27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 2006 PAZARTESİ DIŞ BASIN 10 Benedikt’in artık Türkiye’yi ‘kutsanmış ülke’ olarak göstermesi hükümeti güçlendiriyor DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Papa’nın ortağı İslamcılar CHRISTIANE SCHLÖTZER Papa’nın Ziyareti ve Dünyanın Hali Neredeyse bir aydan bu yana, ülkenin üzerinde kafa yorulacak başka sorunu yokmuş gibi, kuşkusuz medyanın da yoğun desteğiye Papa’yla kalkıp Papa’yla yatıldı. Sonunda herkes muradına erdi: Papa Ortodokslarla kucaklaşarak büyük misyonu Hıristiyan birliğinin gerçekleşmesi yönünde gelişme sağladı. AKP lideri ise, o çok önemsediği ve tüm kötülüklerin kaynağında gördüğü her derde deva dinlerarası ittifakın (bu ittifak nedense AB ile sorunlarda yardımcı olmadı) yeniden gündeme gelmesinden, din imanın siyasetin merkezinde boy göstermesinden ülkenin yoksulluk, yolsuzluk, geri kalmışlık gibi asıl ve gerçek sorunlarının en azından bir süre üstünün örtülmesinden adeta dört köşe. Hele Papa hazretlerinin Hıristiyanlığın, özellikle yeni bütünlüğü içinde siyasete yeniden ağırlığını koymasına yönelik laiklik tanımının da sanırız AKP liderini son derece hoşnut ettiğinden kuşku yok. Hıristiyanlığın siyasetin içinde doğrudan yer almasa da belli bir ağırlığa sahip olduğu söyenebilir. Ama bu konuda daha fazlasının özellikle Avrupa’da, W. Bush’un Amerikasında olduğu kadar kolay olmayacağı hemen hemen kesindir. Türkiye’nin, temelleri hayli eski olmasına karşın, son dört yılda İslamcılığın, Cumhuriyetin kurulduğundan bu yana hiç olmadığı kadar tüm kurumlarıyla, dahası iktidar olarak siyasete yerleştiği kimsenin saklısı değil. Ama daha fazlasını istemek... sanırız maceradır. Ama her şeye karşın ülkenin ve dünyanın gerçeklerinin ilanihaye üstünü örtmek olası değildir. Çünkü olup bitenlere biraz dikkatli bakıldığında, ülkenin ve dünyanın hali pürmelalini saptamak bir türlü önü alınamayan sefalet ve yoksulluğun, savaşların kaynağında nelerin olduğunu kavramak pekâlâ mümkündür. Tüm olumsuzlukların ve kötülüklerin kaynağında yatan iç ve dış sömürü, on on beş yıldan bu yana küreselleşerek bir dünya düzenine dönüşmüştür. BM’lerin çeşitli kurumlarının dünyanın haliyle ilgili bilimsel araştırmaları ve verileri ne yazık ki çoğunca halklara ulaşmamakta, anlaşılır nedenlerle de medyadan gerekli ilgiyi görememektedir. BM Kalkınma Programı’nın (PNUD) 2006 raporu neoliberal küreselleşme furyasında inanılmaz ölçüde palazlanan büyük şirketlerin ve onların güdümündeki yönetimlerin sanal başarılarını parlak yaldızlarından arındırılmış gerçekleriyle açık ve net bir biçimde ortaya koymaktadır. PNUD’nin 2005 raporu, sorunların merkezine yoksulluğu yerleştirmişti. 2006 raporu ise insanlığın gelişmesi için gerekli su, beslenme, eğitim, sağlık gibi gereksinimlere ulaşmada misli görülmemiş ölçüde zenginleşen bir dünyada, çok az yol alınabildiğini ortaya koymaktadır. Rakamlar çarpıcıdır: Kaynakların adaletsiz paylaşımı dünya nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan 1 milyardan fazla insanın temiz suya ulaşmasını engellemektedir. Sorun, 2 milyar 600 bin insan için de sağlıklı bir çözüme ulaştırılamamıştır. Açlığın koşullarını insanlar yaratmaktadır. Kader değildir. Bugün açlıktan ölen her insan, aslında katledilmiştir. BM’nin çeşitli zirve toplantılarında yoksulluğun geriletilmesiyle ilgili programın devreye sokulmasının üzerinden on yıl geçmesine karşın bu konuda dişe dokunur bir sonuç alınamamıştır. Dahası, kalan son 5 yıl için gereken 4 milyar doların G8’in zengin ülkelerinden sağlanması düşünülmektedir. PNUD uzmanları, ayrıca, ulusal yönetimlerden gayri safi iç hasılalarının yüzde 1’ini insanlarına kişi başına günde 20 litre su sağlanmasına ayırmalarını talep etmiştir. Bu, her yıl 1 milyon çocuğun hayatta kalmasını sağlayacak ölçüde önemlidir. Sorun, kuşkusuz, salt susuzluk değil. Açlık tehlikesi de tek kelimeyle vahim boyutlarda. BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO), kasım ayının son haftasında Roma’da düzenlediği toplantının ana gündemi açlık. FAO’ya göre dünyada beslenme güven vermiyor. Az beslenme kronikleşmiş durumda. Açlıkla boğuşanların sayıları yeni yüzyılın başından bu yana 23 milyon artmış. FAO’ya göre dünyada bugün 854 milyon aç var. Bunun 820 milyonu gelişmekte olan ülkelerde, 9 milyonu ise sanayileşmiş ülkelerde bulunuyor. BM’nin beslenme hakkıyla ilgili raportörü ve “Utanç İmparatorluğu” eserinin yazarı Jean Ziegler’e göre “bugünkü nüfusun iki katı, yani 12 milyar insanı besleyecek gıda üretebilecek kkapasiteye sahip bir dünya da 850 milyon insanın sürekli ve ciddi bir az beslenmeyle karşı karşıya kalması kabul edilemez bir skandaldır. 850 milyon insanın aç kalmasının ardında dış borçlar, Avrupa ülkeleri ve ABD’nin tarımsal ürünlerinin ihracına mali destek sağlaması mevcuttur. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) on yıllardır ülkelere şu şartları dayatmaktadır: Liberalleşme, özelleştirme ve sermayenin kârlılığının maksimilizasyonu. Bu politikaların gezegenin tümünde dramatik sonuçları olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bu politikalardan zarar görenlerin sayıları da çığ gibi artmaktadır. Bu şartlar bu kez Dünya Ticaret Örgütü (OMC), AB ve ABD ile yapılan anlaşmalar aracılığıyla bugün Güney ülkelerine dayatılmak istenmektedir. Küreselleşen kapitalist dünya düzeni sadece öldürücü değildir. O aynı zamanda bütünüyle saçmadır: Çünkü gereksiz yere öldürmektedir.” (Jean Ziegler’le söyleşi, L’Humanite 24 Kasım 06) P apa 16. Benedikt’in Türkiye ziyaretinin sadece dini değil açık siyasi nedenleri de var. Vatikan, Ortodoks Doğu Kilisesi’yle yakınlaşmak için Türkiye’nin AB ihtiraslarını destekliyor Modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk, dinlere ve özellikle de İslam adına kurulan iktidarlara itimat etmiyordu. Onun cumhuriyeti İstanbul’da halifeliği, şeriat mahkemelerini ve medreseleri kaldırdı. Atatürk’ün mirasçıları daha sonra milliyetçiliği neredeyse din konumuna getiren bir devlet doktrini yarattılar. Ülkenin baskı altında tutulan Hıristiyanları bunu halen hissediyorlar. Anıtkabir’i ziyaret eden Papa 16. Benedikt’in hiçbir jesti, Vatikan’ın bu ziyaretinin yalnızca dini değil, aynı zamanda siyasi bir girişim olduğunu daha iyi kanıtlayamazdı. İslama daha fazla alan Tayyip Erdoğan da Anıtkabir’i ziyaret ediyor; ama Başbakan’ın dinle ilişkisi cumhuriyetin kurucusundan çok farklı. Bu yüzden Erdoğan, Papa’nın Türkiye’de “toplumda dinlerin etkin varlığının herkes için bir zenginleşme olduğu’’ övgüsünü kesinlikle büyük bir zevkle dinlemiştir. İslama daha çok alan, Başbakan’ın istediği işte tam bu. Örneğin, üniversitelerde türban yasağının kaldırılması yoluyla. Erdoğan’a kalsa 30 yıldan beri kapalı olan Yunan olarak adlandırıyor ve Ortodoks ruhban okulu Efes’te “kıtaların doğal da yeniden açılabilir. köprüsünden’’ Ama Erdoğan’a bahsediyor. Sevecenliğin kalmıyor. Bütün ruhani bu kadarı, Türkiye’de konularda milliyetçi Papa’yı eleştirmek kanaat önderlerince isteyenleri de kurulmuş olan ve orduyla silahsızlandırırken, mahkemeler tarafından ülkesini Avrupa’da desteklenen devlet aygıtı kültürlerin köprüsü yetkili. Bu yüzden olarak öven hükümeti de YunanOrtodoks ve güçlendiriyor. Papa, Ermeni kiliselerinin Ankara’da Erdoğan’a devlet tarafından el tam olarak ne söylemiş konulmuş olan kilise, olursa olsun Türkiye’nin manastır ve mezarlıkların AB konusundaki mülkiyetini yeniden ihtiraslarını destekliyor. kazanmaları bu kadar zor. Nihayetinde Papa’nın bu AB üyeliğine en çok şaşırtan dönüşü ince karşı çıkan grup Vatikan diplomasisinden Atatürk’ün mirasını üstlenen, ama onun Dünya Papa’nın gezisini ilgiyle izledi. (AP) başka bir şey değil. Papa, Ortodoks Doğu Türkiye’nin Batı’ya Kilisesi’ne yakınlaşma arayışı içinde. Patrik bağlanması isteğini unutan bu çevreler. Bu Bartholomeos ise İstanbul’da ikamet ediyor yüzden, kulağa ne kadar garip gelirse gelsin, ve Türkiye’nin AB üyeliğinin sıkı bir Papa’nın Türkiye’deki ortağı Erdoğan ve taraftarı. Çünkü Patriğin korkusu Ankara çevresindeki İslamcılar. Görünen o ki, bu ABreformlarını terk ettiğinde ülkede düşünceler Vatikan’a hiç de yabancı değil. Hıristiyan kalmayacağıdır. Türk Her ne kadar Erdoğan, Papa’nın Türkiye’nin milliyetçileri, Haliç’teki Patrikliği kesinlikle gelecekteki AB üyeliğine yönelik fikirlerini yaşatmayacaklardır. Benedikt, AB’deki olduğundan daha güzel yansıtsa da, muhafazakâr Türkiye eleştirmenlerinin de Vatikan’ın yeni çizgisi ortada. rüzgârını kesti. Bu durumda hazır Papa Joseph Ratzinger daha kardinalken, Anadolu’yu ziyaret ederken, Brüksel’deki Türkiye’ye “ortak kimliğinden’’ ötürü Arap AB Komisyonu’nun da uluslararası gergin ülkeleriyle ittifak kurmasını tavsiye etmişti. havayı yumuşatması uygun düşer. Komisyon, Şimdi ise Türkiye’yi “kutsanmış ülke’’ AB liderlerine aralıkta yapılacak zirvede Kıbrıs sorunu yüzünden müzakerelerin tamamen kesilmesinden ziyade parçalara ayrılmasını tavsiye etti. AB yöneticileri büyük olasılıkla bu öğüdü dinleyecekler. AB hükümetlerinin çoğunun Ankara’yı kaba bir şekilde reddetmekten hiçbir çıkarları yok. Geçmiş haftalardaki tahriklerin ardından gelen bu sözlü silahsızlanmanın ardında siyasi pragmatizm yatıyor. AB ve ABD yeni bir Ortadoğu politikası arayışı içinde; siyasetçileri de bölgenin başkentlerine ziyaretler yapıyorlar. Bu durumda Türkiye’ye önem vermemek cezayı hak eden bir ihmal olur. Karanlığa ışık Erdoğan bu hafta sonu Tahran’da bekleniyor ve Lübnan’ın bağımsızlığının tanınması konusunda baskı yapmak üzere Şam’a da gitmeyi planlıyor. Türk iç yaşamı çok karmaşık olsa da, dış politikası Avrupa’nın hareket alanını genişletebilir. 11 Eylül, Batı’da İslamın teröre yardım etmesi gibi yanlış bir önyargıyı da beraberinde getirdi. Bu Türkiye’nin Avrupa’daki resmine de gölge düşürdü. Eğer Papa karanlığa biraz ışık getirebilirse bu belirgin bir yumuşamanın işareti olacaktır. Bu durum Atatürk’ün cumhuriyetinin ötesinde de etkisini gösterecektir. (Süddeutsche Zeitung, Almanya, 30 Kasım) Almancadan çeviren: S. Güneş Güvenç G EZİ TAMAMEN SİYASİ Benedikt diplomasisi P apa 16. Benedikt 28 Kasım’da Ankara’ya gitmek üzere yola çıkmadan önce gazetecilere, Türkiye’ye yolculuğunun “siyasi” olmayacağını söylemişti. Kuşkusuz gezinin ilk gününden bu yana sadece “siyaset” vardı. İslam dünyasında Papa’nın Regensburg’da yaptığı can sıkıcı konuşmanın neden olduğu ateş hâlâ sürerken İstanbul’da köktendinciler tarihin en “Türk karşıtı” Papa’sına karşı gösteriler yaptılar. Papa birdenbire Kilise’nin İslam ile diyaloğuna bağlılığından söz açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan ise Papa’ya kötü davranarak AB ülkelerinin Türkiye’ye yönelik kuşkularını artırmanın çıkarına olmadığını anladı. Papa’nın Ankara’da bulunması, Türkiye’nin Avrupa’daki yeri konusunu tekrar gündeme getirdi. Bu ziyaretin gergin havasında 16. Benedikt’in her sözcüğü irdelendi, her hareketi milimetrik olarak ayarlandı. Papa, tarihinin zenginliği, Batı ve Doğu arasındaki “köprü” özelliği ve Avrupa ve Asya’daki kültürler arasında “menteşe” göreviyle Türkiye’nin AB’nin doğal bir ortağı olduğundan söz etti. Bu açıklamalar ilk bakışta 16. Benedikt’in papa olmadan önce kardinalken 2004 yılında yaptığı açıklamalardan farklılık gösteriyor. Kardinal Ratzinger o zaman “Tarihi ve kültürel olarak bu ülkenin Avrupa’yla paylaşacağı çok az şey var” demişti. Bugün aynı kişi Türkiye’yi AB’ye katılımın sürecinde “cesaretlendirmeye” hazır görünüyor. Bu destek iyaretin Erdoğan’ın çok hoşuna gitti. gergin Papa’nın başlatmak istediği havasında Hıristiyanlık ve İslam Papa’nın her arasındaki “hayati” diyalog aslında Türk hükümetinin Kofi sözcüğü irdelendi, her Annan ve İspanya Başkabanı Zapatero’nun ortaklığıyla hareketi savunduğu “medeniyetler milimetrik ittifakı” yönünde ilerliyor. ayarlandı. Ancak hangi Türkiye’den ve hangi Avrupa’dan söz ediyoruz? Kimliğe yönelik bu soruda Papa inatçı. Laik Türkiye’ye saygı duyuyor, hatta Fransa’yı ve anayasasını model olarak alan modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün Anıtkabir’deki mezarını ziyaret ediyor. Ancak “laiklik” ile kamu alanıyla dini de içine alan ortak değerleri birbirinden ayıran sistemi; “laikçiliği” birbirinden ayrı tutuyor. Ona göre modern Türkiye’nin şansı “Müslüman gelenekle” “Avrupalı mantığın” arasındaki diyalog. Tüm olaylar dikkatle izleniyor, çıkar politikaları belirlenip uygulanıyor Z Avrupa’nın derin devleti Vatikan GEORGİOS MALUHOS Y AB konusunda fikir değiştirdi Regensburg’daki konuşmasının ardından çıkan tartışmalar Papa’yı Türkiye’nin AB üyeliği konusunda başka bir açıyla düşünmeye itti. Yüzde 99’u Müslüman olan, din özgürlüğünün tanındığı ve Hıristiyan azınlığın daha fazla özgürlük istediği laik bir ülkede Papa, “kurumsal olarak güvenceye alınmış ve etkin bir biçimde saygı gösterilen” bir dini özgürlük istiyor. Bu, Kopenhag kriterlerinde dini azınlıklara yönelik özgürlüklerin yer aldığını, Türkiye’den bu alanda beklentiler olacağı ve bu konuda yargılanacağını, Ankara’nın hoşuna gitmeyeceği bir biçimde anımsatan başka bir yol. (Le Monde, Fransa, Başyazı, 30 Kasım) Fransızcadan çeviren: Elçin Poyrazlar üzlerce yıldır “büyük bir kinle” devam eden “kardeş kavgalarından” sonra, Ortodoks ve Katolik dünyası arasındaki temasların başlamasının üzerinden yarım yüzyıl bile geçmedi. Yeni Roma’nın Eski Roma’ya en önemli tarihi açılımı 1950’li yılların ortalarında ve 20. yüzyılda Ortodoksluğun en aydın siması sayılan, ancak bugün çok fazla insanın tanımadığı Ekümenik Patrik Atenagoras döneminde gerçekleştirildi. Bu uygulamaları hayata geçiren kişi ise Dünya Kiliseler Konseyi’nde Ortodoksları temsil eden, dönemin Amerika Başpiskoposu Yakovos idi. Bugüne kadarki en “politik” ekümenik patrik sayılan Atenagoras, Fener tahtına çıkmadan önce Amerika Ortodoks Başpiskoposu’ydu. Beyaz Saray kapılarını ilk kez o dönemde ABD’deki Yunan Ortodokslarına açtı. Kapılar o kadar açıktı ki, Başpiskopos Atenagoras patrik seçildiğinde New York’tan İstanbul’a Truman’ın başkanlık uçağıyla gitti. Washington’ın o günden bugüne hiç sarsılmayan Ekümenik Patrikhane’ye yönelik doktrini Atenagoras döneminde şekillendi. Bu doktrin “Patrikhane hiçbir zaman İstanbul’dan gitmemeli, YunanOrtodoks karakteri de hiçbir zaman tehlikeye sokulmamalı” şeklinde özetleniyordu. ABD’nin bu politikasında ortaya çıkacak herhangi aksi bir durum, doğrudan Rusya’nın işine yarayacak, K Kardinal Ratzinger’in Roma’daki tahta oturmasıyla, Vatikan’ın uluslararası her alana müdahalesi boyut kazanarak devam etti. Vatikan’ın müdahaleleri sadece “siyasi” düzeyde değil, tüm gelişmelerde kendini gösterdi. Uluslararası konjonktürde her türlü gidişata Vatikan’ın müdahalesi olduğu gibi, tüm olaylar dikkatle takip edilip, çıkar politikaları belirlenip uygulanıyor. Polonyalı ardinal Ratzinger’in Roma’daki Voitilla’nın döneminde soğuk tahta oturmasıyla Vatikan’ın savaşın merkezinde “komünizm” uluslararası müdahaleleri boyut bulunuyordu. Elbette komünizmle “savaş” konusunda hem Amerikalılar kazanarak devam etti. hem de Batı Avrupalılar ortak hareket ediyorlardı. Bugün gündemde Türkiye’nin AB üyeliği ve daha harekete geçti. Bu çerçevede Hıristiyan ile Müslüman dünyası Vatikan’ın İtalyan olmayan ilk papası arasındaki ilişkilerle ilgili konular Polonyalı Kardinal Voitilla, Papa 2. bulunuyor. Bu konularda Vatikan’ın Giovanni Paolo olarak göreve geldi. politikasına ilişkin son söz Ankara’yı ABD, bu seçimin gerçekleşmesi için üye olarak istemeyen Avrupa’nın bu büyük destek vermiş, bu doğrultuda “derin devletine” ait olacaktır. Zaten tüm güçlerini kullanmıştı. Vatikan’daki bu Türkiye’nin “derin devletinin” de seçim, dönemin Fener patriği olan bunu istemediği anlaşılıyor. Böyle bir Atenagoras’ın ne kadar ileri görüşlü ortamda, Fener Ortodoks Kilisesi söz olduğunu da net bir şekilde ortaya sahibi olup rol oynayabilir mi? çıkarmıştı. Katoliklerin dini lideri olan yeni papa da Ortodoks Atenagoras gibi (Kathimerini, Yunanistan, 28 Kasım) aynı inanç çerçevesinde hareket etti, Yunancadan çeviren: Murat İlem ancak oynadığı rol çok daha böyle olumsuz bir ortamda dünya Ortodokslarının ekümenik liderliği için ellerine geçen fırsatı Ruslar kesinlikle kaçırmayacaklardı. Dünya Ortodoksluğunun kaptan köşküne Moskova’nın geçmesi (soğuk savaş dönemi de dahil) bu dönemde eskisinden çok daha fazla sorunlar yaratacaktır. ABD’den gelip Fener Patrikhanesi’nin başına geçen Atenagoras dönemi, Truman ve Washington’ın Slavkomünist etkisini durdurması yönünde etkin ve önemli bir rol oynadı. Bu gelişmelerden onlarca yıl sonra, ABD’nin dini politikaları bir kez kapsamlıydı. Sovyetler Birliği ile çıkan tüm anlaşmazlıklarda Vatikan, Batı dünyasının “merkezdeki boynuz” rolünü büyük bir başarıyla oynadı. Çıkar politikaları CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle