22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 ŞUBAT 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Şeriat Kapıda Vedii BİLGET Emekli Amiral smanlı son süreçte yeniden gündemde, Vahdettin’den sürekli övgü ile söz ediliyor. Ama tüm yaklaşımların amacı Gazi Mustafa Kemal’e karşı yıkıcı ve sert eleştiriler yapmaktır. 26 Ocak Perşembe günü Saat 21’de HaberTürk’te halifelik bir gün yeniden kurulabilir mi diye soranlar da gündemde. Avrupa’da vurucu gücü büyük ateşli silahlarla donatılan ordular, kapitalizmin sıçrama tahtası olurken, Osmanlı ordusunun modern savaş düzenine ve silahlara sahip olmayışı, fetihlerin sonunu getirmiştir. Avrupa kapitalist sömürgeciliği merkantil uygulamaları ile kapitalizm korunurken, Osmanlı geleneksel ürünleri rekabet şansını yitirmiştir. Avrupa’nın sanayiteknik devriminin sağladığı koşullarda üretilen ucuz metaları karşısında Osmanlı tutunamamış, manifaktür olarak nitelenebilecek Osmanlı sanayiinin gelişme dinamikleri yıkıma uğramıştır. Egemen sınıfların ‘‘şanlı tarihimiz’’ yutturmacaları ile göklere çıkardığı Osmanlı feodal despotizmi, Avrupa’daki kapitalist gelişmeye, bilimselteknik devrime seyirci kalmış, Avrupa sömürgeciliğinin acımasız ekonomik güç ilişkilerine teslim olmuştur. 17. yüzyılda başlayan süreç, sömürgeci Avrupa devletlerine tanınan ayrıcalıklar, kapitülasyonlar ve süreğen hale gelen borçlanma politikaları devleti sömürgeciliğin acımasız pençelerine kaptırmış, giderek bozulan ekonomi, siyasi, sosyal yaşam ‘‘hasta’’yı ağırlaştırmıştır. 1838 İngiliz Ticaret Anlaşması ve onu izleyen diğer benzer anlaşmalar ise ‘‘hasta’’yı yatağa çakmıştır. Halktan alınan vergiler arttırılarak, çeşitlendirilerek emekçi kesimler görülmedik yoksuluğa terk edilmiş, eşkıyalık, açlık, kıtlık hep birbirini izlemiştir. Egemen güçlerin şanlı Osmanlı tarihi budur işte; açlıkla, yoksullukla, sömürge ilişkileriyle övünmek. Avrupa burjuvazisi Osmanlı egemen sınıflarını hızla kompradorlaştırmıştır. 1854’ten sonra yapılan borçlanmalar, özellikle bu sonuçları doğurmuştur. Bugün ‘‘şanlı geçmişimiz’’ borçlara kar PENCERE Çekirge yolundaki köşkte verilen akşam yemeğinde, bu ayaklanma olayı nedeniyle Atatürk’ün yaptığı konuşma ‘‘Bursa Nutku’’nu, gerçekleşmeyecek şeylerin, kökten yanlışların peşinde koşanlara ve her kim olursa olsun gerici odaklara arka çıkanlara, ‘‘hilafetinhalifeliğin’’ niçin kaldırıldığını, Öğrenim Birliği Yasası’nın niçin çıkarıldığını tümden unutan iktidarlar hatırlamalıdır: ‘‘Yemekte bulunanların biri, Bursa gençliği bu olayı hemen bastıracaktı, fakat zabıta ve adliyeye olan güveninden ötürü.. Atatürk sözünü kesti: Bursa gençliği de ne demek, Türkiye’de parça parça, yer yer gençlik yoktur, sadece ve toplu olarak Türk gençliği vardır. Türk genci devrimlerin ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır, rejim ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir hareket duydu mu, bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla... Nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç ‘Polis henüz devrimin ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek ‘Demek adliyeyi de düzeltmek, rejime göre düzenlemek lazım...’ Onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; bana, İsmet Paşa’ya, Meclis’e telgraflar yağdırıp haklı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasını, korunmasını istemeyecek, diyecek ki: ‘Ben, kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren neden ve etmenleri düzeltmek de benim vazifemdir...’ Atatürk, işte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği budur, dedi.’’ Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle ve onurla çıktık. Bu zafer birkaç kişinin işi değil, bütün milletin zaferidir. İlk defa bütün savaşlardan, temelde farklı olarak Kurtuluş Savaşı bir gaye için yapıldı. Sadece çağdışı emperyalizmle birlikte uydusu Yunanistan’ın denize dökülmesi, topraklarımızdan atılması, halifeliğin ve geçmişteki eski onursuz yaşamın sürüp gitmesi ise beyhude kan döktük demektir. Gerçekte temel olarak alınan hedef, yeryüzünün en onurlu laik, bağımsız ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaktır. Aydınlanma devrimleri ile bu Cumhuriyetin evrensel hedefini barışçıl çağrılarla bütün dünyaya ve sömürülen ülke kardeşlerimize örnek olacak biçimde eylemleştirmektir. Çağdışı emperyalizmden kurtuluşumuzun savaşını, diğer savaşlardan farkını eylem içinde kanıtlamaktır. Kurtuluş Savaşımızın örnek insansal varlığını çağdışı emperyalizmi dize getirerek bütün dünyaya kanıtlamaktır. Şeriat kapıda, iktidar savaşına geçit verilecek mi? ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda iktidara getirilenler bu kez de ABD’nin, AB’nin, İsrail’in dayatmaları ile iktidara getirilecektir. Buna engel olmanın pratik ve demokratik yolu, tüm vatansever partilerimizin yüzde 10’luk seçim barajına takılmadan omuz omuza bir arada seçime girmelerinden geçmektedir. Ya da sağ partiler bir arada, sol partiler bir arada seçime girmelidirler. Sağda olsun, solda olsun tüm vatansever partilerimiz, önce vatanımızın, Türk ulusunun onurunu düşünmek zorundadırlar. Emperyalizmin dayatmalarıyla iktidar olmaya kalkışanlara karşı tüm partilerimizin seçim için birleşerek seçime girme kararını vatansever ve onurlu halkımız özlemle beklemektedir. Önemle vurguluyorum, partilerimizin demokratik çıkarları elbette çok önemlidir. Ama bu seçimlerde vatanımızın asla vazgeçilemez çıkarları her şeyin üstündedir. Yoksa nereye varır bu işin encamı? Verilecek olan bu önemli ve olumlu kararı eyleme koyma zamanı gelmiştir. Saf aklın gösterdiği yollardan sapanlara anımsatırız. Ve diyoruz ki, laik, demokratik ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nden, Gazi Mustafa Kemal Cumhuriyetinden en küçük bir ödün bile verilemez. Dost, düşman bunu böylece bilsin. Başlıca kaygısı din erkini ele geçirmek için direnenlere son sözümüz: Gazi Mustafa Kemal aydınlığında yaşayanlara, düşmanca yaktığınız ateşi kendinizi yakacak kadar alevlendirmeyin. Hep Allah İçin... ‘‘Allah’ın hazinesi sonsuzdur.’’ İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat’ın bir sözü bu... Parasal yardım isteyen Hamas’lılara böyle demiş!.. Herhalde İran hazinesinin kasasını da onlara açmıştır... Suudiler verir, İran verir, Pakistan verir, Endonezya verir, Malezya verir, Filipin Müslümanları verir, dünya ölçüsündeki İslamcı örgütler verir, yıllardır aranan, bulunmayan Bin Ladin verir.. daha başkaları da var Hamas’a yardım edecek... Hamas’lılar Türkiye’ye parasal yardım alabilmek umuduyla mı geldi? Hiç sanmam! İstese de verecek paramız yok! Ama AKP iktidarı yine de ne yapar eder bir yardım yapabilir! Baksanıza, oturmuşlar Bakanlar Kurulu’nda Hamas’ın yurdumuza gelmesini istemişler. Yahudiler, ABD’ler, AB’ler karışmış, kıyamet kopmuş, bu kez çağrı yapanların Başbakanı ortadan kaybolmuş! Ne hükümet ne de parti benimsemiş bu çağrıyı! Ön kapıdan buyur edilenler, arka kapıdan çıkarılmış... Birkaç gün geçti geçmedi Başbakan parti grubunda yeri göğü inleten bir konuşma yaptı. Biz büyük devletiz, biz aracı oluruz, bizim eski topraklarımızda yaşananlardan sorumluyuz, Kudüs’ün tapusu elimizde, kimse bize karışamaz, istediğimiz gibi davranırız!.. Büyük olmak, saygın olmak, sözü geçen bir güç sayılmak özlenen bir duygudur. Benim kuşağım ilk gençliğinde bu onuru yaşadı. Atatürk’tü Balkanlar’ı, Ortadoğu’yu tüm Avrupa’yı etkileyen.. gücünü, varlığını, duyuran... Şimdi Başbakanımızın kendi grubunca coşkuyla alkışlanan böbürlenmeleri boşa gitmemiş midir? İsrail, günü gelince sizden bunun acısını çıkarırım, diye bekliyor. Hele Ermeni tasarısı ABD Senatosu’na gelsin, görürsünüz gününüzü demek istiyor.. Evet, İsrail de Hamas gibi; ödün vermeye yanaşmıyor! Ele geçirdiği toprakları bırakmıyor. Her fırsatta yoksul Filistin halkının tepesine bombalar yağdırıyor. Filistinliler de canlı bombalarla karşılık veriyor.. Biri can alıyor, kendi canını esirgiyor, öbürü insanlarını canlı bomba yapmaktan başka çare görmüyor. Karşılıklı hiç de eşit olmayan bir savaş, kırk yıldır süren, daha kaç yıl sürecek olan!.. ‘‘Ekonomik koşullarda hiç korkunuz olmasın. Çünkü, Allah’ın hazinesi sonsuzdur. Eğer Allah için çalışırsanız hiç ummadığınız yerden, Allah size mali kaynak sağlar’’mış... İsa’dan Musa’dan yana olan herkes Allah için çalışır. Muhammed’den yana olan milyonlar da öyle.. Allah için demek, kolay yolu seçmektir. Allah herkes içindir, ama bazıları için çok daha başka anlam taşır. Allah diye diye fakir fukaradan para toplayıp köşeleri dönenleri hep görmüyormuyuz? Allah adına savaşlar çıkar Allah adına cinayetler işlenir. Allah adına soygunlar yapılır, Allah adına yığınlar aldatılar, Allah adına oy istenir, Allah adına örgütler kurulur, Allah adına, hep Allah adına!.. ‘‘Allah’’ adını dilinden, kaleminden düşürmeyenlere yakından baktığınızda çoğunun sözü özüne güvenilmeyen kişiler olduğunu görürsünüz. Allah adına bizlerden birşeyler isteyenlere ne desek.. en iyisi ‘‘Allah versin’’ 28 Şubat... Aklı başında bir dostuma sordum: 28 Şubat deyince aklına ne gelir?.. Hemen yanıt verdi: 8 yıllık zorunlu eğitim!.. Anlat biraz... ? Dostum: Bak anlatayım, dedi, 1923’te Cumhuriyet kuruldu, 1924’te ‘Öğretim Birliği Devrimi’ (Tevhidi Tedrisat İnkılabı) yapıldı, beş yıllık çağdaş zorunlu öğretim tüm yurttaşlar için geçerli oldu... Sonra?.. Atatürk 1938’de gözlerini yaşama kapadı; ardından 2’nci Dünya Savaşı başladı... Sonra?.. Savaş bitti, çok partili rejime geçtik... Sonra?.. 21’inci yüzyıla yaklaştık, tüm dünyada insanlar için zorunlu öğretim süresi uzatıldı... Sonra?.. Bir baktık ki yeryüzünde zorunlu öğretim süresi beş yıl olan üç dört ülke kalmış!.. Daha da acısı, beteri, kötüsü, bu üç dört ülkeden biri Türkiye değil mi?.. Peki, bu anlattığın tarihin 28 Şubat’la ilgisi ne?.. 28 Şubat olmasaydı, bugün Türkiye’de öğretim 5 yıllıktı!.. Lafı özellikle uzatıp durdum ki bu gerçek aklımıza iyice işlesin, kafamıza dank etsin!.. 28 Şubat 8 yıllık zorunlu öğretim yasası demektir; tarihsel anlamını, çağdaş yorumunu bunun dışında düşünmek olanaksızdır!.. Bugün 28 Şubat’tan 9 yıl sonra Türkiye’de en büyük dava ne üstüne sürüyor?.. İmamHatip Okulları üzerine!.. Dava bitmedi, daha uzun bir zaman sürecek, Türkiye’de laik Cumhuriyeti yıkmak isteyen güçler öğretimi ele geçirip yeni kuşakları dinci eğitimle yetiştirmek istiyorlar... 28 Şubat bu uygarlık çatışmasında laik Cumhuriyet yandaşlarının bir yengisi idi; sonuca ulaşamadı. ? Soru: Peki, bu işin içinde asker yok muydu?.. Asker hangi işin içinde yoktu ki?.. Cumhuriyetin ilanı, padişahlığın ve hilafetin yıkılışı, laiklik, Medeni Kanun en başta olmak üzere tüm çağdaş yasaların benimsenmesi; 27 Mayıs’la gelen hukuk devleti ilkesi ve sosyal devlet, Anayasa Mahkemesi, sendikalar, toplusözleşmeyle birlikte nice kurumları say say bitmez... Tüm dünyada 5 yıllık eğitime bağlanan üçdört ülkeden biri olmak ayıbından 28 Şubat’la kurtulduk... 1946’da girdiğimiz çok partili rejimde 1997’ye dek 51 yıl neden siviller bu eğitim zorunluğunu akıl edemediler?.. ? Başımızdaki sivil iktidarın ayıplı haline bakın, kadınlarımızı tesettürün karanlığına hapsetmek için çırpınıp duruyor, dinci öğretimi temel eğitime dönüştürmek için elinden geleni ardına koymuyor... Sivillerimiz askerle uğraşacak yerde bu iktidarla hesaplaşsalar demokratik görevlerini yerine getirmiş olmazlar mı!.. O şı devlet bütçesinin ipotek edilmesiyle, işbirlikçiler tarafından ‘‘şanlı’’ bir şekilde yaşatılmaktadır. Bu şeref, Osmanlı’yı savunanlara aittir. Dilerlerse boyunlarındaki bu tasmayı yaşamları boyunca taşısınlar. Ama işte tam da bu açıdan bakılınca, 30 Ağustos’un yalnızca çağdışı emperyalizme karşı kazanılmış bir Başkomutanlık Meydan Savaşı zaferinden ibaret olmadığı, Osmanlı egemen güçlerinin halkı açlıkla, yoksullukla, sömürge ilişkileriyle boğduğu sürecin de sonlandırıldığı önemli bir sınıfsal tavır içerdiği anlaşılır. Bunun şerefi de biz Türkiye Cumhuriyeti’ni savunanlara aittir. Yakalarımızda bu onur madalyonunu yaşam boyu taşıyacağız. Hem salt kendi yaşamımız boyunca değil, ‘‘ilelebet payidar’’ olacak Gazi Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyetin tarihi boyunca. Bugün Türkiye’de belirleyici güç durumundaki mürteci iktidar hiçbir zaman Türkiye halkının iktidarı olmamıştır. Onlar Osmanlı dönemindeki komprador atalarının kendileri açısından hiç de yadırgamadıkları geleneğinin, işbirlikçilik geleneğinin mirasçısıdırlar yalnızca. Osmanlı kapıkulu bürokrasisi ve gayrimüslim girişimcilerin oluşturduğu cılız kapitalist sınıf, daha ayakları üzerinde doğrulmadan, Avrupa sömürgeciliğinin müdahalesiyle gelişme olanağı bulamamıştır. Aynen bugün de emperyalizmin müdahalesinin, ülkesinin kendi iç dinamiğiyle gelişimine engel oluşturduğu gibi. Şeriat tutkunu ve mürteci iktidarın işbirlikçisi egemen sınıfın bugünkü bağımlılık ilişkileri, dünün kölece boyun eğişinin bir yeni biçimidir eninde sonunda. Belli bir inancın benimsetilmesi sınırını çoktan aşarak, gericiliğin ve karanlığın çıkmazındaki bu iktidar köktendinci ortamı hazırlamakta ABD’nin ve Fethullah Gülen’in emrine amade en uygun koşulları kollamaktadır. Bursa’da 5 Şubat 1933 tarihinde Ulu Cami’de toplanan 100 dolayında mürtecinin Türkçe ezan aleyhindeki ayaklanma girişimi, aynı gün ivedilikle bastırılmıştır. KASTAMONU CUMOK ÇAĞRISI 2 MART 2006 PERŞEMBE 13.30 CUMHURİYET OKURLARI ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE AYDINLIK TÜRKİYE İÇİN TOPLANIYOR Yurttaşlarımızı ve Cumhuriyet okurlarını katılmaya çağırıyoruz. Yer : Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası Salonu Tarih : 2 Mart 2006 Perşembe 13.30 İLETİŞİM: 0 533 713 14 49 0 533 438 50 22 www.cumok.org CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle