz yıldır sizi ve Cumhuriyet’i takip eden biri olarak, az önce Milliyet’te Taha Akyol’un köşesinde okuduğum bir haberle size bu mesajı gönderme ihtiyacı hissettim. Bundan 78 ay önceydi sanırım. Prof. Toktamış Ateş Marmara Ereğlisi’ne seminer için geldi. Kendisinin Fethullah’ın medya sorumlusu olduğunu duyduğum için dinlemeye gitmek istememiştim. Ama bir öğretmen arkadaşın ısrarı üzerine gittim. Bir saatini ne ile doldurdu biliyor musunuz? Atatürk’ün annesi, babası ve annesinin 2. kez evlendiği ve Atatürk’ün buna çok içerlediği falan filan... Çok sinirlenmiştim ama ortamı bozmamak için kendimi frenledim. Orada bize devrimlerinin yararı ve gerekliliği değil de anasının kaç kez evlendiğini anlattı. Kendisine başımdan geçen bir olaya dayanarak, Trakya’da tüm ilçelerde Fethullah yurtlarının kol saldığını ve neden önlenmediğini sordum. Sudan bahanelerle abuk cevapla kapattı konuyu. Çok geç de olsa büyük bir hatadan döndüğünüz için sizleri tebrik ediyorum. Değerli vaktinizi aldığım için çok özür diler, kalbimizin sizin gibi ulusalcı kalemşorlarla beraber olduğunu bilmenizi isterim. Feriha GENEL Prof. Dr. Toktamış Ateş’in Cumhuriyet yazarı olmasından rahatsızlık duyan bir okur olarak ayrılmasına sevindim. Geç de olsa iyidir. Kuşkusuz Zaman veya benzeri bir gazete kendisine kapısını açacaktır. Erciş KURTULUŞ Sayın Prof. Dr. İsa Eşme’ye yanıt Saygıdeğer Hocam, 8 Şubat 2006 tarihli Cumhuriyet’te yer alan ‘‘Toktamış Ateş’e Açık Mektup’’ başlıklı yazınızı ilgi ile okudum. Cumhuriyet gazetesindeki eleştirilerinize ve endişelerinize katılmamak elde değil. Öte yandan üniversitelerimizde bugünkü YÖK sisteminden duyulan rahatsızlıkları içinde yaşayan, tepkilerini açıkça dile getirmekten yine YÖK nedeniyle kaçınan, ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri ile hiçbir sorunu olmayan geniş bir akademisyen kitlesi olduğunu düşünüyorum. Geçenlerde Vatan gazetesinde yayımlanan ve Gazi Üniversitesi’nce yapılan bir ankette; üniversite öğretim üyelerinin çoğunluğunun, üniversite yönetimlerinin merkeziyetçi anlayışlarından ve akademik yükseltmelerde bilimsel ölçütlere dikkat edilmediğinden rahatsızlık duydukları belirtildi. Her ne kadar, birkaç bin kişilik bir veri tabanına dayalı olsa da bu anketteki görüşlerin, öğretim üyelerinin önemli bir kısmı tarafından paylaşıldığı inancındayım. YÖK yönetiminin adaletten, haktan ve bilimden yana tavır alması, yakınma konusu olan birçok olumsuzluğu çözüme kavuşturacaktır. Bu takdirde, siyasi erkin üniversitelere yönelik politikasına karşı YÖK’ü savunan; ancak temelinde YÖK düzenine tepkili ‘‘Atatürkçü, demokrat, yurtsever, laik’’ öğretim üyelerinin, YÖK’ün yanında yer alması kolaylaşacaktır. Belki o zaman Toktamış Ateş’in görüşleri de kendiliğinden değişecektir. Prof. Dr. Nadir PAKSOY Seçim anketleri 2 002 seçimleri öncesinde olduğu gibi yine seçim anketleri gündeme gelmeye başladı. Toplumu doğru bilgilendirmek ve toplum adına iktidara karşı muhalefet görevini yapmakla yükümlü olması gereken basınımızın bazı temsilcileri ne yazık ki, ‘‘İktidara nasıl yaranırım?..’’ arayışına girmiş bir görünüm sergiliyor ve hiç de inandırıcı olmayan ‘‘seçim anketi sonuçları’’ yayımlıyorlar. Aynı ülkede yaşıyor olmasak neredeyse inanacağız. Bu nerede ve nasıl yapılmış bir ankettir ki; Tarım çökertilir, İşçi, memur, emekli kesimi maaşlarının yetersizliğinden yakınır, İşsizlik, yoksulluk giderek artar, Eğitim ve sağlıkta sosyal politikalar terk edilir, Özelleştirmelerle kamunun değerli varlıkları hukuken tartışmalı şekillerde elden çıkarılır ve kayda değer hiçbir yatırım yapılmaz, Kadrolaşmanın yanı sıra söylem ve eylemlerle laik Cumhuriyetin temelleri aşındırılır ve toplum; türban, imam hatip, alt/üst kimlik saçmalıklarıyla gerilir, Cumhurbaşkanı, yargı ve yükseköğrenim kurumlarıyla gizli/açık bir mücadele yürütülür, Basının amacı iktidara yaranmak değil, yazdıklarına okurlarını inandırmak olmalıdır. Zira iktidarlar bugün var yarın yok.. ama okurlar hep var olacaktır. Reşit ÇAĞIN 003 yılında üniversiteden mezun olan ve asgari ücretle öğretmenlik yaparak geçinen bir kişiyim. Bu ay diğer binlerce kişi gibi öğrenim kredisi ödemelerim başlıyor. Dört yıl boyunca aldığımız para topu topu 900 milyon olmasına rağmen 2 milyarın üzerinde para ödememiz isteniyor. Aldığımız paranın geri ödemesini beyaz eşyaya endekslemişler. Öğrenim kredisini alırken imzaladığımız evrakta bu vardı, doğru. Fakat üniversiteye başladığımızda öğrenimimizi tamamlamak için bu parayı almak zorundaydık. Nasıl olsa mezun olunca işe girer öderiz diye düşündük. Fakat bitirdiğim bölümle alakasız bir branşta asgari ücretle kıt kanaat geçiniyorum. Okul bittikten iki yıl sonra ve iki yıl içinde parayı tahsil etmek istiyorlar. Ben mezun olduktan sonra bir yıl askerlik yaptım ve vatan borcumu ödedim. Borcumu ödemek için sadece bir yıl verdiler. Bu kadar kısa süre içerisinde işsiz birinin bu kadar parayı biriktirmesini nasıl bekleyebilirler? YurtKur’un uyguladığı faiz yasal değil.. eskinden öğrenim ve katkı kredilerine faiz uygulanmazdı. Ama şimdi tahsil anında bile dört yıllık yasal faiz işletiliyor. Bu korkunç bir rakama tekabül eder. Kredi aldığımıza bin pişman olduk. Bu uygulama anayasaya aykırı. Öğrenim kredilerindeki amaç kamu yararı olmalıdır. Oysa bu uygulamayla öğrenciye sahip çıkıyorsun ama.. devamında perişan ediyorsun.. kamu yararı yok yani. Adeta bir banka mantığı ile çalışıyorlar. Ali ÖZLÜ Sayın Zeynep Oral, Ben de okurlar adına size teşekkür ederek yazıma başlamak istiyorum. Sayın Talat Halman’ın ABD’de yayımlanan İngilizce ‘Türk Aşk Şiirleri Antolojisi’nin en iyi on kitap arasına girmesini cumartesi günkü Cumhuriyet gazetesi ile dünkü makalenizde de okuduğumda aynı duygularla çok sevindim. Sayın Özdemir İnce’nin başarısı ve bu akşam Fazıl Say ve Sertab Erener’in Azerbaycan’ın başkenti Baku’da Dokuz Eylül Senfoni Orkestrası ile gerçekleştireceği sanatsal etkinlik gerçekten de büyük gurur kaynaklarımız ve yadsınamayacak bir başarı. Gazeteleri, son zamanlarda bir süreliğine okumamaya kendi kendime karar vermiştim. Çünkü genel olarak gazetelerin gündemleri o kadar karamsar ki; insanın içi almıyor okumayı. Belki de siz bana şöyle diyebilirsiniz; bu konular dünyamızın ve ülkemizin gündemi, gerçekleri kulak arkası edeme yiz, diye! Bu yüzden de kendimi daha çok kitaplarıma, kültürel ve sanatsal olaylara vereyim tam da diyordum ki; bir de bakmışım tekrar gazeteleri okumaya başlamışım. Burada beni üzen bir olguyu sizinle paylaşmak için yazıyorum. Bu tip önemli sanatsal ve kültürel alanlardaki başarılarımız değerli Cumhuriyet gazetesinin dışında niçin başka gazeteler ve görsel medya organlarında yer almaz? Yer alsa dahi, gazetelerin iç sayfalarında neden küçük bir ayrıntı gibi yayımlanır? Ne zaman magazin haberleri gazetelerin manşetlerinden giderek yer almamaya başlayacak? Bu vesile ile bizlere dünyamızda gene de güzel şeylerin halen olduğunu, kültürel ve sanatsal aktivitelerin ne kadar asil bir ruha sahip olduğunu tekrar yaşatmış oldunuz. Sağ olun, var olun. Kültürel ve sanatsal aktivetelerle dolu nice başarılı günler dileği ile... Çağla ERHAN KOŞULLAR Cumhuriyet, sayfalarını CUMOK’lara açtı. ‘‘Söz Okurun’’ sayfamızda yayın ilkelerimize uygun tüm haberlere, duyurulara, görüşlere ve eleştirilere yer veriyoruz. CUMOK’lar bu gazetenin gerçek sahibidirler; ülke yayın yaşamına yepyeni katkılarda bulunup ufuklar açacaklarına, ülkenin yerel ve genel sorunlarını yansıtmakta önemli işlevler üstleneceklerine inanıyoruz. ADD ve ÇYDD’nin var oluşlarını hızlandıracak iletişim ağının ‘‘Söz Okurun’’ sayfasında gerçekleşmesi de olanak kazanacaktır. 2000 vuruşu aşmayacak görüş ve eleştirilerinizi bekliyoruz. posta?cumhuriyet.com.tr Mektup Adresi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul. Tel: (0/212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0/212) 343 72 64 CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle