17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 2006 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Eğitimin Siyasal İşlevi Üzerine Bir rejim düşününüz ki kendini korumak, varlığını sürdürmek ve kendine sadık bireyler yetiştirmek gibi işlevler yüklediği eğitim kurumunun ihanetine uğramaktauğratılmakta; kendi oluşturduğu kurum eliyle kendisine düşman, rejimin temel niteliklerine karşı, bölücü ve karanlık rejim özlemcisi bireyler yetiştirmektedir. Aptal Yerine Konmak EGE CANSEN, geçen gün AB müzakerelerinden söz ederken, “Adamlar resmen, kedinin fareyle oynadığı gibi bizimle oynuyorlar” diye yazdıktan sonra, süreçte kullanılan “görüşme teknikleri”ni de saymış: Şantaj, tehdit; Kandırma, faka bastırma; Emri vâki yapma; Ümit verme; Sopa gösterme; İyi poliskötü polis numarasına yatma; Hukuken suçlu duruma düşürme; Utandırma; Kâh pohpohlama, kâh azarlama; Tepeden bakma; Sırt sıvazlama; Kol bükme; Gaz verme, gaz alma; Tuz yalatmasusuz bırakmasu ikram etme, Beşinci kol faaliyeti yürütme... epsini sıralayacağına, “aptal yerine koyma” deseydi de yeterdi belki. Aptal yerine konduğumuz kesin de, “Acaba sahiden aptal mıyız?” demekten kendini alamıyor insan. Bunca oyalandıktan sonra ve hele onlar “Müzakereler olumlu sonuçlansa da sizi almayacağız; en azından üç ülkede halkoylamasına gidip olumsuz sonuç çıkmasını sağlayacağız” dedikleri halde, bu kadar açık bir gerçekliği görmemek aptallık değildir de nedir? Devlet adamlığına soyunmuş koskoca insanlarımızın hâlâ umuda kapıldıklarını ve Annan Planı’nı düzelttirip yeniden görüştürmek için Talat’ı Avrupa’da kapı kapı dolaştırdıklarını görünce böyle düşünmeden durabilir misiniz? Belki, daha en başta, ekonomik ve sosyal kalkınmasını tamamlamamış bir ülkenin kalkınmışlar kulübüne girip sömürülmeye “âmâde” duruma gelmek için başvurması ve tam üyelik uğruna yıllarca çırpınması da aptallık olmuştur. 1963’ten beri geçen 43 yılın saflığımız ve AB tutkumuz yüzünden heba edilmiş ve bunca nefes, emek, para, zaman harcanmış olmasına hayıflanılmaz mı? imdi, kendi bulduğu atasözüne uygun olarak “aklı sonradan gelen Türk”ün, şöyle bir durarak, artık tam bu noktada, yani AB’nin iyice nekesleştiği ve işi hakarete vardırdığı sırada, 15 Aralık zirvesini beklemeksizin masadan kalkması gerekmez mi? “Onların da istediği zaten bu” diyenlere bakmayın siz, AB’liler mutlaka bir şeyler yapıp işlerine gelen süreci yine başlatacaklardır ama, hiç değilse Kıbrıs’ın böyle apar topar Türkiye’den koparılması şimdilik önlenmiş olacaktır. Doç.Dr.Alim KAYA İnönü Üniversitesi Öğretim Üyesi n önemli toplumsal kurumlardan biri olan eğitimin dört temel işlevi vardır. Bunlar; siyasal işlevler, kültürü aktarma ve yeni kültür öğeleri üretme, ekonomik işlevler ve bireyi geliştirme işlevidir. Eğitimin siyasal işlevleri mevcut rejimi koruyacak bireyler yetiştirme, bireylere siyasal bilinç kazandırma ve siyasal liderler yetiştirme olarak üç noktada toplanabilir. Toplumun mevcut ve gelecekteki varlığını sürdürebilmesi, kendini kargaşa ve dağılmadan koruyabilmesinin temel koşulu bireyle siyasal düzen arasındaki ilişkinin sağlıklı bir şekilde kurulabilmesi ve bireylerde–yurttaşlarda siyasal düzene sadakat duygusunu geliştirebilmesine bağlıdır. Niteliği ne olursa olsun, her rejim eğitimden kendisine sadık, kendi varlığını sürdürecek bireyler yetiştirmek ister ve bu amaçla eğitim kurumunu kontrol altında tutmak ister. Eğitim kurumunun nihai siyasal işlevleri aslında toplumların anayasalarında açık ya da örtük bir şekilde ifade edilir. Her toplumun anayasasında eğitim süreci yoluyla nasıl bir yurttaş yetiştirilmek istendiği vurgulanır. Anayasamızın devletin şeklini belirleyen birinci maddesi “Türkiye devleti bir Cumhuriyettir” der. İkinci maddesi Cumhuriyetin temel niteliklerini; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzurunu, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel niteliklere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” şeklinde ifade etmiştir. Üçüncü madde Türkiye devletinin üniter yapısını, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü vurgulamakta ve dördüncü madde ile devletin şeklinin, Cumhuriyetin temel niteliklerinin ve devletin bütünlüğünün, resmi dilinin, bayrağının, milli marşının ve başkentinin değiştirilemeyeceği ve hatta değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği belirtilmektedir. Anayasamızın yukarıda anılan ilk dört maddesi ile bir siyasal düzenrejim çerçevesi çizilmiştir. Cumhuriyetin eğitim kurumundan beklediği işlev de bu çerçeveyi koruyacak, geliştirecek bireyler yetiştirmektir. Özetle, anayasamızın çizdiği siyasal düzen, eğitim kurumundan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demok E H Ş [email protected] ratik ve çağdaş bir yaşamdan yana, hukukun üstünlüğüne inanan, toplumsal yaşamın, siyasal ve kamusal düzenlemelerin dinsel referanslara değil bilime, akla ve uygar dünyanın gereksinimlerine göre düzenlenmesi gerektiğine inanan, kısaca laiklik ilkesini benimsemiş bireyler yetiştirmesini beklemektedir. Nitekim 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda, Türk milli eğitiminin genel amaçlarından ilki anayasamızın ilk dört maddesi ile de uyumlu bir şekilde “…Türk Milletinin bütün bireylerini; Atatürk inkılap ve ilkelerine ve anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan, geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek..” olarak ifade edilmiştir. Anayasamız ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nda, eğitim kurumundan beklediğimiz siyasal işlevin ne olduğu, eğitim sistemi yoluyla yetiştireceğimiz insanın hangi niteliklerle donanık olması gerektiği açıkça ifade edilmesine karşın, bugün geldiğimiz noktada bu beklentinin karşılanıp karşılanmadığını, eğitim kurumunun kendisinden beklenen rejimi koruyacak, devletin temel niteliklerini özümsemiş ve bunlara bağlı yurttaşlar yetiştirip yetiştirmediğini sorgulamak ve üzerinde düşünmek durumundayız. Anayasamızda ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nda yazılmasına karşın 1945’lerden başlayarak eğitim kurumunun rejime ve devletin temel niteliklerine bağlı bireyler yetiştirme işlevi kasıtlı olarak ve sistematik bir biçimde zaafa uğratılmak istenmiş, 1980’lerde uygulamaya konulan “yeşil kuşak” projesi 1990’lı yıllarda meyvelerini vermeye başlamış ve nihayet 28 Şubat süreci öncesinde iyice su yüzüne çıkmıştır. 1997’de imam hatip lisesi sayısı 601’e öğrenci sayısı 511.502’ye ulaşmıştır. Bu sayı o yılki 5 ayrı meslek lisesi türü öğrencisinin yüzde 42’si kadardı! (1) Yine söz konusu sü reç öncesinde sayıları 13 bini bulan resmi ve gayri resmi, kontrol edilemeyen Kuran kursu ve bu kurslara devam eden yüz binlerce öğrenci! Din öğretimi adı altında hem de devletin gözetim ve denetimi altında faaliyet gösterdiği söylenen bu okul ve kurslar ne yazık ki devletin temel niteliklerinden biri olan laiklik karşıtı hareketlerin odağı haline getirilmiştir. Yurttaşların dinsel gereksinimlerinin bir gereği olarak ortaya atılan “din öğretimi” Türk Milli Eğitimi’nin laiklik ve bilimsellik ilkelerine aykırı bir şekilde “dinsel eğitim” noktasına gelmiştir. “Din öğretimi”nden kalkan tren epeyce bir yolcu toplayarak “dinsel eğitim” durağına gelmiştir. 28 Şubat süreci olarak bildiğimiz süreçte yapılan bazı düzenlemelerle bu durakta bazı “yolcular” indirilmiş, ancak tren ve makinist yoluna devam etmekte, istasyonlarda yeni yolcular almaktadır. Bugün özellikle çeşitli tarikatların kontrolündeki özel dershaneler, yurtlar, Kuran kursları, özel ilköğretim ve ortaöğretim okulları bu misyonu fazlasıyla yerine getirmektedir. Üstelik bu okullar mevcut siyasal iktidar tarafından da Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda yapılan düzenlemelerle yasal olarak desteklenmektedir. Yapılan bir araştırmada, öğretmenlerin yüzde 2’si kendilerini “İslamcı” olarak tanımlamışlardır. (2) Bu sonuç son derece düşündürücüdür. Kaba bir hesap ile ilk ve ortaöğretimdeki yaklaşık 600 bin öğretmenin 12 bini kendisini “İslamcı” olarak tanımlamaktadır. Ne yazık ki kendilerini “İslamcı” olarak tanımlayan bu 12 bin öğretmenden Cumhuriyetin temel niteliklerini özümsemiş; laik, demokrat bireyler yetiştirmesi beklenmektedir. Kuzu kurda teslim edilmiş durumdadır. Bu öğretmenlerin milli eğitimin programını uyguladıkları ileri sürülse de, öğretmen sınıfa girdiğinde “örtük programını” devreye sokar ve belirleyici olan da bu örtük programdır. Bir rejim düşününüz ki kendini korumak, varlığını sürdürmek ve kendine sadık bireyler yetiştirmek gibi işlevler yüklediği eğitim kurumunun ihanetine uğramaktauğratılmakta; kendi oluşturduğu kurum eliyle kendisine düşman, rejimin temel niteliklerine karşı, bölücü ve karanlık rejim özlemcisi bireyler yetiştirmektedir. Bu ülkenin aydınları, politikacıları, ülkesini ve milletini seven sorumluluk sahibi herkes bu “yaman” çelişki üzerine kafa yormak, çözüm üretmek durumundadırlar. (1) Eşme, İsa (2003). Mesleki Eğitim Ama Nasıl? Cumhuriyet, 8 Temmuz 2003 (2) Öğretmen Sorunları Araştırması. Eğitimciler Birliği Sendikası, Ankara, 2004 CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ AB, Papa, Pepe... Avrupa Birliği Komisyonu’nun Türkiye’yle müzakereleri kısmen askıya alma önerisi Türkiye’de yeterince tepki görmedi. Yabancı basın Türk medyasının önüne geçerek ciddi yorumlar yaptı. The Economist, “Türkiye’nin tren kazası. Enkazdan neler kurtarılabilir?” başlıklı yazısında, “AB, ılımlı İslamcı hükümet için askeri müdahaleye karşı koruma sağlıyor. Ordu için laikliği güvence altına alıyor. İş dünyası için piyasa reformunu sağlamlaştırıyor. Kürtler için azınlık hakları vaat ediyor” yorumunu yaptı. The Guardian gazetesi ise “Avrupa kapıyı kapatıyor” başlıklı yazısında, Avrupalı liderleri eleştirdi. Financial Times gazetesi ise “Türkiye ve AB Kıbrıs tarafından rehin alındı” başlıklı yazısında şu yorumu yaptı: “Laik ordu ile halk desteğini yitiren hükümeti bir arada tutan tek unsur AB’dir.” ??? Papa 16. Benedikt’in Türkiye ziyareti AB’nin Türkiye’yle ilgili kararına denk geldi. Ankara, İzmir ve İstanbul’u kapsayan ziyaret hem içte hem de dışta büyük ilgi gördü. Okurlarımızın dikkatini çekmiştir. AB haberlerinde olduğu gibi Papa’nın ziyaretinin gerçek amacını ortaya koyan yine gazetemiz Cumhuriyet oldu. Papa Türkiye’ye gelirken “Laikçilik çıkmaz yoldur” dedi. Ardından Fener Rum Patriği Bartholomeos ile imzaladığı ortak deklarasyonda, Türkiye’nin laik yapısını görmezden geldi. Türkiye’nin ekümeniklik konusundaki hassasiyetine karşın Papa, “Ekümenik Patrik” ifadesinin altına imzasını attı. Papa’nın laiklik kavramını küçümseyerek yeni tanımlar üretmeye çalışmasına tepkiler de yine yalnızca Cumhuriyet gazetesinde yer aldı. Arkadaşımız Nilgün Cerrahoğlu, 16. Benedikt’in Türkiye’yi yeni bir laiklik yorumuna davet etmesinin İtalya’daki yansımalarını haberleştirirken önemli bir gazetecilik örneği gösterdi. ??? Ormanların, kıyıların yağmalanmasını Cumhuriyet gazetesi yıllardır gündemde tutmuştur. Son günlerde ortaya çıkan “Acaristanbul” olayı ile Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe manşetlerde yer almaktadır. Yağmaya izin verip ardından ortaya çıkmak AKP’nin bu işlerden sıyrılması anlamına gelmez. Yağmacılığı bir kez daha gözler önüne sermek için arkadaşımız Miyase İlknur’un “İstanbul Ormanları nasıl yağmalandı” yazı dizisini bu hafta yayımlayacağız. İyi haftalar... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle