15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 KASIM 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 8 Sabahın ilk ışıklarına dek süren destansı söyleşi sonunda Atatürk, 6 yaşındaki arkadaşı Altan’a armağan verir Seni nasıl unutabilirim Atam!.. ? Atatürk, daima üzerinde taşıdığı bilinen altın saatini ve ona kordonla bağlı kalemini Altan’a uzatır ve ekler: Bak Altan!.. Bu armağanımı iyi koru ve on sekiz yaşına gelmeden kullanma. Seni, sabahın bu saatine kadar uykusuz bıraktığım için de bana sakın gücenme. Bir de isteğim var senden. Çok çalışıp, çok okuyup büyük adam olacaksın. Söz mü? ORHAN KARAVELİ tatürk’ün çocuk sevgisi ve belki özlemiyle de çarpan coşkulu ve temiz kalbinin, yüce ve cömert gönlünün yurttaşları önünde yaşanmış bir yansımasını, yıllar önce, en yakın tanığından öğrenmiştim. Galatasaray’ın ilkokul birinci sınıf öğrencisiydim ve Altan Gediz burada en yakın arkadaşlarımdandı. 1937’nin o salı günü Boğaziçi’ne yaslanmış saray yavrusu okulumuzu gazeteciler adeta basmış ve bu beklenmedik baskının nedeni, bizim sınıfın kocaman kapısı ders sırasında ardına kadar açılınca belli olmuştu. Gazeteciler ve sadece bir kez yanıp sönen magnezyum lambalı makineleri ile foto muhabirleri dersteki hocamıza aldırış etmeden heyecanla soruyorlardı: Çocuklar, hanginiz Altan? Altan burada mı? Çok geçmeden anladık ki Atatürk İstanbul’daydı ve Altan’ın hemen bulunmasını ve kalmakta olduğu Dolmabahçe Sarayı’na getirilmesini istemişti. Bunu duyan gazeteciler de mesleklerini konuşturmuşlar ve heyecanla aradıkları Altan’ı bizim sınıfta bularak konuşturmaya, resimlerini çekmeye başlamışlardı. Bu olaydan yaklaşık bir yıl önce anne Bidar Hanım bazı yakınlarıyla Taksim’deki ünlü Park Otel’de akşam yemeği yerken, Atatürk beraberindekilerle burayı onurlandırır. Yüce Önder’e büyük bir tutku ile bağlı olduğunu bildiği henüz okula bile gitmeyen altı yaşındaki oğlu Altan’ın bu fırsatı kaçırmamasını isteyen Bidar Hanım bir koşu yakındaki evine gider, onu uyandırır ve birlikte Park Otel’e dönerler. Yerleri dans pistinin öbür yanında ve Atatürk’ün oturduğu masanın tam karşısındadır. Küçük Altan’ın, üzerinde odaklanan sabit ve ısrarlı bakışlarını fark etmekte gecikmeyen Ulu Önder, Başyaveri Celal Bey’i göndererek bu çocuğun izin alınıp masasına getirilmesini ister. Başyaver görevini yaparken Atatürk de ayağa kalkmış konuğunu beklemektedir: Gözlerini bir an bile üzerimden ayırmayan delikanlı!.. Ben kimim ki bana böyle bakıyorsun? Sen bu vatanın kurtarıcısısın... Sen Atatürk’sün. Nereden tanıyorsun beni? Seni kim tanımaz sevgili Atatürk?.. Bundan sonrası, beş saat boyunca akıp giden inanılması güç sahnelerle doludur. Otelin ünlü kemancısı Macar virtüoz Darvaş ve orkestrası susmuştur. Yemek salonundaki herkes çatal bıçaklarını bırakmış ve çıt çıkarmadan koskoca Atatürk’le ufacık bir çocuk arasında geçen konuşmaları dinlemeye başlamıştır. Atatürk ilginç sorular sormakta, Altan da hiç duraksamadan beklenmedik yanıtlar vermektedir. Zaman zaman da Altan büyük bir rahatlıkla sorular yöneltmekte ve bunların yanıtını almaktadır. Ulu Önder sık sık keyiflenmekte, Altan’ı tutup masasının üzerine oturtmakta ve kadehini kaldırarak yemek salonunda bulunanlara: Bu zeki çocuğun şerefine birlikte içelim bayanlar baylar!.. demektedir. Türklerin gelmiş geçmiş en büyüğü ile küçük bir Türk çocuğu arasındaki bu destansı söyleşi, sabahın ilk ışıkları otel salonunu doldurmaya başlayıncaya kadar sürecek ve Atatürk sonunda ayağa kal TANRIYAR, MUSTAFA KEMALLİ GÜNLERİNİ ANLATIYOR A A ile, Altan’ın yakalandığı bir amansız hastalık nedeniyle hemen her şeyini elden çıkarmış, ama Atatürk’ün armağanını korumuştu. Çok geçmeden ve Altan’a belli etmeden bunun da kaybedilmesi göze alınmıştı. Saat, borçları yüzünden Yapı Kredi Bankası kurucusu ve dostları Kâzım Taşkent kanalıyla bankaya rehin bırakıldı. Altan Gediz, Atatürk’ün armağanını aldığı günlerde annesiyle birlikte... (solda) Altan Gediz’in yedek subay dönemi... (üstte) ‘Kalk, kızı dansa kaldır’ E İSKENDER ÖZSOY ski içişleri bakanlarından Dr. Ali Tanrıyar üç kez Mustafa Kemal’in çok yakınında oldu, onunla sohbet etti ve isteklerini yerine getirdi. Onu iki kez Galatasaray Lisesi’nde okurken, bir kez de kendisine Atatürk soyadı verildikten sonra yine İstanbul’da gören Tanrıyar, “Ben Mustafa Kemal’i görmeden bile çok sevmiştim” dedi. Tanrıyar, Mustafa Kemal’i ilk görüşünü şöyle anlattı: Atatürk’le ailece gıyabi bir tanışıklığımız vardı. Babamın iyi görüştüğü arkadaşlarından Kavalalı tütün tüccarı İsmail Bey Mustafa Kemal’in çok sevdiği, saydığı bir kişiymiş. İsmail Bey Mustafa Kemal’e bazı konularda da yardımcı olmuş. İsmail Bey hep onu anlatırdı. O yüzden ben Mustafa Kemal’i görmeden çok sevmiştim. Kendisini ilk defa 2 Aralık 1930 tarihinde Galatasaray Lisesi’nde orta mektep birinci sınıf talebesiyken okulumuzu ziyaret ettiğinde gördüm. Mazhar Hoca’nın Türkçe dersindeydik. Birden sınıfa girdi. Bütün sınıf heyecanla ayağa kalktık. Bize oturmamızı söyledi. Mazhar Bey’den üç talebeyi tahtaya kaldırmasını istedi. Onlara tek tek Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır yazdırdı. Giderken Mazhar Hoca’yı tebrik etti. Atatürk’ü ikinci defa görüşüm orta üçten lise birinci sınıfa geçtiğim yıl oldu. 28 Ocak 1932 Perşembe günü akşamüstü yine okulumuza geldi. Bu onun Galatasaray’a ikinci gelişiydi. Atatürk o ziyaretinde yurt bilgisi dersinin imtihanına girdi. Dersin hocası biraz sosyalist fikirli olan İlhami Şevket Bey’di. Ben ve bazı arkadaşlarım kapıda imtihan için bekliyorduk. Sıramız geldi, biz de içeri girdik. İmtihanda iyi not alarak çıktık. ? Tanrıyar: Atatürk’ün isteğini yerine getirerek güzel bir Bulgar kızını dansa kaldırdım. Bir ara baktım, Mustafa Kemal dahil herkes dans ediyor. Dans bitince paşa zeybek istedi. Herkes kenara çekildi. Atatürk’ün zeybek oynayışını seyretmeye başladı. Çok güzel zeybek oynadı. SAATİN ‘ATATÜRK MÜZESİ’NE KONMASI ALTAN GEDİZ’İN VASİYETİYDİ... ‘SENİ KİM TANIMAZ’ ‘Ölürüm de ondan ayrılmam’ rkadaşım Altan (Gediz) Sandıkçıoğlu ilkoterini 20 yaşına kadar sürekli imtihana tabi tutakulu Galatasaray’da okuduktan sonra lise cağım. Atatürk’ün armağanına layık görürsem öğrenimini yurtdışında tamamladı. Bunun kendisine vereceğim. Aksi halde saatimin yeri nedeni, annesinin ikinci eşi ve sonraki yıl‘Atatürk Müzesi’ olacaktır.” larda Galatasaray Lisesi’nin müdürü Muhittin Sandıkçığlu’nun, Afganistan’ın emeklemekte olan AAT, GÜN YÜZÜNE ÇIKMAYI BEKLİYOR eğitim düzenini yapılandırmak için Türkiye tarafından Vehbi Koç Vakfı Sadberk Hanım Müzesi’nin, külbu ülkeye gönderilmiş olmasıydı. Dönüşlerinde İstantürel çalışmalarını herkesin takdirle izlediğini bildibul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Altan, Atağim zarif Başkanı dostum Ömer M. Koç’a türk’e verdiği ‘en büyük adam olAltan’ın hayatta kalmış sama’ sözünü yerine getirmeye yılı arkadaşlarından biri ve vakit bulamadı ama çok genç annesinin son günlerine yaşta herkesin sevgi ve takdikadar yakınında bulunmuş rini kazanan bir hukukçu olbir dostu olarak önermek mayı başardı. Aile, Altan’ın istiyorum: yakalandığı bir amansız hasAltan’ın vasiyetini yeritalık nedeniyle hemen her şene getirerek Ulu Önder’in yini elden çıkarmış, ama Atabu güzel çocuğa armağan türk’ün armağanını korumuşettiği saati, kordonu ve kaletu. Çok geçmeden ve Altan’a mi ile birlikte Anıtkabir’deki belli etmeden bunun da kayyeniden düzenlenen ve her bedilmesi göze alınmıştı. gün binlerce insanın gezdiği Saat, borçları yüzünden Atatürk Müzesi’ne devretYapı Kredi Bankası kurucusu meyi lütfen gündeminize tave dostları Kâzım Taşşıyın. Atatürk’ün Türk kent kanalıyla bankaya çocuklarına duyduğu rehin bırakıldı. engin sevginin ve olaAltan, kendisiyle yaptığanüstü cömertliğinin om platinden saat İsviçre’nin Audemars & Piguet ğım ve 10 Kasım 1954 tabir simgesi olan bu firması tarafından sipariş üzerine özel olarak hazırrihli Milliyet gazetesinde saatin gün yüzüne lanmış ve 1934 yılında Turhal Şeker Fabrikası’nın açılıyayımlanan röportajımıçıkması sanırım yeni şını yapan Atatürk’e sunulmuştu. Audemars & Piguzın bir yerinde şöyle dibir yapılanma içinet’nin bir eşini daha yapmamayı taahhüt ettiği saatin yordu: “Bu saat benim deki Yapı Kredi makine aksamına yerleştirilen 19 adet pırlanta, armağahayatımın rengi ve mamensupları, müştenın hususiyetini garanti ediyordu. Gene platinden yapılnasıdır. Ölürüm de onrileri ve herkes mış bir kordona takılı iki ucu mor yakutlarla bezenmiş bir de platin kalemi vardı saatin ve manevi değeri bir dan ayrılmam. Bir gün tarafından takdirle yana maddi değerini belirlemek bile olanaksızdı. çocuğum olursa karakkarşılanacaktır. 1935 veya 1936 yılının temmuz ayıydı. İstanbul’da Balkan ülkelerinin katıldığı bir festival düzenlenmişti. Misafir folklor grupları gelmişti. Misafirler Galatasaray Lisesi’nde kalıyordu. Tatil zamanı, ama ben yatılı talebe olduğum için hep mektepte kalıyordum. Bir gün, misafir ekiplerin gece Park Otel’de Atatürk’ün huzurunda gösteri yapacaklarını öğrendik. Dört arkadaş o gösteriye gitmeye karar verdik. Sorduk soruşturduk, ekiplerle birlikte Park Otel’e gidebileceğimizi öğrendik. Otele girdik. Salonun bir köşesinde dört arkadaş ayakta bekliyoruz. Derken Mustafa Kemal, Afet Hanım ve o yıllarda Irak Başbakanı olan Nuri Sait Paşa’yla salona girdi. Atatürk sağına paşayı, soluna da Afet Hanım’ı alarak masaya oturdu. Rakısı ve leblebisi geldi. Gazi’nin gözü bir ara tam karşısında olan bizlere takıldı. Eliyle yanına çağırdı. Heyecanla koştuk. Oturun dedikten sonra adlarımızı ve nereli olduğumuzu sordu. Arkadaşlarımdan biri Finladiya Türklerinden, biri de Gagavuz Türklerindendi. Sıra bana gelince Kavala’nın bir köyünden olduğumu söyledim. Rakıyı göstererek “Bunun menşei nedir” diye sordu. Bilmediğimi söyleyince arak dedi. Sonra benden bir şarkı söylememi istedi. Aklıma onun sevdiği şarkılardan “Mani Oluyor Halimi Takrire Hicabım” geldi. Aksilik şarkının adı aklıma geldi ama melodiyi hatırlamıyorum. Çıldıracağım. Atatürk Rumeli şivesiyle “Söylesene be…” dedi. “Söyleyeceğim paşam” dedim, ama melodi aklıma gelmiyor bir türlü. Baktım olmuyor Dağ Başını Duman Almış marşını söylemeye başladım. Hoşuna gitti, güldü ve yanağımı okşadı. “Söyle bakayım Türklerin menşei neresidir” diye bir soru daha sordu. “Orta Asya’dır paşam” cevabını verince bir aferin daha aldım. TATÜRK’TEN ZEYBEK Sonra dans başladı. Atatürk karşısındaki masayı ve misafir kızlardan birini göstererek “Kalk şu kızı dansa kaldır…” dedi. İsteğini yerine getirerek güzel bir Bulgar kızını dansa kaldırdım. Bir ara baktım, Mustafa Kemal dahil herkes dans ediyor. Dans bitince paşa zeybek istedi. Herkes kenara çekildi. Atatürk’ün zeybek oynayışını seyretmeye başladı. Çok güzel zeybek oynadı. Ekipler gittikten sonra salona uzun bir masa kuruldu. Bu arada otele Şükrü Saracoğlu’yla Ruşen Eşref geldi. Atatürk sofraya oturduktan sonra Safiye Ayla şarkıya başladı. Safiye Ayla bir saate yakın söyledi. Bazı şarkılara Atatürk de iştirak etti. O arada Atatürk dışarıda kendisini görmek için bekleyenlerin içeri alınmasını emretti. İçerisi iyice kalabalıklaştı. Bir baktık Üsküdar’dan güneş doğuyor. Hep beraber Dağ Başını Duman Almış marşını söyledikten sonra onun isteğiyle dağıldık. RUMELİ ŞİVESİYLE... A S 19861990 yılları arasında Galatasaray’ın başkanlığını yapan Dr. Tanrıyar, Atatürk’ü üçüncü kez görüşü hakkında da şunları söyledi: PARK OTEL’DE DANS BEŞ SAATLİK SÖYLEŞİ A Saatin niteliğine gelince.. S Atatürk manevi kızı Nebile’nin düğününde. (1929) kacaktır: Altan, oğlum... Bu gecenin anısı olarak sana bir armağan vermek istiyorum ki beni unutmayasın. Ben seni nasıl unutabilirim sevgili Atatürk? Yanındakilerin hayretle açılan gözleri önünde Atatürk, cebindeki çok sevdiği ve daima üzerinde taşıdığı bilinen altın saatini ve ona platin bir kordonla bağlı kalemini Altan’a doğru uzatır. Olmaz efendim!.. Annem, on ARMAĞAN dan habersiz hediye kabul ettiğim için kızar bana... Bu arada Atatürk her bakımdan çok değerli saatiyle ona bağlı kalemini geri çekilmeye çalışan Altan’ın boynuna takmıştır bile: Bak Altan!.. Bu armağanımı iyi koru ve on sekiz yaşına gelmeden kullanma. Seni, sabahın bu saatine kadar uykusuz bıraktığım için de bana sakın gücenme. Bir de isteğim var senden. Çok çalışıp, çok okuyup büyük adam olacaksın. Söz mü? Söz, sevgili Atatürkçüğüm! Bundan sonrası, herkesin ayağa kalkıp sürekli alkışlarına gözyaşlarını kattıkları duygu yüklü bir ‘final sahnesi’dir: Atatürk ve Altan birbirlerinden ayrılmayı istemeyen bir babaoğul gibi sımsıkı sarılmışlardı. Altan, Atatürk’ün kucağındaydı ve ağlıyordu. Atatürk’ün de ondan pek farkı yoktu. (1) (1) Selahaddin Güngör, 21 İkinci Kânun (Kasım) 1939, Cumhuriyet / Orhan Karaveli, 10 Kasım 1954, Milliyet / Orhan Karaveli, ‘Bir Ankara Ailesinin Öyküsü’ S: 184187. CUMHURİYET 08 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle