20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31 EKİM 2006 SALI 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Uğur Mumcu’nun yazılarını Işık Kansu oyunlaştırdı AYNA ADNAN BİNYAZAR ‘Bir Pulsuz Dilekçe’... ğur Mumcu’yu yitireli neredeyse on dört yıl olacak. Uğradığı bombalı saldırı sonucunda 24 Ocak 1993 günü yaşamını yitiren sevgili yazarımız yayımlanmış on sekiz yapıtıyla Türkiye’nin gündemindeki yerini koruyor. Eşi Güldal Mumcu’nun önderliğinde kurulan Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı da yıllardır başarılı bir kültür ve eğitim hizmeti veriyor. Ankaralı gençlerin kısaca ‘Uğur Mumcu’ olarak andıkları vakfın sunduğu kültür birikiminin ve becerilerin, öğrenmeye ve üretmeye önem veren pek çok kişiye kendilerini sınama ve değerlendirme olanağını sağladığı bir gerçek. Uğur Mumcu, şakacı ve esprili yaradılışına karşın, yaşama ciddi bir tutumla yaklaşan, gazetecilik mesleğine saygıyla ve sorumlulukla sarılmış, birinci sınıf bir aydındı. Gülmece üretme bağlamındaki üstün yetenekleri köşe yazılarında yer yer sezilirdi kuşkusuz. Ancak, bu yeteneklerini ‘konuşmacı’ konumundayken tüm gücüyle devreye sokardı. Toplumsal/politik konuların tartışıldığı 1970’li yıllara özgü açık oturumların aranan kişisiydi. Nasıl becerirdi bilinmez, kendisi hiç kızmış görünmese de yanı başında oturan karşı düşüncedeki konuşmacıyı öfkelendirmeyi başararak izleyicilerden, artık tiyatroda bile görmediğimiz düzeyde alkış alırdı. Tartışılan konuyu çok iyi araştırmış olmanın getirdiği özgüvenle kalabalık bir insan topluluğuna seslenme yeteneğini zekice buluşturduğu tadına doyum olmaz anlardı bunlar... LAYCI/HÜZÜNLÜ YAZAR TAVRI Mumcu’nun, gülmece yeteneğini tiyatro sahnesinde sınadığı ilk yapıtı 12 Mart dönemini taşlayan ‘Sakıncalı Piyade’dir. Mumcu, yedek subay okulundaki öğrenciliği sı Sözün Özü Anlamdadır Televizyona ne denli bağımlıysak, onun karşısında o ölçüde de özgürüz. Düğmeye basınca renkli cam kararıveriyor. Ortada ne insanı aptal yerine koyan danışıklı sevgili dövüşleri kalıyor, ne müzik diye, danaları böğürme kısırlığına uğratan bağırtılar... Kuşkusuz, çok kişili ailelerde böyle bir özgürlükten söz edilemez. Alışkın bir toplumuz biz; aylarca oynanmasını beklediği maçı izleyen bir fanatiğin camını kararttığınızda onun dünyasını zindana çevirirsiniz. Yalnız, düğmeye basmakla her şey bitmiyor. Onu yaparken karanlık camın arkasında neleri yitirdiğinizi de göze almalısınız. Örneğin televizyonu açıp, ekranda Dostoyevski’nin Budala’sından yapılan dizinin 2. bölümünü görünce, ilk bölümü kaçırmış olmanın düş kırıklığına uğradım. Dizi bitince başka bir kanala geçtim. Bu gece şansım varmış. Geniş bir sahne getirin gözünüzün önüne. Ortada iki Mevlevi dervişi dönüyor. Sol tarafta müziğin yüksek beğenisiyle yetişmiş kadınlı erkekli bir koro. Onların önünde bas sesiyle dinsel deyişler okuyan bir kişi; belki şarkıcı, belki hafız. Öyle bir müzik ki, bir anda ne derviş kalıyor sahnede, ne kadın, ne hafız; ortada yalnızca sesin ruhu dolaşıyor. ??? Anlıyorum ki, kadın sesi, bir var oluş çağrısıdır. Onun olmadığı yerde dinin de, sanatın da, hayatın da bir yanı eksik kalır. Hangi erkek, kadının ses inceliğine ulaşabilir, bedenini esnekleştirip şiirleştirebilir?.. Nasıl bir güç olmalı ki onda; müzik, şiir, roman, resim, yontu, opera, bale.. bütünüyle sanat, kadını algılamaya yöneliktir. Âdem’den bu yana kadın, hayatı sanata dönüştürmenin nesnesi olmuştur. Onu bezlere büründüren kafalar, kadının olduğu yerde hep sanatın uç vereceği