25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK 2006 CUMARTESİ 4 HABERLER Cumhurbaşkanı Sezer, yeni üniversitelere rektör atanmasına ilişkin yasayı ‘siyasallaşma’ gerekçesiyle veto etti DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN AB ve Altın Kurallar AB ile ilişkilerimizin bugün vardığı noktada bir durum değerlendirmesi yapmakta, sayısız yarar var. Türkiye – AB ortaklık müzakerelerinin, Kıbrıs Rum Yönetimi’ni, Ada’nın tek egemeni ve temsilcisi olarak tanımanın adımı olan ek protokol gereği, liman ve havaalanlarının bu yönetimin gemi ve uçaklarına açılması konusu gündeme geldiğinde, bir çıkmaza gireceği, görüşmelerin kesileceği veya askıya alınacağı önceden bilinmekteydi, burada şaşırtıcı bir yön yoktur. Şu anda ilk bakışta görünen manzara, kimi değerli yorumcuların ifadesiyle Rum Yönetimi Başkanı Tasos Papadopulos’un veto tehdidi ile bütün AB’yi tutsak etmiş olduğudur. Bu yorumun yanlış olduğunu söylemek zorundayız. AB içinde karar alma yöntemleri ne olursa olsun, Papadopulos tarafından (dilerseniz Atina’yı da yanına ekleyin) kalan bütün AB ülkeleri tutsak edilerek, gelişmelerin engellenmesi mümkün değildir. ??? AB’nin büyüklerinin elinde bu manevrayı etkisiz kılacak, şantajcıyı sindirecek olanaklar vardır. AB’nin önde gelenleri, daha önce de Türkiye’ye vaat ettikleri gibi, KKTC’yi içinde bulunduğu izolasyondan kurtaracak önlemleri yürürlüğe koyarak, Kıbrıs sorununun çözümünün AB’nin değil, BM’nin konusu olduğunu söyleyerek ve daha başka olanakları kullanarak, Lefkoşa’yı da Atina’yı da uzlaşmaya zorlayabilirler. Bunu yapmamalarının nedeni, kendilerinin de Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakmamalarıdır. AB, çifte standart uygulamasının açığa çıkmasındansa, Papadopulos’u bahane olarak kullanmayı yeğlemektedir, tıpkı daha önceki yıllarda da, Türkiye’ye karşı gerçek niyetlerini Yunanistan bahanesinin ardına gizlemiş olduğu gibi... Yunan ve Rum tarafı üzerine baskı uygulanmayıp, tüm sıkıştırmaların Türkiye’ye yöneltilmesinin bir başka nedeni de, diplomasinin altın kurallarından biridir. Diplomasi sahnesinde baskı, ona en az direnebilecek, baskıya en açık ülkeye yönlendirilir. Yakın tarihimizden iki örnekle açıklayayım: 1970 li yıllarda, Nixon yönetimi dünya üretiminin yalnızca yüzde 9.5’ini sağlayan Türkiye’ye haşhaş üretimini kısıtlaması konusunda baskı yapıyordu. Baskının Türkiye’ye yönelmiş olmasının nedeni daha sonra açıklandı: Dünyadaki bütün haşhaş üreticisi ülkeler arasında, Türkiye Amerikan baskısına en açık olanıydı. ABD, 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmemesi için çok baskı yaptı. Baskı, 20 Temmuz sabah saat 5’e kadar sürdü. Ne zaman ki, Beyaz Saray’ın temsilcisi Sisco, Türk birliklerinin Ada’ya yöneldiğini öğrendi, o an uçağına binip, “Karşılık vermeyin” diye baskı yapmak üzere Atina’ya uçtu. ??? Erdoğan Yönetimi, diplomasinin bu altın kuralını anlamamış ve daha Aralık 2004’ten başlayarak, her baskıya açık, her ödüne hazır bir tavır sergilemiştir. Aralık 2004’te Brüksel’de “Non Merci!” denmiş olsaydı, bugün burada olmazdık. Diplomasinin bir altın kuralı da, almadan vermenin Allah’a mahsus olduğu biçiminde özetlenebilir. Müzakere, karşılıklı çıkarların pazarlığıdır. Pazarlıkta, nasıl karşı tarafın hiçbir şey almadan size her istediğinizi vermesini bekleyemezseniz, karşı tarafın da sizden, bütün istediklerini alıp, karşılığında ona eşit ya da yakın bir şeyler vermeyebileceğini düşünmesine neden olacak davranışlarda bulunmamanız, böyle boş umutlar yaratmamanız gerekir. Türkiye bu kuralı uygulamamış, istediğini alamayacağı baştan belli olan bir müzakerede, her şeyi verebileceği izlenimini yaratmıştır. Bugün geldiğimiz sıkışık noktanın bir tek sorumlusu vardır: Erdoğan Politikası. Vardığımız nokta, bu yanlıştan dönülmesi olanağını yaratmıştır. Türkiye bundan böyle, AB ile görüşmelerin Kıbrıs şartına bağlanmamasını; kendisine, tam üyelik mi, özel statü mü ne olursa olsun ne verileceğinin açık açık ve AB’yi bağlayacak şekilde belirtilmesini istemek zorundadır. Ancak bunlar sağlandıktan sonra, sağlıklı müzakereler yapılabilecektir. Unutmayın.. bazen en kötü görünen durum, iyi kullanıldığı zaman en iyi olanağa dönüşebilir. AKP’nin planı yine tutmadı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 15 yeni üniversiteye rektör atanmasına ilişkin yasayı veto etti. Sezer, “YÖK Genel Kurulu’nun üye tamsayısının dörtte üç çoğunluyla rektör seçimi yapması” yönündeki hükmün YÖK’ün seçim yapmasını olanaksız hale getirdiğini vurgulayarak, rektörlerin belirlenme yetkisinin eylemli olarak tümüyle siyasal iktidarın tercih ve takdirine bırakıldığını belirtti. Sezer, veto gerekçelerinde şu görüşlere yer verdi: YÖK Yasası’na göre 21 üyeden oluşan Yükseköğretim Genel Kurulu 14 üyeyle toplanabilmekte ve 8 oyla karar alabilmektedir. İncelenen yasayla yapılan düzenlemede ise, kurucu rektör adaylarının, Yükseköğ ? Sezer, 15 yeni üniversiteye rektör atanmasını düzenleyen YÖK Yasası’nda değişiklik öngören yasayı veto etti. Sezer, veto gerekçelerinde düzenlemenin YÖK’ün yetkilerini Milli Eğitim Bakanlığı’na devrettiğini, bunun da rektör seçimlerinde siyasal iradeyi tek belirleyici haline getirdiğini belirtti. retim Genel Kurulu üye tamsayısının 3/4 çoğunluğuyla, başka bir söyleyişle en az 16 üyenin oyuyla seçileceği belirtilmiştir. Anayasada Yükseköğretim Genel Kurulu’nun toplantı ve karar yeter sayıları konusunda bir kural bulunmadığı ve Kurul’un çalışma ilkelerinin belirlenmesi yasaya bırakıldığından, yasakoyucunun belirli nitelikteki işler için farklı karar yeter sayısı öngörebileceğinde kuşku yoktur. Ne var ki, buna ilişkin düzenlemenin amaca ve anayasaya uygun, makul ve ölçülü olması da hukukun genel ilkelerinin gereğidir. Oysa, incelenen yasayla getirilen karar yeter sayısının, Yükseköğretim Genel Kurulu toplam üye sayısına göre çok yüksek olduğu, süre uzun tutulsa da seçimin sonuçlanmasını olanaksız kılacağı ortadadır. Nitekim yasakoyucu da, kurucu rektör adayı belirleme işleminin, getirilen karar yetersayısı ile sonuçlandırılamayacağını yüksek olasılık gördüğünden, Yükseköğretim Genel Kurulu’nca aday belirleme işleminin bir ay içinde sonuçlandırılamaması durumunda, her üniversite için üç kurucu rektör adayının tek başına ve doğrudan Milli Eğitim Bakanı’nca belirlenmesini öngörmüştür. Böyle bir düzenleme, Türk hukukunda hiçbir kamu görevlisi için yapılmamıştır. Gerçekten, ne yüksek yargı organları, ne bağımsız kurullar başkan ve üyeleri ne de üniversite rektörlerinin seçiminde böyle bir karar yetersayısı aranmaktadır. Yapılan düzenleme, kurucu rektörlüğe aday olmak isteyenleri caydırıcı, katılımı azaltıcı, Yükseköğretim Genel Kurulu’nda sonuç almayı güçleştirici niteliktedir. Yasada, “Yükseköğretim Genel Kurulu’nca aday belirleme işlemi bir ay içinde sonuçlandırılamadığı takdirde Milli Eğitim Bakanı tarafından belirlenecek üç kurucu rektör adayı Cumhurbaşkanı’na sunulur” denilerek, Yükseköğretim Genel Kurulu’nun kurucu rektör adayı seçme yetkisi, tümcede belirtilen durumun gerçekleşmesiyle Milli Eğitim Bakanı’na devredilmekte, başka bir deyişle Yükseköğretim Kurulu rektör seçme süreci dışında bırakılmaktadır. Böylece, Yükseköğretim Genel Kurulu’nun kurucu rektörlerin belirlenmesi sürecine katılımı biçimsel düzeye indirgenmekte ve yeni kurulan üniversitelerin akademik kadrolarının ve yönetim personel yapısının geleceğe dönük olarak anayasanın 130. maddesinde öngörülen biçimde oluşturulması yönünden büyük önem taşıyan kurucu rektörlerin belirlenmesi yetkisi, eylemli olarak, tümüyle siyasal iktidarın tercih ve takdirine bırakılmış olmaktadır. SOLDA BİRLİK ARAYIŞI EMNİYET SÖZCÜSÜ: 10 Aralık Hareketi çağrı yapacak ? 10 Aralık Hareketi, çalışmalarının birinci yıldönümünde ‘sosyal demokrasinin yenilenmesi’ ve ‘ittifak’ için çağrı yapacak. Parti kurma hedefinin olmadığını açıklayan hareket, CHP’nin kapıları kapatması nedeniyle DSP ve SHP ile temasları yoğunlaştırmayı amaçlıyor. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DİSK önderliğinde geçen yıl çalışmalarına başlayan 10 Aralık Hareketi birinci yılını doldururken “sosyal demokrasinin yenilenmesi” ve “solda ittifak olanakları” konusunda bir çağrı yapmaya hazırlanıyor. 10 Aralık Hareketi birinci yılını doldururken, kamuoyuna bir açıklama yapılması planlanıyor. Bu açıklamada, hareketin bir yılı değerlendirilecek, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimlerin yapılacağı 2007 yılının kritik gündemi, solda ittifak olanakları ve sosyal demokrat hareketin yenilenmesi konusunda görüşlere yer verilecek. 910 Aralık’ta hareket temsilcilerinin toplantı yaparak bir yılı değerlendirmesi planlanıyor. Bu toplantılardan sonra da kamuoyuna bir açıklama yapılması bekleniyor. CHP’nin ittifak arayışlarına kapılarını kapatması nedeniyle, önümüzdeki süreçte “CHP’siz” arayışların yoğunlaşacağına dikkat çekildi. DSP, SHP, 10 Aralık Hareketi işbirliğinin sağlanması için çabaların yoğunlaştırılacağı kaydedildi. 10 Aralık Hareketi’nin sözcüsü Prof. Dr. Burhan Şenatalar, 10 Aralık’tan sonra “çok kritik bir yıl olan 2007 yılına nasıl baktıkları ve solda ittifakın gerekliliği konularında kamuoyuna bir açıklama yapacaklarını” bildirdi. Gölbaşı’ndaki Adnan Güneşoğlu Yerleşkesi’nde öğretmenler, otobüslerle cuma namazına taşınıyor. Otobüsler, ya 2 kilometre yakındaki Ballıkpınar ya da eşit uzaklıktaki Koparan köyü camisine gidiyor. (KORAY AVCI) Trafik cezaları pul parasına takılıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, “Polise direnme suç olmaktan çıktıysa yapabilecek bir şey yok’’ dedi. Çalışkan, plakaya yazılan cezaların pul parası olmadığı için sürücülere gönderilmediğinden tahsil edilemediğini bildirdi. Çalışkan, haftalık bilgilendirme toplantısında, geçen hafta gerçekleştirilen “Trafik kazalarının değerlendirilmesi ve denetim etkinliğinin artırılması’’ konulu toplantının sonuçlarını değerlendirdi. Çalışkan, söz konusu toplantıda trafik kazaları ile ilgili ortaya çıkan görüş ve önerilerin şu şekilde belirlendiğini kaydetti: ? Bölünmüş yol ve diğer yol yapım, bakım ve onarım çalışmalarında gerekli işaretlemeler yapılmıyor, şerit daraltma ve aktarma kurallarına yeterince uyulmuyor, mıcır tabir edilen malzemenin sıkıştırılmadan bırakılması hasarlı, yaralanmalı ve ölümlü kazalara sebep oluyor. ? Eğitim, altyapı, mühendislik hizmetleri ile ilk ve acil yardım faktörlerinin mutlaka koordineli bir şekilde sürdürülmesi gerekir. ? Son iki yıl içerisinde meydana gelen kazaların, sürücülerin tek taraflı yoldan çıkması ve devrilme şeklinde meydana geldiği, bunun nedeninin de bölünmüş yollarda aşırı hız yapılması, uykusuz ve yorgun araç kullanımı olduğu tespit edildiğinden, bölünmüş yollarda denetimlere ağırlık verilmelidir. ? Ülke genelinde yazılan cezaların 1/3’ü, araç plakasına ve arkadan yazılmak suretiyle uygulanıyor. Ancak bu cezalar pul parası olmadığı için ilgilisine tebliğ edilemiyor ve bu yüzden tahsilatı yapılamıyor, algılanan yakalanma riski oluşturulamıyor. Toplantının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çalışkan, bir gazetecinin, Aydın’da meydana gelen bir trafik olayında sürücünün polise direndiğini, bunun daha sonra dava konusu olduğunu ve Yargıtay’ın “Şiddet olmadan direnme suç değildir’’ şeklinde karar verdiğini belirtmesi üzerine, polisin, kanunlar çerçevesinde görev yaptığını bildirdi. Milli Eğitim’den cuma namazına otobüs servisi FIRAT KOZOK asirmen?cumhuriyet.com.tr Aydıner emekliye ayrıldı ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Emniyet Genel Müdürü Gökhan Aydıner, yaş haddinden emekliye ayrılması nedeniyle polislere veda etti. Emniyet Genel Müdürü Aydıner için Emniyet Genel Müdürlüğü Dikmen binasında veda töreni düzenlendi. Aydıner’in yerine getirilecek isimler arasında İstanbul Valisi Muammer Güler, İzmir Valisi Oğuz Kaan Köksal ile Aydın Valisi Mustafa Malay’ın da adı geçiyor. ANKARA Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün Gölbaşı’ndaki Adnan Güneşoğlu Yerleşkesi’nde öğretmenler, otobüslerle cuma namazına taşınıyor. Namaza katılmayanlar ise dışlanıyor. Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nün Gölbaşı yerleşkesinde yaşananlar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın AKP iktidarıyla birlikte düştüğü durumu bir kez daha tüm netliğiyle gözler önüne seriyor. İçerisinde açıköğretim lisesi, açık ilköğretim okulu, sınavlar dairesi ölçme ve değerlendirme merkezi ve mesleki ve teknik açıkilköğretim okulu bulunan Adnan Güneşoğlu Yerleşkesi’nde her cuma otobüslerle cami servisi düzenleniyor. Cuma namazı için saat 11.15’ten itibaren yerleşkede görevli öğretmenler, kalabalık gruplar halinde dışarı çıkmaya başlıyor. Saatler 11.40’ı gösterdiğinde bahçede toplanan onlarca öğretmen, kendilerini bekleyen otobüslere binerek, cami yoluna düşüyor. Otobüsler, ya 2 kilometre yakındaki Ballıkpınar ya da eşit uzaklıktaki Koparan köyü camisine hareket ediyor. gelmekte zorlandıklarını belirterek “AnkaraGölbaşı arasında günde yalnızca 3 servis yapılıyor. Öğrenciler de bu servisleri kullanıyor. Ancak, buradan dolmuş geçmiyor ve otobüs de çok nadir geçiyor. Bu sorunu çözmek dururken, camiye servis yapılıyor” dediler. ‘Savcılar harekete geçmeli’ EğitimSen 2 No’lu Şube Başkanı Özgür Bozdoğan, insanların kamuya ait bir servis aracıyla cuma namazına taşınmasınının “AKP’nin devletin olanaklarıyla kendi siyasetine uygun model oluşturma çabasının göstergesi” olduğunu vurguladı. Bozdoğan, servis araçlarına ödenen paraların yurttaşların cebinden çıktığını belirterek “Bu durum karşısında cumhuriyet savcıları harekete geçmelidir” dedi. Camiye gitmeyen dışlanıyor Yaklaşık 3 dakikalık bir yolculuğun ardından otobüsler cami önünde duruyor ve onlarca öğretmen camiye giriyor, cuma namazının ardından otobüsler aynı güzergâh üzerinden eğitimcileri yeniden yerleşkeye getiriyor. Yerleşkede cuma etkinliklerine katılmayan öğretmenler ise dışlanıyor. Yerleşkede görev yapan ve Ankara’da oturan çalışanlar, kendilerinin görevlerine gidip Kadınların mücadele günü ? İstanbul Haber Servisi Kadın ve Sivil Toplum Örgütü üyeleri, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 71. yılında Kadıköy’de buluşuyor. Çok sayıda sivil toplum örgütünün ortaklaşa düzenleyeceği etkinlik, 5 Aralık Salı günü saat 10.30’da Kadıköy İskele Meydanı’nda gerçekleştirilecek. Kadıköy Kadın Konseyi’nden yapılan açıklamada, “Türk kadını olarak temsilde ve yönetimde de var olma konusundaki ortak mücadelemize katılmanızı bekliyoruz” denildi. İngiliz avukatlardan Aşçı’ya destek ? İstanbul Haber Servisi F tipi cezaevlerinde uygulanan tecridi protesto etmek için ölüm orucuna başlayan ve 241. günü geride bırakan Avukat Behiç Aşçı’yı dün Şişli’deki evinde İngiltere’den gelen Haldene Sosyalist Avukatlar Birliği üyeleri ve eski BBC muhabiri Steve Kaczynsk’ten oluşan bir grup ziyaret etti. Konuk avukatlar, ölüm orucunda 123. ölümün gerçekleşmemesi için Adalet Bakanı Cemil Çiçek’i görevini yapmaya çağırdı. HELSİNKİ Bir Finlandiya barında Finli bir arkadaşımla bira içiyorduk. “Ne olacak bu Türkiye’nin hali?”, “Ne olacak bu Finlandiya’nın hali?” üzerine sohbet ediyorduk. Ellerinde siyah eldiven ve alışveriş torbalarıyla bir genç karşımıza oturdu. Çok konuşkan olduğu her halinden belliydi. Teklifsiz şekilde kim olduğumuzu sordu. Söyledik. Kendisi de Amerikalıymış. Adı David, Los Angeles Yahudilerindenmiş. Karısı İngilizmiş. Makineli tüfek gibi konuşuyor. Benim Türk olduğumu öğrenince, başladı Türkiye’den konuşmaya. Boğaziçi Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği yaptığını anlattı. Konuşuyor da konuşuyor. Irak’a gidip beş yıl savaştığını da söyleyince, kaç yaşında olduğunu sordum. 25 yaşındaymış. 6 tane cep telefonu olduğunu söylerken hepsini birer birer gösterdi bize. Bu ilginç Amerikalıyı artık yalnızca dinliyor ve izliyorduk. George W. Bush hayranıydı. Önümüzdeki seçimleri de onun kazanacağını iddia edince, itirazda bulun Amerikalı Yahudi David…. duk, bir daha yasal olarak seçilme imkânı yok dedik. Yasalar değişecek ve o yine bizim başkanımız olacak diyerek ısrarını sürdürdü. Babası da Irak’ta özel olarak korunan bölgede bulunan bir generalmiş. Annen nerede diye sorunca, “Neden sordun?” dedi ve annesiyle ilgili çok konuşmak istemedi. O arada eşiyle telefonla konuştuğunu söyledi. Bir viski ısmarladı. Konuşmasını sürdürüyordu. Türkiye’ye ilişkin izlenimlerini anlatıyordu. Oradan Finlandiya’ya sıçradı. Burada da öğretim üyeliği yapıyormuş. Bunların hepsini “mış” diye anlatıyorum, çünkü akıl almaz bir hızla konuşuyor ve aklına geleni söylüyordu. Eldivenlerini neden çıkarmadığını sorduğumda, “Kollarımda kan dolaşımıyla ilgili bir bozukluk var, onun için” cevabını verdi. Artık doğru muydu, onu da bilemedim. 1015 dakika oturdu. Viskisini bitirdi, bizimle vedalaştı, alışveriş torbalarını ellerine aldı ve çekip gitti. Arkadaşımla arkasından bakakaldık. Deli miydi? Hiperaktif bir genç miydi? Anlattıkları gerçek miydi, bilmek mümkün değildi. Ancak Türkiye’ye ilişkin bildiği ve aktardığı ayrıntıların hepsi doğruydu. ??? Amerikalı Yahudi David’in bütün anlattıklarını aktarmak mümkün değil, ancak beş gündür sabahtan akşama konuştuğumuz ABTürkiye ilişkilerinden sonra David’in iyi geldiğini söyleyebilirim. Gerçekten de beş gündür, Avrupa’nın dört bir yanından gelen uzmanlardan AB’ye ilişkin, ABTürkiye ilişkilerine ilişkin çok sayıda konuşma dinledik. Helsinki’de Tom Kankkonen “Türkiye’nin Avrupa’daki imajı”nı Türkçe olarak anlattı. Tom, yıllarca Türkiye’de Finlandiya RadyoTelevizyonu muhabirliği yapmıştı. İsveç asıllı bir Finliydi. İlginç gözlemleri vardı. “Ben dağ Finlisiyim” diye esprisini de patlatmayı ihmal etmedi. Avrupalı bazı gazetecilerin Türkiye’yi doğru dürüst tanımadan geldiklerini, bu nedenle gelişmeleri doğru dürüst yansıtmakta zorluk çektiklerini anlattı. Bir keresinde bir Avrupalı gazeteci türban sorununu haber yapmak için gelmişti. O, başı açık kızların üniversiteye alınmadığını sanıyordu. ??? Gerçekten Türkiye, Avrupa’dan nasıl görünüyordu? Sıradan sokaktaki halkın tepkileriyle, siyasetçilerin, gazetecilerin saptamaları farklıydı. Sıradan yurttaş Türkiye’yı sıcak insanları, güzel ve güneşli kıyıları olan bir tatil ülkesi olarak biliyordu. En çok bildikleri de Antalya ve çevresiyle sınırlıydı. Siyasetçiler ise o andaki siyasi tercihlerine göre bir Türkiye tarifi yapmayı uygun buluyorlardı. Gezimiz boyunca en etkili izlenimlerimden birisi Alman Sosyal Demokrat Parti si’nden Avrupa Parlamentosu üyeliğine seçilen Vural Öger’in TürkiyeAB Karma Parlamento Komisyonu’nda yaptığı konuşmaydı. Öger, AB Parlamentosu’nda Türkiye’nin üyeliğini savunanların elinin güçlendirilmesi için Türkiye’nin bir şeyler yapması gerektiğini söyledikten sonra, biriki ilginç örneğe dikkat çekti: “Almanya’da yüzlerce cami özgür şekilde örgütlenirken, biz Antalya’da bir kiliseyi hizmete açabilmek için yıllardır çaba sarf ediyoruz. Buna benzer engeller Türkiye’nin işini zorlaştırıyor. Sorunun yalnızca Kıbrıs olduğunu sanıyorsanız yanılırsınız. Türkiye insan hakları, demokrasi konusundaki eksiklerini giderse Kıbrıs konusu o kadar öne çıkmaz.” Bunu birçok Avrupalı parlamenter de ifade etti. Tabii, Avrupa’nın kendi içinden kaynaklanan güçlükleri de unutmamak gerekiyor… Amerikalı David’in Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ne düşündüğünü sormayı unuttum. Eminim o konuda da mutlaka söyleyeceği çok şey olurdu… CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle