15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 KASIM 2006 PERŞEMBE 4 HABERLER Cumhurbaşkanı yasanın azınlıklara Lozan Antlaşması’nda öngörülmeyen haklar tanıdığı uyarısı yaptı DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Arızalı Trenin Kazası Oldu mu, Olmadı mı? Şu tren kazası çağrışımına, daha doğrusu tren yolculuğu benzetmesine bir türlü aklım ermiyor. Eren varsa beri gelsin. Tren, ray üzerinde yol alan bir araç. Trenin olabilmesi için her şeyden önce tren yolunun olması gerek. Tren yolları, yolcuları ya da malları bir yere ulaştırmak için yapılır. Trene binen kişinin bir amacı, varmak istediği bir istasyonu olmalıdır. Ucu açık tren yolu olmaz. Tren yolu mutlaka bir yere varır ve en sonunda da terminusta, yani son durakta biter. Bizim AB maceramızda, üyelik müzakereleri bir tren yolculuğuna benzetiliyor. Ama öylesine garip bir yolculuktur ki bu, yolun ucu açıktır. Yani nereye gideceği belli değildir. Yolcu son durağa varmak için, ücretini ödeyerek ve bu yolculuğu kendisinden önce yapmış olanların hepsinin yerine getirmiş olduğu koşullara razı olarak binmiştir trene. Ama bu kez treni yönetenler, yolcuya bilet parasını ödettikleri halde, onu nerede indirecekleri konusunu açıklıkla söylemiş değillerdir. Daha doğrusu, yolcuya onu son durağa kadar götürmeyecekleri, ahmak olmayan herkesin anlayabileceği bir açıklıkla anlatılmıştır, ama yolcu, yakınları kendisini trene binmiş görsün ve terminusa varacak sansın diye, anlamazlıktan gelmeyi yeğlemiştir. Yani tren, bizim yolcu için arızalıdır. Çünkü onu istediği yere götürmeyecektir. ??? Yolculuk başladıktan sonra treni yönetenler, yolcudan ek isteklerde bulunmakta, ödenen bilet parası içinde bulunan ve daha önce başka yolculara verilmiş olan hizmetleri vermemekte direnmektedirler. Bizim yolcu, bir yere varmayacak arızalı tren ile mihnetli yolculuğu kabul etmektedir. Ama bu kabul de işe yaramamakta, uflaya puflaya, tıngır mıngır yol alan tren ilerledikçe, gariban yolcuya yeni ek talepler iletilmekte, yolcu mırın kırın edince de “Sonra tren kazaya uğrar ha!” diye gözdağı verilmektedir. Belirtmeye gerek yok sanırım, arızalı tren, Ankara’yı son durağa götürmeyeceği bilinen TürkiyeAB müzakere sürecidir. Türkiye’nin nihayetinde, Kıbrıs Rum Yönetimi’ni adanın tek resmi temsilcisi devlet olarak tanıyıp, kuzeyde yaşayan kendi soydaşlarını da, bölgedeki çıkarlarını da bir kalemde silip atmayı kabul etmemesi halinde, trenin kazaya uğrayacağı tehdidi sürekli ileri sürülmüştür. Şimdi Türkiye’de işbaşında bulunan ve bu arızalı trende şaibeli bir yolculuğa da razı gelen iktidar, yaklaşmakta olan seçimler ve öfkesi artan kamuoyunun tepkisi dolayısıyla isteneni kabul edemeyeceğini mecburen söylemiştir. Bu durum üzerine trenin raydan çıkmasını bekleyenler fena halde yanılmışlardır. Türkiye’nin “hayır” yanıtı üzerine kimse müzakereleri kesme yolunu tutmamış, görüşmelerin yavaşlatılması ile kimi başlıkların askıya alınması arasında bir yol aranmaya başlanmıştır. ??? Bu satırlar yazılırken henüz Brüksel’in nasıl bir karara varacağı belli olmuş değildi. Aslında bunun bir anlamı da yoktur. Çünkü tren arızalıdır ve Türkiye’yi amaçladığı hedefe götürmeyecektir. Ama müzakereler de tümden kesilecek değildir. Çünkü enayi eğleyen bu yolculuğun sürmesinde AB’nin Türkiye’den daha fazla çıkarı vardır. Avrupa ülkeleri müzakere sürecini kestikleri, zaten gerçekleşmeyecek olan üyelik görüşmelerinin bittiğini söyledikleri andan itibaren Türkiye üzerindeki baskı olanaklarını yitireceklerdir. Böylesine her talebe açık, hiçbir devletin kabul etmeyeceği, böylesine belirsiz bir maceraya atılabilen bir iktidar üzerindeki baskı olanaklarından kendi isteğiyle vazgeçecek kadar enayi değildir Avrupa. Bu yüzden hiç merak etmeyin! AB ile aramızda bir tren kazası falan olmayacaktır. Aslında, keşke bir tren kazası olsa da yolculuğun gerçek rotası çizilse ve biz de nereye hangi bedelle gideceğimizi öğrenebilsek. Sezer’ den vakıflara veto ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, azınlık vakıflarına Lozan Antlaşması’nda öngörülmeyen hakların tanındığı ve anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Vakıflar Yasası’nın bazı maddelerini veto etti. Sezer veto gerekçesinde, Lozan Antlaşması’nın Cumhuriyet dönemi hukuk sisteminin temelini oluşturduğuna dikkat çekerek azınlık vakıflarıyla ilgili değişikliklerin öncelikle antlaşma yönünden incelenmesi gerektiğini vurguladı. Cumhurbaşkanı Sezer, Vakıflar Yasası’nın 9 maddesini bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade etti. Sezer, veto gerekçesinde şu görüşlere yer verdi: Yasayla, yeni vakıfların vakıf senedindeki amaçları gerçekleştirmek üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirimde bulunmak koşuluyla şube ve temsilcilik açabilmesi; vakıfların yeni taşınmaz mal edinebilmeleri; mülhak vakıfların hayrat niteliğindeki taşınmazlarının özgülenebilmesi; cema ? Cumhurbaşkanı Sezer Vakıflar Yasa tasarısı’nın 9 maddesini bir kez daha görüşülmek üzere TBMM’ye iade etti. Sezer iade gerekçesinde yasanın bazı maddelerinin anayasaya aykırı olduğunu ve yasa hazırlanırken Türkiye Cumhuriyeti için anayasa değerinde olan Lozan Antlaşması’nın hükümlerine uygun hareket edilmesi gerektiğini belirtti. at vakıflarına ilişkin, kısmen ya da tümüyle hayrat olarak kullanılmayan taşınmazların, vakıf yönetiminin istemi üzerine Vakıflar Meclisi kararıyla, aynı cemaate ilişkin başka bir vakfa özgülenebilmesi ya da vakfın akarına dönüştürülebilmesi; vakıfların, yurtiçi ve yurtdışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilmesi; yurtiçi ve yurtdışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardım yapabilmesi; vakıfların, amacını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir sağlamak için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bilgi vermek koşuluyla iktisadi işletme ve şirket kurabilmesi ya da kurulmuş şirketlere ortak olabilmesi olanaklı kılınmıştır. Bu düzenlemeler, hukukun genel ilkeleri, anayasanın 2. maddesinde yer verilen hukuk devleti niteliğinin gereği olan hukuk güvenliği ilkesiyle, anayasanın örgütlenme özgürlüğü ve mülkiyet hakkına ilişkin 33. ve 35. maddesindeki kurallarla bağdaşmamaktadır. “Ulusal Ant” sınırları içinde, özgür ve bağımsız bir devlet olarak varlığı tanınmış ve Türkiye Cumhuriyeti dünya uluslar ailesine bağımsız bir devlet olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Lozan Antlaşması, Cumhuriyet dönemi hukuk sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bu niteliği nedeniyle antlaşma kuralları “anayasal değerde”dir. Yasayla cemaat vakıflarına ilişkin olarak getirilen en önemli değişiklik, bunların mülhak vakıf statüsünden uzaklaştırılarak Türk Medeni Yasası’na göre kurulan yeni vakıflara yakınlaştırılmasıdır. Bunun sonucunda, Türk Devrimi’nin tasfiye ettiği “şeri hukuk” düzeni içinde kurulmuş eski vakıfların tasfiyesini amaçlayan yaklaşımın ve bu yaklaşımın gereği olarak tüm eski vakıflar üzerinde Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığıyla ku Lozan, ‘anayasal değerde’ Yasanın 3. maddesinde, bu yasada geçen “vakıflar” sözcüğünün, mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfların tümünü kapsadığı belirtilmiş; vakıflar bağlamında cemaat (azınlık) vakıflarıyla ilgili esaslı değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin öncelikle Lozan Antlaşması yönünden incelenmesi gerekmektedir. Lozan Antlaşması, Türkiye Devleti’nin uluslararası düzlemde hukuksal ve siyasal kuruluş belgesidir. Lozan Antlaşması’yla, Türkiye Cumhuriyeti’nin rulan oldukça sıkı izin ve denetim sisteminin, neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldığı görülmektedir. Cemaat (azınlık) vakıfları, Türkiye’de yaşayan ve Türk yurttaşı olan, Ermeni, Yahudi ve Rumlar tarafından Osmanlı hukuk düzeni içinde kurulan, Lozan Antlaşması gereğince 2762 sayılı Vakıflar Yasası’yla tüzelkişilik kazandırılan dini ve hayri kurumlardır. Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması’yla, Osmanlı hukuk düzeninin eseri olan ve o tarihte yürürlükte bulunan “şeri hukuk” esaslarına göre kurulan cemaat vakıflarını, belirtilen koşullarla koruma ve diğer vakıflarla eşit işleme bağlı tutma yükümlülüğü altına girmiştir. Vakıflar Yasası’yla, Türk Medeni Yasası’ndan önce eski hukuka göre kurulan vakıflara ilişkin olarak varlıklarına ve vakfiyelerine zorunlu durumlar dışında dokunmadan, yeni ilke ve yöntemler getirilmiş, Lozan Antlaşması’nın 42. maddesinde sözü edilen azınlık vakıfları bu yasanın kapsamına alınmıştır. T ÜBİTAK DAVASI A KP’Lİ EDİBE SÖZEN Erdoğan tazminat ödeyecek ? Başbakan Erdoğan, eski TÜBİTAK Başkanı Namık Kemal Pak’a, 7 bin YTL manevi tazminat ödemeye mahkum oldu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eski TÜBİTAK Başkanı Namık Kemal Pak, “yürütmenin durdurulması kararının gereğini yerine getirmediği” gerekçesiyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan aleyhine açtığı davada, 7 bin YTL manevi tazminat kazandı. Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi’ndeki davanın karar duruşmasına, Pak’ın avukatı Tezcan Çakır ile Başbakan Erdoğan’ın avukatı Muammer Cemaloğlu katıldı. Avukat Çakır, davanın idari yargı kararlarının uygulanmamasından doğan kişisel kusurların tazminatı davası olduğunu belirterek, davanın kabul edilmesini talep etti. Cemaloğlu ise Namık Kemal Pak’ın görevine atanmama nedeni olarak ileri sürülen iddiaları delil olarak gösterdiklerini söyledi. Cemaloğlu, daha önceki beyanlarını tekrarlayarak, davanın reddini istedi. Yargıç Reha Kaptan, davayı kısmen kabul ederek, Başbakan Erdoğan’ı, eski TÜBİTAK Başkanı Pak’a, 7 bin YTL manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Namık Kemal Pak’ın avukatı Tezcan Çakır tarafından açılan davanın dilekçesinde, Başbakan Erdoğan’ın, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin yürütmenin durdurulması kararını yerine getirmeyerek, hukuka aykırı ve keyfi tutumu nedeniyle Pak’ın kişisel ve özlük haklarına ağır ölçüde zarar verdiği belirtilmişti. Dilekçede, Pak’ın atama önerisinin hukuki hiçbir gerekçe olmaksızın Cumhurbaşkanlığı’na iletilmediği ifade edilerek, bu davranışın kamuoyunda “Acaba yolsuzlukları nedeniyle mi ataması yapılmıyor?” düşüncesini hâkim kıldığı ve Pak’ın küçük düşürüldüğü belirtilerek, Erdoğan’dan 100 bin YTL manevi tazminat talep edilmişti. ‘Yayla olayı cehalet çatışması’ ? “Kemalizm gericiliktir” diyen Prof. Yayla etrafında dönen tartışmaları “iktidar ve cehalet çatışması” olarak nitelendiren AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen, Erdoğan’ın Papa ile görüşmesine ilişkin soruya “Bizi bağlamaz” diyerek yanıt vermedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen, AKP’nin merkez partisi olduğunu, bu nedenle kurumsallaşması gerektiğini söyledi. “Kemalizm gericiliktir” diyen Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla’nın üniversitedeki dersine son verilmesini eleştiren Sözen, olayı “cehalet çatışması ve iktidar sorunu” olarak nitelendirdi. AKP’nin basından sorumlu yeni Genel BaşkanYardımcısı Edibe Sözen, dün gazetecilerle tanışma toplantısı düzenledi. AKP’nin merkez partisi olduğunu ve kurumsallaşması gerektiğini dile getiren Sözen, “Biz bu kurumsallaşmayı revizyona tabi tutarak devam ettireceğiz” dedi. Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Sözen, AKP İzmir İl Teşkilatı’nın düzenlediği bir toplantıda “Kemalizm gericiliktir” diyen Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla’nın üniversitedeki derslerine son verilmesini nasıl değerlerdirdiğinin sorulması üzerine, şu açıklamayı yaptı: “Üniversite, siyaset ve diğer alanlar arasında mutabakat alanı yaygın değil. Türkiye’de kurumsallaşma sıkıntısı var. Ben öğrencilerime Edward Said’in kitaplarını okutuyorum. İsrail karakolunu taşladığında Kolombiya Üniversitesi’nde öğretim üyesiydi ve İsrail ‘Üniversiteden atın’ dedi. Kolombiya Üniversitesi Rektörü bu akademisyenini inanılmaz derecede yüceltti. Burada bu tavrı göremiyoruz. Türkiye’deki krizler daha yerel olduğu için daha yerel krizlerin içindeyiz. Bizde de herkes, üniversite, parti o krizin içine girdi.” İktidar sorununun çözülmesi gerektiğini kaydeden Sözen, “ İsteyen her istediğini söyleyebilir mi? Başka birtakım disiplinler olduğunu görüyoruz. Bu çağ, haklar çağı. Aldık konuyu, 19. yüzyılın kurallarına göre tartıştık. İfade özgürlüğünü ilgilendiren bir konu var, siz bunu ‘Medeni Yasa ile çözelim’ diyorsunuz, olmaz böyle bir şey. Bu bir sistem sorunudur, iktidar sorunudur. Orada mağdurlar da, yargılayanlar da bu dünyaya ait olmayan bir dili kullandılar. Bir cehalet çatışması var” diye konuştu. EğitimSen üyeleri, 4 öğretmenin görev yerlerinin değiştirilmesini protesto ettiler. (Fotoğraf:AA) Öğretmenlere sürgün EğitimSen, öğretmenlerin haksız bir soruşturmanın ‘kurbanı’ olduğunu belirterek müfettişler için suç duyurusunda bulundu EVRİM KAYA asirmen?cumhuriyet.com.tr ‘Y ASA ÇALIŞMASI YOK’ Yeşil sermaye mağdurları sahipsiz ALİ AYAROĞLU İstanbul Moda İlköğretim Okulu’nda 2005 yılından bu yana vekil müdür olarak görev yapan Hüseyin Ceylan hakkındaki iddiaları içeren “Veliye Bile Şiddet’’ başlığıyla duyurduğumuz haber üzerine okulda başlatılan soruşma tamamlandı. Soruşturmadan “tanık’’ olarak dinlenilen EğitimSen üyesi 4 öğretmene “sürgün” kararı çıktı. Öğretmenler, Moda’dan Sultanbeyli’deki çeşitli okullara gönderildi. Sürgünü eleştiren EğitimSen 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Toprak, soruşturmayı yürüten müfettişlerin taraflı davrandığını savunarak müfettişler hakkında suç duyurusunda bulunduklarını açıkladı. Gazetemizde 28 Mart 2006’da yayımlanan haberde müdür Ceylan’ın öğrencilere “çakı’’ gösterdiği, dövdüğü ve daha çok dövmekle tehdit ettiği iddiaları üzerine iki ilköğretim müfettişi soruşturma başlattı. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından sendikaya üye Arzu Toprak, Yaşar Geler, Abdullah Yıldız ve Meltem Güven adlı öğretmenlere 1/30 oranında maaştan kesme cezası verildiği bildirildi. Bu cezanın uygulanmasının ardından ise Geler’in Sultanbeyli Battal Gazi, Güven’in Sultanbeyli Ahmet Yener, Yıldız’ın Sultanbeyli Mevlana ilköğretim okullarına yer değişikliği ile gönderildiği bildirildi. Öğretmenlerin haksız bir soruşturmanın “kurbanı” olduğunu belirten EğitimSen 2 No’lu Şube Başkanı Toprak, “Soruşturmayı yürüten müfettişlerden Mustafa Tavlı objektif olması gerekirken müdürden yana tavır koymuştur.Sendika olarak müfettişler hakkında, gerçeğe aykırı düzenleme yapma ve görevi kötüye kullanmaktan dolayı savcılığa suç duyurunda bulunduk” dedi. Ceylan’ın hakkında açılan çok sayıda soruşturmadan aklandığını söyleyen Hasan Toprak, “Kendisi görevden alınmalıdır” diye konuştu. ZONGULDAK İslami holdinglere yüksek kâr vaadiyle paralarını kaptıran yeşil sermaye mağdurları Meclis’ten de umdukları desteği bulamadılar. Avukatları aracılığıyla Meclis’e başvuran yurttaşlara, “Şu an itibarıyla komisyonlarda bir yasa çalışması bulunmamaktadır” yanıtı verildi. KOMBASSAN, YİMPAŞ, Endüstri, İttifak, Avantaj Holding gibi şirketler tarafından dolandırılan bir grup yurttaş, avukatları Osman Ayaroğlu aracılığıyla Meclis’e başvurarak sorunlarının çözümü için bir çalışma yapılıp yapılmadığını sordu. Yeşil sermaye mağdurlarına TBMM Dilekçe Komisyonu’nca 7 Kasım’da verilen yanıtta, söz konusu holdinglerin faaliyetlerini araştırmak üzere 29 Mart 2005’te Araştırma Komisyonu’nun kurulduğu ve bu kurulun hazırladığı raporun 11 Nisan 2006’da Meclis’te görüşüldüğü anımsatıldı. Komisyonun yanıtında, “Bu görüşmenin haricinde bu konuyla ilgili olarak yasa çalışmaları çerçevesinde konu komisyonlarda ele alınmamış ve görüşülmemiştir. Şu an itibarıyla komisyonlarda bekleyen böyle bir yasa çalışması bulunmamaktadır” ifadeleri dikkat çekti. K ILIÇDAROĞLU’NUN 13 SORUSUNA SADECE ‘DEĞERLENDİRME SÜRECİ DEVAM EDİYOR’ YANITINI VERDİ Unakıtan’ın El Kadı suskunluğu ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun BM’nin terörü finanse edenler listesinde yer alan Yasin el Kadı’ya yönelik incelemeye ilişkin 13 soru yönelttiği Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, tek cümlelik “yanıt” vermekle yetindi. Soru önergesinde Kılıçdaroğlu’nun yanıtlanmasını istediği sorulardan bazıları şöyleydi: Maliye Teftiş Kurulu Başkanvekili Cemal Boyalı “Bu inceleme (Yasin el Kadı incelemesi) Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın görevi değil. MASAK’ın görevi. MASAK ne zaman inceleme yaparsa yapsın biz Maliye müfettişi desteği veririz” şeklinde beyanda bulunmuştur. Sayın Cemal Boyalı, karapara, vergi, TCK, kambiyo, örgütlü suçlar ve terörle mücadele gibi birçok mevzuatı ilgilendiren bir olayda nasıl oluyor da Maliye Teftiş Kurulu inceleme yapmaya yetkili değil, iddiasında bulunabiliyor? İlk incelemeleri yapan müfettişin raporlarında, belli bir hata ya da eksiklik var mıydı? Eğer söz konusu raporlarda bir hata veya eksiklik varsa neden söz konusu raporlar incelemeyi yapan müfettişe iade edilmeyip MİT, Genelkurmay ve Dışişleri Bakanlığı’na gönderilmiştir? “El Kadı dosyasında tek suçlu müfettiş olacak” başlıklı haberde, düzenlediği raporda çalışmaları sırasında siyasi ve bürokratik engellerle karşılaştım, ifadesini kullanan Maliye başmüfettişinin, Maliye Yüksek Eğitim Merkezi’ne atandıktan sonra, baskı gördüm, iddialarının 3 müfettişe incelettirildiği doğru mudur? 3 müfettişin düzenlemiş olduğu rapor üzerine ne gibi işlem yaptınız? Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Kılıçdaroğlu’nun sorularına kendine özgü bir yanıt vererek, “Söz konusu soru önergesinde belirtilen hususlar ile ilgili olarak gerek basında çıkan haberler gerekse cumhuriyet savcılıklarına intikal ettirilen hususlarla ilgili değerlendirme süreci başlatılmış olup, halen devam etmektedir” demekle yetindi. ‘Başbakan beni bağlamaz’ Sözen, bu konudaki ısrarlı sorular üzerine, “Ben de cehalet çatışması kuyusuna düşmem. Metni görmedim” demekle yetindi. Sözen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Papa görüşmesiyle ilgili açıklamalarının anımsatılması üzerine, “Başbakan bizi bağlamaz. Hükümet ayrı, parti ayrı. Hükümetle ilgili soruları Başbakan’ın danışmanlarına, hükümet yetkililerine sorun” dedi. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle