23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 ŞUBAT 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Yeni haftada ‘Kanıt’, ‘Aşk ve Gurur’ uyarlamalarıyla ‘Aile Bağları’ komedisi öne çıkıyor 15 KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Armut her zaman dibine düşer (mi?) Filmde başrollerin ikisini Gwyneth Paltrow, Jake Gyllenhaal canlandırıyor. Biz Aşağıda İmzası Bulunan Yurttaşlar Türkiye’de gerçekleşen en geniş katılımlı kitlesel eylem olan ‘‘Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık’’ın 9., Abdi İpekçi cinayeti’nin de 27. yıldönümü olan 1 Şubat akşamı, Yurttaş Girişimi ve Barış Girişimi, İstanbul’da Hadi Çaman Tiyatrosu’nda bir etkinlik düzenledi. 50’li yıllarda Avrupa’nın çeşitli köşelerinde oluşturulan ‘‘gladio’’ tarzı örgütlenmelerin birinin de ülkemizde kurulduğunu bugün bilmeyen yok. ‘‘Derin devlet’’ olgusu üstüne nice araştırma yayımlandı ama gerçekler bir türlü aydınlığa kavuşmadı, kavuşturulmadı. Susurluk’tan Şemdinli’ye uzanan süreçte nice cinayet işlendi. Ülkemizin en seçkin aydınları birer birer öldürüldü. 1 Şubat akşamı, bu kayıplarımızın anısına bir saygı sunuşu olmanın ötesinde, kamuoyuna bir çağrı niteliği taşıyordu. Hakkâri’deki, Şemdinli’deki yurttaşlarımızın deyişi ile ‘‘canavarın kuyruğunu’’ onlar yakalamıştı, gövdesini ortaya çıkarmak bu toplumun aydınlık güçlerine düşüyordu. ‘‘Barış Girişimi’’ ve ‘‘Yurttaş Girişimi’’ sözcüsü Oya Baydar’ın açış konuşmasıyla açılan etkinlikte, değerli araştırmacı gazeteci Rıdvan Akar’ın hazırladığı son derece etkileyici bir belgesel ve Yurttaş Girişimi’nin Şemdinli ziyaretinde Rüstem Batum’un kaydettiği görüntüler sunuldu: ‘‘Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi’’ öncülerinden Ergin Cinmen Susurluk davasını, CHP Hakkâri Milletvekili Esat Canan Şemdinli olaylarını anlattı. Orhan Alkaya’nın yönettiği geceye iki sanatçı dostumuz sesleriyle güç verdi. Yasemin Göksu, Metin Altıok’un anısına ‘‘Kavaklar’’ı söylerken tüm salon ayakta onu dinliyor, gözyaşlarını tutamıyordu. ‘Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi’nin bir başka sözcüsü Ersin Salman’ın, ‘‘Türkiye’ye yapılan kötülüklere bir son verin!’’ çağrısını içeren konuşmanın ardından, Edip Akbayram, salonda bulunan herkesin katılımıyla, Sabahattin Ali’nin o güzelim şiirinden yaptığı şarkıyı seslendirdi. ‘‘Başın Öne Eğilmesin’’... Sonra, Doğan Öz’ün ve Cevat Yurdakul’un eşlerinin, sahnedeki mumu söndürerek ‘‘1 Dakika Karanlık’’ eylemini anımsatmalarının ardından hep birlikte, Abdi İpekçi’nin anıtına gittik, mumlarımız ve kırmızı karanfillerimizle... Toplantıya katılan Türkiye’nin seçkin bilim insanları, sanatçıları, sivil toplum liderleri bir imza kampanyası başlattılar (Aşağıda tam metni yer alan bu çağrıya destek vermek isteyenler, ‘‘obİdoruk.net.tr’’ adresine bir mesaj gönderebilirler). ‘‘Çetelerden arındırılmış, hukukun üstünlüğünü benimsemiş çağdaş ve uygar bir ülkede, barış, demokrasi ve özgürlük ortamında yaşamaya hakkımız olduğuna inanarak; Devlet içine yuvalanmış suç şebekelerinin; nereye, kimlere kadar uzanırsa uzansın, bütün bağlantılarıyla açığa çıkarılmasını, Devletin ve siyasetin; tetikçileri, planlayıcıları ve koruyucularıyla çetelerden vakit geçirmeksizin temizlenmesini, Bu amaçla, artık gözlerden saklanamaz hale gelen karanlık ilişkilerin örtbas edilmek ve korunmak yerine açıklığa kavuşturulmasını, Bu türden ‘derin’ yapıların ve ilişkilerin yeniden kurulmasını engelleyecek idari, siyasi ve yargısal önlemlerin alınmasını, gerekli hukuk reformlarının derhal gerçekleştirilmesini, sorumluları yargılama yolunun açılabilmesi için her türlü dokunulmazlık zırhının kaldırılmasını, Adaletin, kamu vicdanında yara açmayacak, yargıya güveni yıpratmayacak şekilde, ülkemizin her köşesinde, herkes için ayrımsız ve eşit uygulanmasını talep ediyoruz. Ülkemize ve insanlarımıza daha fazla kötülük yapılmasına, yaşadığımız ortamın devlet tarafından korundukları izlenimi veren çetelerce kirletilmesine, ülkemizin, vatan, bayrak gibi değerlerin ardına sığınan katillerle gurur duyan, mafyaya özenen insanlar ülkesi olmasına izin vermeme kararlılığımızı ve taleplerimizin takipçisi olacağımızı bildiriyoruz. Sesimize kulak verin, çağrımıza imzanızla katılın!..’’ vecdisayar?yahoo.com Biri yerli (TV dizisinin kaymağını bir de beyazperdeden yemeyi amaçlayarak tezgâhlanmış, milliyetçiliğin tavana vurduğu, sinemamızın rekor bütçeli filmi Kurtlar VadisiIrak), üçü Amerikan (Aile Bağları, Kanıt ve yeni bir Jane Austen uyarlamasıAşk ve Gurur), biri de İran yapımı (kızını, karısını da sinemacı yapan, İranlı usta yönetmen Mohsen Makhmalbaf’ın bu kez ‘aşkın doğasını çözmeye’ giriştiği son denemesi Seks ve Felsefe) beş yeni filmin gösterime girdiği yeni haftaya Anthony Hopkins, Gwyneth Paltrow, Jake Gyllenhaal gibi oyuncularının yüzü suyu hürmetine seyrettiğimiz ProofKanıt’la başladık. David Auburn’ün beş yıldır Broadway’de sahnelenen oyunundan sinemaya uyarlanan Kanıt, genelde belli bir düzeyin altına düşmemiş İngiliz yönetmen John Madden’le, Amerikalı yönetmen Bruce Paltrowoyuncu Blythe Danner çiftinin kızı Gwyneth Paltrow’u, 1999’da Gwyneth’e en iyi kadın oyuncu Oscar’ını kazandıran, Shakespeare in LoveÂşık Shakespeare’den yedi yıl sonra yeniden bir araya getiriyor. Boynuz kulağı geçer misali, annesinden daha başarılı bir oyuncu olagelen Gwyneth Paltrow Kanıt’ta, kafayı üşüterek emekli olmuş, matematik dehası, ünlü bir babanın (Anthony Hopkins), hem narin, kırılgan, hem de çelik gibi sert, ilkeli ama sinir krizinin eşiğindeki kızı Catherine’i oynuyor. Delilikdahilik kalıtsal mıdır? ? David Auburn’ün beş yıldır Broadway’de sahnelenen oyunundan sinemaya uyarlanan Kanıt, genelde belli bir düzeyin altına düşmemiş İngiliz yönetmen John Madden’le, Amerikalı yönetmen Bruce Paltrowoyuncu Blythe Danner çiftinin kızı Gwyneth Paltrow’u, 1999’da Gwyneth’e en iyi kadın oyuncu Oscar’ını kazandıran, Shakespeare in LoveÂşık Shakespeare’den yedi yıl sonra yeniden bir araya getiriyor. Madden’in titiz anlatımı, göz alıcı oyunculukları, başarılı görüntüleri ve müzikleri sayesinde, baştan sona tükenmeyen bir ilgiyle izlenen Kanıt’ın bu zayıf haftanın öne çıkan filmlerinin en önünde yer aldığı söylenebilir. New York’lu işkadını Claire abla, içine kapanık, ketum ve aksi kız kardeşinin tam tersi bir karakter. Catherine’in, öğrencisiçırağı olduğu babasına hayran, genç matematik öğretmeni Harold’la (Jake Gyllenhaal) başı dertte. Çünkü eve dadanan Harold, emeklilik günlerinde tam bir yazma manyağına dönüşüp olup bitenleri not ederek defterlere doldurmuş, her şeyi günü gününe kaydetmiş, dâhi ustasından geriye kalanları bir bir elden geçirip inceleyerek matematik adına, değerli bir şeyler keşfetmeyi çok istiyor ve umuyor. Claire, cenazenin ardından, sinirleri bozulmuş kız kardeşini Chicago’dan ayrılıp yeni bir hayata başlayacağı New York’a taşınması için ikna etmeye uğraşırken boş durmayan Harold da, nicedir el değmemiş, yaşama coşkusunu yitirmiş, kız kurusu Catherine’le başlattığı duygusal, tensel ilişkisini giderek koyultuyor. Matematik dâhisi babanın bıraktığı, yüzü aşkın defteri karıştırırken sonunda asal sayılarla ilgili bir teoremin kanıtlandığını buluyor Harold, aslında babasının anlattığı, asal sayılara ilişkin teoremi yazıya geçirmiş olan Catherine’in bu not defterini ona vermesiyle. Delilik ya da dâhilik kalıtsal mıdır, babasının çatlaklığı ona da geçer mi gibi sorularla endişelenerek kafası iyice karışan Catherine’in, hayatını düzene sokmakta inatçı ve ısrarlı ablasıyla tam da New York’un yolunu tutacakken, geri dönerek asal sayı muhabbetine Harold’la kaldığı yerden devam edeceği, beylik bir finale bağlanıyor film. Yaratıcılığın 2425 yaşındayken doruğa varıp sonra giderek yavaş yavaş bittiğini öğrendiğimiz Kanıt, kızın babasıyla yaşadıklarına ilişkin, birtakım geriye dönüşlerle anlatıyor hikâyesini, klasik yoldan ve klişeler üzerinden. Âşık Shakespeare’in yanı sıra, Mrs. Brown, Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini gibi başka ilginç uyarlamalarıyla da hatırladığımız, 1949 doğumlu İngiliz yönetmen John Madden’in, asılacaksan İngiliz ipiyle asıl deyişini doğrulayan, titiz anlatımı, göz alıcı oyunculukları, başarılı görüntüleri ve müzikleri sayesinde, baştan sona tükenmeyen bir ilgiyle izleniyor Kanıt. Sinema sanatı adına çokça önemsenmese de sonuçta oyunculuk bakımından sınıfı geçen bu tiyatro uyarlamasından geriye, özellikle aynı rolü sahnede de üstlenmiş Gwyneth Paltrow’un performansı kalıyor akılda. Top sakalıyla yine sevimli bir kaçık portresi çizen Anthony Hopkins’in her zamanki oyununu yinelediği filmde, yakında savaş karşıtı Jarhead’de seyredeceğimiz HaroldJake Gyllenhaal ile işkadını abla Claire’i oynayan Hope Davis’e de dikkat. Taş gibi bir Amerikan ailesi Evin sıcağı, rahatı batınca bahçeye çıkıp soğukta, ‘makineyi son sürat çalıştırarak’ defterlerini doldurmaktan geri durmayan, düşkün babasına bakmak için öğrenimini yarıda bırakmış, çeşitli yoksunluklara katlanarak sürdürdüğü tekdüze hayatında bir bakıma evde kalmış, 27 yaşına gelmesine karşın Chicago’daki baba ocağını terk etmemiş, fedakâr, cefakâr bir kız Catherine. Onunla ilgilenmek, cenaze için New York’tan çıkagelen, evli barklı ablası Claire’e (Hope Davis) düşüyor, babasının küüt diye kalpten ölüvermesinden sonra. Planlı programlı, çok düzenli yaşayan, Yine eski ve yeni, tanınmış oyuncuların boy gösterdiği parlak kadrosuyla göz alan, haftanın aile boyu komedisi olarak niteleyebileceğimiz The Family Stone, özgür ve mutlu, büyük aile manzaraları sunan, alışılmış bir patlamış mısır eğlenceliği. Her yeni yılbaşında, büyük aile sofrasında bir araya gelen, New England’lı, kalabalık Stone ailesinin bireyleriyle, gelin olarak pek de gönülden kabul etmeye rıza göstermedikleri New York’lu bir kadının ve sonradan devreye giren kız kardeşinin kahramanı oldukları, alışılmış bir dizi komik durumu ve olayı hikâye ediyor Aile Bağları, dramatik gelişmeleri de iyice törpüleyip yumuşatarak. On yıl öncesinin gözde TV dizisi Sex and the City’yle ünlenen Sarah Jessica Parker’ın, kendini aileye beğendirip sevdirmek isterken olduğu gibi değil de olmadığı gibi görünen, rahatsız, diken üstündeki, gelin adayı Meredith olarak bayağı rol kestiği filmde eskilerden Diane Keaton’la Craig T. Nelson, altı çocuklu Stone’ların annebabasını oynuyor. Yenilerden Dermot Mulroney ve Luke Wilson da, HongKong’da tanıyıp koluna taktığı Meredith’i Noel zamanı, aile ocağına getiren büyük oğul Everett ve ailenin gezgin, gamsız, dalgacı ve dumancı ortanca oğlu Ben rollerinde. Özellikle lafını esirgemez ortanca kız Amy (Rachel McAdams) kendini aileye sevdirmek için yırtınan ama hep içtenliksiz, kontrollü ve mesafeli davranışlarıyla çabaladıkça batan Meredith’den hiç hazzetmiyor. Sürekli boğazındaki gıcığı temizler gibi sesler çıkaran ve ne yapsa ne etse bir türlü aileyle yıldızı barışmayan Meredith’in alımlı kız kardeşi Julie’nin (Claire Danes), gıcık ablasının tersine Stone’larla bir gecede kaynaşıvermesi sonucunda, eş tercihleri değişiyor, dengeler altüst oluyor derken. Ben, Meredith’le beraber olurken Everett de Julie’ye yöneliyor, önceden kolayca kestirileceği gibi. Küçük oğlunun eşcinsel oluşunu ve kara derili, şirin bir çocuk sahibi olmak istediği, (bulaşık, temizlik gibi ev işlerine de yardım eden) zenci kocasıyla birlikte aile evinde takılmasını hoşgörüp benimseyecek kadar özgürlükçü bir aydın Amerikalı kadın (!) olarak karşımıza gelen, Stone’ların günleri sayılı temel direği annenin (Diane Keaton) ölümünü sakince beklediği ve kocasının da bunu tepkisizce kabullendiği filmin finalindeyse annenin gözü arkada gitmiyor. Çünkü hikâyenin sonunda hamile kızı Susannah’ın doğurduğu bebek ve eşcinsel oğulun edindiği zenci evlatlıkla iki torun sahibi oluyor Stone ailesi. Tozpembe bir finalde herkesi memnun mutlu görüyoruz bir yıl sonrasında! Adına ilk kez rastladığımız Thomas Bezucha’nın yazıp yönettiği ve içine evrensel aile kurumuna ilişkin bildik, tanıdık gözlem ve saptamaları bolca doldurduğu Aile Bağları, klişe deyişle küçük gülücükler eşliğinde, hoşça vakit geçirmek ve oyalanmak için birebir bir Amerikan komedisi sayılabilir sonuçta. Filmin özgün müziği albüm olarak yayımlandı ‘Bir Geyşanın Anıları’ çıktı... Kültür Servisi ‘Bir Geyşanın Anıları’ (Memoirs of a Geisha) adlı filmin özgün müziği albüm olarak yayımlandı. Önümüzdeki hafta ülkemizde de gösterime girecek olan filmin müziğinde, 3 ünlü müzisyenin imzaları var; John Williams, YoYo Ma ve Itzhak Perlman. Arthur Golden’ın 1997’de çıkan aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan filmin yönetmenliğini Rob Marshall yaptı. Filmin ana kahramanı olan Sayuri’yi Zhi Zhang canlandırırken Michelle Yeoh, Gong Li, Ken Watanabe de filmin oyuncu kadrosunda yer alıyorlar. Filmin müziklerinde çellosuyla yer alan YoYo Ma’yla birlikte dünyaca ünlü kemancı Itzhak Perlman çalıyor. Yılın dikkat çekici film müziklerinden olan albüm, ‘‘Altın Küre Ödülleri’’nde ‘‘en iyi film müziği’’ dalında ödül de aldı. İZLEYİCİ GÖZÜYLE... ERDAL ATABEK FESTİVAL 116 NİSAN ARASINDA Spielberg sineması... Steven Spielberg, sinemanın dâhi çocuğu olarak kendini kabul ettiriyor. Yeni gösterimde olan filmi ‘‘Münih’’ ile de özünde politik yanı ağır basan bir olayı ele alarak hem gerilimi, hem de olayın insancıl yanını ortaya koyan bir iş çıkarıyor. ‘‘Münih’’, 1972 Olimpiyatlarının yapıldığı kentte, Münih’te, olimpiyat köyünü basan Filistinli Kara Eylül örgütünün İsrail olimpiyat takımına karşı giriştiği suikastın sonrasını ele alıyor. 1972 Olimpiyatlarını kana bulayan bu olayın gerisinde elbette Filistinlilerin çektiği acılar var. Filistin, İsrail tarafından işgal edildiği tarihten beri her yolla mücadele ediyor. Seslerini dünyaya duyurmak için seçtikleri yöntemlerden birisi de terör. Leyla Halit adındaki genç kızın kaçırdığı uçak olayı da böyle bir eylemdi. Günümüzdeki canlı bomba olayları da öyle. Ancak Münih olimpiyat baskını, 11 İsraillinin ölümüyle sonuçlanıyor ve büyük bir tepki doğuruyor. Böyle sıkı korunan bir yere yapılan baskının başarısı İsrail’i büyük bir öfkeye sürüklüyor ve intikam almak kaçınılmaz oluyor. İntikam konusunda İsrail gizli örgütü MOSSAD büyük bir deneyime sahiptir. Nazi suçlularını arayıp bulmak, geçmişin intikamını almak MOSSAD için en büyük görevlerden. İşte Spielberg, İsrail tarafından Tanrının Gazabı adı verilen bu operasyonu anlatıyor. Büyük bir gerilim ve bu gerilimin içindeki insancıl du İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi Oscar adayı Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 116 Nisan tarihleri arasında yapılacak olan ‘25. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi, Fransız yönetmen Christian Carion’ın yönettiği ‘‘Joyeux Noel / Merry Christmas’’, 78. Oscar Ödülleri’nde, yabancı dilde en iyi film dalında Oscar adayı oldu. ‘‘Truva’’ filminde oynadığı Helen rolüyle herkesin beğenisini toplayan oyuncu Diane Kruger’ın başrolde oynadığı Joyeux Noel; Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin açılış töreninde gösterilecek. İstanbul Film Festivali’nin 31 Mart’ta Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşecek açılış törenini ve Joyeux Noel filmini izlemek isteyen sinemaseverler için sınırlı sayıda bilet satılacak. İngiliz sinemasının en ünlü oyuncularından Judi Dench’in Oscar’da en iyi kadın oyuncu adayı olduğu Stephen Frears’in son filmi Mrs. Henderson Presents de İstanbul Film Festivali’nin Galalar bölümünde yer alıyor. Mrs. Henderson Presents aynı zamanda en iyi kostüm tasarımı dalında da Oscar adayı. İtalyan yönetmen Cristina Comencini’nin Venedik Film Festivali’nde en iyi film, en iyi kadın oyuncu, UNICEF ve genç sinema ödüllerini kazanan filmi ‘‘La bestia nel cuore / Don’t Tell’’ de yine İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek. Festivalde gösterilecek ve NTV Belgeseller Kuşağı’nda yer alan Dana Adam Shapiro ve Henry Alex Rubin’in çarpıcı filmi Murderball ise Oscar’da en iyi uzun metraj belgesel adaylarından. İstanbullu sinemaseverlerin geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde izlediği Darwin’in Kâbusu adlı film, en iyi uzun metraj belgeseli yine geçen yıl Filmekimi’nde gösterilen ve büyük beğeni toplayan ‘‘Vaat Edilen Cennet’’ filmi ise yabancı dilde en iyi film dalında Oscar’a aday oldular. (0216 556 98 00) Steven Spielberg, gösterimde olan filmi ‘‘Münih’’ ile de özünde politik yanı ağır basan bir olayı ele alarak hem gerilimi, hem de olayın insancıl yanını ortaya koyan bir iş çıkarıyor. rumlar. Schindler’in Listesi’nde de benzer bir işleyiş biçimi vardı: Filmin bütününe egemen olan büyük gerilim, bu gerilimin içindeki insan yaklaşımları, insancıl davranışlar. Bir yanda yaşanan büyük gerginlik, onun içindeki öfke, korku, sevgi, nefret duyguları. Birbirini besleyen gerilimler... Spielberg sineması bu formatı başarıyla uygulayarak önemli bir yaşam dinamiğinin şifresini çözmüş görünüyor. Filmlerinin başarısında bu çözüm çok önemli bir rol oynuyor. Aslında yaşam da benzer durumların sürekli düğümlenişi ve çözümlenişidir. Yaşamın her ala nında birbirini besleyen gerilimler yaşanıyor. Bu gerilimlerin içindeki insanlar gerek tek başlarına, gerekse birbirleriyle olan ilişkilerinde düğümlenişler ve çözümlemeler yaşıyor. Düğümler sıkıntılardır, acılardır; çözümler ise rahatlamalardır, mutluluk anlarıdır. Hiçbir şey sürekli olmuyor, yaşam dinamiği bir durumdan ötekine geçiyor, insanlar da oradan buraya, buradan oraya geçiyorlar. Spielberg, bu aritmiyi yakalamış görünüyor. Bu aritminin kendi içindeki ritmini sinemaya uyarladığı zaman da izleyicinin gelgitini yakalamış oluyor. Münih’in başarısının sırrı da gene bu formatın uygulanışında. Spielberg sinemadaki başarısını sürdürmenin yolunu bulmuş görünüyor. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle