20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
31 EKİM 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Lale Tokuş Yunus Nadi’nin torunuydu Lale Tokuş. Hem bir İstanbul hanımefendisi hem de bir Anadolu kadınıydı. En zor günlerinde bile gülümsemeyi yüzünden eksik etmedi. Işık içinde yatsın. Ya ğ m u r E k i m AB’nin eleştirileri sertleşmiş... “Bu da ereksiyon kriterleri!” İSTANBUL Kitap Fuarı bu yıl çeyrek yüzyılı geride bırakırken, büyük bir skandala da sahne oldu. Fuarın açılış günündeki ilk etkinlikte Uğur Mumcu’dan günümüze araştırmacı gazetecilik konusunda bir söyleşi vardı. Fakat hem fuarın etkinlik programında hem de tanıtım broşüründe “Uğur Dündar’dan günümüze araştırmacı gazetecilik” yazıyordu ve fuar içindeki anonslarda da “Uğur Dündar” dendi. “Uğur Mumcu’yu şimdi öldürdünüz” şeklindeki yoğun uyarılar üzerine organizatörlerin bu yanlışlığı algılayıp düzeltmeye çalışmaları epey zaman aldı! Neyse... Kimilerinin Nobel sarhoşluğuna vermeli! Fuarda benim dikkatimi iki yayınevi çekti. Biri, bizim Cumhuriyet Kitapları, öteki de Bulut Yayınevi. GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Erdoğan’ın 10 kilo vermesi gerekiyormuş. Balyoz sallasın! Kadir Feridun: “Milletvekili seçilme yaşına üst sınır isteyen Başbakan acaba sağlık raporu şartı getirmeyi düşünüyor mu?” Rapor Cumhuriyet Kitapları, çocuklar için masal kitabı yayımlamaya başlamış. İlk kitap, halkbilimci Muhsine Helimoğlu Yavuz’un “Esil ile Yesil” (yeşil değil yesil) kitabı. Musa Kart’ın (Musa’nın ilk karikatür kitabı Çizmeden Yukarı Cumhuriyet Kitapları’ndan çıktı) desenleriyle süslü 20 masaldan oluşan kitabı için Yavuz şöyle diyor: “Bu masalları, çocukları ‘uyutmak’ için değil, onların bilinç düzeylerini yükseltmek, duygu ve düşünce dünyalarını zenginleştirmek, kısacası ‘uyandırmak’ için kaleme aldım.” Muhsine Helimoğlu Yavuz, Türk masallarından bir, dünya masallarından da iki kitap daha hazırlıyor Cumhuriyet Kitapları’na. Kitap Bulut Yayınevi’nin kitaplarına gelince. Derman Bayladı “Nihat ile Murat; Kurtuluş Savaşı’nda İki Çocuk Kahraman” romanıyla İstanbul’un işgal dönemini anlatıyor. Aydoğan Yavaşlı “Ben Mustafa Kemal” romanıyla Atatürk’ün yaşamöyküsünü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş öyküsünü akıcı bir dille çocuklara aktarıyor. Aydoğan Yavaşlı “Atatürk’ün Yurttaşlık Bilgileri” kitabında ise Afet İnan’ın Atatürk’ün el yazısıyla yayına hazırladığı “Medeni Bilgiler” kitabını çocuklar için uyarlamış. Böyle bir uyarlama gerçekten çok önemli. Günümüzde ulus, ulusal duygu, devlet, cumhuriyet, demokrasi, dil, ahlak, laiklik nedir bilmeyen kazık kadar insanların varlığı, çocuklar için uyarlanmış “Atatürk’ün Yurttaşlık Bilgileri” kitabını daha bir önemli kılıyor. Yurtdışında Türk Lobisi mi Dediniz? Orhan Pamuk’u artık kavuştuğu sevgili ödülüyle baş başa bırakalım. İsveç Kraliyet Akademisi’ni de kendi dünyasına terk edelim. Onlar şimdiden 2007 dosyasını açmışlardır. Geçen hafta “Pamuk’a önümüzdeki yıl da Nobel Barış Ödülü versinler” demiştim. Vazgeçtim. Önümüzdeki sene ona “Nobel Savaş Ödülü”nü versinler. Kolay mı öyle iki cümle edip, tüm dünyayı birbirine sokmak? Evet, çok “tarihi” komedi gördük son haftalarda. Chirac, “Bizden niye özür dilenmedi?” diye soran Cezayir Başkanı Buteffika’ya “Tarih yazmak parlamentoların değil, tarihçilerin işidir” demişti. Halbuki şimdi kendi parlamentosu hem tarih yazıyor hem de tarihe geçti(!). Yüz aklarımızdan, duayen demokratik savaşçımız Vural Savaş yapıyor bu hatırlatmayı “Aydınlık”ta. Gurur duyuyoruz onunla. Aynen Yekta Güngör Özden’le olduğu gibi. Yoğun sansüre rağmen aydınlanma meşalesi yakmaya devam ediyorlar. Haber verin o Batılı gazetecilere… Hani “Özgürlük Savaşçısı” aramaya çok meraklılar ya? İşte bizim özgürlük savaşçılarımız bu “yaşlanmayan gençler”! ??? Evet, hepsini kenara koyun, nerede hata yaptık da, Fransa gibi yüz binlerce insanımızın yaşadığı bir ülkede meydanı toptan Ermenilere terk edebildik? 5–10 Ekim tarihleri arasında Paris’teydim. 12 Ekim’de İstanbul’da 45 Hollandalıya konferansım olduğu için dönmeye mecburdum. Orada kalsaydım, Paris’te parlamento önünde Yurtsever Hareket’in bildirisini dağıtıp, tanıdığım bazı yurttaşlarımızla beraber alanı terk etmeden tepkimizi ortaya koyacaktık. Aklıma gelen formül, metni yazıp, bazı Türk gençler ve Atatürkçü dernekçilerle bir toplantı yapıp onlara dağıttırmaktı. İsmini vermeyeceğim ve dostum olan bir görevli diplomatımızı aradım. “Tepki vermemiz lazım” dedim. Zor anlaşılır yanıtlar verdi. Gereken tepki zaten fazlasıyla veriliyormuş, yurttaşlarımızı bu şekilde zor duruma düşürmemiz yanlış olurmuş. O yüzden bu “eylem”e gerek yokmuş. Zaten izin lazımmış, vs. vs.. Tabii direndim ama o ısrarlıydı. Ne hikmetse gereken her şey yapılıyormuş da, bunu ne Türkiye, ne de Fransa duyabiliyordu. İzinler bir sorundu, ama bu işler bu Ermeniler için demek ki kolayca hallolabiliyordu. Hayal kırıklığına uğradım… Düşüncelerim çok açıktı. Basit bir bilgilendirmeyle artık “Türkiye’de bile” bildiri dağıtmak herkes için serbestken herhalde Fransa’da böyle bir sorun olamazdı! Tabii ki ortada bir “suç” varsa, bu ne o diplomatımızın ne de başka bir bireyimizindi. Suç herkesindi. Türkiye’de iki haftadır, kaç makale, kaç TV programı, Fransa’daki 400.000 Türk’ün neden Ermenilerle aynı düzeyde tepki veremediğini soruyor. Ben de bu karmaşık yanıtı biliyor olmaktan rahatsızım. Diplomatımızın pasif tavrı dışında yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızda hep o “sınır dışı edilme” endişesi var. Bir Türk olarak, polisle karşılaşmaktan korkma duygusunun altında, sivil tepkisizlikten, yıllardır içinde bulunulan gizli ırkçı ortamın baskılarına kadar birçok gerekçe yatıyor. Bu, hızla değişmeli. Lozan’da yaptığımız gibi, Türkiye’den hep öncü çıkarmaların gitmesine imkân yok. Tabii ki başarılı çalışmalar yapan birçok ADD örgütü, yurtdışında da var. İyi de, lütfen beni anlayın, demek ki bir şeyler eksik… 12 Ekim günü biz Fransa’da parlamento önünde dik, barışçı, cesur bir tavırla doğal ve haklı demokratik tepkimizi vereceğimize, gidip bunu İstiklal Caddesi ya da Kavaklıdere’de yapıyoruz. ??? Üç hafta önce okuduğunuz “Fransa’ya Açık Mektup”, birçok başka yurttaşımızın da tepkisiyle beraber Fransız parlamenterlere ulaştı. Sonuç malum. Fransızlar o utanç verici karara imza attıktan sonra, değerli aydınımız Hıfzı Topuz’un oğlu Kerem Topuz, “Bir inkârcının itirafları, bravo Sn. milletvekilleri” başlıklı harika bir yazı kaleme almış. Bana da yolladı. Arayıp tebrik ettim. Okurken gurur duydum. Kerem, eşinin Ermeni olduğunu hatırlattıktan sonra, onların anlayacağı deyim ve mantıklarla Voltaire’in çocuklarını “kızartmıştı”. 1 Avrupa’da bu seviyede içerikli makaleleri gereken yerlere iletecek ve ileten başka “Kerem”lerimizin de olduğunu biliyorum. Ama bu tepkiler ne zaman ortak, güçlü bir sese dönüşecek? 2 Diplomatlarımız, cumhuriyetçi demokrat Türklerin seslerini sokağa taşımanın, bizim “suçluların sessizliği”ne bürünmüş olduğumuz iddialarını yok edecek tek şey olduğunu ne zaman anlayacaklar? 3 Aynı durum yakında Hollanda’da yaşanacak… İster Amsterdam’da olun, ister İstanbul, ister Köln… Var mısınız demokratik eyleme? email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 SESSİZ SEDASIZ (!) Yarın, yurtseverlerin sınav günüdür İSTANBUL Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü Nazan Moroğlu’nun tüm çağdaş ve yurtsever yurttaşlara çağrısı: “Muazzez İlmiye Çığ, 92 yaşında bir bilim insanıdır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde yüzyıl boyunca incelenmek için uzman bekleyen Sümer, Akad, Hitit dillerinde yazılmış 74 bin çiviyazılı belgeyi, 33 yıl boyunca tasnif edip çözerek, bilim dünyasına kazandıran Türkiye’nin ilk iki Sümeroloğundan biridir. Muazzez İlmiye Çığ, tam anlamıyla Atatürkçü, milliyetçi ve dinine bağlı bir Cumhuriyet kadını, Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Uyarı Nilgün Dolay: “Mübarek balyoz gerçeği şudur; iktidara geldiğinden beri çiftçinin, işçinin, köylünün, emeklinin, öğrencinin, askerin ve hatta şehidin üzerine elinde hayali bir balyozla yürüyordu ki sonunda cenabı Hak, balyozu cismaniye çevirdi ve 10 dakika kafasına vurdurarak uyarısını yaptı.” ülkesinin etnik ve dini ayrımcılığa sürüklenmesini istemeyen gerçek bir aydın, bir bilim kadınıdır. Bu nedenle Nobel verilmesi söz konusu değildir. Ama ‘Vatandaşlık Tepkilerim’ kitabındaki bazı mektupları ve bilimsel yazıları nedeniyle dava açılmıştır. 1 Kasım Çarşamba saat 10.00’da Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına başlanacak. Bizler Muazzez İlmiye Çığ’ın yanında olacağız.” Yarın; yurtseverlerin sınav günü. İşbirlikçilere ve onların ağalarına günlerini gösterme günüdür! Ermeni soykırımı mı dediniz, yoksa ermoney (para) kırışımı mı! Balyoz Harekâtı!.. PERİHAN ERGUN Gazetemizin 23/Ekim/2006 günlü GÖRÜŞ köşesinde kendisini “Adam gibi adam” tanımıyla nitelediğim, ayrıca; hekimlikteki uzmanlığına da büyük saygı duyduğum Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR Hocamız, “Başbakan’ın Hastalığı” başlıklı yazısında hipoglisemi ile epilepsiyi tanımlamış. Ben de 1971 yılında genç yaştaki eşimin sonsuzluğa uğurlanışıyla oluşan şoklarla meydana çıkan reaktif hipoglisemiyle yaşamaktayım. Sn. Hocamız “Hipogliseminin tam bir bilinç kaybına yol açması için glikozun iyice düşük bir düzeye (40 mg. altına) düşmüş olması gerekir. İleri sürüldüğü gibi latent bir diyabette reaktif bir hipoglisernide bilinç kaybı ve koma olmaz” tanımıyla benim de rahatsızlığımı açıklıyor. O günlerdeki şikâyetlerim üzerine teşhis için yapılan şeker yüklemesinde glikozum 35 mg.’a düştüğü halde bilincim yerindeydi ve reaktif glisemi denmişti. ??? Bu tanım üzerine, benim, yanımda rahatsızlığımı tanımlayan kısa bir yazıyla şeker bulundurmam önerilmişti. Bu bilimsel ve kesin bulgulardan Sn. Başbakan’ın da haberdar olması gerekirdi. Oysa can dostu, danışmanı Ömer Çelik, koruması ve şoförünün bilgiden ve eğitimden yoksunluklarıyla dakikalarca zırhlı otosunda baygın halde kalması, belki de kaybına neden olunabilecek bu dramatik görüntüler, TC Başbakanı’na yakışmadı. Sn. Prof. Özdemir’in işaret ettiği gibi rahatsızlığındaki bulguların konuya tam açıklık getirmediği şüphelerini yarattı. Sn. Erdoğan’a büyük geçmişler olsun derken, TC’nin ve ulusunun kaderini çizme görevindeki Başbakan’ın ciddi bir konsültasyonla rahatsızlığının saptanması ve durumunun kamuya gerçeğiyle açıklanmasını da öneririm. Aksi halde devekuşunun başını kuma gömüp de saklanabildiğine inanmasına benzer bir durumla karşılaşılabilir. Bu iş burada kalmaz.. doğal sayılacak bir merakla oluşturulacak tümceler de kendisini ve memleketi çok yıpratır. Bir de konunun Türkiye ve dünyaya kara mizah malzemesi olan ‘’Balyoz Harekâtı” da var. Buna neden olan, devlet ve şahsi istemlere dayanan kadrolaşmalarla yerlerine uygun eğitim ve bilgiden yoksun kişilerin, uzmanların bertaraf edilmesiyle yapılan tayinleri de bu devlete yakışmayan laubaliliklere neden olageliyor. Atatürk Cumhuriyetinin ilkelerini ve aydınlanma yolunu yok saymaya çalışarak ortaçağ karanlığına koşar adımlarla gitmenin cezasını Yaratan elbette verecektir. ??? TBMM’ye halkın iradesiyle seçildikleri aralıksız dile getirilen milletvekillerinin, parti başkanlarının seçisiyle o kutsal Meclis’te yer aldıkları da herkesçe bilinen bir gerçektir. İçlerinde o yerlere gelenlerin değerlileri de bulunmakla beraber niteliksiz olanları da göz ardı edilemiyor. Örneğin Bingöllü AKP milletvekilinin Balyoz Harekâtı’nda kahraman ilan ettiği balyozla, objektifler ve TV ekranlarında edindiği balyozla kahramanlık mizanseni çizmesine ağlamak mı, gülmek mi gerektiği düşündürücü ve üzücü... Bu gösteriyle TBMM’nin onurlu üyelerine de balyoz indirilmiş oldu. Bu ve bunun gibi içerde ve dışarda ulusun onurunu kıran siyasi tutumlarımızın kötü ürünlerinin sıkıntılarını sık sık yaşamaktayız. ABD’nin verdiği gazla dünkü yalamacılarımız Barzani ile Talabani devletimize kafa tutabiliyor. AB’ye girebilmek için verdiğimiz ödünler, Fransa’da insan haklarına aykırı kanunla sözde Ermeni katliamını yalanlayan sözcülere ağır cezalar getirebiliyor, AB temsilcileri sömürgen davranışlarıyla akıl almaz istemlerde bulunabiliyor. Stratejik ortağımız(!) ABD, PKK’ye ve onların yanındakilere kucak açabiliyor. Ey Halkım! özellikle de ATATÜRK’ün ülkeyi ve Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerimiz; ulusunun ve kendinin onurunu, binlerce şehidimizin kanlarıyla var edilen kutsal topraklarının korunması için vakit geçirmeden anayasamızın bizlere sağladığı haklarla sana bağışlanan laik Cumhuriyetine vakit çok geç olmadan sahip çık! Senin gücün buna yeter.... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 31 Ekim www.mumtazarikan.com 2006/163 Davacı İstanbul Üniversitesi vekili tarafından davalı İhsan Işık aleyhine açılan alacak davasında: Davalı İhsan Işık’ın tüm aramalara rağmen bulunamadığı, yapılan Emniyet araştırmasında da davalıyı tanıyan ve bilenin olmaması sebebiyle davalıya tebligat yapılamamıştır. Davalı İhsan Işık’ın 14.12.2006 günü saat 10.00’da mahkememizde hazır bulunması veya kendisini bir vekil ile temsil ettirmesi aksi takdirde HUMK un 509 ve 510. maddeleri gereğince gıyabında karar verileceği hususları dava dilekçesi yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur.20.10.2006 Basın: 52659 FATİH 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ’NDEN Şehremini Lisesi’nden aldığım diplomamı kaybettim. Hükümsüzdür. TUĞÇE APAYDIN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Pamuğu 1 kozasından, mısırı koça 2 nından ayır 3 mak. 2/ Hararet... İslam 4 dininde evli 5 liğin sona er 6 mesi. 3/ Yarı 7 yanmış odun... Bir et 8 kinliğin geçi 9 ci olarak dur1 2 3 4 5 6 7 8 9 durulduğu süre. 4/ 1 N O K T Ü R N K “ ü namus şişesi2 İ Y R E A Y A E ni taşa çaldım kime Z O R ne” (Nesimi)... Bir 3 P A M P A R İ T A NO işteki engelleri yen 4 P K O T me kararı. 5/ Güney 5 O V E R U Ç A K P Afrika Cumhuriye 6 N A Ş A H I M P İ ti’nin bir eyaleti... 7 Sahip, malik. 6/ 8 M A V İ M E L E K İridyum elementi 9 İ K A A T A Ş E nin simgesi... Volkan bölgelerinde belli aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak kaynak. 7/ Çikolata, şeker ve sütle yapılan içecek... Endonezya’nın plaka imi. 8/ Kutsal inanç... Bir gösterme sıfatı. 9/ Yemek... Yünsü tüylü bir av köpeği cinsi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kolayca ve çabuk yapılan. 2/ Bir peygamber... Bitkisel kökenli bir yiyecek ya da içeceğin damakta algılanan hoş kokusu. 3/ Yurdumuzda bir ırmak... Antalya’nın bir ilçesi. 4/ Yelkenli bir yarış teknesi. 5/ Hitit... “Benim olmuş dilim / Ne desem yâr incinir” (Türkü). 6/ Anadolu halklarının en eski ana tanrıçası... Harman savurmakta kullanılan tarım aracı. 7/ Elazığ’ın eski adı... Tümör. 8/ Zırhlı taşıyıcı. 9/ Bahçelerde yazın oturulmak için kafes biçiminde yapılan süslü çardak. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle