14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 KASIM 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr RFI’nin Türkçe yayını sustu “Radio France Internationale (RFI) / Uluslararası Fransa Radyosu”, Fransız kamu radyoları arasında yabancı dillerde yayın yapan tek radyodur. Meraklılarının www.rfi.fr internet adresinde ayrıntısını bulabileceği bu radyo, 2’si haftada 1, 18’i her gün olmak üzere toplam 20 dilde konuşurdu. Haftada 1 saatlik Türkçe ve yarım saatlik Kreol (Karayip körfezinde konuşulan Fransızca ağız) dilindeki programlar 22 Ekim’de “ekonomi” gerekçesiyle sustu. Pazar sabahları Orta Dalga’dan yayın yapan “Türkçe Servisi” 1971’den beri faaliyetteydi. Fransa’daki Türk göçüne yönelik Stella Ovadia’nın başlattığı haftada 10 dakikalık bu özel programın 1974 – 1993 arasındaki sorumlusu Güzin Dino’ydu. Son kararla, Kreol dili, Fransa bölümü bünyesine entegre olurken, Türkçe servisinin sorumlusu ve tek kadrolu gazetecisi olan bendeniz de yeni bir proje hazırlamakla görevlendiriliyordum. Olay Türkiye’de kendi çapında Fransa’ya karşı yeni bir tepki uyandırıyordu. Durumu daha iyi anlayabilmek için konuyu biraz daha açalım... Bugünkü adını 1975’te alan, günde 44 milyon dinleyiciye ulaşan RFI, 1987’den beri yalnızca Fransızca konuşan “Radio France”tan (RF) tümüyle ayrı tüzelkişiliğe sahip, tam özerk bir kamu kuruluşudur. Ayrıca “FranceTelevisions”, “RFO”, “TV5” (Frankofon ülkelerin televizyonu) ve “ARTE” (Fransız – Alman ortak kültür kanalı) gibi 4 kamu televizyon yapısının dışında, 6 Aralık 2006’da başlayacak, Fransızca (süreleri şimdilik kesinlikle bilinmese de İngilizce, Arapça ve İspanyolca da konuşacak) uluslararası haber kanalı “France 24” aslında Fransa’daki kamu yayıncılığının, iyimser yaklaşımlane denli ‘bağımsız’ hücrelerden oluştuğunun en açık kanıtıdır. Bir “BBC”, “Voice of America (VoA)”, hatta “Deutsche Welle (DW)” gibi üç büyük uluslararası devlet yayınıyla karşılaştırıldığı takdirde, “Jakoben” gelenekli, aşırı devletçi, merkezci olduğu iddia edilen Fransa imajıyla hayli çelişen bir görüntü ortaya çıkar. Söz konusu üç yayın kurumu kâğıt üstünde nispi bir özerkliğe sahip olsalar da, Fransa’da RFI dahil, yukarıda adı geçen tüm kamu medyaları Alman, Amerikan, İngiliz meslektaşlarının aksine tek merkezden idare edilmezler. Tepedeki yöneticileri çoğu zaman siyasi iradeler belirlese de, çalışanları, tabanından tavanına “özerklik”in hakkını verir, özgürlük ve bağımsızlıklarına kolay kolay toz kondurmazlar. Devletin PARİS UGUR HÜKÜM elindeki tek somut baskı aracı “mali”dir. RFI’nin bütçesi diğerleri gibi Fransızlardan kesilen vergilerden beslenir. RFI son 10 yılda bütçesindeki artış oranı en düşük kamu kuruluşudur. Üstelik 2006 yılı bütçesinin, bir önceki yıla oranla 2 milyon, 2004’e oranla da 4 milyon Avro azalarak 126 milyon Avro olarak belirlenmesi, bu “özerk şirketi” gerçekten zor durumda bıraktı. 400’ü gazeteci ortalama 1000 kişinin çalıştığı işletmenin yönetimi, kemer sıkma politikasını zayıf halkalardan (!) başlattı. Kalite ve üretimin düşmesi pahasına kadrosuz, telifli, gündelik çalışanların işine son verildi, bazı programlar iptal edildi. Zayıf halkalardan ikisi de Türkçe ve Kreol servisleriydi. Yoksa olay bazı çevrelerin ısrarla suiistimal ettiği gibi, 12 Ekim’de Fransız Meclisi’nin onayladığı “İnkâra Ceza” yasa tasarısı çevresindeki tepkilere “misilleme” filan değildi... Ancak RFI yönetiminin Türkçe yayınlarını durdurmasının ardında yatan temel nedenlerden bir tanesinin daha, özünde en önemlisinin “kibarca” altını çizmekle yetinelim. Acaba şu anda varlıklarını sürdüren 17 dilden Almanca, Arnavutça, Bulgarca, Khmerce, Laosça, Polonyaca, Rumence, SırpHırvatça, Vietnamca, Fransa için stratejik açıdan, Türkiye ve Türkçeden daha mı önemliydi? Şahsi kanımızca HAYIR! Fransa’yı son 3035 yılda yöneten istisnasız tüm siyasi iktidarlar Türkiye, Türkler ve Türk dili konusunda tahayyül etmesi zor bir cahillik, daha da doğrusu körlük yaşarken, RFI üst düzey yöneticileri de değişiklikleri gerçekleştirebilecek cesaret ve iradeyi gösteremediler. Kısa bir deyişle “Türkiye önemsenmedi”. Türkiye Fransa’ya ne yeterince dost, ne de düşman oldu. Bugün topraklarında yaşayan yaklaşık yarım milyon Türk vatandaşına rağmen Fransa’nın böylesi bir atalete düşmesinin sorumluluğunu yalnızca Fransız yöneticilere yüklemek ise gerçeklerden kaçmaktır... Daha 1935’te “Paris Mondial” radyosunun Nazi propagandasını göğüslemek için kullandığı 5 yabancı dilden birinin Türkçe olması rastlantı mıdır? RFI sendikaları tüm çalışanları 6 Kasım’dan itibaren süresiz greve çağırırken, RFI yönetimi de önümüzdeki nisan, mayıs ve haziran aylarında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimini ve genel seçimleri iple çekiyor. Bu arada radyo bünyesinde Türkçe bir internet sitesi hazırlanması düşünülüyor: “Paris penceresinden AB sürecinde Türkiye ve TürkFransız ilişkileri”. [email protected] Alkatraz Kuşçusu’na kafes aranıyor aliforniya eyaletinin azılı mahkumlarına yine yol göründü. Yok, sanıldığı gibi K değil, kimseyi gammazlamıyorum! Dalton Kardeşler tarzı, tünel kazıp kaçmaları elektronik gözetlemeyle nerdeyse olanaksızlaştığından, böylesi bir ‘‘yol’’ şimdilik mahkumların ancak rüyasında görünüyor. İkide bir afla salınmaları da söz konusu değil. Onlara yol gözükmesinin nedeni, eyaletteki hapishanelerin dolup taşmasıyla ilintili... Artık, sokaktan suçlu toplamakta Kaliforniya polisi mi çok cabbar çıkıyor, yoksa suçlu üretmekte dünyada üstüne olmayan Amerikan toplumu mu hapishaneleri müşterisiz bırakmıyordu; işte bu ayrı bir tartışmaydı; yumurta mı, civciv mi, misali! Sorumlular, bu türden ‘‘lastikleşmiş konularla’’ ilgilenmeyi solculara bırakıp çözüm aradılar. Eyaletin yeterince zamanı da yoktu. Kaliforniya hapishanelerinde tek kişilik hücreye 3 kişi konmaya başlanmış, ranzalar o yüzden 3 katlı yapılmıştı... Hapishanelerde bir ayaklanma çıkması, yetkililerin adeta korkulu rüyası olmuştu. Ama her zaman bir çözüm yolu vardı: Kaliforniya’nın, eskiden filmlerde ‘‘Terminatör’’ olan şimdiki valisi Arnold Schwarzenegger, Hollywood film yapımcılarının ağzını sulandıracak bir senaryoyla işi ihaleye döktü. Cumhuriyetçi Parti’den seçilmiş, Bush hayranı olan Vali Arnold, bütçe sıkıntısındaki ABD eyaletlerini ihaleye çağırıp elindeki mahkum fazlasını yallah yapmanın yolunu buldu. Sevkıyat işi de özel sektöre devredildi: GEO Group Co., adlı şirket, bu işi üstlendi. Acil bin iki yüz tutuklu sevk edilirken, hemen ardı sıra, yola çıkarılmak üzere 5 bin kişi daha valiz topluyordu. Aslına bakılırsa, bu sayı da Kaliforniya’daki mahkum enflasyonunu eritmeyecekti. Daha 15 bin kadar mahkuma yer aranıyordu. Bu tutuklular, şimdilik kamuya ait binalarda, örneğin spor salonlarında, kullanılmayan depolarda yatırılıp kaldırılıyordu. Bu ise, eyalet bütçesini daha çok zorlamaktaydı. Gelişmeler üzerine, basında bazı heccav, mizahi sesler çıkmadı değil: Valiye daha az tutuklama yapması için polise talimat vermesi gibisinden, işi şakaya vuranlar bile oldu. Mahkumlara kiralık hapishane ihalesine katılanlar arasında, onları emaneten ve misafiren barındırmayı ‘‘fiyat kırıp’’ taahhütle üstlenen Indiana eyaleti vardı. Indiana Valisi Mitch Daniels, geçenlerde basın toplantısına ağzı I N D I A N A P O L I S kulaklarında fiyonk makarnası olmuş biçimde gelip, bu sevindirici haberi MAHMUT ŞENOL bütün Hoosier’lara duyurdu. Hoosier adını alan Indianalılar da, TV başında habere sevindiler! Nasıl sevinilmesin ki, 6200 mahkum için eyalet hazinesine günde 63 dolar para ödenecekti. Masraflar çıktıktan sonra, ‘‘Ohoooo, denecek sayıda bir dolu’’ kâr ediliyordu. Üstelik daha geride 15 bin potansiyel müşteri vardı... Vali, böylesi azılı haydutlar için 500 civarında ilave gardiyan ve hapishane görevlisi alınacağını da açıklayınca TV karşısında ‘‘Yupppiiii’’ diye çığlık atıldığı sokaktan bile duyulacaktı. Buna, iktisat derslerinde öğretildiğince, ekonomide ek istihdam yaratmak deniliyordu. ‘‘Selanik yürekli’’ kimilerinin haberle ağız tatları kaçmasın diye, Indianapolis’in 40 km. uzağındaki New Castle Hapishanesi’nin bu işe ayrıldığını valinin söylemesi de dikkati çekti. Hapishane, Alkatraz Adası’nı aratmayacak düzenekle donatılmıştı. Indianapolis halkının rahatsızlık duymasına gerek yoktu. Indiana’nın kaptığı bu iş fırsatı, öteki eyaletlerin de sıraya girmesine neden oldu. Arizona, Oregon, Nevada gibi eyaletler de, yakında açılacak öteki ihalelere kolları sıvadı. İş kârlıydı, bir nevi otelcilik yapılıyordu, 1’e 10 kâr bırakıyordu. Mahkumun yasal, adli sorumluluğu Kaliforniya’ya ait olmaya devam edecek, hapishanesini kiralayan eyalet salt konukseverlik gösterecekti. Tıpkı meslektaşı ‘‘Terminatör’’ gibi Bush yanlısı olan Vali Mitch’in üzerinde ihalenin kalmasını, aralarındaki sağcı koalisyona bağlayanlar çıktıysa da, tüm bunlar politik dedikodudan öteye geçemedi. İş iştir, kâr kârdır mantığı bir kez daha çalışacaktı. Kaliforniya’nın San Francisco Körfezi’ndeki Alkatraz Adası’nda geçen yüzyılın en azılı haydutlarını barındıran hapishane, oraya turist kafilesi getirmek daha karlı iş olunca, 1971’de kapatılmıştı. Mahkumlara o zaman da yol görünmüştü. Gerçek bir öyküye dayanan ‘‘Alkatraz Kuşçusu’’ adlı filmde, Burt Lancester’ın canlandırdığı haydut Robert Stroud, demek şimdi yaşasaydı, hücresinde beslediği kuşla Indiana’ya sevk edilecekti. Buysa şu anlama gelirdi ki, kuşbaz mahkumun beslediği serçe, yeni kafesine girene kadar 4 bin mil yol alacaktı. Bu yolu uçarak değil, zıhlı bir tren yolculuğuyla geçireceğini, şimdiki resmi açıklamaya göre söyleyebiliriz. Belki Indiana’ya geldiğinde, yeni kafesine girmeden ölmüş olacağını da! [email protected] Oryantal yerine Anadolu Ateşi Erdoğan, yüzde yüz otantik lkemize gelen turistlere bölümlerin az olduğunu, ancak yıllardır Türk dansı olarak tüm dansın içinde birkaç saniye oryantal göbek dansı sunuldu. de olsa dansın orijinal halinin Paket programların içinde yer sunulduğunu belirtiyor. Bu alan ya da ek bir seçenek olarak yöntemle otantik danstan hangi sunulan “Turkish Night”larda noktaya gelindiğini göstermeyi (Türk Gecesi) zaman zaman amaçlıyor. Şimdiye kadar Arap müziği eşliğinde yapılan gösterileri sonrasında aldığı en oryantal dansın ülkemizi temsil iyi tepki, Viyana’da gazetelerin etmesine sinir olmaktan başka bir şey gelmedi elimizden. Hatta “Türkler bu kez girdiler” yazması olmuş. “Belli bir 34 yıl önce işyerinde mesafe kat ettik, ama yetmez. meslektaşlarım benden bir Türk Las Vegas’ta yerleşik bir şov gecesi düzenlememi istediğinde yapmıyoruz örneğin. Bir en çok vurguladıkları “Aman grubumuz dünya turu ha göbek dansı da olsun” yaparken diğeri sabit istemiydi. Belçikalılara “Türk oynamalı. Cats 24 yıl oynandı, mutfağı sadece döner biz 34 yıl oynayacağız. Sırada değildir”i anlatmak zorunda başka projelerimiz de var. kaldığımız gibi, göbek dansının Troya, Homeros vb. Anadolu’yu temsil etmediğini, gösterilerimiz hazırlık yüzlerce halkoyunumuz aşamasında. Türkiye’ye gelen olduğunu anlatmakta da her yabancı konuk, özellikle keresinde zorlandım. Anadolu Ateşi için de gelmeli. 11 Kasım’da Belçika’ya 3. kez Onu bugün gördünüz. Şimdi gelecek olan Anadolu Ateşi’ni sıra sabit cast’ta. O da bir yıl Aspendos’ta izlemek üzere alır” diyen Erdoğan, grubuna Antalya’daydık. Aspendos ve kendine güveniyor. tıklım tıklım. İzlemeye “Türkiye tanınmıyor, gelenlerin çoğu turist. Grubun tanıyanlar da doğru iletişim sorumlusu Dilek Köse tanımıyor. Türkiye’yi modern turlarla çalıştıklarını söyledi. sanatla tanıtmak benim Eskiden turistleri için yurtseverlik Türk Geceleri’ne, BRÜKSEL görevi” diye düşünüyor göbek dansına Erdoğan. Zaten bizimle götüren birlikte Antalya’ya turizmcilerimiz gelen Belçikalı artık onlara gazeteciler de Anadolu Ateşi “Belçika’daki gösterisini ERDİNÇ UTKU Türkiye” ile sunuyor. Önce bir “Antalya’daki garipsedim, sonra Türkiye” arasındaki da sevindim; algılama uçurumunu anında nihayet Anadolumuz kendi fark ediyorlar. İzlenimlerini gerçekleriyle tanınıyordu. merak ettiğimiz Het Belang Van Çünkü Mustafa Erdoğan’ın Limburg gazetesinden Peter yönetimindeki Anadolu Ateşi, kaynağını Anadolu’nun binlerce Costermans, “Türkiye’de Belçika’dan daha az başörtülü yıllık mitolojik ve kültürel genç kız gördüm. Buradakiler tarihinden alan özgün bir proje. daha modern görünüyorlar, Anadolu Ateşi, Anadolu’nun giyimleri dahi farklı” derken binlerce yıllık sevgi, kültür ve Het Nieuwsblad gazetesinden tarih mozaiğinin barışla Kizzy van Horne da benzer harmanlanan ateşini tüm gözlemlerini “Burada çok az dünyada temsil ederek tanıtıyor. başörtülü kadın gördüm. 120 kişilik dans grubu Belçika’daki Türklerden daha (Sahnenin büyüklüğüne göre sayı azaltılıyor Aspendos’ta 50 farklı bir giyim tarzları var” şeklinde ifade ediyor. Limburg kişi sahnedeydi), binlerce kostümle, Anadolu’nun oryantal TV’nin kameramanı Joke Timmermans ise “Türkiye’de kültür, müzik, ritim ve dikkatimi çeken, buradaki figürlerini yansıtmakta. Bu Türklerin Belçika’dakilere muhteşem dans gösterisi, göre daha Batılı görünmesi iyilerin kötülere karşı verdiği oldu” diyerek izlenimlerini savaşın müzikal görsel anlatımı. aktarıyor. Aspendos gibi antik bir Gazetecilerin soruları bitince mekânda Anadolu Ateşi’ni son soruyu, Mustafa Erdoğan, izlerken Anadolu’nun renk gösteriyi izleyen Belçikalı cümbüşünde büyülü bir gazetecilere soruyor: “Gösteri yolculuğa çıktık. Gösteri Belçika’da beğenilecek mi?” sonrasında görüştüğümüz Gazeteciler hep bir ağızdan Erdoğan, “Bölgeleri renk yanıtlıyor: “Evet!” olarak kattık. Hikâye Türk Geceleri’nde “Anadolu kaygımız var. 3 binin üzerinde kaynaklı olarak sunulan” dans var. Anadolu’dan daha göbek dansı, yerini Anadolu yüzlerce gösteri çıkar” diyor. Ateşi’ne bırakıyor, Türkiye artık Anadolu’yu aralıksız bir ay yabancılara modern sanatla sürecek bir gösteride ancak tam tanıtılıyor. Bize de ayakta olarak yansıtabileceklerini alkışlamak düşüyor. düşünüyor. “Dansları biz daha ([email protected]) farklı yorumluyoruz” diyen Ü Faşistlere geçit yok! S Rusya’nın başkenti Moskova’da dün polis faşistlerin ırkçı gösterisine izin vermedi. Rusların diğer ırklardan daha üstün olduğunu savunan ve ayrıcalıklar talep eden, göçün sınırlandırılmasını isteyen yüzlerce faşist ve aşırı milliyetçinin dün yapmak istediği gösteriye izin verilmedi. Ancak eylemcilerin gösteriyi yapmakta direnmesi üzerine polis yüzlerce faşisti gözaltına aldı. (Fotoğraf: AP) Lokantada bir Türk’ü tanımanın yolları evgili okurlar, bir restoran ortamında bir Avrupalıyla bir Türk’ü nasıl ayırt ederiz? Hemşerilerimizi nasıl tanırız? Denilebilir ki, ‘‘Canım ne var bunda, bir Türk kara kaşı, kara gözü, pos bıyığı, boyu posu ile hemen belli olur’’. Hayır, hayır, bunu kabul etmiyorum, ırkçı bir yaklaşım bu. Öncelikle, bir Avrupalı gideceği restoranı önceden ne tür yemekler yiyebileceği konusunda araştırır ve öyle karar verir. Yani hangi ülkenin yemeğini yiyeceğine karar verdikten sonra mümkünse gideceği yeri arayıp rezervasyon yaptırmaya çalışır. Bir Türk, bilmediği hiçbir mekâna gitmez. Sevmez hoşlanmaz, uyuz olur... Bir Avrupalı, olay yerine varınca yaptırdığı rezervasyona göre oturmak için görevlinin gelip yardımcı olmasını bekler. Bir Türk gider ve oturur. Bulduğu, kendine göre uygun olan ve de ortama hâkim bir yere... Bir Avrupalı, garsonun mönü getirmesini bekler... Bir Türk, mekân sahibinin gelip, Abi hoşgeldin’’ demesini bekler... Bir Avrupalı, yiyeceklerine ve içinde neler bulunduğuna iyice bakar inceler, damak tadına göre seçer.. Bir Türk garsona ‘‘Getir bi şeyler’’ der... Bir Avrupalı, muhtemelen daha önce yememiş olduğu bir AMSTERDAM YAKUP KARAHAN yemeği ‘‘farklı şeyleri tatmak icin’’ ister... Bir Türk, bilmediği hiçbir şeyi yemez.. Bir Avrupalı, farklı bir ülke yemeği yiyorsa garsondan, ‘‘nasıl yenileceği konusunda’’ yardım ister. Bir Türk, hangi ülkenin yemeğini yerse yesin yanında ‘‘ekmek’’ ister. Yok derlerse olay çıkarır. Bir Avrupalı, yemek yerken sadece yemeğiyle meşgul olur. Bir Türk, bi lokma alır, bi ortamı keser.. Bir Avrupalı, yemekte birlikte olduğu kişi dışında mekânda kimse ile iletişim halinde olmaz, gerekmedikçe garsona bile bakmaz. Bir Türk, sağda solda kadın kız var mı diye durmadan kıpırdanır durur... Bir Avrupalı, ‘‘durum ve ortam ne olursa olsun eğlenmeye geldim, tadını çıkarmalıyım...’’ diye düşünür. Bir Türk, ha bire bakınır durur, rahatsız olacak bir şey arar... Bir Avrupalı, çevreden masasına bakan olursa ‘‘bir tanıdık galiba’’ diye kibarca ve de abartmadan selam verir.. Bir Türk, ‘‘ulan karıma asılıyolar galiba...’’ diye olay çıkartır, sonra kişi tanıdık çıkınca ‘‘Söylesene baba yaa!... İt var kopuk var!...’’ diye durumu düzeltmeye çalışır... Bir Avrupalı, yemeklerin kalitesine, tadına göre restoran hakkında karar verir. Bir Türk, garsonun masaya uğraması, mekân sahibinin ‘‘Abi başka bir isteğin var mı?...’’ sorusuna göre karar verir. Bir Avrupalı, hesabı ister. Bir Türk, hesabı isteyene kadar ‘‘Bunlar bizi kazıklamasın sakın!..’’ diye kıvranır durur, yemeğin tadını kaçırır.. Bir Avrupalı, hesaba bakar, fazla buluyorsa ve yemekleri beğenmiyorsa ‘‘o restorana bir daha gelmemek üzere’’ kalkar, keyfini ve ortamı bozmadan çıkar... Bir Türk, ortamı mahveder... Siz ne diyosunuz, yanında manita olduğu halde yamuk ha?... Bir Avrupalı evine gider. Bir Türk, yaşadığı tatsız olayı unutmak için arkadaşlarına anlatmaya gider... Eee sonra! Sonra ‘‘Bir Türk ne der’’ diyeceksiniz valla ama sonrasını ne biliim.. Eğer olay Amsterdam’da geçiyorsa anlatabilirim. Belki de Kırmızı Fener Sokağı’na gider. Avrupalı? Onun kız arkadaşı var... he he he he!... CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle