25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 KASIM 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çok mu Zor? Anayasadan, aydınlanmadan, laik düşünce sisteminden rahatsızlık duyanlar, yüce Atatürk’ün oturduğu Çankaya’ya çıkabilirler mi? PENCERE mel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar, yahut nüfuz sağlama amacı ile, her ne yolla olursa olsun, dini veya din duygularını, yahut dince kutsal sayılan şeyleri kötüye kullanamaz” denmektedir. Şimdi, düşünelim, anayasamızın bu hükmüne karşın, ülkemizde gericilik var mıdır? Din duygularını, çıkarları için kullananlar var mıdır? Devletin temel düzenini, hukuk düzenini, din kurallarına dayandırmak isteyenler var mıdır? Üzülerek söylemek gerekir ki bu sorulara, yoktur demek çok zordur ve böyle düşünenler, bugün ülke yönetimindedirler. Anayasamızın 174. maddesi ise, “Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen Devrim Yasalarının hükümleri, anayasaya aykırı olduğu biçimde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” demektedir. Aynı maddede sayılan Devrim Yasaları ise, “Öğretim Birliği Yasası” “Giysi Devrimi Yasası”, “Tekke ve Zaviyelerin, Türbelerin kaldırılmasına ilişkin yasa” gibi yasalardır. Bir başka anlatımla, bu yasalara uymak ve bu yasaları korumak bir anayasa hükmüdür. Şimdi, bir kez daha düşünelim, siyasal iktidar, bu yasalara ne kadar uyuyor ve ne kadar saygı gösteriyor? Anayasadan, aydınlanmadan, laik düşünce sisteminden rahatsızlık duyanlar, yüce Atatürk’ün oturduğu Çankaya’ya çıkabilirler mi? Gericilikten (irticadan), yobazlıktan kurtulmanın ilk yolu AKP’den kurtulmaktır. ABD’den, AB’den kurtulmak, gericiliğe dur demek, bölücülüğü yok etmek, AKP’yi tarihin çöplüğüne gömmek, Çankaya’ya ulusumuza yakışan aydınlık bir yüreği çıkarmak zor mudur? Ulusumuz, çok daha zorlarını başardı, bunu da başaracaktır. Laiklik ve Papalık ZAMANI geldikçe “Türkiye laiktir, laik kalacak!” diye bağıran kitleler Papa 16. Benedictus’un ziyareti üzerinde de derinliğine düşünmelidirler. Özde Fener Patriği’nin ekümeniklik iddiasını dolaylı yoldan desteklemek amacıyla düzenlendiği artık açıkça belli olan bu ziyaret, Türk Ortodoks Kilisesi Sözcüsü Sevgi Erenerol’un çok güzel açıkladığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı da sinsi bir niyet taşımakta. Davetin devlet onuru açısından tam isabetle Cumhurbaşkanı’nca yapılmış olması, olaydaki sinsiliği örtmeye yetmiyor. Küresellik iddiasıyla dünya egemenliği peşinde koşanlar, on yüzyıldır birbirini dışlayan Ortodoks ve Katolik “Kilise”lerini yakınlaştırarak, bir inanç bütünlüğü yaratmaya çalıştılar. Bu bütünlüğü de doymak bilmez ekonomik hesaplarının arkasına almak niyetindedirler. Patrik ve Papa bu niyete hizmet etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. için böyle olmakta? Neden bu iki “Kilise”, siyasal amaçlardan, yani ülkelerindeki ve dünyadaki iktidar mücadelelerinden büsbütün kopamıyorlar? Bizans döneminde Papalık’tan ayrılan Doğu Roma Ortodoks Kilisesi’nin yüzyıllarca Osmanlı’ya yanaşık durduktan sonra ayrılıkçı isyanları nasıl desteklediği, Batılı ve kuzeyli büyük devletlerin emellerine nasıl hizmet verdiği, Mütareke günlerinde Ankara’ya nasıl hainlik ettiği, bu ülkede çok iyi bilinir. Daha az bilinen, Papalık’ın siyasal güç konusundaki tutumudur. Hem de “yeryüzü” ve “gökyüzü” iktidarlarını birbirinden ayıran, Roma mazlumlarının Sezar’lara itaat etmesini, öteki dünyadaki huzur için de İsa’ya, “Ruhül Kudüs”e ve Meryem Ana’ya dua edilmesini isteyen bir dinin tepesinde. Hıristiyanlık, bu yanıyla, dünya ve ahret gerekleri arasında ayırım gözetmeyen Müslümanlıktan farklı olarak, din ve devlet işlerinin ayrılması ve laikliğin gerçekleşmesi için çok daha elverişli bir zemin sayılmalıydı. Ama, öyle olmadı. Roma uyruklarının kitleler halinde Hıristiyanlığa kaymalarına karşı âciz kalan iktidar sahipleri, çareyi kendileri de Hıristiyan olmakta buldular ve böylece Kilise’yi yanlarına aldılar. Sonuçta, ortaçağların uzun yüzyılları boyunca krallar Papalık’a değil, Papalık onlara hükmetti. Devrimler bu dinsel kudreti büyük ölçüde zayıflattı, ama iliklere işleyen siyasallaşma Papalık’ı devletlere ve hatta diktatörlere hizmet vermekten tamamen alıkoymadı. Şimdi, sıra küresel sermayeye hizmete gelmiş görünüyor. opraklarında az sayıda da olsa Hıristiyan topluluklar ve hele büyük iddia sahibi bir Patrikhane barındıran Cumhuriyet, bu gidişe seyirci kalamaz. Cumhuriyetçi laiklik, yalnız Müslüman köktenciliği değil, belki ondan da daha tehlikeli olarak böylesine toplu ve sinsi bir Hıristiyanlık çullanışını da tehlikeli saymak zorundadır. Elbet gelen gidene konukseverlikte kusur etmeyerek. Besmele ile İstavroz... Yazıya alengirli bir haberle girmekte yarar var: ‘Laik Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı RTE’, Ürdün’de, ‘Genç Arap Liderleri Forumu’na katılmış, konuşacak.. Kürsüye çıkmış.. Söze nasıl başlamış?.. Besmeleyle.. Hazreti Muhammet demiş ki: “ Bismillah ile başlamayan hiçbir işin sonunda hayır yoktur...” Günlük yaşamda çoğu Müslüman besmeleyle adım atar, ama, politika toplantısında Bismillah çekmek laik Cumhuriyetin Başbakanına yakışır mı?.. Bir Müslüman Türk için siyasete din karıştırmak günahı kebâirden sayılmalı... ? Gerçekte Müslümanlık çok kolaydır; besmeleyle işe başlamak yeter; kelimei şahadet getirdin mi vaziyet tamamdır... Vaktiyle Ortaköy’de Bektaşi ile Papaz çok dost imişler, yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş... Bir gün Bektaşi’ye haber vermişler: Hemen gel, Papaz çok hasta... Bektaşi varmış bakmış ki dostu ölüm döşeğinde yatıyor... Bektaşi’yi görünce Papaz’ın dudakları titremeye başlamış, konuştu konuşacak... Baba Erenler hemen eliyle Papaz’ın ağzını kapatmış... Çevreden bozulanlar sormuşlar: Ne yapıyorsun yahu?.. Bektaşi: Ben bu pezevengi bilirim, demiş, şimdi bir besmele çeker, doğru Cennet’e gider... ? Cumhuriyet’te ilk yıllarım... İran Şahı Pehlevi Türkiye’yi ziyaret ediyor; oturdum zehir zemberek bir yazı döşendim; komşumuzda dine dayalı bir diktatörlük yok muydu?.. Laik aydınların icabına bakmıyorlar mıydı?.. Rahmetli Cevat Fehmi Genel Yayın Müdürü’ydü, biraz sonra odama girdi: İlhan, dedi, Cumhuriyet’te kuraldır, ülkeyi ziyaret eden devlet başkanları aleyhine Türkiye’de konuk oldukları sürece yayın yapmayız; bir başka yazı yazamaz mısın?.. Geçmiş zaman anısı!.. ? Şimdi bakıyorum, izliyorum, Papa aleyhine köpüren medyanın yazdıkları vurguluyor ki, bambaşka bir dünyada yaşıyoruz... Öyleyse bu modaya katılmak yolunda bir Bektaşi fıkrası daha... Bektaşi, Papaz dostuna sormuş: Bana bak, siz Hıristiyanlar ikide bir neden istavroz çıkarıyorsunuz?.. Papaz: Yahudiler Hazreti İsa’yı çarmıha gerdiler ya, peygamberimizi anıyoruz... Bektaşi: Şükredin ulan, demiş, ya İsa’yı kazığa oturtsalardı, ne yapacaktınız?.. Erol ERTUĞRUL Hukukçu eriye doğru bakarsak Cumhuriyetimizin kuruluşunun 83. yıldönümünü, bu yıl farklı duygularla kutladığımızı görürüz. 83. yılında genç Cumhuriyetimiz, bölücülüğe ve gericiliğe karşı bir savaş veriyor. Her iki tehlike de ABD ve AB tarafından korunup kollanıyor. AB, yirmi yıl sonrası için bile, Türkiye’yi birliğe almayacağının işaretlerini verirken, her gün önümüze yeni ve kabul edilemez istekler sürüyor. Açıkça, yirmi yıl sonra bile giremeyeceğimiz bir birlik için açık ödünler isteniyor. Kıbrıs deniliyor; hava, deniz limanlarının Rum kesimine açılması isteniliyor. Sözde Ermeni soykırımı deniliyor, arkasından Rum Pontus, Süryani uydurması geliyor. Boğazların ortak yönetimi deniliyor; Fırat, Dicle ırmaklarının denetlenmesi isteniliyor. Heybeliada Ruhban Okulu deniliyor. Güneydoğu’da Kürt kökenli vatandaşlarımızın azınlık sayılması dile getiriliyor. Tüm bunlar, AB’ye giriş için değil, AB ile görüşmelerin sürmesi için isteniliyor. Yayılmacı ve sömürgeci güçlerin hazırladıkları ve ülkemizi parçalanmış, bölünmüş gösteren haritalar, sözde dostumuz ülkelerde açıkça sergileniyor. Türkiye’yi bugün yönetenler, bu isteklere gereği gibi karşı duramıyorlar. Tavırları ile bu isteklerin arkasının gelmesini sağlıyorlar. Ülkemizde “Ilımlı İslam Projesi” dayatılıyor. Bu girişim, AKP yönetiminden tepki görmüyor. AKP yönetimi, dinci anlayışını saklamıyor. AKP’li belediyeler, kadınlara ayrı parklar planlıyorlar. Ders kitaplarından bilimsel, akılcı bölümler çıkarılıp, yerine uydurma hurafeler konulmaya çalışılıyor. Trafik kazalarından, “Takdiri İla G N hi” diye söz ediliyor. Aptes suyunun içilmesinin sağlık için yararlı olacağı ders kitaplarında yer alıyor. Bir sevgi yeri olması gereken camiler, tarikat ve cemaat yuvaları durumuna getirilmiş. Camilerde, yüzlerce kişinin önünde insanlar linç ediliyor, sorumluları bulunamıyor. Ülkemizi yönetenler, konuyu saptırmaya ve kapatmaya çalışıyorlar. İHL ve sıkmabaş en büyük sorun durumuna getirilmiş. Bu uğurda, AKP yönetimi, yüksek mahkeme kararlarını tanımıyor. Cumhuriyetimizin 83. yılında ne acı ki, gericilik iktidar olmuştur. O yüzden, laikliğin tanımlanması isteniliyor. Sanki böyle bir gerek varmış gibi. O yüzden, ülkemizi yönetenler, “Gericilik nerede, kanıt gösterin” diyebiliyorlar. Yüzde otuz dört oyla, TBMM’nin yüzde altmış beşini ele geçirmiş olan AKP yönetimi, önümüzdeki yıl cumhurbaşkanını seçmeyi düşünüyor. Kamuoyu yoklamalarına göre, AKP’nin oyu yüzde yirmilerde dolaşmaktadır. Ulusun çoğunluğunu temsil etmeyen, anayasa ile çelişen, devrim yasalarına ters düşen bir yönetim, nasıl cumhurbaşkanı seçebilir? Yolsuzluklara bulaşanlar, din duygularını sömürerek halkın parasını talan edenler, nasıl cumhurbaşkanı seçebilirler? Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık andı içip, bu andı unutanlar nasıl cumhurbaşkanı olabilirler? Haklarındaki yolsuzluk dosyalarından, “dokunulmazlık” koruması ile kurtulanlar nasıl cumhurbaşkanı olabilirler? Seçemezler... Anayasamızın 24. maddesi “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuki te Madencilik mi Talan mı?.. Arif Ali CANGI Avukat T T mumtazsoysal@gmail.com ürkiye’de altın madenciliği alanında ilk örnek olan BergamaOvacık Altın Madeni ile ilgili 15 yılı aşan mücadele süreci, herkese bir şeyler öğretti. Bergamalı köylüler, şiddete başvurmadan yürüttükleri eylemlerle, demokrasi tarihimize önemli katkıda bulundular. Bu mücadeleden çıkarı zedelenen altıncı şirketler ise bu tür mücadelenin kırılma yollarını öğrendi. Çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ), istekleri doğrultusunda, “5177 sayılı Maden Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” 5 Haziran 2004’te yani “Dünya Çevre Günü”nde yürürlüğe girdi. Maden Yasası ile birlikte 11 yasada önemli değişiklikler yapıldı. Tek hedef, “madenciliğin (madencilerin) önündeki engelleri kaldırmak”tı. Orman alanları, milli parklar, özel koruma bölgeleri, ağaçlandırma alanları, tabiat alanları, özel koruma bölgeleri, doğal ve kültürel sit alanları, ta rım alanları, meralar, sulak alanlar, kıyılar, karasuları, kentlerin imar alanları, turizm bölgeleri, su havzaları madencilik faaliyetine açıldı. Maden arama faaliyeti, çevresel etki değerlendirme kapsamı dışında bırakıldı, büyükşehirlerin su havzalarının korunmasına ilişkin yönetmelik çıkarma yetkileri Çevre ve Orman Bakanlığı’nın uygun görüşüne bağlandı. Maden İşleri Genel Müdürü, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun doğal üyeleri arasına katıldı. Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu hükümlerine göre tahsis edilen sahada petrol ve madencilik faaliyeti yapılmakta ise bu faaliyetin izin süresi, ruhsat süresinin uzatılması halinde süre bitimine kadar bu sahalar hakkında ormansız alan statüsü uygulanacağı kabul edildi. Maden işletme faaliyeti için gerekli olan özel mülkiyete konu taşınmazların işletme ruhsatı sahibinin istemi üzerine kamulaştırıl masının yolu açıldı. Yasa değişikliğinden sonra, önce Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından “Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği” değiştirildi, su havzalarının mutlak koruma alanları 300 metreden, 100 metreye düşürüldü, su havzaları da madenciliğe açıldı. Ardından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından Maden Yasası Uygulama Yönetmeliği değiştirildi, yasayı aşan düzenlemeler yapıldı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından çıkartılan “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik”le de sulu ve kuru tarım arazilerinde madencilik faaliyetinin önü açıldı. Son aşama olarak da Bakanlar Kurulu tarafından madencilik faaliyeti ile ilgili tüzük, hatta yasa ötesi düzenlemeler içeren 2 yönetmelik çıkarıldı. Madencilik faaliyetinin yaratacağı çevresel riskler çok hafife alındı. Madenciliğin önündeki tüm engelleri açan yasal düzenlemeler madencileri tatmin etmedi. İtirazlar üzerine Katma Değer Vergisi Ya sası’nda değişiklik yapıldı. “Altın, gümüş ve platin ile ilgili arama, işletme, zenginleştirme ve rafinaj faaliyetine ilişkin olmak üzere, bu faaliyeti yürütenlere yapılan teslim ve hizmetler” KDV’den muaf tutuldu. Son söz yerine; Dört yüz yıl önce William Shakespeare, “…Lanetli maden. Sen insanlar arasına kavgadan başka bir şey getirmedin..” demiş. Aradan geçen bu kadar uzun zamana karşın altından kaynaklanan kavgalar halen sürüyor. Yasalar da değiştiğine göre altın kavgası daha çok süreceğe benziyor. Bergama’dan sonra, UşakEşmeKışladağ’da üretime başlandı, yörede üç ay geçmeden binin üzerinde kuşkulu zehirlenme yaşandı, İnaylılar çanlarını çalmayı sürdürüyorlar, üzümcüler ayakta, sırada İzmir’in içme suyunu kirleteceği bilimsel raporlarla kanıtlanan Efemçukuru, Havran/Küçükdere, Artvin, ErzincanİliçÇöpler Köyü ve altında ‘altın’ı olan her yer var…. Umut edelim ki; bu kavgada, “yaşam” kazansın… Yurdumuzun Kurtarıcısı, Hepimizi tam eşitlikle kucaklaştıran Laik Cumhuriyetimizin Kurucusu Ölümsüz Önderimize yönelik değerbilmezlikleri, saygısızlıkları nefretle kınıyoruz. ATATÜRK’ü tanımayan, her alandaki büyüklük ve eşsizliğini bilmeyen aymazlara, bağnazlara ve sapkınlara acıyor, bir an önce düzelmelerini bekliyoruz. Türk Gençliğine Hizmet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Güngör ŞATIROĞLU CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle