17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ceza Kanunu’ndaki Değişiklikler ve Uzlaşma 1 Haziran 2005 tarihinden önce uzlaşmanın bulunmadığı, buna karşılık önödemenin bulunduğu ve uygulandığı bilinen bir olgudur. Önödemede suç işlediği iddia edilen kişi soruşturmada ya da yargılamada işlenen suçun yaptırımı olan para cezasını veya üç aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezanın gün başına çevrilmiş para cezasını ödediğinde soruşturmaya son verilir ya da yargılamada dava ortadan kaldırılırdı. maktadır. Bu basit hesaplama, bundan böyle Ceza Kanunu’nun 1/5’inin uzlaşmaya bağlı olacağı şeklinde bir sonuca ulaşılmasını sağlamaktadır. Uzlaşmada, şüphelinin önce suçu işlediğini kabul etmesi aranmakta, sonra mağdurun uzlaşabileceğini belirtmesi üzerine bir uzlaştırıcı seçilmekte, uzlaştırıcı iki tarafı çağırarak bir araya getirmekte ve anlaşmanın sağlanmasında cumhuriyet savcısı ya da yargıç uzlaşmayı saptayarak soruşturmaya son vermekte ya da davayı düşürmektedir. Bu sürecin gerçekleşmesinde en önemli konu, suç mağdurunun uğradığı zararı, şüphelinin ödemesidir; kısaca, mağdurun zararı ödenmekle birlikte soruşturmaya son verilmekte ya da dava düşürülmektedir. Görüldüğü gibi klasik ceza yargılamasında var olan yargılama ile gerçeğin ortaya çıkarılması amacı bu kurumda bulunmamaktadır. Uzlaşmada amaç, gerçeğin bulunmasından çok mağdurun zararının giderilmesidir. (5) Kısaca özetlediğimiz sistemin ya da uygulamanın masraflı olduğu; uzlaştırıcının avukat ya da başka bir meslek mensubu olmasının tartışıldığı, bu uygulamada sanığın ikrarının öncelikle arandığı ve uzlaşma olmadığında suçsuzluk karinesinin önemsenmeyeceği, uzlaşma olmadığında masrafların kimin tarafından karşılanacağının belli olmadığı, uzlaştırıcı ile kolluk arasındaki ilişkilerin belirsiz olduğu konularının hep sorun yarattığı ileri sürülmüştür. Bu olumsuz yönlere karşı uzlaşma ile ağır işleyen adli sistemin daha çabuk işleyebildiği, ancak uzlaşmanın temel hakları ihlal etmemesi gerektiği, yargıcın ya da savcının da arabulucu olabileceği, bununla “onarıcı adalet”in gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Uygulamada, uzlaşmanın zorluklar yarattığı, soruşturmada şikâyetçi kişinin aranmasının zaman kaybettirdiği, karakollarda şüpheli ile şikâyetçinin anlaştırılmaya çalışıldığı, bunun kamuoyunda yanlış izlenimler yarattığı, pahalı olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenledir ki, TCK ve CMK’nin yürürlüğünden bu yana BÜYÜKÇEKMECE 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN ESAS NO: 2004/2173 Davacı Aynur Erbaş tarafından davalı Hakkı Erbaş aleyhine mahkememize açılan Boşanma davası nedeniyle; İlgili davacının dilekçesinin ve davayla ilgili 27.12.2006 tarihinde saat 09.00’da yapılacak duruşma gününün yapılan araştırmalarla bulunamayan davalı Hakkı Erbaş’a ilanen tebliğine karar verilmiştir. Yukarıda yazılı davayla ilgili mahkememiz duruşma salonunda 27.12.2006 tarihinde saat 09.00’da yapılacak duruşmaya davalının gelmesi gerektiği ve kendilerini bir vekille temsil ettirmesi, varsa diyeceklerini ve belgelerini dosyaya ibraz etmeleri, etmediği takdirde yokluğunda duruşmaya devam edilip karar verileceği hususu davalılara ilanen tebliğ olunur. 14.11.2006 Basın: 58733 PENCERE Berdel’den Papa’ya Papa’dan Bush’a... İslam hukukunda evlilik kurumu tepeden tırnağa dinseldir, koca tepesi attı mı karısına bağırır: Boş ol!.. Ve boşanma gerçekleşmiş olur... Ya Hıristiyanlıkta?.. Katolik evlilik kesiminde dinsellik en koyu ölçüde geçerlidir; boşanma yoktur!.. Peki, sonra ne oldu?.. ? Sonra Medeni Kanun (Yurttaşlar Yasası) Aydınlanma Devrimi ile birlikte hem Avrupa’da hem Türkiye’de geçerli oldu... Bizde cami, onlarda kilise hukuku kalktı... Laik hukuk benimsendi... Fransızlar çoğunlukla Katoliktirler, Türkler de Müslümandırlar, boşanmada laik hukuk geçerli olunca Fransa’da ya da Avrupa’nın bir başka ülkesinde ve bizde evlilik hukuku aşağı yukarı birleşti... Ülkemizi ziyaret eden Papa Benedikt boşanmasız dinsel hukukun patronuydu... Olay uzak geçmişte kaldı... ? Şanlıurfa’da 21 yaşındaki Şahe Fidan kocasıyla kavga edince baba evine sığınmış, ama aile meclisi toplanıp sorunu karara bağlamış: “ Evlenen kadının koca evinden ancak cesedi çıkar...” Şahe’yi koca evine geri yollamışlar... Kadıncağız bebeğini sırtına bağlamış kendini de evin banyosunda asarak intihar etmiş... Sonra?.. Ailesi, Şahe’nin kız kardeşini, töreye göre, başlık parası yerine damada verecekmiş... Berdel deniyor bu töreye... Şimdiye dek berdel üzerine çok oyun, öykü, roman yazıldı... Anadolu’da “töre” üzerine olayların bini bir para... Kadın sıfıra sıfır, elde var sıfır... Peki, hani Medeni Kanun (Yurttaşlar Yasası) nerede?.. ? Atatürk’e karşı çıkanlar, Medeni Kanun’a da karşı çıkıyorlar; okuma yazma, milli öğretim ve eğitim seferberliğini bunlar baltaladılar... Bugün ülkede korkunç bir çöküşle karşı karşıyayız. Kişi başına düşen eğitimöğretim süresi üç yıl... Anadolu’da geçerli düzen törenin, dinselliğin, cehaletin hukuku!.. ? Töre.. Berdel.. Boş ol.. Türban.. Çarşaf.. Tesettür.. Papa.. Patrik.. Papaz.. Derken Türkiye’den fışkıran manzara aklını peynir ekmekle yemiş olanların kafasını büsbütün karıştırmaz mı?.. Arada Papa da laikliği Türkiye’ye yakıştıramayan bir havaya girmez mi?.. Bush da ılımlı İslam devleti istemiyor mu?.. Al Bush’u.. Vur Papa’ya!.. Günah ve Gaflet SON GÜNLERDEKİ iki olayın, AB Komisyonu’nun kararı ile Papa ziyaretinin büyük medyaca halka yansıtılmasında dikkati çeken bir ortaklık var. Belki, gazeteleri ve televizyon kanallarını da, ad zikretmeden ikiye ayırmak gerekli: Bir yanda iktidara yakın olanlar, bir yanda da iktidara yakınlıkla birlikte, dış bağlantılı büyük sermayeye ve Batılı çevrelere de yakınlık duyanlar. Birincilerin her iki olayı sunuş ve yorumlayışı kendi yandaşlarına güven aşılamaya yönelik: “AB Komisyonu Türkiye’ye haksızlık etmekle birlikte, her şey bitmiş değil ve ilişkilerin düzelmesi için hâlâ umut ışığı var. Tren kazaya uğramadı, Brüksel’dekilerin de dediği gibi, sadece yavaşladı. Bozulan gidişi düzeltmek için biraz ödün vermek gerekli, ama AB süreci kurtulacaktır.” Papa’nın ziyareti de, iktidarca başlatılan medeniyetler yakınlaşmasının sonucu olarak, başarı hanesine kaydedilmesi gereken bir olaydır: “Papa’nın tutumu ve sözleri, İslamı yücelten yönüyle, iktidarın temel felsefesine iltifat sayılmalıdır. AKP, İslamın ağırlığını dosta düşmana bir kez daha göstermiştir.” İkinciler ise, Batı’yla ilişkilerin bozulmasını ve “piyasalar”ın sarsılmasını önlemekte son derece duyarlı ve dikkatlidirler: “AB’yle müzakere sürecini en az zararla kurtarmak için vakit geçmiş değil. Birazcık ödünle, Kıbrıs’ta pekâlâ AB’yi ve Rumları tatmin edici çözüm bulunabilir.” Papa konusunda da iyimser bir bakış: “Af dilememiş olması önemli sayılmaz. Tam tersine, Türkleri ne kadar sevdiğini göstermiş, uygarlığımıza hayran olmuştur. Patrikhane’nin ekümenikliğine toz kondurmamış olmasını fazla abartmamak gerekir. Zaten böyle evrensel bir patrikliğin bu topraklarda bulunması uluslararası politika açısından Türkiye için büyük nimettir.” elki her olayda böyledir ama, şu iki olay önemli olduğu için bir özellik üzerinde durmak ilginç olabilir: İki taraf, olayların gerisindeki temel olguyu örtme konusunda ortak bir tutumda birleşmişlerdir: Türkiye’nin içine düştüğü kuşatılmışlık gözlerden uzak tutulmaya ve dolayısıyla bu duruma karşı gereken kesin davranışın zihinlerden geçmesi önlenmeye çalışılmaktadır. Oysa, komplo teorilerine tutkun olmadan da söylenebilir ki, Türkiye, zayıflığından yararlanmaya yönelik bir köşeye sıkıştırmayla karşı karşıyadır. ayıflık, Kemalist cumhuriyetçi ilkelerden uzaklaşmanın, özgüveni yitirmenin, akılcı yönetime yönelme yerine dinsel dogmalara kurban edilip kötü yönetilmenin yarattığı bir zayıflıktır. Köşeye sıkıştıranlar, ABD’sinden AB’sine, yeşil sermayesinden kıtalarüstü girişimciliğin devlerine, ülkenin bağrında barındırılan Ortodoks Patrik’ten Katolik Papa’ya kadar bütün bir âlemdir. Büyük medya, bunu kendi halkına açıklayıp yorumlamayışın birinciler açısından günah sayılabilecek vebalini, ikinciler açısından da gaflet sayılabilecek sorumsuzluğunu yüklenmiş olmaktadır. Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR* G B Z [email protected] ün geçmiyor ki gazetelerde (1) Ceza Kanunu ile ilgili değişikliklerden söz edilmesin. 301. madde üzerindeki tartışmalar bu konunun doruk noktasını oluşturuyor. Bu noktaya ve bu tartışmalara girmeden, tamamen teknik hukuk alanında kalarak öncelikle bir konuyu vurgulamak gerekiyor. TCK’nin, TBMM’de 26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilip 01.04.2005’te yürürlüğe girmesi öngörülürken, yürürlüğü 01.06.2005’e ertelenmiş ve 31.03.2005 (2) ve 29.06.2005 (3) tarihlerinde iki ayrı değişikliğe uğramıştır. Bu değişikliklerde Ceza Kanunu’nun 47 kadar maddesi değiştirilmişti. Kanunun daha yeni yürürlüğe girdiği zamanlarda 345 maddesinden 47 maddesi değişikliğe uğramıştır. Bu saptama kanunun ne kadar yetersiz olduğunu, özensiz hazırlandığını ve toplumsal, hukuki gerçeklerden uzak bir nitelik taşıdığını göstermeye yeter. Oysa bu kanun siyasal iktidar ve ona yakın çevrelerce “bir reform hareketi” olarak nitelendirilmişti. İleri sürülen bu iddianın gerçeklerle bağdaşmadığını bu basit saptama ortaya koyabilmektedir. Şayet bir kanun yürürlüğe girme den ve yürürlüğe girdiği aylarda tüm maddeleri 1/7’si itibarıyla değişikliğe uğruyorsa, bu kanunun, ceza hukuku öğretisindeki deyiş ile “panik mevzuatı”na uygun bir kanun olduğunu kolayca söyleyebilmek mümkündür. Yukarıda belirtildiği gibi son günlerde giderek somut bir hale gelen ve TBMM web sayfasında da yayımlanan (4) bir kanun tasarısında, CMK ile TCK’de değişiklik girişimleri görülmektedir. Buna göre, özel kanunlar TCK’ye uydurulmaya çalışıldığı gibi, doğrudan doğruya TCK içerisinde önemli değişikliklere gidilmektedir. Bunlardan biri de uzlaşma ile ilgili kanunun alanının genişletilmesi yönündeki girişimdir. Halen TCK’nin 73. maddesi ile CMK’nin 253255. maddelerinde yer alan uzlaşma, yalnız şikâyete bağlı suçlarda öngörülürken tasarıda şikâyete bağlı olmayan suçlar da bu kurum içine konulmaktadır. TCK’nin değişikliğini öngören “Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın ilk düzenlemelerinde uzlaşma çok geniş bir alanda kabul edilmeye çalışılırken son tasarıda bu kapsamın yarı yarıya daraltıldığını saptayabilmek de mümkündür. Bu durum, önümüzdeki günlerde uzlaşmanın alanının ne olacağı yönünde kaygılar uyandırabilmektedir. TCK ve CMK’de yalnız şikâyete bağlı suçlar için dikkate alınan uzlaşma alanının, son tasarı ile genişletildiği görülmektedir. Buna göre, taksirle öldürme, taksirle yaralama, kasten yaralamanın belirli biçimleri, tehdit, konut dokunulmazlığını ihlal, haksız arama, kişisel verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, hakkı olmayan yere tecavüz, kötü muamele, aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali, çocuğun kaçırılması ve alıkonulması, ticari sır ya da bankacılık sırrının açıklanması, bilişim sistemine girme ve engelleme ya da verileri yok etme, başkalarının malları üzerinde usulsüz tasarruf gibi suçlar için de uzlaşma öngörülmektedir. Böylece Ceza Kanunu’nda otuz bir ayrı maddede yer alan suçların şikâyete bağlı olması nedeniyle uzlaşmanın uygulandığı alan, bu kanunun 1/9’u oranında iken, taslakta ayrıca 16 maddenin eklenmesi ile 1/5’e çık uzlaşmanın çok az uygulandığı, çabukluk yaratmadığı, adalet sisteminin gereksiz yere zaman kaybettiği belirtilmiştir. 1 Haziran 2005 tarihinden önce uzlaşmanın bulunmadığı, buna karşılık önödemenin bulunduğu ve uygulandığı bilinen bir olgudur. Önödemede suç işlediği iddia edilen kişi soruşturmada ya da yargılamada işlenen suçun yaptırımı olan para cezasını veya üç aya kadar hürriyeti bağlayıcı cezanın gün başına çevrilmiş para cezasını ödediğinde soruşturmaya son verilir ya da yargılamada dava ortadan kaldırılırdı. Önödeme açısından yeni TCK ile eski TCK karşılaştırıldığında ilginç durumlara rastlanmaktadır. Eski TCK’de önödemeye giren suçların sayısı, kabahatlerle birlikte yetmiş üç iken, bu sayı, yeni TCK’de ikiye inmiştir. Buna karşı uzlaşma eski TCK’de hiç yokken yeni TCK’de 31 maddede öngörülmüş, bu durum, TBMM’nin ilgili kurullarına aktarılan tasarıda 47’ye çıkarılmıştır. Önceki uygulamalarda sık sık başvurulan önödemenin adeta yok sayılmasını gerektirecek derecede küçük bir alana indirgenmesini, buna karşılık uzlaşmanın alabildiğine genişletilmesinin anlamını kavrayabilmek güçtür. Ancak, adliyenin işleyişini hızlandırma iddiası ile Ceza Yargılaması’nda mağdurun zararının giderilmesini amaçlamak akla “diyetin” geri dönüp dönmeyeceği sorusunu getirmektedir... * Galatasaray Üniversitesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğretim Üyesi (1) Bkz.Bülent Sarıoğlu, “Bu Nasıl Düzenleme”, Milliyet Gazetesi, 21.10.2006, sh.5 (2) Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 31.03.2005 tarih ve 25772 sayılı R.G. (3) Türk Ceza Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 08.07.2005 tarih ve 25869 sayılır. G.(4) http://www2.tbmm.gov.tr/d 22/1/11187.pdf (5) Bkz. Köksal Bayraktar, “Türk Hukuk Uygulamasını Etkileyebilecek Bir Kurum: Uzlaşma”; Güncel Hukuk, Haziran 2005, sy.16, sh.7 “Gene Uzlaşma Üzerine”, Güncel Hukuk” Temmuz 2005, sy.17. sh.7 Söyleşi İmza Mehmet Başaran 2 Aralık 2006 Saat 13.00 Yer : Şişli Kelepir Kitapevi Büyükdere Cad. No: 31/A Şişli İrtibat : 0212 246 58 81 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle