25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 ŞUBAT 2006 CUMA 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Sofokles’in Antigone’si uzun yıllardan sonra Ayşe Emel Mesci’nin yönetimiyle yine sahnede YAZI ODASI SELİM İLERİ Tragedyanın başkaldıran kadını HAYATİ ASILYAZICI Yaz Özlemi İstanbul’da kış bir yıkım, diyordu vapurdaki kadın. Sigara uğruna, benim gibi; arkadaşıyla oturuyordu güvertede. Hayır, ben arkadaşımla oturmuyordum; sadece sigara içiyordum, donarak. Kar konuşuluyordu, Sibirya soğukları. Kar yağmasın da diyordu genç kadın, ben soğuğa razıyım. İçimden tekrarlayıp duruyordum aynı sözleri... Şubatı, martı bir atlatsak! Sonra yağmurlar başlar. Bahar öyle gelir İstanbul’a, yağmurlar ve rüzgârlarla. Geçmiş zaman takvimlerinde bunlar hep ‘sayılı günler’dir: Martın başında adsız bir fırtına; mart yarıladı mı, kırlangıçlar geliyormuş. Zavallı kırlangıçlar ‘‘Kocakarı Soğuğu’’nun başında gelirlermiş. Kocakarı Soğuğu ayın yirmisine kadar sürüyor ve sonra bahar başlıyor. Fakat hemen yirmi üçünde ‘‘Kozkavuran Fırtınası’’, beş gün sonra ‘‘Çaylak Fırtınası’’. Nisan yağmurlu olurmuş. Nisanda sisli günler olurmuş. Nisan bir gelse! Sonra ilkyaz. Başlangıçta günler rüzgârlı, sonraları sıcak, gökyüzü aydınlık, hava açık. Eski takvimlere göre, çiçekler nisanda açıyor. ‘‘Bülbüllerin şakıması’’ dört nisanda. İstanbul’un korularında bülbül dinlemeye hayli serin nisan gecelerinde bile gidilirmiş. Hangi koru? Hangi bülbül? ??? Nisanda ‘‘Öküz Soğuğu’’ da var. Otuz nisan benim doğum günüm; o gün üç günlük bir fırtına başlıyor. Dünyaya gelişim fırtınalı, gidişim bakalım nasıl olacak. Mayısta ‘‘Çiçek Fırtınası’’ var. Doğu rüzgârları bu ayın onunda esmeye koyuluyor. ‘‘Filizkoparan Fırtınası’’, ‘‘Kakulya Fırtınası’’, ‘‘Ülker Fırtınası’’, ayın sonunda ‘‘Kabak Meltemi’’... (Bu kakulya nedir, bugüne dek hiçbir sözlükte bulamadım.) Eskiler böyle saptamışlar. İlkbahar için öğütler vermişler: Havalar kıştan daha değişken olduğu için, daha çok korunmak gerekirmiş. Baharda hafif yemekleri tercih etmeliymişiz: Kuzu, balık, körpe dana eti, dil peyniri, bol sebze. Mart, haşlamalık balıkların ayı. İstanbul’da, ‘‘istakoz, pavurya, çağanozun yenecek zamanı’’ymış. Nisanda kalkan, pisi, kaya balığı. Nisanda barbunya yağsız. Mayısta barbunyanın ızgarası, mersinin haşlaması. Hepsi İstanbul’un denizlerinde. İstanbul’da bahçeler varmış. Baharda bahçe işleri. Birinci ay, bahar çiçekleri dikilecek, çimenler biçilecek, kalem aşıları yapılacak. İkinci ay, muhabbetçiçeği, menekşe, nergis, kına, şebboy fideleri dikilecek. Üçüncü ay, karanfillerden çelik daldırılacak, sümbül, zerrin, fulya soğanlarının piçleri ayrılacak. Son mahsul için çalı fasulyesi, sakız kabağı, hıyar tohumları ekilecek. Haziran başı hem ilkbahar sonu, hem yaz başlangıcı. Bir zamanlar, daha gençken, güz en sevdiğim mevsimdi. Şimdi gözümde hep haziran günleri tütüyor. Yıllar öncesindeydi. Haydarpaşa’dan trene binmiş, Pendik’e gidiyordum. Sabah erken saatti. Denize bakıyordum tren penceresinden. Ama önce köşklere, bahçelere, beni hep büyüleyen tren istasyonlarına bakmıştım. Şimdi deniz uzayıp gidiyordu. Denizde Adalar buğudan birer ayla örtünmüştü. Buğu titriyor... Yaz peyzajı dendi mi, o buğular örtünmüş Adalar resmini düşünürüm, ille tren penceresinden. O resimle birlikte ilkbahar sona erer. Tren, yaz, buğu... O sabahın bende izi kaldı. Böyle, unutamadığımız tuhaf an’lar, görüntüler, renkler, şekiller, sesler var. Benimkilerin çoğu yazdan, yaz günlerinden. Ayırdına varamamışım: Yazmış sevdiğim mevsim. Şimdi kış. Karanlık, asık yüzlü hava. İç karartıcı, yaprakların örtemediği, bakımsız arka bahçeler. Kirli cadde. Eski takvimlerin sayfalarını açıyorum, yaz bir an önce gelsin diye. Öneriler: Kitap / Anıcak Ol Meclisi, Hüsrev Hatemi, Dergâh Yayınları, 2001. (İstanbul’dan içe işleyen anılar...) Devlet Tiyatroları Ankara İrfan Şahinbaş Sahnesi’nde Sofokles’in ünlü ‘‘Antigone’’ tragedyası oynanıyor. Devlet Tiyatrosu’nun kuruluş aşamasında, ilk kez 1942’de Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi’nde Carl Ebert’in yönetiminde oynanan Sofokles’in Antigone’si o tarihten sonra Devlet Tiyatroları’nda ikinci kez, bu kez Ayşe Emel Mesci’nin yönetiminde sahneleniyor. Aradaki yıllarda da birkaç kez ‘‘Antigone’’ oynanmış, ama bunlar Sofokles’in değil, hep Jean Anouilh’in metni. İrfan Şahinbaş’tan içeri girdiğimizde fuayede bizi tanrıça heykelleri karşılıyor. Athena (Hande Keçeci), Demeter (Saliha Karahasan) ve Persefone’nin (İclal Karaduman) yanından, yere serilmiş ölülerin temsil ettiği savaş alanından geçerek salona giriyoruz. Sahnede kucak kucağa iki ölü yatıyor. Daha oyunun başında ölümün ağırlığını hissediyoruz. Sofokles’in Antigone’sinde Polüneikes, zamanı geldiği halde iktidarı kendisine devretmeyen ikiz kardeşi Thebai kralı Eteokles’e (Antigone’nin ağabeyi) karşı, düşman Argos ordusuyla birlikte saldırır. İki kardeş birbirini öldürür. Thebai savaşı kazanır. Kardeşlerin dayısı olan Kreon kral olur ve vatanına karşı savaşan Polüneikes’in cesedinin gömülmesini yasaklar. Antigone de yasağı dinlemez ve kardeşinin cesedini gömer. Başta Haimon (Kreon’un oğlu ve Antigone’nin nişanlısı) ve kâhin Teiresias olmak üzere herkes kralı uyarır, ama o hiçbirine kulak asmaz ve Antigone’yi diri diri bir mağaraya gömülmeye mahkum eder. Sonra da felaketler birbirini izlemeye başlar. 2448 yıl sonra hâlâ sahnede Oyunda, Antigone’yi Zeynep Yasa Çimenser, Kreon’u Nihat Hakan Güney canlandırıyor. Y önetmen/koreograf Ayşe Emel Mesci, bu ünlü antik tragedyayı sahnelerken, belli ki Sofokles’in eylemi öne çıkarma yaklaşımını günümüzde nasıl yorumlarım diye düşünmüş. Koreografi, dans, müzik, şarkı gibi öğelerin kullanıldığı, görselliğin öne çıkarıldığı koro sahneleriyle, karakterlerin duygu ve hareket yoğunlaşmasının öne çıktığı epizodları neredeyse sinematografik bir anlatımla bağlamış. Ama en önemlisi, antik tragedyanın belki de temel niteliği olan sahneseyirci bütünleşmesini sağlamaya uğraşmış ve bunu da başarmış. seyirci de uzunca sayılabilecek oyunu (arayla birlikte 3 saate yakın) sonuna kadar soluksuz izliyor. Kostüm ve aksesuvar tasarımları başarılı Sofokles ilginç bir yazardır. Oyunlarını asla tek bir tema üzerine kurmaz ve öne sürdüğü her temayı biraz sonra farklı açıdan gösterir. Örneğin önce Kreon’un davranışını ve söylemini haklı buluruz, ama Teiresias’ın kehanetleri ardından kenti felaketler istila edince aklımız karışır: Kreon eğer toplumsal sorumluluk simgesiyse, toplumunun başına bu felaketlerin gelmesine niçin sebep olmuştur? Giderek oyunun aslında dışarıdan göründüğü gibi yalın olmadığı, birçok anlam içerdiği ortaya çıkar. Zaten yüzyıllarca bu kadar çok tartışılması ve yazıldıktan tam 2448 yıl sonra hâlâ sahneleniyor olması, bu çeşitliliğin en açık kanıtı değil midir? Sofokles’e gelinceye kadar tragedya daha anlatı ağırlıklıydı. Sofokles ise eylemi ve olayı öne çıkardı. Koro artık epizodları birbirine bağlayıcı yorumlarla sınırlı kalmadı. Anlattığı mitolojik öykülerle yeni aksiyonlar yarattı. Seyircinin ufkunu genişletti. Yönetmen/koreograf Ayşe Emel Mesci, bu ünlü antik tragedyayı sahnelerken, belli ki Sofokles’in bu yaklaşımını günümüzde nasıl yorumlarım diye düşünmüş. Koreografi, dans, müzik, şarkı gibi öğelerin kullanıldığı, görselliğin öne çıkarıldığı koro sahneleriyle, karakterlerin duygu ve hareket yoğunlaşmasının öne çıktığı epizodları neredeyse sinematografik bir anlatımla bağlamış. Ama en önemlisi, antik tragedyanın belki de temel niteliği olan sahneseyirci bütünleşmesini sağlamaya uğraşmış ve bunu da başarmış. ‘‘Koro’’ ve ‘‘solo’’ sahnelerin art arda gelişindeki ritim, çeşitli anlatım araçlarıyla oluşturulmuş özgün sahne dili seyirciyi en başından itibaren oyunun içine çekiyor. Zaten Murat Gülmez’in tüm mekânı kapsayan ve seyirciyi de kuşatıp oyunun içine katan dekor tasarımı; Can Atilla’nın hem koreografiye, şarkılara eşlik eden, hem de atmosferi oluşturan özgün müziği de bu başarıya katkı sağlamış. Hale Eren’in kostüm ve aksesuvar tasarımları üzerinde ayrıca durmak isterim. Çünkü o döneme ait vazoların, çanakların üzerindeki görsel malzemenin renklerini, üslubunu yönetmenin çağdaş yorumuna uygun bir biçimde başarıyla kullanmış. Zeynel Işık’ın tragedyaya uyan ışık düzenlemesi de önemliydi. Güngör Dilmen’in özgün dilden çevirisi de Türkçemiz için bir kaza nımdır. O denli başarılı. Oyuncular ise öncelikle bütünsel bir takım oyunculuğu sergiliyorlar. Sahnede bir orkestra kadar uyumlular. Semih Bayraktar tarafından çalıştırılmış koroların ses kullanımı da üst düzeyde. Oyundaki temel karakterler de son derece başarılı ve inandırıcı bir biçimde işlenmiş. Zeynep Yasa Çimenser, Antigone’yi antik tragedyanın başkaldıran kadını olarak yorumlarken, kardeşinin ölüsüyle karşılaştığı ilk andan en sonda mağaraya götürülünceye kadar adım adım gelişen bir süreç çiziyor. Oyunun başında cesedi taşıyan ışık köprüsüyle girdiği sonuçsuz mücadele insanın içini burkuyor. Sonra kızkardeşi İsmene (Mine Medya Haktanır) ile oluşturdukları uzlaşmaz ikili, hareket ve ses uyumundan uyumsuzluğuna doğru giden, ayrışan bir süreç izliyor. Üstelik, yönetmenin metinde anlatı olarak geçen bazı sahneleri (kardeşinin cesedini gömme ritüeli gibi) görselleştirmesinin gerektirdiği vücut plastiğini duygu akışıyla birleştirmeyi bilmiş. Nihat Hakan Güney, Kreon’da sadece antik Thebai’nin despot kralını oynamamış; ‘‘Devlet benden sorulur’’ tavrının o günden bugüne uzantısını da yorumuna katıyor. Kreon ile Antigone arasındaki ünlü tartışma sahnesi, neredeyse bütün insanlık boyunca sürmüş çatışmaları sahneye taşıyor: İktidar ile başkaldıran birey, erkek egemenliği ile boyun eğmek istemeyen kadın karşı karşıya geliyor. Haimon’da Erdinç Gülener’in oyunu hem çok inandırıcı, hem de derinlikli. Teiresias’ı oynayan Tolga Çiftçi ise kentin başına gelecekleri önceden haber veren kâhinde, sanki eleştiri oklarını günümüze de gönderiyor. Hele kendisine eşlik eden çocuğu (Can Gençler) oyunun en başında iki ölü kardeşin (Polüneikes/Eteokles) uzandığı yere yatırıp, onu kurban edermiş gibi oynadığı sahne tüyler ürperticiydi. Haberci (Buğra Koçtepe) ve Kreon’un final sahnesi de çok etkileyiciydi. Ayrıca Nöbetçi’de Edip Tümerkan, 1. ve 2. Danışmanlar’da Teoman Gülen/Fatih Pestil takım oyunculuğunu tamamlıyorlardı. Yönetmenin Antigone’yi Kral Oidipus hikâyesine bağlamak amacıyla eklediği sahnelerde, Oidipus’ta Mustafa Şekercioğlu, İokaste’de Hatice Altan Gençler, Laios’ta Teoman Gülen, Polüneikes/Eteokles’te Görkem Arslan/Kadir Özdal, Antigone’nin çocukluğunda Cem Gençler, yönetmenin yorumuyla bütünleşiyorlardı. Oyunun başından sonuna kadar trajik bir çizgide ilerleyen Kraliçe Eurydike karakterini de Eylül Aktürk başarıyla oynuyordu. Korobaşı’nı oynayan Tuncay Aynur’u ise ayrıca beğendim. Güçlü sesini yumuşak ve ifadeli bir vücut kullanımıyla birleştirmeyi başarmış. Sonuç olarak Ayşe Emel Mesci başta olmak üzere tüm ekip, çok özenli ve titiz bir çalışmayla uluslararası düzeyde bir Antigone çıkarmışlar. Sakın kaçırmayın derim. SİYAD Ödülleri’nin adayları açıklandı Kültür Servisi Geleneksel SİYAD Sinema Yazarları Derneği Türk Sineması Ödülleri için geri sayım başladı. 27 Şubat’ta Cemal Reşit Rey salonunda yapılacak olan ödül töreninde, Türk sinemasının dokuz ayrı dalda verilen 2005 ödülleri dağıtılacak. Dernek üyesi 52 sinema yazarından 31’inin katılımıyla seçilen adaylar; En İyi Film dalında Anlat İstanbul, Babam ve Oğlum, Gönül Yarası, İki Genç Kız, Meleğin Düşüşü; En İyi Yönetmen dalında Atıf Yılmaz (Eğreti Gelin), Çağan Irmak (Babam ve Oğlum), Kutluğ Ataman (İki Genç Kız), Semih Kaplanoğlu (Meleğin Düşüşü), Yavuz Turgul (Gönül Yarası); Mahmut Tali Öngeren En İyi Senaryo dalında Çağan Irmak (Babam ve Oğlum), Kutluğ Ataman (İki Genç Kız), Semih Kaplanoğlu (Meleğin Düşüşü), Ümit Ünal (Anlat İs tanbul), Yavuz Turgul (Gönül Yarası); En İyi Erkek Oyuncu dalında Çetin Tekindor (Babam ve Oğlum), Fikret Kuşkan (Babam ve Oğlum), Onur Ünsal (Eğreti Gelin), Şener Şen (Gönül Yarası), Tolga Çevik (Organize İşler); Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu dalında Hümeyra (Babam ve Oğlum), Feride Çetin (İki Genç Kız), Meltem Cumbul (Gönül Yarası), Nurgül Y eşilçay (Eğreti Gelin), Tülin Özen (Meleğin Düşüşü);, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Cem Yılmaz (Organize İşler), Erkan Can (O Şimdi Mahkum), Şevket Çoruh (Eğreti Gelin), Timuçin Esen (Gönül Yarası), Yetkin Dikinciler (Babam ve Oğlum); En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Fadik Sevin Atasoy (O Şimdi Mahkum), Füsun Demirel (Eğreti Gelin), Hülya Avşar (İki Genç Kız), İdil Üner (Anlat İstan bul), Şerif Sezer (Babam ve Oğlum); En İyi Görüntü Yönetmeni dalında Eyüp Boz (Meleğin Düşüşü), Jacek Petrycki (Bulutları Beklerken), Mehmet Aksın (Anlat İstanbul), Soykut Turan (Gönül Yarası), Uğur İçbak (Organize İşler); En İyi Müzik dalında Gökhan Kırdar (Anlat İstanbul), Replikas (İki Genç Kız), Selman Ada (Eğreti Gelin), Tamer Çıray (Gönül Yarası), Teoman (Balans ve Manevra) olarak belirlendi. Sinema yazarları, bu adaylar arasından kazananları son bir toplantıda belirleyecek. Gecede ayrıca Gülşen Bubikoğlu, İzzet Günay, Türker İnanoğlu, Şakir Eczacıbaşı ve Yalçın Tura’ya Onur Ödülü verilecek. Erol Evgin’in bir minikonserle renk katacağı gece, Stephen Gagan’ın ‘‘Syriana’’ adlı filminin gösterimiyle sona erecek. BUGÜN ? ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ’nde 19.30’da İDSO’dan ‘Şostakoviç’in 100. Doğum Yılı’ başlıklı konser. Şef: Jurjen Hempel. Solist: Robert Putowski (viyolonsel). (0 212 251 56 00) ÇİZGİYİ KULLANMADA TUTUMLU BİR ÇİZER Kamil Masaracı’nın yapıtları müzede Kültür Servisi ‘Çizgiyi ekonomik kullanan’ sanatçı olarak bilinen Kamil Masaracı’nın yapıtlarının yer aldığı sergi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi’nde 3 Şubat saat 17.00’de açılacak. Daha çok bant karikatürler çizmeyi tercih eden ve gazetemizde ‘‘Çizgilik’’ ve ‘‘KültürÇizik’’ adlı bantları yayımlanan Kamil Masaracı, söylemek istediğini söyleyen sanatçı olarak tanınıyor. Ali Ulvi, Masaracı’nın, ‘‘neyi’’ ve ‘‘nasıl söyleyeceğini’’ çok iyi bilen az sayıdaki sanatçılardan olduğunu belirtiyor. 1950 yılında Antakya’da doğan Masaracı, bir süre matematik ve fizik okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’ni bitirdi. Ani sayılabilecek bir kararla karikatüre başlayan sanatçı, birçok dergi ve gazetede, Almanya’da da Die Tageszeitung ve Der Kassenart’da çizdi. Sekizi yurtdışında toplam 20 kişisel sergi açan Masaracı, çocuklar için Bocuk ve Keyfibol tiplerini yarattı. Ulusal ve uluslararası alanda 23 ödül kazanan sanatçının ödüllerinin başlıcaları şunlar: Çağdaş Gazeteciler Derneği’nden 9 kez, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden 3 kez ‘Yılın Karikatürcüsü’ ödülü, tüm dünya basınında çıkan karikatürcüler arasında ‘Birincilik Ödülü’ (Jezz dergisiYugoslavya 1989), 3. Youmiuri Karikatür Yarışması ‘The Winner’ Ödülü (Japonya 1981). 1996 yılında Karikatürcüler Derneği Başkanlığı da yapan Masaracı, FECO (Karikatür Kuruluşları Federasyonu) ve IFJ (Uluslararası Gazeteciler Federasyonu) üyesi. Masaracı’nın Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi’nde açılacak sergisi, 31 Mart’a kadar görülebilir. CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle