16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 KASIM 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Şu günlerde hiç kimse konuları aşırı uçlara çekerek bir kazaya neden olmak istemiyor Avrupa Birliği ve Türk treni FİLİPPOS SAVVİDİS Komisyonu’nun Türkiye ilerleme raporunda yer alan ifadeler zaten bekleniyordu. Raporda, programdaki gecikmeler sert bir dille eleştiriliyor, Türkiye’nin Gümrük Birliği Protokolü’nü uygulamaması konusunda sadece tespitte bulunulduğu gibi, bilinenler tekrarlanıyor. Öncelikle şunun bilinmesi gerekir: Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmemesi müzakere sürecini kesinlikle etkileyecektir. Ancak AB Komisyonu, topu aralık ayında yapılacak Dışişleri Bakanları zirvesine atarak Ankara’ya karşı yaptırımlar önermekten özenle kaçınıyor. Bütün bu yukarıdaki konular bize garip görünmemeli, bu noktada kaygılanmak için pek çok nedenimiz var. Barış Korkusu İsrail’in yıkımdan öte işe yaramayan son Lübnan saldırısı sonrasında Sedir Ağaçları ülkesinde yaşanan siyasal çalkantılar yetmezmiş gibi, genç Sanayi Bakanı Cemayel’in bir suikast sonucu öldürülmesiyle ülke bir kez daha iç savaş kâbusuyla karşı karşıya görünüyor. Doğudan batıya neredeyse bütün dünyanın özel ilgi duyduğu Lübnan, bu tür siyasal suikastların yabancısı değil. ÜIkenin çok ırk ve dinlerden oluşan kırılgan yapısı Ortadoğu’nun önemli kapılarından biri sayılan Sedir Ağaçları ülkesine egemen olma iştahlarını canlı tutuyor. Zaman zaman iç savaşa, silahlı sadırılara, topraklarının bir bölümünün işgali yanı sıra neredeyse kronikleşmiş siyasal istikrarsızlık ülkenin bir bakıma değişmeyen tek özelliği. Bu nedenle Lübnan’da kimin elinin kimin cebinde olduğunu sağlıklı bir biçimde kestirmek kolay değil. Nitekim, Cemayel suikastının ardında kimlerin olduğuyla ilgili yaklaşımlar, doğal olarak rakip siyasal kaynaklara göre yorumlandığından, son derecede değişik ve çelişkili. Konuyla ilgili düzineyle ‘komplo teorisinin’ ortalıkta dolaşmasının bu yüzden şaşırtıcı bir yanı yok. En çok revaçta olanı ise, suikastın kurbanının mensup bulunduğu Suriye karşıtı cephe. Bu çevrelere bakılırsa başbakan Hariri’nin öldürülmesi olayında olduğu gibi bu suikastın da arkasında Suriye var. Ancak, Suriye’nın W.Bush ve partisinin ara dönem seçimlerinde uğradığı hezimetin ardından Irak ve Ortadoğu’da barışa dönük seçenekleri gündeme getirme girişimleri arasında Suriye ve İran’ın katkılarının da düşünülmesi bu ülkenin şu sıralar suikast olayında rol alması son derecede uzak bir olasılık sayılmak zorunda. Ayrıca Birleşik Devletler’in Irak batağından ve Ortadoğu çıkmazından fazla yara bere almadan kurtulma hedefine yönelik yeni açılımları arasında Filistin sorunu ve İsrail işgalindeki Golan Tepeleri’nin iadesinin de yer alması olasılığı Suriye’nin bu tür şiddet girişimlerinden uzak durmasını gerektiren bir başka önemli öğe. Birleşik Devletler’in Irak batağından, nasıl olacaksa ‘kazasız belasız’ ve ‘onuru’ zedelenmeden kurtulma politikasında Suriye ve İran’ın katkılarının da öngörülmesi, seçim hezimeti sonrasında kolu kanadı kırılan W.Bush ve yeni muhafazakâr şahinlerin bütünüyle pes ettikleri anlamına gelmemektedir. Irak macerasının ardındaki güçlerin, Kongre’deki değişime karşın, devlet dümenini ellerinde tuttukları, kuşkusuz unutulmamalı, dahası barışa yönelik gibi görünen son gelişmelerden ‘mucize’ beklenmemelidir. O kadar ki, yakın geleceğin olası iktidarı demokratların bile bu konuda ‘Ne pahasına olursa olsun barış’ düşüncesiyle yüzde yüz mutabık olduklarını söylemek de keza olası değildir. Ancak barışa yönelik girişimlerin lafta kalmadığı da ortadadır. Zira bu konuda somut adımlar atılmaya başlanmıştır. Baba Bush’un, Demokrat çevrelerde de saygınlığı olan eski Dışişleri Bakanı James Baker’ın yönetiminde Cumhuriyetçi ve Demokratlardan oluşan komisyonun başkanı olarak Şam’ı ziyaret etmesi ve yeni açılımın Filistin sorununu da kapsayacağının anlaşılması, fazla iyimserliğe kapılmadan, olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır. Ayrıca bu gelişmeler başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere tüm bölgede olumlu karşılanmıştır. ??? İsrail hariç. Gelişmelerden tedirgin olanların başında, Savunma Bakanı Rumsfeld’in istifası dahil en çok zarar gören neocon’lardan sonra İsrail yer almaktadır. Kabinesine aşırı dinci ve milliyetçi ‘Evimiz İsrail’ partisi ve başkanını katarak Filistin topraklarının nihai ilhakı politikasını güçlendiren Olmert hükümeti, Washington’ın ‘barışa yönelik’ açılımlarına Suriye ve İran’ın katkılarını istemesi karşısında paniğe kapılarak büyük ve her durumda yanında gördüğü müttefikine koşması ilginçtir. Zira Birleşik Devletler ve W. Bush ve yeni muhafazakâr şahinlerin Ortadoğu ve Irak’taki saldırgan işgalci politikası, Filistin ve Ortadoğu’da kırk yıldan bu yana aynı politikaları uygulayan İsrail için yaşamsal önemdedir. Bu yüzden Olmert’in telaşa düşmesi kimse için sürpriz olmamıştır. ABD’in özel olarak Irak’ta, genel olarak Ortadoğu’da ‘barışçı bir çıkışa’ yönelmesi, Ortadoğu’da saldırganlık, işgal ve gerilimle yaşayan İsrail’in asla işine gelmemektedir. Gazze’de şiddeti her gün biraz daha artırması, kendi topraklarında göçmen hayatı yaşattığı Filistin halkına reva gördüğü eziyetler ve işgal ettiği toprakları ilhak hazırlıkları, İsrail’in değişmeyen hedefleri arasındadır. Bu yüzden Cemayel suikastının ardında, doğrudan ya da dolaylı rolü bulunduğu söylenemezse de, cinayetin kimin işine yaradığı sorusunu İsrail olarak yanıtlamayanlar yok değil. Örneğin BM’nin eski Lübnan siyasi danışmanı ve sözcüsü Timur Göksel, ‘Burada, Lübnan’da Hizbullah’a ve Suriye’ye tokat olacak her şey İsrail’in işine yarar’ demiştir. (Cumhuriyet, 23.11.06). Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayımlanan ‘El Beyan’ gazetesi yorumcularından Ahmed Amrabi’ye göre ise ‘Suikast İsrail’in armağanıdır. Amacı Washington ile Şam arasındaki siyasi bağlantıyı bitirmektir’. (NTVMSNBC. com, 24.11.06) Olmert’in, Bush’tan, her şeye karşın, özellikle ‘barış konusunda’ korkuya (!) kapılmaması yönünde güvence aldığı söylenebilir. Son gelen haberler, Olmert yönetiminin tüm İsrail birliklerinin Gazze’yi terk ettiği ve çatışmaların sonlandırılmasıyla ilgili görüşmelerin başlamak üzere olduğu yönündedir. Anlaşılan W.Bush, Olmert’e yeni açılımda saldırgan politikalardan, en azından şimdilik uzak durulması gerektiğini öğütlemiş. Barıştan korkmaya gerek yok. En kötüsü bile savaştan iyidir!.. AB İki senaryo Türkiye’nin ilerleme raporunda, AB Komisyonu’nun olası “tren kazasını” önlemek için çıkar yol arayışında olduğu gözleniyor. Bu durum, Türkiye’ye AB kapısının kapanmaması doğrultusunda yeni bir formülün bulunması yönündeki çabaların devam edeceğini göstermektedir. Şu anda, taraflardan hiçbiri, konuları aşırı uçlara çekerek tren kazasına yol açmak istemiyor. Atina ve Lefkoşa’ya ise şekillenecek formülün kabul edilmesi yönünde baskıların yapılması olasıdır. Konuların diplomatik düzeyde ve peş peşe amatör girişimlerle ele alınması, ne yazık ki Atina ve Lefkoşa’nın çıkmazdan Yunanistan ve Kıbrıs sorumlu çıkmaz bir sokağa girmelerine neden oldu. tutulacaklardır. Söz konusu ikilinin bu Aralık ortalarında şekillenmesi beklenen olumsuz tutumları ikinci bir “hayır” olarak formül ne şekilde olursa olsun, Yunanistan ve algılanacak, Atina ile Lefkoşa’nın müzakere Kıbrıs bunu çok pahalıya ödeyeceklerdir. yeteneklerini kısıtlayacaktır. ISTAME’nin (Andreas Papandreu’nun 2. Senaryo: AB zirvesinde, Türkiye ile kurduğu Strateji ve Kalkınma Etütleri üyelik müzakerelerine en azından 2007 Enstitüsü) “ABTürkiye: Tren kazasından yılının Aralık ayına kadar ara verilmesi kaçınma senaryoları ve olası etkileri” şeklinde bir karar alınması durumunda. başlıklı metninde, diğer görüşlerin yanında a) AB zirvesinde üyelik müzakerelerinin aşağıdaki iki senaryonun da analizi yapılıyor: “dondurulması” kararlaştırılabilir. Bu ihtimal çok uzak görülmektedir. Nedenine 1. Senaryo: Dönem Başkanı Finlandiya gelince, en azından İngiltere, müzakerelerin tarafından Ankara’nın “Eylem Planı” ile dondurulmasın kabul Lefkoşa’nın “Magosa etmeyecektir. önerisini” birleştirecek doğrultuda herhangi tina ve Lefkoşa’nın b) Almanya ve Portekiz’in dönem başkanlıkları bir formülün masaya 6 Aralık’a süresinde herhangi bir getirilmesi. Söz konusu kadar protokolün tam müzakere başlığının formülün kabul edilmesi olarak uygulanmasını açılmaması yönünde bir ve Kıbrıslı Türklerle anlaşma yapılması da doğrudan ticaretin başaramayacakları olasılıklar arasındadır. Böyle başlayacağı dikkate anlaşılıyor. bir durumda, Türkiye’ye alındığında: reformlara ivme kazandırma a) Ankara, Kıbrıs ve Türkfırsatı verilecek, Gümrük Birliği Yunan konularına ilişkin yükümlülüklerden Protokolü’nü uygulayabilmesini mümkün kurtulacaktır. Bu durumda Türkiye’nin liman kılacak formül bulunabilecektir. ve havaalanlarını Kıbrıs gemi ve uçaklarına c) Önümüzdeki dönem AB başkanlarının, açması karşılığında Yunanistan ve Kıbrıs Gümrük Birliği Protokolü’nden kaynaklanan üyelik sürecine engel koymayacaktır. yükümlülüklerle doğrudan ilişkisi olan b) KKTC’nin (metinde işgal kesimi olarak belirli bölümlerin müzakerelere açılmaması belirtiliyor) statüsünün yükseltilmesi ve yönünde anlaşması durumunda: Kuzey Kıbrıs’ın “Tayvan” modeline benzemesinin güç kazanması demektir. Diğer Ara verme senaryosu denebilecek bu durum özellikle Türkiye’ye ve bazı Avrupa taraftan, Fin formülünün Atina ile Lefkoşa ülkelerine hizmet etmiş olacaktır. Bir yandan tarafından reddedilmesi ve Türkiye Türkiye (belki bir süre için) yoğun tarafından kabul edilmesi durumunda ise baskılardan kurtulmuş olacak ve bu şekilde hızlı reform yolunda ilerleyip Gümrük Birliği Protokolü’nü uygulayabilecektir. Diğer taraftan Fransa gibi bazı Avrupa ülkeleri, geçici bir süre Türkiye’nin adaylığının “ağırlığından” kurtularak, zorlu iç siyasi hesaplaşmalarıyla baş başa kalacaklardır. Bu olasılık aynı zamanda, Türkiye’ye yönelik bazı etki ve baskıları da etkisiz hale getirecektir. Buna paralel olarak, müzakerelere ara verme senaryosunda verilecek süre değerlendirilmeden geçecektir. Yeni ve olumsuz sonuçlar Aynı şekilde TürkYunan ve Kıbrıs konularında yaşanacak oldubittiler, Yunan ve Kıbrıs çıkarları aleyhinde sabitleşebilecektir. Zamanın değerlendirilmemesi, yeni ve olumsuz sonuçlar doğuruyor, bu durumun değiştirilmesi olanakları da her geçen gün olanaksız hale gelmektedir. Yıllar önce iflas etmiş bir politikanın sonuçları Yunan tarafı için zor ve tehlikeli bir yol açıyor. Atina ve Lefkoşa’nın 6 Aralık’a kadar ABTürkiye Gümrük Birliği Protokolü’nün tam olarak uygulanmasını başaramayacakları anlaşılıyor. Bu noktanın insanları kaygılandıran tarafı, Atina ile Lefkoşa’nın, aslında, Kıbrıslı Rumlar için özlü herhangi bir kazanım sağlamadan Kıbrıs’ta iki kesimli statüyü yasallaştıracak bir formülü kabul etmeleri olasılığıdır. (To Vima, Yunanistan, 22 Kasım) Yunancadan çeviren: Murat İlem A A BD YENİ ORTAKLAR ARAYIŞINDA NATO’nun işi hayli zor... göçmen baskısı veya Avrupa “siberuzayı”na terör saldırıları gibi durumlarda örneğin. BD, NATO’yu dünya Avrupa ile Amerika’nın, Riga çapında operasyon öncesinde birbiriyle ne kadar düzenleyebilen bir ilgisiz şeyler düşündüğünü, müdahale birliğine kısa süre önce Alman Sosyal dönüştürmek, bu doğrultuda Demokrat Partisi (SPD) Genel donatmak istiyor. Ancak Riga Başkanı Kurt Beck açık bir Doruğu öncesinde, Avrupalılar bu işe katılmamakta ısrar ediyor. biçimde ilan etmiş oldu. Beck, ABD vizyonlarından hiç ABD Dışişleri Bakan etkilenmemişçesine, Avrupa’da Yardımcısı Nicholas Burns, kendi komuta düzeneğine ve Riga Doruğu’nun NATO’ya hedeflerine sahip “küresel bir “Bizi askeri harekâtlarımızda barış gücü” hayalinden söz etti: destekleyecek” dediği yeni, “Uzun vadeli hedefimizin, bir taze ortaklar almak için Avrupa güvenlik ve savunma kullanılacağını duyurdu. birliği çerçevesinde ortak bir Washington’a göre NATO’nun komuta merkezi altında küreselleşmesi zamanı çoktan entegre güçlerden meydana geldi. Kısa bir süre önce gelen birlikler yaratmak Washington’daki iki siyaset olması gerekir.” İşin açığı, bilimci Ivo Daalder ile James SPD bir AB ordusu istiyor. Golgeier, International Herald Beck, “bunun siyasal Tribune gazetesinde, ittifakın avantajlarının yanı sıra, üye Afganistan’da 30 bin askerle ülkelerin bütçeleri için mali aşırı yıprandığını belirterek, avantajları da beraberinde en muhtemel krizlerin Avrupa getireceğinden” emin durumda. dışında ortaya çıkacağı Gerçekten de AB, ocak ayında tehdidine dikkat çekerek, bu kendi askeri planlama birimini soruna verilecek yanıtın şöyle açacak. Bu birim, olacağını belirtti: 2 bin askerlik “Avrupa’ya geri misyonları çekilmek olmaz. BD’ye göre hazırlayabilecek. Tersine, NATO için NATO’nun İngiliz ve ortaya çıkan Polonyalı savunma küresel talepler küreselleşme politikacıları, bu göz önüne zamanı geldi. tugayını alınarak, ittifak Burns, 35 yeni Brüksel daha çok rahatsız üyeliğinin de üye hesabı edici bir yük olarak küresel olması içinde. değerlendirebilir. gerekir.” Eski ve yeni Pasifik’teki NATO’cu bu iki Avustralya, Yeni ülke, “Önce NATO!” ilkesine Zelanda, Japonya ve Güney yaslanıyor. Bir uzlaşma Kore gibi geleneksel ortakların aygıtı olarak AB’ye, sadece yanı sıra Washington’da İsrail, Kongo’daki iyi niyet misyonları Güney Afrika, Brezilya, için güven duyabiliyorlar. Hırvatistan, Makedonya ve Görünen o ki NATO, bir soruyu Ukrayna’nın NATO üyeliği için açıkça ifade etmek zorunda pazarlıklar yapılıyor. Burns, kalacak. Bu soruyu askeri 35 olası yeni üye hesabı içinde. ittifakın Planlama Merkezi Bu “Yeni NATO”nun, gerçekçi Başkanı Michael Rühle, en bakıldığında, Amerikan erken 2008 doruğu için hesaba öncülüğündeki gönüllü katmıştı: Acaba NATO koalisyon güçlerinin ortak ve kendisini, Rühle’nin sözleriyle; sürekli havuzu gibi bir şey “görece daha sert güvenlik olması mümkün. Ancak böyle stratejisi çıkarlarının bir “savunma ittifakı”nda, takibinde bir araç olarak mı, kuruluş anlaşmasının yoksa sadece askeri 5. maddesinin sürdürülmesi çok araçların da kullanıldığı zor olabilir. Bu maddeye göre, bir sosyal politika biçimi herhangi bir NATO üyesine olarak mı görüyor?” yönelik saldırı, ittifakın tüm Böyle sesler Avrupa’da ne üyelerine yönelik bir saldırı kadar yüksek çıkarsa, “Kuzey kabul edilmektedir. Ayrıca Atlantik”, daha doğrusu Batı Avrupalı askeri planlamacıları ittifakının bir geleceğe sahip kendi kıtaları için öyle olması o kadar güçtür. çatışmalar öngörmektedir ki, bunlarda Brezilya veya Güney (Die Zeit, Almanya, Nr. 48, Kore silahlı kuvvetlerinin 23 Kasım) Almancadan yardımcı olması pek kolay çeviren: Osman Çutsay değildir: Kuzey Afrika’daki JOCHEN BITTNER A Türkiye Lübnan’ı kurtarabilir Uluslararası topluluk içinde Lübnan’ı destekleyebilecek en iyi ülke Türkiye. Ne var ki Türkiye buna pek de istekli değil. A L übnanlı liderler haftalardır ülkenin İsrail ile yaşanan ölümcül savaşın ertesinde nasıl toparlanacağını tartışıyor. Bu kadar korkunç olayın ardından devletin nasıl yeniden yapılandırılacağına yönelik tartışmalar seçim yasasından iktidar paylaşımı anlaşmasına kadar her alanda ortaya çıkıyor. Ama, genç ve geleceği parlak Sanayi Bakanı Piyer Cemayel’in öldürülmesiyle birlikte, ev de yanmış oldu ve mobilyaların nasıl yenileneceği konusu da böylece kapandı. Bu bağlamda en acil öncelik, devlet rekabet ve çatışma batağına saplanmadan alevleri söndürmektir böyle bir sonuç herkesin zararına olacaktır. Neyse ki, Lübnan’da hâlâ çatıyı çökmekten kurtaran iki güçlü sütun var Meclis Başkanı Nebih Berri ve Başbakan Fuad Sinyora. Ama, ABD, İsrail, Suriye gibi uzak ya da yakın pek çok oyuncunun etkin ve çoğu zaman yıkıcı bir şekilde Lübnan’ın işlerine karışması onların görevlerini daha da zorlaştırıyor. Çekici arabulucu adayı Artık Lübnanlıların yardım isteme zamanı geldi galiba. Uluslararası topluluk içinde Lübnan’a karşı destekleyici bir rol üstlenebilecek en iyi ülke Türkiye... Ve Türkiye belki de Lübnan’a müdahale etmeyi en az isteyen ülkelerden biri. Diğer bölgesel ve uluslararası oyuncularla karşılaştırıldığında, Ankara’nın Lübnan’a müdahale etmek için pek az stratejik ya da ulusal nedeni bulunuyor. Ama bu onu daha da çekici bir arabulucu adayı haline getiriyor. Barış gücüne asker katkısında bulunan Türkiye’nin artık Lübnan’ın istikrara kavuşmasından çıkarı var. Dahası, Türkiye’nin Lübnan’ı ölümcül bir vekâleten savaşın bir cephesi haline getirmeye niyetli ülkelerin hepsiyle de iyi ilişkileri bulunuyor. Türkiye’nin bu ülkelerin her biriyle olan ilişkileri gizli düşmanlıklarla zehirlenmiş de değil. Bu bağlamda Türkiye, bütün tarafları Lübnan’a baskı yapmaktan, bu ülkenin işlerine karışmaktan ya da ister gizli ister açık yıkıcı eylemler içine girmekten vazgeçirecek bir konumda bulunuyor. Elbette Türkler böyle bir rol oynamaya isteksiz olabilir. Ayrıca, arabuluculuk yapmayı kabul etseler bile çabalarının başarısızlığa uğrama olasılığı her zaman var. Ama Lübnan’ın karşı karşıya bulunduğu tehlikenin büyüklüğü ve olası çözümlerin azlığı göz önünde bulundurulduğunda, gerçekleşmesi ve işe yararlığı olası görünmese de Türkiye’den yardım istemeye değer. (The Daily Star, Başyazı, Lübnan, 23 Kasım) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer Cemayel’in öldürülmesinin ardından Lübnan’da gerginlik sürüyor. (AFP) CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle