23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bir Fotoğraf ve Ahlaksal Yozlaşma Nurer UĞURLU adikal gazetesinin Kitap ekinde bir fotoğraf yayımlandı (6 Ocak 2006). Sanırım bu fotoğraf benden başka çok kişinin de ilgisini çekmiştir. Çünkü ilgi çekmeyecek gibi değil! Semih Gümüş’ün ‘‘Kılavuzu Edebiyat’’ başlıklı yazısının altında yer alan fotoğraf, 1991’de Berlin’de çekilmiştir. Önde (soldan sağa) Pınar kür, Nedim Gürsel, Erdal Öz, (arkada) Orhan Pamuk görülmektedir. Ne var ki, Orhan Pamuk, Nedim Gürsel ile Erdal Öz’ün kafasına, iki elini ayrı ayrı kullanarak çocukluğumuzun ‘‘uzun kulak’’ şakasını yapmaktadır. Sanırım Orhan Pamuk’un yaptığı bu ‘‘uzun kulak’’ şakasından Nedim Gürsel’in de, Erdal Öz’ün de haberleri yok. Çünkü arkalarındaki Orhan Pamuk, şakasına “hınzırca’’ gülümsemektedir. Diyeceksiniz ki, ‘‘Bu resimde ne var?’’ Görünüşte hiçbir şey yok. Arkadaşlık havası içinde yapılmış bir şaka ve çekilmiş bir fotoğraf! Ama bu fotoğrafın günlük bir gazetenin ekinde yayımlanması, önce bir okur, sonra Erdal Öz ile Nedim Gürsel’in ve de Orhan Pamuk’un eski arkadaşları olarak beni oldukça rahatsız etti. O rahatsızlığın etkisiyle bir ahlaksal tutum ve davranış olarak, bu yazıyı kaleme almak zorunda kaldım. Fotoğrafa uzun bir zaman baktım. Sonra kendime şu soruyu yönelttim: ‘‘Acaba, fotoğrafın bu şekilde çekilmesinden, kendilerine Orhan Pamuk tarafından ‘uzun kulak’ şakası yapılmasından Erdal Öz ile Nedim Gürsel’in haberleri var mı?’’ Özellikle Erdal Öz’ün... Hiç sanmıyorum. Çünkü Erdal Öz, benim gençlik, edebiyat ve kavga arkadaşım. Onunla 28 Nisan 1960’ın, 12 Mart 1971’in, en ağırı ve acımasızı 12 Eylül 1980’in ‘ateş çemberi’nden birlikte geçtik... Nereye kadar gideceğini, nasıl davranacağını, böyle şakalara (hele bu şaka hiç de güzel olmayan bir şekilde günlük gazetede yayımlanmış olursa) iyi gözle bakamayacağını biraz olsun bilirim. Nedim Gürsel ile Erdal Öz’le olduğu kadar bir yakınlığım, dostluğum ve sıkı fıkılığım yok. Onun için bu konudaki tutum ve davranışını pek bilemem. Bunları niçin yazdım? Şunun için: Geçenlerde Prof. Dr. Bedia Akarsu’nun Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında (3 Ocak 2006), çok anlamlı, örnek olacak, dersler alınacak bir makalesi yayımlandı. ‘‘Ahlaksal Yozlaşma’’ başlıklı bu ilgi çekici makalesinde Prof. Dr. Akarsu şunlavrupa, Orhan Pamuk davasındaki mutlu sonucu kendi hesabına yazdı. Yorumlarda ‘‘AB’nin çekim ve etki gücü Türkiye’deki milliyetçi, muhafazakâr çevreleri geri adım atmaya zorluyor’’ teması işlendi. Bununla beraber tabii Türkiye’nin, Avrupa’nın demokrasi ve fikir özgürlüğü seviyesine ulaşmak için kat etmesi gerektiği yolun daha çok uzun olduğu da ekleniyor. Bunlar, Avrupa’nın Türkiye konusunda alışılmış, kendini beğenmiş tutumunu sergileyen yorumlar. Fakat asıl dikkat edilmesi gereken, PENCERE Yeni Moda!.. Medyamıza da yansıyor, bir kıyamet kopuyor, öyle bir dinci tartışma başladı ki demeyin gitsin... Neymiş?.. Kadın başı açık namaza durabilir mi imiş?.. Sonra?.. Hatun kişi camide erkeklerle birlikte namaz kılabilir mi imiş?.. Dincilik, seks, ibadet, namaz, niyaz, usul, erkân, içerik, zıpırlık, fuhuş, dedikodu, cahillik, uçukluk birbirine karışıyor... Ne demiş herifin biri: Üç şeyi ne kadar karıştırsan azdır... Nedir onlar?.. Salata, iskambil kâğıdı, kadın.. Bu üçlüye günümüzde bizim takıyyeciler dinciliği de eklediler, şimdi hayrını görüyorlar... ? Yozlaşma sürecinde kutsal Müslümanlığı aşağılık politikanın aracına dönüştüren takım, işi nereden nereye getirdi?.. Dinde reform mu?.. Yeni Kalvinistler mi?.. Yoksa Lüteryenler mi?.. Ey şaşkınlar tayfası, Müslümanlık tarihinde örnek alınacak hiç mi ehli ümmet mensubu yoktur?.. Reform Hıristiyanlık işi.. Luther, Hazreti İsa’nın dininden bir papaz.. Calvin istavroz ehlinden.. Bizim Amerikancı Fethullahçı şakirtlerimiz bula bula kendilerine Haçlılar arasından örnek mi buluyorlar?.. ? Tüm AKP’li bakanlar, milletvekilleri ve politikacılarla birlikte Fethullah tilmizleri de kadın, kız, çoluk, çocuk, iş, güç, okul, mal, mülk ne varsa Amerika da Amerika... İkinci vatan, mukaddes hac toprakları değil, Bush’un vatanı... Bizimkiler bir de dinde reform yapacaklar imiş... Haydi Gazâli vaktiyle reform kapısını kapattı diyelim... İslam’da içtihat kapısını ve biçimsel ibadetin penceresini açan başka nice ‘‘âlim’’ varken elin Hıristiyanını niçin kendine örnek alıyorsun?.. Şimdi Fethullah’a ne diyeceğiz?.. Ne lakap takacağız?.. Namı diğer Reformist mi?.. Kalvinist mi?.. Lüteryen mi?.. ? Medyada eline kalemi alan ‘din âlimi’ kesiliyor!.. En başta Fethullah Gülen olmak üzere nice cüretkâr da beğendiği postun üstüne oturmuş şeyhlik taslıyor!.. Cehalet uleması siyaseten ahkâm keserek laik cumhuriyetin altını üstüne getiriyor!.. Bunların tezgâhında ne Gazâli’nin adı geçer, ne İbni Sina’nın ne de Farabi’nin... Varsa yoksa Calvin, Luther, üstüne de Fethullah’la Bush... Mal Varlığı BİR TOPLUM Kİ orada ‘‘Rüşvetin belgesi mi olurmuş?’’ sözü gerçekçiliği açısından genel kabul görmüştür, o toplumda mal varlığını bildirip bildirmeme çekişmesinin bunca ağırlık kazanması biraz tuhaf değil mi? Diyelim ki, şimdiki gizlilik kuralı kaldırıldı da herkesin bildirimi gerçek mal varlığına eşit çıktı ya da kimsenin yasadışı yollardan zenginleşmediği, çalıp çırpmadığı, yolsuzluğa karışmadığı ispatlandı, bunun anlamı siyasal yaşamın zemzemle yıkanmışçasına dürüst ve tertemiz olduğu mudur? Ya o ‘‘dürüst ve tertemiz’’ insanlar haksızlığa, pisliğe ve hele üçkâğıtçılığa, soyguna, dolandırıcılığa prim veren bir ekonomik ve sosyal sistemi savunuyorlarsa, çok mu namuslu sayılmalıdırlar? Politikada ve kamu yaşamında önemli olan, doğruluğun, hakseverliğin, çalışmanın savunuculuğunu yapmak değil midir? ir toplum ki ‘‘Şüyuu vukuundan beter’’ sözü ağızlardan düşmez olmuş ve piyasaya söylenti salarak birbirini karalayıp batırmak ya da bu yoldan kazanç sağlamak ‘‘ahvali âdiye’’den sayılmaya başlamışsa, o toplumda huzur mu kalır? ‘‘Kişi konusundaki söylenti doğru olsa pek önemli değil de, söylentinin dolaşıyor olması daha kötü’’ anlamına gelen bu söz, bir bakıma, sonuçta doğruluğu ispatlanabilecek bir söylentinin olası ağırlığını önceden azaltmaya yönelik bir önlem sayılmaz mı? Olgunun söylentisi, olmasından da kötüyse, o zaman söylentinin üstüne gidip olanca gerçeği açıklamak herkesten önce söylentiye konu olana düşmez mi? ir toplum ki insanlarının çoğu, hizmete, yatırıma, iş bulmaya, karnını doyurmaya ve çoluk çocuğunu geçindirmeye hasret kalmış olmaktan ötürü, ‘‘Devlet adamı ya da kamu görevlisi dediğin hizmeti görsün, yatırımı getirsin, fabrikayı kursun, yolu yapsın, herkese iş bulsun da, isterse biraz çalsın!’’ türünden acıklı bir hoşgörü sahibi olmaya başlamışsa, o zaman siyasette ve kamu görevinde mal varlığı titizliğine de biraz acayip bakmaya başlamaz mı? Hele o toplumda, bir cumhurbaşkanı ‘‘Benim memurum işini bilir’’ diye bir vecizeyi siyaset diline ve kamu yaşamına armağan etmişse. on günlerde ‘‘Kalvinist Müslümanlık’’tan söz etmeye çalışanlarımız, gerçek Kalvinizm’in etik yanı konusunda yeterli bilgi sahibi midirler? Hollanda’daki evlerin çoğunda perdeler örtülmez ve iç zenginliği dışa göstermekten kaçınılmaz. Hakça çalışmayla kazanılmış serveti sergilemek neden utanç vesilesi olsun? Hele toplumun bütününde de emek saygısı yaygınsa. Bir yandan Müslümanlık taslarken öte yandan hakça çalışma yerine vurgunla köşe dönmeciliği, emek yerine soygunu, yatırım için biriktirme yerine borca batık tüketimi öne çıkaran bir toplum düzeninde, zenginliğin kaynağına ilişkin söylentiler ve mal varlığı tartışmaları da elbet ayyuka çıkar. R B rı söylemektedir: ‘‘Son yıllarda her alanda gittikçe artan bir yozlaşma var. Nelerden geçmiş halkımız... Bunların hepsinin altından kalkabilir, ama bir tanesi var ki işte o ürkütüyor kendisini: Ahlaksal yozlaşma. Çünkü ahlaksal davranışlar (etik) bir kez yozlaştı mı ve yaygınlaştı mı, artık bunun önüne geçmek olanaksız olabilir. Etik ilkelerin başında insanın onuru gelir kanımca. Onurunu çiğnetmeme, yitirmeme, çıkar için kişiliğinden vazgeçmeme, kimsenin önünde baş eğmeme etik ilkeler arasında önemli yer tutar. ‘Hiçbir özneyi araç olarak kullanmama’ ilkesi de ahlak felsefesinde en önemli etik ilke olarak kabul edilir. Ahlaksal davranışlar kişiler arasındaki ilişkilerde belirlendiğine göre birbirine karşı dürüst olmak, dürüst davranmak da en önemli ahlak ilkeleri arasında yer alır.’’ şimidir sanırım insanı insan yapan özellik. Bilinir ki her insanda kıskançlık, çekememezlik, gıpta, kendini fazla beğenmek, övünmek ve kibir gibi birtakım özellikler vardır. Bu özellikler, bir başka insanla (ya da insanlarla) alay etmek, onu yermek ya da küçük görmek için sergilenmemelidir. Diyeceğim o ki, bu fotoğraf bana oldukça kaba, eskilerin deyişiyle ‘‘hayli sakil’’ geldi! Bir anı Yazıyı bir anımı anlatarak tamamlamak isterim. Orhan Veli’nin yakın arkadaşı şair Halim Şefik Güzelson, emekli olduktan sonra kitap satmaya başlamıştı. Eski deri çantasına doldurduğu kitapları dostlarına zorla verir, onları gözü gibi korumaya çalışırdı. Kimi zaman Kadıköy İskele Meydanı’nda yer sergisi açardı. Burada kuşlarla başı dertteydi. Dallara konan kuşlar kitapların üstüne pislerdi. Halim Şefik Güzelson, kitabın üç büyük düşmanı olduğunu durmadan söylerdi. Ona göre bu düşmanlar şöyle sıralanırdı: Su, ateş ve fare!.. Güzelson, kitaplarını sudan ve ateşten koruyordu, ama fareden yılmıştı. Yayınevine geri getirdiği bütün kitapların köşelerini fare kemirmişti. Farelerin bu ağır saldırısı karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. Sonunda evine güzel, beyaz, cins bir kedi aldı. Adını Antonson koydu (Antonson, o yıllarda İsveçli ağır siklet dünya şampiyonu bir güreşçiydi). Her gün Antonson’u ciğerle, çeşit çeşit yiyeceklerle beslemeye başlamıştı. Ona göre Antonson, evdeki kitapların düşmanı farelerin canına okuyacaktı... Bir gün fare, deliğinden çıkar, kitaplara doğru yönelir. Bu arada iri yarı Antonson’u görür. Fare Antonson’a, Antonson fareye uzun süre bakar. Sonra fare, kimseye aldırmaksızın ağır ağır kitaplara doğru yürür. Bundan sonrasını Halim Şefik şöyle anlatmıştı: ‘‘Fare yürüyor, Antonson geri çekiliyor. Fare kitaplara saldırıyor, Antonson bel bel bakıyor. Fare ortalıkta cirit atıyor, bizimkisi kaçıyor!.. Baktım olacak gibi değil, oturduğum yerden kalktım farenin üzerine yürüdüm. Fare kaçtı, Antonson’u da ‘Ulan! Kedi sen misin, ben miyim’ deyip pencereden sokağa fırlattım. Yahu olacak gibi değil, kedi kedilik özelliğini kaybetmiş, ahlakı bozulmuştu. Ahlakı bozulmuş bir kediyi ben ne yapayım kardeşim!.. Attım gitti..’’ Şair Halim Şefik Güzelson’un anlattığı bu olayın bir tanığı da dostum Fikret Otyam’dır. Ne zaman Otyam’la birlikte olsam, Halim Şefik’in bu olayını anlatır, gülmekten kırılırız süzlük hoş görülüyor. Hatta İslamcılığı ‘‘antiemperyalizm’’ olarak okuyan sol yaklaşımlar bile var. İsveç’in önde gelen solcu fikir dergisi Arena’da ‘‘Demokrasinin laik olması gerekmez’’ mesajı verilmiş olması buna bir örnek. Yabancıların topluma uyumundan sorumlu İsveç devlet kurumunun genel müdürünün ‘‘Türban çocukların ruh dünyalarını zenginleştiriyor; ben kızımı türbanlı sınıf arkadaşları olduğu icin şanslı sayıyorum’’ sözleri de İslamcılık romantizminin bir diğer kaynağının Avrupa’nın manevi boşluğu olduğuna delil. ‘‘Gelecek onyirmi yıl içinde Batılı gençlik arasında İslami bir uyanış olursa hiç şaşmamak gerekir.’’ Bu kehanet birkaç ay önce yine ‘‘ilerici’’, İsveç’in önde gelen gazetesi, liberal ‘‘Dagens Nyheter’’in başyazı sayfasında yer aldı. Liberal gazete sözü neredeyse ‘‘kurtuluş İslamda’’ demeye getiriyor. İslamcıların Batı’nın ‘‘materyalizmine ve kadınları seks objesi yapıp fahişe kılığına sokan kültürüne’’ yönelttiği eleştirinin zamanlaması çok isabetli bulunuyor: ‘‘Bu manevi program, tok Batı dünyası insanının yaşadığı ve içi sulandırılmış modern Hıristiyanlığın doldurmakta aciz kaldığı boşluğu doldurmaya aday.’’ Özellikle küreselleşmenin keskin rekabet ortamında kendilerine yer bulamayan genç nesiller için ‘‘İslam zamanla yeni yanıt olabilir’’. Bu ‘‘liberal’’ beklenti çok düşündürücü. AB’nin başat ideolojisi liberalizm, aydınlanma mirasını reddedip İslamcılığa göz kırparken, genelde bir azınlığı temsil eden geleneksel gerici güçler, Türkiye karşıtlığı üzerinden dolaylı Müslüman düşmanlığı yapıyorlar. Ancak bu muhafazakâr tepki de zamanla bir dönüşüme uğrayabilir; Hıristiyandemokrat akım pekâlâ İslamcılıkla tazelenebilir. Böyle olası bir dönüşümün de işaretleri yok değil. Aydınlanmanın ışıklarının söndüğü bu Avrupa, Atatürkçü kalmak isteyen bir Türkiye için çekim merkezi olmaya devam edemez. Atatürkçülerin artık Avrupa’yı ve ‘‘muasır medeniyeti’’ ayrı düşünmeye alışmaları gerekiyor. Etik açıdan Denebilir ki, Radikal gazetesinin Kitap ekinde yayımlanan bu fotoğraf da Prof. Dr. Akarsu’nun vurguladığı gibi ahlaksal yozlaşmanın bir kanıtı, görsel bir belgesi niçin olmasın! Orhan Pamuk’un hınzırca yaptığı şaka bir yana, bu çirkinliğin bir günlük gazetede böylesine sergilenmesi de etik açıdan yozlaşmanın bir başka boyutunu, göstergesini içermez mi? Ben böyle görüyorum. Belki fotoğrafta yer alan kişilere ve bunu yayımlayan editörlere göre değildir. Olabilir. Ama böyle tutum ve davranışlarda hem töresel, hem bilimsel bir ölçüt vardır ki, bu kolay kolay yadsınamaz, yok sayılamaz. Belki biraz fazla tutucuyum ya da bağnaz sayılacak kadar ahlakçıyım. Ne var ki, insan onurunun, giderek kişiliğinin böylesine ayaklar altına alınması nedense ağır geliyor bana. Çünkü ben yararlı, iyi kötü sorunları inceleyen, törelere dayanan bir davranış kuralı geliştiren, neyin uğrunda savaşılmaya değer ya da neyin yaşama anlam kazandırdığı, hangi davranışın iyi, hangisinin kötü olduğu gibi sorunları kendine konu edinen bilime saygılı bir insanım. Bana göre ahlak, insanların toplum içindeki davranışlarını, birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi, başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde yargılamakta kullanılan ölçütler bütünüdür. Yine bilirim ki, ahlakın temel dayanağı olarak, insanlarda geliştirilen ve kötü davranışla uyandırılan bir ‘utanma’ duygusu vardır. Bu duygunun geli B S ÜSKÜDAR 1. AİLE MAHKEMESİ’NDEN 2004/979 Davacı Cavit Sarıyer tarafından davalı Ceyran Sarıyer aleyhine açılan Boşanma davasında Mahkememizden verilen 18.10.2005 tarih ve 2004/979 Esas, 2005/649 Karar sayılı karar uyarınca; Açılan davanın KABULÜNE, Bingöl, Kiğı, Çiçektepe Köyü, Cilt 9, H.28, BSN 10’da kayıtlı Ziya oğlu Şadiye’den olma 1.3.1959 doğumlu CAVİT SARIYER ile Azerbaycan uyruklu Şamil kızı 4.11.1966 doğumlu CEYRAN MİRZAYEVA SARIYER’in BOŞANMALARINA Karar verilmiş olup, davalı Kervan Otel Çemberlitaş Otel/Aksaray adresinde ikamet eden CEYRAN MİRZAYEVA SARIYER’in, ilanın yayımlandığı tarihten itibaren 15 gün sonra tebliğ edileceği ve yasal 15 günlük süre içerisinde karar itiraz edebileceği, aksi halde kararın bu haliyle kesinleşeceği, karar tebliği yerine geçmek üzere ilanen tebliğ olunur. 30.01.2006 (Basın: 3189) A Avrupa’nın Sonu Halil KARAVELİ İsveç Östgöta Correspondenten Gazetesi Başyazarı bu söylemin Avrupa’nın gerçek gücü ve gerçek çağdaşlığı ile hiç ilgisi olmadığı. AB’nin aslında Türkiye gibi bir ülkeye hükmedecek kudreti yok. Avrupa Türkiye’ye ‘‘çağdaşlık’’ dersleri de veremez. İlişkilerdeki şimdiki dengesizliğin kaynağı objektif güç gerçeklerinden çok, AKP iktidarının bilinen emelleri. Süregelen bütün sorunlarına ve gerginliklerine rağmen, genç Türk toplumu gelecek için ümit vaat eden sosyal ve ekonomik bir dinamizm sergiliyor. Türkiye, bir Fransız iktisat dergisinin tanımlamasıyla ‘‘Avrupa’nın Çin’i’’. Türkiye’nin kapısında gereksizce el pençe durduğu Avrupa Birliği’nin ise ne demografik trendleri, ne ekonomik göstergeleri ne de temelde demokrasi kültürü ümit verici. AB’nin ‘‘motor’’ üyesi Almanya’nın nüfusu 2050 yılında bugünkü 82 milyondan 67 milyona düşmüş olacak. AB ülkelerindeki ortalama işsizlik son on yıldır ABD’ninkinin iki katı. Bu gibi veriler giderek Avrupa’nın içini kemiriyor. Ünlü İngiliz tarihçi Niall Ferguson geçen yıl ‘‘American Enterprise Institute’’ kurumu tarafından yayımlanan bir yazısında, Avrupa’yı ekonomik, demografik ve özellikle kültürel açılardan ‘‘çökmüş’’ bir uluslar topluluğu olarak niteledi. Fransa ve Hollanda’da ezici seçmen çoğunluklarının AB anayasasına ‘‘hayır’’ demeleriyle elli yıllık tarihi bir süreç ve deney Avrupa birleşmesi pratikte noktalanmış oldu. Artık AB yerinde sayıyor ve birlik kaçınılmaz bir gerileme, hatta düşüş döneminin arifesinde. Geleceğe yönelik siyasi proje eksikliğinin olsun, ekonomik gerilemenin ve nüfus azalmasının olsun temelinde aynı kimlik ve uygarlık krizi yatıyor. Avrupa görkemli yapıları katedralleri, sarayları vesaire birer kulise dönüşmüş, içi boşalmış bir uygarlık. İngiltere gibi ‘‘klasik’’ bir Avrupa ülkesinde her hafta camiye gidenler kiliseye gidenlerden fazla. Artık Avrupa’yı birleştiren, insanlarına güven veren, bir inanç veya heyecanlı bir gelecek beklentisi değil, korku. Avrupalılar Çin’in, Hindistan’ın ekonomik performansından ve itiraf etmeseler bile Türkiye’den korkuyorlar. Geleneksel inançları zayıflamış veya tamamen yitirilmiş, siyasal ve ekonomik özgüvenden yoksun Avrupa, yaşlı kıtayı ideolojik olarak çağdışına taşıyacak arayışlar ve kimliklere gebe. Avrupa perspektifinin Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme süreci için taşıdığı önem tabii ki yadsınamaz. Avrupa, Türk aydınlanması için ‘‘muasır medeniyet’’ olageldi. Fakat artık ‘‘muasır’’ medeniyetin İslamcılıkla randevusu var. AB’deki Müslüman nüfus 17 milyon. Bu sayının gelecek 2025 sene içinde iki, hatta üç kat artması bekleniyor. ‘‘Eski’’, yaşlanan ve tükenen Avrupalıların yerini giderek Müslüman nüfus alıyor. Avrupa’nın ‘‘başkenti’’ Brüksel’de yeni doğanların yarıdan çoğunun aileleri Müslüman. Sorun Avrupa’nın Müslümanlaşması değil, bu Müslüman nüfusun çağdaş ve laik olacağına giderek İslamcı bir kimliğe bürünüyor olması. Geçen hafta İsveç gizli polis şefi, ülkedeki Müslüman gençler arasında yaygınlaşan dinci akımların güvenlik tehlikesi oluşturduğuna işaret etti ve bu tehdidin bertaraf edilmesi için öğretmenlerden ve okul müdürlerinden yardım istedi. Bu istem ‘‘Polis okullarda ihbarcı avına çıktı’’ ve ‘‘İslamcı bir tehdit yok’’ şeklinde siyasi tepkilerle karşılandı. AB ülkelerinin çoğunda radikal İslamcılığı tehlike olarak tanımlamak ‘‘tabu’’. Son birkaç yıldır Avrupa siyasi kültürünün moda deyimi ‘‘İslamofobi’’, İslam korkusu. İlk defa İran’daki molla rejimi tarafından kullanılan bu suçlama, Avrupa söyleminde ırkçılık ve faşistlikle eşanlamlı ve İslamiyetin bir aydınlanma devrimine gereksinimi olduğunu savunmaya cüret eden bir avuç aydını aforoz edip susturmaya yarıyor. Avrupa’nın ‘‘fikir özgürlüğü’’ İslamcılığa karşı laiklik savunuculuğunu kapsamıyor. Avrupa liberalizmi ve ‘‘ilericiliği!’’ İranlı mollalardan ideolojik ilham alacak kadar yozlaştı. Avrupalıların antidemokratik yaklaşımlarının temelinde ilkesiz ve yüzeysel bir ‘‘hoşgörü’’ anlayışı var. Sömürgeci tarih, suçluluk kompleksi yaratmaya devam ettiği için, kaynağı üçüncü dünyada olan dinci hoşgörü SALİHLİ ALAŞEHİR TURGUTLU AKHİSAR CUMOK ÇAĞRISI Gazetemizi ANADOLU AYDINLANMASI MANİSA Eki’nden dolayı kutluyor: Sayın ŞÜKRAN SONER Sayın ORHAN BURSALI ve Sayın SERDAR KIZIK’ın konuşacağı ve aynı gün saat 15.00’te Stadyum yanı Tenis Kulübü’nde yapılacak olan CUMOK TÜRKİYE seminerine tüm yurttaşlarımızı ve Cumhuriyet okurlarını katılmaya çağırıyoruz. Tarih : 1 Şubat 2006 Çarşamba Saat: 19.00 Yer : Salihli Belediyesi Şehir Tiyatrosu ANADOLU AYDINLANMASI TOPLANTISINA İLETİŞİM: 0 532 232 81 63 W W W. C u m a k . o r g 2005/312 Davacılar Ergin Mergen vd. vekili tarafından davalı Nüfus Müdürlüğü aleyhine mahkememizde açılan İsimƒ Soyadı Tashihi davasında; Tekirdağ, Çorlu, Hatip Mah. Cilt 003, aile sıra no 76, sıra no 9’da nüfusa kayıtlı Muhsin ile Pakize’den olma 20.9.1935 doğumlu davacı Erğin Merğen’in ön adının Ergin, soyadının Mergen olarak, Sait ile Hatice’den olma, 25.6.1941 doğumlu Tülay Merğen’in soyadının Mergen ile Erğin ve Tülay’dan olma 6.4.1963 doğumlu Volkan Merğen’in soyadının Mergen olarak değiştirildiği ilan olunur. 6.1.2006 (Basın: 3179) İSTANBUL 8. ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ’NDEN CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle