25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 KASIM 2006 PAZAR 4 HABERLER TSK’nin haberleşme cihazı ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan şirket artık 20 ülkeye ihracat yapıyor DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN ‘Devlet Nerde, Devlet!’ Sevgili, “Türklerin belirleyici nitelikleri nelerdir?” diye bir soru ile karşılaşsan, acaba ne yanıt verirsin? Biliyorum, tabii ki bir toplumu, bir ulusu yalnız bir özellikle açıklamak mümkün değil. Üstelik kolayca yapılan genellemeler de insanı sağlıklı bir sonuca götürmüyor. Yine de bir ulusu ya da toplumu hâkim davranış biçimleri ve eğilimlerine göre, mesela on niteliği ile belirlemek, çok doğru olmasa da oldukça eğlendirici ve özellikle değerlendirilen toplum açısından öğretici oluyor. Hiç değilse insanlar, böylelikle dışardan nasıl görüldüklerini, nasıl algılandıklarını fark edip, eğer düşünmek gibi bir alışkanlıkları varsa, kendilerine “Acaba neden böyle görünüyorum?” sorusunu sormak olanağını bulabilirler. Doğrusu ben kendi toplumumun belirleyici on niteliğini sayacak olsam, “devlet tutkusunu” da içine mutlaka koyarım. Bir zamanlar kodamanlar ve ileri gelenler tarafından “dövlet” diye telaffuz edilen devlet, pek yakınlara kadar bizde kutsal bir kavramdı. Gerçi Fransızlar gibi, bu sözcüğün ilk harfini majiskül yazmazdık, ama en aşağı onlar kadar, hatta onlardan da fazla kutsal görürdük. Zaten Fransızcada devlet sözcüğünün büyük harfle başlaması, kurumun kutsallığından değil de “etat” sözcüğünün iki anlama gelmesinden kaynaklanmaktadır. ??? Devlet tutkusunu, geçen gece “32. Gün” programında Yimpaşzedelerden biri dile getirdi. Şeriatın egemen olduğu bir toplum kurulmasını öngören politikacılar ile kol kola, oturduğu Almanya’ya gelip, kendisinden para isteyen çok muhterem girişimcilere (yoksa hortumcu mu demeliyim?) sorgusuz sualsiz, herhangi bir güvence olmadan, parasını kaptırmış, biçare (yoksa kurnaz mı desem) vatandaşlardan biri, çare olarak “Bunun en kestirme yolu, devlet bize paramızı versin, sonra sorunu kendi çözsün!” diyordu. Olayı şöyle düşündüm; vatandaş parasını biraz laik düzen gitsin diye verdiyse, biraz da faiz olmayan tatlı kâr niyetiyle vermişti. O vatandaş, söz konusu girişimcilere parasını verirken “Yahu şuradan iyi bir kâr gelirse, ben de bunun, yarısını değilse bile bir bölümünü devlete versem de topluma da hayrı olsun bari” diye düşünmüş müydü acaba? Hiç sanmıyorum. Vatandaş tatlı düşlere kâr ortağı olurken devlete dönüp, “Bunu alıyorum, ben ona kâr ortağı oluyorum, ey devlet baba, sen de bana zarar ortağı olur musun?” diye sormuş mudur? Onu da sanmıyorum. O zaman vatandaş neye dayanarak bunu talep ediyordu; vatandaş devletin parasının bizim vergilerimizden kesildiğini bilmiyor muydu da, şimdi “Devlet bize paramızı ödesin!” diyor? Neden ben, iki vatandaş arasındaki alışverişte, aklını kullanmadığı için uğradığı zararı hiçbir sorumluluğum yokken ödeyeyim? ??? Bu görüşe katılan başka bir yeşil sermaye kurbanı, devletin sorumluluğunu şöyle açıklıyordu: “Eh devlet bunların para toplamasını yasaklamadığına göre, sorumludur, yasaklasaydı ya!” Aslında bu tür para toplamak, toplandığı sırada yasalara aykırıydı. Vatandaş biraz sorup soruştursa bu gerçeği öğrenebilirdi. Ama o devlete değil, dindar sandığı o adama güveniyordu. Peki o zaman vatandaş şimdi, neden, o zaman güvendiği kişiye başvurmuyor da sistemine, düzenine, bankasına, kurumuna güvenmediği devleti yardıma çağırıyor? Doğrusu bu mantığa akıl erdirmek zor. Zaten Türkiye’deki gelişmelerin hiçbirine akıl erdirmek kolay değil. Vatandaşımız, özelleştirmeden, liberalizmden yana olan partilere oy verir, sonra onlardan devletçi çözümler ister. Vatandaş, hem özelleştirmeden yana oy verir, devletin ayakkabı, kumaş, elbise yapmasının modasının geçtiğini söyler veya söyleyenlere katılır, sonra da gider o devletin kapısına “Bana aş ver, iş ver, sağlık hizmeti ver!” diye dayatır. Bu davranışın bir mantığı olmadığı aşikârdır. Dikkat edersen Sevgili, Türklerin belirleyici vasıflarından söz ederken “devlet sevgisi” değil, “devlet tutkusu” dedim. Çünkü her yerde devleti sorumlu tutmak, sevgiden değil, olsa olsa devleti enayi yerine koyma kurnazlığından kaynaklanır. Peki o zaman da şu soru çıkmıyor mu ortaya: Devletini enayileştirmek isteyen bir kişi ya da toplumun kendisi acaba ne kadar akıllı olabilir ki? ASELSAN hedef büyüttü SERTAÇ EŞ ANKARA Türk savunma sanayiinin önde gelen firması ASELSAN, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) için ürettiği sistemlerin yanı sıra ihracata yönelik çalışmalarını yoğunlaştırdı. ASELSAN, yalnızca ABD ordusunun kullandığı ‘‘yazılım tabanlı’’ telsizleri TSK’nin hizmetine sundu. Kurum, son dönemde ‘‘seri cinayetler’’ şeklinde kamuoyuna yansıyan olaylar ve olası İstanbul depreminin ardından arama ve kurtarma çalışmalarına çözüm amacıyla Kamu Güvenliği Sistemi geliştirdi. Kurumun yeni hedefleri ise füze sistemleri ve hava savunma radarları. Türkiye’nin köklü savunma sanayii kuruluşlarından ASELSAN, projelerini ve hedeflerini basına tanıttı. TSK’nin haberleşme cihazı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 1975 yılında kurulan ASELSAN, 1978 yılında ? Kurum, TSK’nin gereksinimlerinin yanı sıra suçluların izlenmesi, olası İstanbul depremi sonrası çalışmaların eşgüdümü için sistemler geliştiriyor. Savunma elektroniği üzerine oluşan birikimini, Atak helikopteri, Türk tankı, hava savunma radar ve füze sistemleri için kullanıyor. Hollanda tasarımlı bir telsizi üretme noktasından, aynı ülkeye hava savunma sistemi olan Kaideye Monteli Stinger sistemi satma noktasına geldi. ASELSAN Genel Müdürü Cengiz Ergeneman, yurtdışında alınan en son projenin Umman’da Çinli bir firmanın yaptığı otoyolun ücret toplama sistemi olduğunu söylüyor. Ergeneman, kurumlarının başarısını araştırma geliştirmeye verilen öneme dayandırıyor. Bu çalışmalar için firma cirosunun yüzde 7’sine denk gelen 40 milyon YTL ayrıldığını vurgulayan Ergeneman, ASELSAN’ın misyonunu da ‘‘Türkiye’de yapılamayan işlere talibiz’’ diyerek açıklıyor. ASELSAN 20’nin üzerinde ülkeye tamamen yerli olanaklarla geliştirilen ürünler satıyor, Pakistan’da kendi lisansı altında üretim yapıyor. Firmanın çalıştığı alanlar ve geldiği aşama, konu başlıklarıyla şöyle: Atak Projesi: Uzun süredir çalışmaları süren projede ASELSAN önemli görevler üstlenmiş durumda. Helikopterin beyni olarak nitelendirilen Ana Görev Bilgisayarı’nın geliştirilmesi tamamlandı. Helikopterin bütün aviyonik sistemlerini de firma üstlenmiş durumda. Geliştirilen termal kamera aynı anda 6 hedefi izleyebiliyor. Türk tankı: ASELSAN, Leopard tanklarının modernizasyonu için ‘‘Volkan’’ adıyla komuta, kontrol ve atış sistemi geliştirdi. 2010 sonrası için üretimi düşünülen Türk tankı Volkan sisteminin geliştirilerek uygulanması planlanıyor. Cep telefonuna kripto ASELSAN, en deneyimli olduğu haberleşme cihazları konusunda da dünyayı zorluyor. Kurum, dünyada yalnızca ABD ordusu tarafından kullanılan ‘‘yazılım tabanlı telsizleri’’ TSK’nin hizmetine sunmuş. Bu telsizler, hava, kara, deniz haberleşme sistemleriyle entegre kullanılabiliyor, veri aktarımı ve iletişim sağlanabiliyor. Firmanın geliştirdiği Kamu Güvenliği Sistemi ise son günlerde günde me gelen asayiş olayları ve olası İstanbul depremi sonrası çalışmalar açısından önem kazanmış durumda. Bu sistemle, kentlerde kırmızı ışıkta geçen araçların tespiti, plaka takibi gibi işlemler tamamen güvenlik birimlerinin entegre edildiği bir sistemle izlenebiliyor. Üretilen sistem, depremin yıkıcılığı dikkate alınarak geliştirilmiş. Haberleşme ve veri sağlanması için oluşturulan sistemin, 9 büyüklüğünde depreme dayanıklılığı sağlanmış durumda. Radar ve füze sistemleri ASELSAN, Kara Kuvvetleri için Hava Savunma Radarı üretim çalışmalarını sürdürüyor. Kritik teknolojiye dayanan sistem, 2007 sonunda teslim edilecek. Radar en az 60 hedefi aynı anda izleyebiliyor. 40 kilometre menzilli ve alçak irtifa hedeflerini de gözetleyebiliyor. Ç John Reed’in İstanbul’u John Reed, Sovyet Devrimi’nin ünlü yazarı. “Kızıllar” (The Reds) kitabı, devrimi anlatır. Kitabı okurken ve “Kızıllar” filmini izlerken, heyecana kapılmamak elde değil. John Reed, özel bir adamdır, özel bir komünisttir. O yıllarda ABD’nin en ünlü savaş muhabiridir. 1917 Ekim Devrimi’ni Petrograd’da yaşamıştı. Bolşevik Devrimi’nin sınırlı sayıdaki tanığından birisidir. Devrimden çok etkilenmişti. Amerikan Komünist Partisi’nin kurucularındandır. Savaştan sonra yeniden Rusya’ya döndü. Hastalandı ve Moskova’da öldü. Mezarı Kızıl Meydan’dadır. John Reed’in “Balkanlar’da Savaş” (Pencere Yayınları) kitabı eksiksiz şekilde Türkçeye çevrildi. Heyecanla sayfalarını çeviriyorum. O ilginç adamın, o önemli gazetecinin Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki izlenimlerini okumak çok etkileyici. Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüşü ve Balkanlarda yaşanan acılar, usta bir gazetecinin kaleminden bir film şeridi gibi akıyor. Kitabın benim için en ilgi çekici tarafı ise İstanbul’u anlattığı bölümler. Çanakkale Savaşı günlerinde İstanbul… Binbir milletin cirit attığı Pera’nın sokakları. Almanlar, İngilizler, Fransızlar… Ermeniler, Rumlar, Arnavutlar, kendini “Osmanlı” olarak tanımlamayı tercih eden Türkler… “Bin Üç Yüz Otuz Üç (1917) Temmuz 23, Çarşamba günü… Ala franga dokuzu üç geçe, inanılmaz çeşitlilikle seslerin bileşiminden oluşan bir gümbürtüyle uyandım. Bağırış çağırışlar, çerçilerin yüksek ve bet sesli nidaları, ilginç bir yöntemle ve görülmedik bir saatte insanları ibadete çağıran müezzinin genizden gelen feryadı, köpek havlayışları, eşek anırtıları ve sanırım cami bahçelerindeki binlerce okuldan gelen Kuran sesleri. Balkonum Pera’nın sarp eteklerine ürkekçe tutunmuş uzun Grek apartmanlarının çatısına bakıyordu.” “Grand Rue veya Tramvay Caddesi’nden (İstiklal Caddesi) hangi sokağa girerseniz girin, pencerelerinden yarı çıplak davetkâr bayanların sarktığı uzun sarkık binalara denk geliyordunuz. Bu dar, dönemeçli ara sokaklarda üç kâğıtçılar, hırsızlar ve Hıristiyan âleminin tutunamayanları cirit atıyorlardı. Yollar pislik içindeydi, ayağınızın altından ne idüğü belirsiz sıvı karışımları akıp gidiyordu…Ancak Avrupalı beyefendilerin ve hanımefendilerin hareket sahasında yalnızca oteller, kulüpler ve konsolosluklar vardı…’’ O yıllarda da bedelli askerlik olduğunu bir Osmanlı aristokratı John Reed’e şöyle anlatmıştı: “Burada kırk lira ödemeniz durumunda askerlikten muaf kılınıyorsunuz. Eğer bu bedeli ödemezseniz, kırk liranız olmadığına kanaat getiriliyor; bu son derece küçük düşürücü bir durum. Bir meslek olarak üst rütbe kadrolarda görev almak haricinde, orduda bulunmak, tanınmış ailelerden bir Türk’ün asla işine gelmez.” Savaş sırasında ilginç bir yasaktan söz eder John Reed, “ ‘Size komik geleceğine eminim’ dedi Davud Bey, ‘Biliyorsunuz savaş başladığında, hükümet düşman bir ulusun dilinin konuşulmasını kati surette yasaklamıştı. Fransız gazetelerinin kapısına kilit vuruldu, Fransızca ve İngilizce tabelaların indirilmesi emri çıkartıldı, keza İngilizce, Fransızca ve Rusça konuşma yasağı getirildi; ve bu üç dilde yazılan mektuplar bir bir yakıldı. Gel gör ki, çok geçmeden Haliç’in bu tarafında yaşayan nüfusun büyük çoğunluğunun yalnızca Fransızca konuşabildiği ve hiç Türkçe bilmediği anlaşıldı! Dolayısıyla yasak kaldırıldı. Mektuplara gelince, o iş daha kolay halloldu. Bir hafta önce gazeteler hükümete ait şu resmi kararı geçtiler: Fransızca, İngilizce ve Rusça yasağı hâlâ devam etmesine karşın, Amerikanca mektup yazılabilir!’” ??? 25.TÜYAP Kitap Fuarı’nın son günü…Önümde, hemen okumayı düşündüğüm başka kitaplar duruyor. Bu değerli kitapları sizlerle paylaşmak istiyorum: Müeyyet Boratav’ın “Sakıncalı Doktor… 20.Yüzyıldan Anılar” (İmge Yayınları), Zeynep Atikkan’ın, “Amerikan Cinneti…11 Eylül Amerika’yı Nasıl Değiştirdi?” (Yapı Kredi Yayınları), Server Tanilli’nin, “Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar, Kadın Sorununun Neresindeyiz?” (Alkım Yayınları), Hıfzı Topuz’un “Başın Öne Eğilmesin, Sabahattin Ali’nin Romanı” (Remzi Kitabevi), Elia Kazan’ın, “Uzlaşma” (Adam Yayınları, Nazar Büyüm çevirisi), Baki Koşar’ın anısına, “Dicle’nin Gözyaşları” (Erko Yayıncılık), Ayşe Kilimci’nin “Şu Ölüm Dedikleri” (Altın Kitaplar), Mıgırdiç Margosyan’ın “Tespih Taneleri” (Aras Yayıncılık), Agop J. Hacikyan ve JeanYves Soucy’in “Güneş O Yaz Hiç Doğmadı, Tehcirin Romanı” (Pencere Yayınları), Ferhat Tunç’un “Zor Zamanlar İnce Şarkılar” (Çivi Yazıları), Hasan Öztoprak, “Hakikatin Ölümü”, (Dharma Edebiyat), Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları “Harbiye’den Dersim’e” (Remzi Kitabevi, yayına hazırlayan Sami Önal), Deniz Kavukçuoğlu, “Canım Acıyor Baba” (Can Yayınları)…Onları okuyup bitirdiğimde, yine yazacağım… İÇEK’TEN ‘301. MADDE’ İSYANI C HP’Lİ MUSTAFA ÖZYÜREK ‘Benden başka kabadayı çıkmıyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti devletine sövüldüğü zaman Batı ülkelerinden gecikmeden ödül geldiğini belirterek ‘‘Toplumdan da ses çıkmıyor. Benden başka kabadayı da çıkmıyor bu memlekette’’ dedi. Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nun 5. olağan genel kuruluna katılan Çiçek, Türkiye’de bir kısım unsurların, taleplerini eskiden olduğu gibi doğrudan meydanlarda ifade etmediklerini söyledi. Bunların işin kolaycılığını bulduklarını, Avrupa Parlamentosu’na gittiklerini kaydeden Çiçek, bu konuların AB talepleri olarak Türkiye’nin önüne geldiğini söyledi. Çiçek şöyle konuştu: ‘‘301. madde, neyin aşağılanmasına cezayı hükmediyor?.. Şimdi, elinizi vicdanınıza koyun, Türk milletine mensup olmaktan bir rahatsızlığınız mı var ki, birileri bunu aşağılayacak, söylemedik şey bırakmayacak ve biz bunun adına özgürlük diyeceğiz. Bunu Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de yapabilir misiniz? Türkiye’ye gelince ‘bu madde kalksın.’ Cumhuriyet, bu ülkenin en önemli kazanımıdır, bunu aşağılamanın neresi özgürlük?’’ ‘AKP iktidarı yolsuzluğa battı’ Haber Merkezi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek, ‘‘AKP iktidarı 4 yılda toplumun emekçi kesimini perişan etmiş, yolsuzluğa batmıştır’’ dedi. Partisinin Bakırköy ilçe örgütünce düzenlenen ‘‘Türkiye’nin Ekonomik ve Siyasi Sorunları’’ konulu panele katılan Özyürek, AKP iktidarının 4 yılını değerlendirdi. Örgüt binasında gerçekleştirilen ve partililerin geniş katılım sağladığı panelde Özyürek, ‘‘AKP, başta işçi, memur, emekli olmak üzere toplumun emekçi kesimlerini perişan etti. Gelir dağılımı dengesi bozuldu. Bu artık saklanamaz bir gerçek’’ dedi. Özyürek, şunları kaydetti: ‘‘AKP iktidarı yolsuzluğa batmıştır. YİMPAŞ bunlardan biridir. AKP’li bakan ve milletvekillerinin de aralarında bulunduğu bu sorunun çözümüne dönük adım ise atılmamış, milyonlarca insan mağdur edilmiştir. CHP; YİMPAŞ, Ofer gibi yolsuzlukların üzerine kararlılıkla yürüyecek ve bunların hesabını soracaktır.’’ Panele Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen ve CHP İlçe Örgütü Başkanı Hüdaverdi Talay da katıldı. asirmen?cumhuriyet.com.tr DOSYALARI KARIŞTIRMIŞLAR Koçak’ın aracına esrarengiz saldırı ANKARA (Cumhuriyet) AKP’den bir süre önce ihraç edilen Afyonkarahisar milletvekili Dr. Mahmut Koçak’ın aracı kimliği belirsiz kişilerce arandı. Koçak ve eşinin Ankara Üniversitesi’nin verdiği bir kokteylde oldukları sırada aracın camını kıran kimliği belirsiz kişiler herhangi bir eşya almadı. Sadece araçta bulunan dosyaları karıştırdılar. Araçta inceleme yapan polis ekipleri dosyaların karıştırıldığını ve kanun tekliflerine bakıldığını söylediler. Konuyla ilgili açıklama yapan Dr. Koçak, “Belli ki birileri mesaj vermeye çalışıyor. Bu mesajı kimin vermek istediğini bilmiyorum. Ama biz yolumuza devam ederiz” dedi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle