Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 ŞUBAT 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr ILO’nun istihdam raporuna göre 191.8 milyon kişi işsiz. Bu işsizlerin yaklaşık yarısı 1524 yaş arasında 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Dünyada yeni iş alanı açılmıyor ? Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), dev boyutlara ulaşan küresel istihdam krizi yaşandığını bildirdi. ILO raporuna göre, dünyada işsiz sayısı 2005’te 2.2 milyon arttı. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) geçen yıl dünya genelindeki işsiz sayısının 2005’te 2.2 milyon artarak 191.8 milyona yükseldiğini bildirdi. Bu rakam, 1995’e göre 34.4 milyonluk bir artış anlamına geliyor. ILO’nun Küresel İstihdam Eğilimleri Raporu’nda, ekonomik büyümedeki canlılığın, iş arayanların sayısının artmasını önleyemediği belirtilerek, dünyadaki işsizlerin hemen hemen yarısını 1524 yaş arası kişilerin oluşturduğuna ve gençler arasında işsiz kalma olasılığının, yetişkinlere göre üç kat daha fazla olduğuna işaret edildi. Raporda, birçok ülkede, ekonomideki büyümenin yeni işlere veya ücret artışlarına dönüştürülemediği, doğal felaketler ve artan enerji fiyatlarının, özellikle yoksulları ağır biçimde etkilediği kaydedildi. Geçen yıl dünyadaki yüzde 4.3’lük gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) artışına karşın, tüm dünyada aşırı yoksulluk içindeki 500 milyonu aşkın insandan yalnızca 14.5 milyonunun, kişi başına günde 1 dolarlık kazançla belirlenen yoksulluk sınırının üstüne çıkabildiği bildirildi. Raporda, istihdam olunan yetişkin yaşlardaki kadınların oranının 1995’te Siyasetin Ağır Yarası Siyaset bugünlerde çok derin bir malvarlığı yarası alıyor. Siyasetin kendisi, ekonomi ve toplumsal ahlak bakımından yaratacağı sonuçlar bu ağır yarayı çok önemli kılıyor. ??? Ülke siyasetinin kişisel çıkara dayalı duruma gelmesi 1950 sonrasında sistemli bir özellik kazandı. O yıllarda siyaset, para desteği vererek gazete ve dergilerden destek arayışına girdi. Kamuözel ortaklıkları kurularak, iş dünyasının siyasetçiye yakınlaşması yoluna gidildi. Aynı yıllarda gecekondulaşmaya göz yumuldu; başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük kentlerin çevresindeki kamuya ait araziler yağmalandı. Kendisine seçmen desteği ya da oy arayan siyasetçi, gecekondulaşmaya göz yumdu; giderek destekledi. Daha sonraki yılların gelişmeleri bu temeller üzerinde yükseldi ve evrim geçirdi; bunlara, siyasetçinin aile yakınlarının, kardeşlerinin, yeğenlerinin, dünürlerin ve diğer hısımların zengin edilmesi girişimleri eklendi. Daha sonra da aile bireylerinin, özellikle de oğulların iş kurmasında kolaylıklar sağlanması dönemi yaşandı. Bunları özelleştirme ihalelerine doğrudan karışmaya kadar uzanan uygulamalar izledi. Ve aynı on yıllar, ağır enflasyondan askeri darbelere uzanan ekonomik ve siyasal bunalımların ve iç çatışmaların yoğun çalkantılarla yaşandığı yıllardır. ??? Temiz siyaset sözlerini vererek iktidara gelen AKP, bugüne dek, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasını engelledi; şimdilerde de Başbakan’ın malvarlığının açıklanmasına yanaşmıyor. Bu anlayış ile hükümet edilemez. Önce, bu tutumlarla, siyaset dinamitlenmiş, ülkenin iç ve dış gündemi tümüyle değişmiş; sorunlar malvarlığı tartışmalarının gölgesinde kalmış, toplum şaşkına dönmüştür. Aslında şaşkına dönen, Galataport örneğinde olduğu gibi hükümetin kendisidir. Hükümet, kendi içinde çatlamıştır. Doğru dürüst ön hazırlık yapılmadan girişilen hızlı özelleştirme işlemleri, yargının duvarına çarpmaktadır. Sonra, bu hükümetin artık, saydamlık, açıklık, doğruluk, dürüstlük gibi erdem ve ahlak konularında söz söyleme hakkı kalmamıştır. Unutulmamalıdır ki, ahlak toplumsal bir olgudur; bundan sonra öğretmen derste, hâkim kürsüde, imam camide, ahlaktan, doğruluktan dürüstlükten söz edebilir mi? Üçüncü, ancak aynı ölçüde önemli nokta, ekonomide var olan göreli istikrarın bozulma olasılığıdır. Siyasete güvenin bittiği yerde ekonomik bunalım başlar. Örneğin, bu hükümet, kimseden ekonomik bir istekte bulunamaz. Kendi malvarlığının üstüne şal örtenler; özellikle beyana dayalı olan gelir ve kurumlar vergilerini toplayamaz. Ekonominin yarısından fazlasını kapsayan kayıt dışı uygulamaların ortadan kalkmasını isteyemez. ??? Hükümet için iki çıkış yolu vardır; birincisi hemen seçime gitmek; ikincisi de, dokunulmazlıkların kaldırılmasını ve tüm siyasetçilerin malvarlıklarının açıklanmasını sağlamaktır. Malvarlığının açıklanması var olan durumun saptanmasıdır. Bu açıklama, ‘‘kesinlikle’’ geçmiş yılları açıkça içermeli, yani, her yılın malvarlığını ve dolayısıyla bunun değişimini göstermelidir. Yalnız ve ancak her yılın malvarlığı açıklanırsa, yıllık artışların asıl kaynağı, yani, malın ‘‘nereden bulunduğu’’ da, ikinci bir adım olarak ortaya konulabilir. Yoksa bu öldürücü yara, bu yıllardır biriken öldürücü kir, birilerinin malvarlığından çok, ama çok daha büyük tutarlara ulaşan ağırlığıyla, siyaseti, ekonomiyi ve toplumu yeni çöküntülere sürükleyecektir. Böyle bir çöküntüye izin verilmemesi, başta dürüst siyasetçiler olmak üzere, toplumun ‘‘sesi çıkan’’ tüm kesimlerinin sorumluluğudur. yakupkepenek06@hotmail.com ? Raporda, birçok ülkenin, ekonomik büyümeye rağmen, yeni iş ya da ücret artışı yaratmada başarısız olduğu vurgulandı. Dünyadaki işsizlerin yarısı gençlerden oluşuyor. yüzde 51.7 iken, geçen yıl yüzde 52.2’ye çıktığı bildirilen raporda, geçen yıl itibarıyla, dünyadaki toplam işgücünün yaklaşık yüzde 40’ını kadınların oluşturduğu belirtildi. Raporda, geçen yıl işsizlikte en büyük artışın görüldüğü Latin Amerika ve Karayipler’de işsizliğlin yüzde 7.7’ye çıktığı, işsizlik oranının en yüksek olduğu bölgenin ise yüzde 13.2’lik oranla Ortadoğu ve Kuzey Afrika olduğu belirtildi. Gelişmiş ekonomiler ve AB’de ise 2004’te yüzde 7.1 olan işsizlik oranı yüzde 6.7’ye indi. Rapora ilişkin değerlendirmede bulunan ILO Genel Müdürü Juan Somavia, tek başına ekonomik büyümenin, istihdam alanındaki küresel gereksinimleri karşılamaya yetmediğine dikkati çekti. Bugün dev boyutlara ulaşan küresel bir istihdam krizinin yaşandığını ifade eden Somavia, ‘‘İnsana yakışır iş açığı kendi kendine ortadan kalkmayacaktır. Bu konularda yeni politikalara ve uygulamalara gereksinimimiz var’’ diye konuştu. Somavia, küreselleşmenin eşitsiz toplumsal etkilerinin sürdüğünü söyleyerek, ‘‘Kimilerinin yaşam standardı yükselirken diğerleri geride kalmaktadır’’ değerlendirmesinde bulundu. ACNielsen’in endeksine göre, iş imkânlarına olumlu bakanların oranı yüzde 40’ta kalırken Asgari ihtiyaçlar karşılandıktan sonra artan parayı borç ödemede kullananların oranı yüzde 44. Türkiye’de başlıca endişe iş güvenliği. ACNielsen Tüketici Güven Endeksi’nde ortalamanın altında kaldık Gelecekten endişeliyiz Ekonomi Servisi Araştırma sektörünün önde gelen firmalarından ACNielsen’ın 42 ülkeyi içine alan ‘‘Tüketici Güven Endeksi’’ araştırması, Türkiye’ye ilişkin çarpıcı rakamlar ortaya koydu. Ülke ekonomileri, iş ve kişisel gelirle ilgili beklentileri dikkate alarak ulaşılan endekste Türkiye global ortalamanın altında kaldı. Endeks 98 puan iken, Türkiye ilk kez yer aldığı araştırmada 90 puan ile ortalamanın altında yer bulabildi. 2006’da Türkiye’de iş imkânlarına olumlu bakanların oranı ancak yüzde 40’ta kalırken içinde bulunduğu dönemi bir şeyler almak için uygun bulanların oranı da yüzde 30’da kaldı. Kişisel gelir durumuna ait beklentilerse tasarruf eğiliminin artması nedeniyle yüzde 55’le daha olumlu. Türkiye’de zaruri ihtiyaçlar karşılandıktan sonra artan para yüzde 44’le, çoğunlukla kredi kartı ve diğer borç ödemelerine ayrılıyor. Türkiye’de başlıca endişe ve sıkıntılarda, ekonomi ve iş güvenliği ilk sıralarda yer alırken genel ortalamalardan farklı olarak terörün önemli bir endişe kaynağı olduğu görülüyor. 16 YATIRIM PROJESİ Birlik Başkanı Çetin, TaZe markasıyla yeni mağazalar açmayı planladıklarını söyledi İSDEMİR’de üretim rekoru İSKENDERUN (AA) İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nın (İSDEMİR), yeni yılın ilk ayında aylık ve günlük bazda tarihi üretim rekorlarına ulaştığı bildirildi. İSDEMİR Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu üyesi Suhat Korkmaz, 2005 yılını belirledikleri hedeflerin üzerinde bir performansla tamamladıklarını, 2006’da da bunu sürdüreceklerini ocak ayının üretim rakamlarıyla ortaya koyduklarını belirtti. Ocak ayında, 106 bin 814 ton metalurjik kok, 207 bin 538 ton sıvı ham demir, 212 bin 998 ton sıvı ham çelik, 206 bin 723 ton kütük üretiminin gerçekleştiğini ifade eden Korkmaz, aylık ve günlük bazda tarihi üretim rekorlarına imza attıklarını vurguladı. Korkmaz, dördüncü yüksek fırının çalışmalarına başlayacağınıbelirterek, ‘‘Devam eden ve toplam bedeli 450 milyon dolar olan 16 adet yatırım projesi 2006 yılında devreye alınacak’’ dedi. TARİŞ Zeytin, Japonya’da mağaza açacak Chicago ve Montreal’den sonra Tokyo’da da mağaza açma kararı alan TARİŞ Zeytin, Moskova ve Oslo için de araştırma yapıyor. İZMİR (AA) TARİŞ Zeytin ve Zeytinyağı Birliği, ABD’nin Chicago ve Kanada’nın Montreal kentinden sonra Japonya’nın başkenti Tokyo’da da mağaza açma kararı aldı. Birlik Başkanı Cahit Çetin, TaZe markası altında yurtdışında yeni ‘franchise’ (imtiyaz, acentelik/) mağazalar açmayı planladıklarını söyledi. Japonya’ya üç yıldır ihracat yaptıklarını, geçen yıl 600 İtalyan restoranına dağıtımda bulunan bir grupla anlaşma imzaladıklarını kaydeden Çetin, şöyle konuştu: ‘‘Yaptığımız bağlantı sonrası Tariş ürünlerine ilgide önemli yükselme görüldü. Tamamını ambalajlı olarak ve TARİŞ markasıyla yaptığımız ihracat, yıllık 600 ton seviyesine yükseldi. Bu yıl 200 restoran için daha anlaşma imzaladık. Sezonun ilk ihracat bağlantısını da 380 ton ile açtık. Türk zeytinyağına olan bu ilgi sonrası beş Japon girişimciden franchise mağaza açma teklifi aldık.’’ Çetin, Japonya pazarına zeytinyağını 2000 yılında İtalya’nın tanıttığını ve pazarın hızlı bir büyümeyle yıllık 30 bin ton büyüklüğüne ulaştığını da duyurdu. Türkiye’de doğada kendiliğinden yetişen bir ürün olan kapari, köylülere ekonomik kazanç, Türkiye ekonomisine döviz kazandırıyor. Gaziantep’te yerleşik Denimeks firması, başta ABD, Danimarka ve Brezilya olmak üzere pek çok ülkeye kapari ihraç ediyor. Denimeks’in sahibi Mahmut Yıldırım, 2005’te 1000 ton dolayında kapari işlediklerini ifade ederek kaparinin ‘‘viagra etkili’’ doğal bir ürün olduğunu ifade etti. Yıldırım, kaparinin ürün olarak işledikleri ve ‘‘zengin mutfaklarına’’ sundukları çiçek tomurcuklarının, bol miktarda vitamin ve protein içermesi nedeniyle enerji deposu olduğunu kaydetti. (AA) ‘Kapari’ kazanç kaynağı DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ ABD dış politikası, ‘‘Batı’’ ittifakını, onarılması yönünde yeniden şekillendiriyor. Geçen hafta sokaklara dökülen Müslüman kalabalıklar, bu ‘‘onarım’’ sürecinde kendilerine düşen görevi başarıyla yerine getirmeye hazır olduklarını bir kez daha kanıtladılar. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA erginy?tr.net Savaş ittifakı, ‘‘özgür dünyayı’’ tehdit ettiği varsayılan bir ‘‘kızıl tehlike’’ kavramıyla meşrulaştırılmıştı. Soğuk Savaştan sonra, birkaç yıllık bir belirsizlikten sonra Huntington’un ‘‘Batı’’ya, onun 200 yıldır işgal ve sömürü nesnesi olan ‘‘Doğu’’dan farklı bir ‘‘uygarlık’’ olduğunu anımsatan, ‘‘Uygarlıklar Çatışması’’ paradigması ortaya atıldı. Bu paradigma ‘‘Batı’’ ittifakına mükemmel bir, hatta iki ‘‘öteki’’ tanımlıyordu. İslam dünyasında (Doğu’da) siyasetçiler, ‘‘kanaat önderleri’’ hemen bu paradigmanın üzerine atladılar. Radikaller, İslamı ‘‘Batıya’’ karşı birleştirme hayaliyle, (hayal, çünkü ortada homojen bir İslam yok!) biz ayrı bir uygarlığız söylemini benimserken, liberaller, iki uygarlık arasında arabulucu olmaya (aslında taşeronluğa), soyundular. Böylece, İslam dünyasının ‘‘kanaat önderleri’’, siyasileri, ‘‘Ne uygarlıklar çatışması, hepimiz aynı tarihe, aynı ekonomik sisteme, hatta aynı kökten (tek Tanrılı) bir dine aidiz’’ demek yerine, ‘‘Batı’’nın, kendi açısından, kendi, dini ve ırkçı önyargılarıyla sürekli yeniden şekillendirdiği bir bakışla oluşturarak Müslümanlara sunduğu bir söylemi, ABD’nin kendi hegemonya gereksinimlerine uygun bir ‘‘öteki’’ konumunu, benimsediler. İster silahlı mücadeleyi, ister ‘‘ılımlı’’ İslamı benimsesinler.. bu, ‘‘Batı’’ tarafından tanımlanmış edilgen ve oryantalist bir konumdu. Bir kez bu paradigma egemen olduktan sonra, artık, iyi planlanmış provokasyonlarla, Müslüman duyarlılıklarını kaşıyarak, bu ‘‘ötekinin’’ ne kadar akılcılıktan uzak, duygusal, uzlaşmaz, şiddete ve fevri reflekse eğilimli ‘‘çocuksu’’ bir özne olduğunu, yeniden ve yeniden kanıtlamak kolaylaşıyordu; Hollanda gazetesinde yayımlanan, diğer Avrupa ülkelerinde tekrarlanan karikatürler olayında olduğu gibi... Şimdi, bu insanları, insanlığın selameti için 21. yüzyıla taşımak, uygarlaştırmak (çocuk kendisi için iyi olanı bilmediğinden, belki biraz da döverek...) gerekmiyor muydu? ‘‘Buyurun rejim değişikliği’’ ve ‘‘Büyük Ortadoğu’’ projelerine. Sokaklara dökülenlerin, onları sokağa dökenlerin acaba kaçı, ‘‘Batı’’da kendilerini hedef alarak şekillenmekte olan kolektif sömürgecilik eğilimlerine destek verdiklerinin, ABDAB yakınlaşmasını hızlandırdıklarının farkında? Kızgın Müslümanlar ABD Hizmetinde yetli olduğunu saptamış, ama birçok yorumcudan farklı olarak, bu sıçramanın olanaksızlıklarını vurgulamıştık. 2004 boyunca Bush doktrininin itici gücü ‘‘neoconlar’’ giderek etkilerini yitirdiler, buna karşılık ‘‘realist’’ eğilimleriyle bilinen Rice’ın etkisi, Avrupa, Çin ve Ortadoğu’daki diplomatik girişimleri sonuç almaya başlayınca giderek güçlendi. Rice’ın yaklaşımına ilişkin önemli ipuçlarını 1819 Ocak’ta yaptığı konuşmalarda bulmak olanaklı. Rice, tek merkezli bir imparatorluktan daha çok ‘‘gittikçe dünya ekonomisiyle bütünleşen bölgeler’’.. ‘‘bu bölgelerde yükselen Çin, Brezilya, Hindistan Mısır gibi güçlerden’’ oluşan bir dünya jeopolitiği tanımlıyor, ‘‘bu güçlerin tarihin oluşmasında giderek daha çok etkili olduğuna’’ işaret ediyordu. Rice, ABD’ye yönelik tehditlerin başında da hemen herkesi tehdit eden, terorizmi, salgın hastalıkları, kitle imha silahlarının yaygınlaşmasını, ‘‘başarısız devletleri’’ sayarak, başta Avrupa olmak üzere tüm diğer müttefiklerine de ortak bir işbirliği zemini sunuyor. (‘‘Rice, Completes, Washington’s strategic shift’’, PINR, 02/02) Böylece jeopolitiği büyük güçlerden oluşan bir ‘‘realite’’ olarak kabul ettiğini, işbirliğine, ‘‘önleyici vuruştan’’ daha çok içeriden yapılacak ‘‘rejim değişikliklerine’’ dayanan bir ‘‘dönüştürme politikasına’’ önem verdiğini vurgulamış oluyordu. Bush’un yıllık konuşmasını, birçok gözlemci içeriksiz (örneğin Financial Times, Jim Lobe/IPS, Fred Kaplan/Slate) bulurken kimi göz(AP) lemciler de temkinli diline, uluslararası ekonomik sorunlara yaptığı vurgulara, iddialı havanın yerini ‘‘yeni gerçeklere’’ bıraktığına, hatta Clinton’ın konuşmalarını anımsattığına dikkat çektiler (Washington Post, Los Angeles Times, Boston Globe). Fox News’le yaptığı söyleşide de global ekonomik sorunlara özellikle vurgu yapması, hegemonya ve işbirliği temalarına geri dönüş eğilimi olarak da yorumlanabilir diye düşünüyorum. Rumsfeld’in konuşmasına ve QDR2005’e gelince, Rumsfeld’in ABD’nin soğuk savaşı anımsatan ‘‘kuşakları kapsayacak bir uzun savaş’’ içinde olduğunu vurgulaması, El Kaide liderliği ile Hitler ve Lenin arasında kurduğu paralellik, savaşın aniden değil, sönümlenerek biteceğine ilişkin sözleri, (Washington Post, 03/02) alışılmış savaştan daha çok, uzun siyasi ve diplomatik bir tarihsel sürece yapılan göndermeler gibiydi. QDR2005’e bakınca da, (www.comw.org/qdr/qdr2006.pdf) raporun; terör tehdidi ve Çin’in getirdiği tehditler, kitle imha silahları gibi ABD’nin kolaylıkla AB ile paylaşabileceği ortak sorunlar ekseninde şekillenmiş olduğu söylenebilir. Ancak QDR2005’te bağlaşıklara, ortaklara, askeri işbirliğini ABD ordusuyla entegrasyon bağlamında ele almasına, (Silahlı Kuvvetler gazetesi Stars and Stripes’taki bir haber de ‘‘Savunma Bakanlığı diğer ülkelerin ordularına daha çok yardım yapacak’’ 03/02, diyordu) güç konuşlanması ve üsler stratejilerine bakarak, emperyal eğilimlerin hâlâ varlığını koruduğu da söylenebilir. ‘Bush doktrininden,’ ‘dönüştürücü realizme’ 11 Eylül’ün arkasından ‘‘Yeni Savunma Stratejisi’’ başlığıyla benimsenen ‘‘Bush doktrini’’, Irak sürecinde yaşanan ekonomik, askeri, diplomatik zorlukların, Çin’in yükselmesinin, İran’ın nükleer krizinin gündeme getirdiği sorunların basıncıyla yeniden şekilleniyor. Bu yeniden şekillenme sürecini, Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın geçen ay yaptığı açıklamalardan, Bush’un yıllık konuşmasındaki vurgulardan, Savunma Bakanı Rumsfeld’in 4 Şubat Pazartesi günü açıklanan Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporu (QDR2005) üzerine yaptığı sunuşta altını çizdiği ‘‘uzun savaş’’ kavramından, raporun içeriğinden izlemek olanaklı. Hafta sonu toplanan 42. Münih Güvenlik Konferansı’nın konusunun ‘‘ABDAvrupa ortaklığının yenilenmesi’’ olması da bu bağlamda anlamlı. Muhafazakâr, The New Republic dergisinin editörünün özetini ödünç alırsak, Bush doktrinine göre ‘‘ABD; uluslararası hedeflerine ulaşmak için, II. Dünya Savaşı sonrası küresel kurumlara dayanmak yerine, giderek daha çok tek yanlı güç kullanmaya, bunun etrafında oluşan bir istekliler koalisyonuna dayanacaktı. ABD, kitle imha silahlarından ve haydut rejimlerden gelen tehlikeleri engellemek için pazarlık yönteminden daha çok önleyici vuruş taktiğini benimsiyordu. Nihayet ABD, zayıflıklarından dolayı terorizmin kullanımına açık devletleri güçlendirmek için piyasa demokrasilerinin geliştirilmesine öncelik verecekti’’ (‘‘After the Bush Doctrine’’, 02/02/06). Bu doktrinin askeri boyutunu da, Rumsfeld’in, ‘‘ABD küresel çıkarları olan tek devlettir’’ saptamasıyla açılan QDR2001 oluşturuyordu. Bu ikisini bir araya koyan birçok yorumcu gibi biz de, ABD’nin hegemonyacı bir konumdan emperyal bir konuma sıçramaya ni Gönüllü ‘ötekileri’ Devletler belli amaçlar zemininde işbirliği, ittifak yapar, bloklar kurabilirler. Ama bu amaçlar, hemen her zaman, yönetici seçkinlerin kendi gereksinimlerine göre tanımladıkları çıkarlardır. Bu yüzden, bu ‘‘çıkarların’’ demokrasi, özgürlük, uygarlık vb.. gibi birleştirici söylemlere sarılmaları gerekir. Soğuk CUMHURİYET 13 K