korkusunu yaşamışlardır. Hiçbir çağda da insanı kalıplardan kurtarıp özgür kılan sanata karşı olmak onun gelişimini önleyememiş, sanatçı her koşulda duygularını yansıtacak bir yol yordam bulmuştur. Öyle olmasa idi, resmin yasaklandığı İslamlıkta o güzelim minyatürler yaratılabilir miydi, hat sanatının eşsiz başyapıtları oluşturulabilir miydi?.. ??? Ayrı park kurup kadını oraya kilitleme düşüncesi sanattan korkan çağdışı kafaların ürünüdür. Bu yeni de değildir. Bir zamanlar kadının çağdaş giysilerle dinsel müziğe katılıp katılamayacağı bile tartışıldı. Balerine şalvar giydirmeye kalkanlar oldu. İnsanın yaratıcı gücü her çağda bu tür engelleri aşmış; din, inancı göğün bilinmez katlarına çıkardıkça, sanat onu yere indirmiştir. Meryem’i asıl kimliğiyle insanlığın malı kılan, Raffaello ’dan Chagall’a, sanatçılar olmuştur. Sanatsal yorumdan yoksun bir Meryem, ancak gadre uğramış zavallı bir kadın imgesi olabilir. Süleyman Çelebi, mevlitte, “Âmine Hatun Muhammed ânesi / Ol sadeften doğdu ol dürr danesi” dizeleriyle, Peygamber’in, ‘sedef gibi lekesiz bir rahimden doğan en gerçek inci’ olduğunu dile getirmiş, kuşkusuz onu daha da bizden kılmıştır. Yazınsal sanatlarda güç sözdedir, sözün çağrışımlarındadır. Süleyman Çelebi, gücünü sözden alarak kutsallığı insanlaştırıyor. Yoksa, her vesileyle okutulan mevlit yazınsal estetiğiyle kavranamadığı sürece, anlamadan gözyaşı dökülen olaylarla sınırlı kalır. Sanat ise, insanı “anlam”ın içsel evreninde yaşatır. Sözün özü “anlam”dadır. [email protected] U ? Işık Kansu’nun, Uğur Mumcu’nun yazılarından yola çıkarak oluşturduğu ve ‘Bir Pulsuz Dilekçe’ başlığıyla sunduğu kabare türündeki oyun, Samsun Sanat Tiyatrosu tarafından, Yaşar Gündem’in rejisiyle sahneleniyor. nün ardından, ‘Sakıncalı Piyade’ AST tarafından yeniden sahnelenir. Bu kez, oyunun son sahnesinde siyah şemsiyeli bir kalabalık devindirilir; sevgili Mumcu’nun başkentin caddelerini tıka basa dolduran insanların eşliğinde sonsuzluğa uğurlandığı o hüzün yüklü, yağmurlu gün görselleştirilmektedir. Işık Kansu, Mumcu’nun ünlü ‘Bir Pulsuz Dilekçe’ kitabının başlığını kullanarak yazdığı kabare türüne yaslanan oyunda, yazarın metinlerini görsel ve işitsel kılarak bir kez daha gündeme getiriyor. İyi ki de girmiş böyle bir çalışmaya. Böylece, Uğur Mumcu’nun, doğru zamanlamalarla ilettiği uyarıların ve toplumunun esenliği adına verdiği savaşımın günümüz için de geçerli olduğu görülüyor. LİŞELEŞTİRMEKTEN KAÇINILMALI Kansu, tıpkı Mumcu’nun ‘Sakıncalı Piyade’de yaptığı gibi, yazarı da sahneye çıkartmış. Bu kez, daha çok, kendi yazdıklarının izleyeni olarak. Daha önce kullanılmış olan bu sahne örgesini (motifini) yinelemeseydi diye düşünüyorum. İlk kullanımdaki etki sağlanamıyor çünkü. Oyunu çoğunlukla Anadolu’da turne yapan Samsun Sanat Tiyatrosu sunuyor. Sevimli, enerjik, topluma doğru hizmet vermeye adanmış bir topluluk. Yapıma da özen gösterilmiş. Müzik Nedim Yıldız’ın, koreografi İhsan Bengier’in imzasını taşıyor. Gönül isterdi ki Yaşar Gündem’in rejisi, kabare tiyatrosu adına kullanılagelmiş klişeleri ‘model olarak’ benimseyeceğine, onları aşabilsin, Uğur Mumcu’ya ilişkin duyarlılığı da ‘siyah şemsiyeler’ örgesini yinelemeden dile getirebilsin... Ankara’da iki gece sergilenen ‘Bir Pulsuz Dilekçe’nin bu hafta İstanbul’da sahnelenmesi bekleniyor. K A rasında daha önce yayımlanmış bir yazısından dolayı dönemin sıkıyönetim mahkemesince yargılanmış, askeri tutukevinde yatmış ve askerlik görevinin geri kalan bölümünü‘sakıncalı’ er olarak tamamlamıştı. ‘Sakıncalı Piyade’de 12 Mart hukukunun çarpık mantığını tüm boyutlarıyla algılayabilmiş, bunun da ötesinde, toplum karşısında sergilenen ‘saçma’nın içerdiği güldürü öğelerini yakalayıvermiş bir yazarın alaycı, ama hüzünlü tavrı yansımaktadır. Yazarının 1977’de sahneye uyarladığı ve AST tarafından sunulan ‘Sakıncalı Piyade’, 20 dolayında kısa tablonun, sahnenin bir köşesindeki yazı masasında oturan yazaranlatıcı tarafından birbirine bağlandığı, her birinde 12 Mart döneminde yaşananların farklı bir cephesinin gösterildiği, episodik bir yapı taşıyan müzikli bir oyundur. Başarılı sunumu ve yakın tarihimizin yaralayıcı bir dö nemiyle hesaplaşma özelliği taşıyan içeriğiyle tiyatro tarihimizdeki yerini almıştır. Mumcu’nun ikinci sahne çalışması olan ve 1980’lerin ilk yarısında sahneye çıkartılan ‘Sakıncasız’ ise, ‘yasa çiğneyici’ eylemlerine karşın, egemen güçler tarafından ‘sakıncalı görülmeyen’i gözler önüne serer. Mumcu, birbirini izleyen –kimine gülmece tadı kattığı, çoğunuysa araştırmacı gazeteci bilimselliğiyle biçimlendirdiği kitaplarında, içinde yaşanmakta olan dönemlerle hesaplaşmayı sürdürür. Bu ‘hesaplaşma süreci’ 1993 yılında, Uğur Mumcu’yu ‘yok etme’ye yönelik bombalı saldırı ile noktalanmaya çalışılır. Mumcu’nun ölümü İpek Duben ve Nancy Atakan’ın video filmine büyük ilgi Bauman ve ‘Düşünen Çöpler’ Kültür Servisi İpek Duben ile Nancy Atakan’ın 17 Eylül 1 Ekim 2005’te Galata’da bir fakirin terk ettiği odada sergiledikleri “Düşünen Çöpler” adlı video filmi birçok önemli sergi ve festivale katıldı. İpek Duben ve Nancy Atakan’ın Film önemli sergi ve festivallere katıldı. Zygmunt Bauman’ın “Wasted Lives” (Yitik Ha (Fazla Özgürlük ) konulu 10. Yeni yatlar) yapıtından esinlenerek ger Medya Sanat Festivali’nde; 15 çekleştirdikleri “Düşünen Çöpler” Ağustos’ta Kaliforniya’daki VUFadlı video filmi 1720 Ağustos’ta VA Konferansı’nda ve aynı tarihlerKentucky’de River’s Edge Film Fes de Londra Çalışma Merkezi’nde yer tivali’nde; 1020 Ağustos’ta Sırbis aldı. tan ve Montenegro’da IMAF’ta (Se“Düşünen Çöpler” global düzekizinci Uluslararası Multimedya Sa ne ayak uyduramayan tüm insanlanat Festivali); 2426 Ağustos tarih rın ve özellikle yoksul ve modern olalerinde Buenos Aires’te IMAF’ta; mayan yaşamların geçerliliğini so8 Eylül’de Incheon Çağdaş Sanatlar runsallaştıran bir yapıt niteliği taşıMüzesi’nde (Kore); kasımda LA yor. İstanbul’da hâlâ ‘gerçek’ ve ‘geFreewaves’in (Los Angeles Özgür çerli’ ama ‘atık’ olan hayatları göDalgalar) ‘Too Much Freedom’ rüntülüyor. Konserde Puccini, Verdi, Donizetti’den aryalar, Napoliten şarkılar ve senfonik orkestra için düzenlenmiş Türkçe parçalar seslendirilecek. Atatürk’ün Doğumunun 125. Yılı ? ANKARA (AA) “Atatürk’ün Doğumunun 125. Yılı Milli Pul Sergisi’’, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın da katılımıyla açıldı.Daha önce Samsun, Amasya, Erzurum ve Sıvas’ta açılan sergi, 4 Kasım 2006 tarihine kadar gezilebilecek. Sergide, “PTT tarafından 19242006 yılları arası Atatürk ile ilgili çıkarılan pulların tamamı, 19291968 yılları arası esseler (üç ayrı renk baskı örnekleri), pul eskizleri, 2001 Altın Kanatlar, Posta Kartları, 1920 Anadolu Hükümeti Pulları, 19222005 yılları arası İlkgün Zarfları, Osmanlı Pulları, 19212005 yılları arası Atatürk ve Cumhuriyet Pulları, başlangıcından günümüze kadar kişisel pullar ve muhtelif resim baskı örnekleri’’ yer alıyor. Sergi süresince “Atatürk’ün Doğumunun 125. Yılı Milli Pul Sergisi Çankaya 2006, 30 Ekim04 Kasım 2006 Ankara’’ ibareli özel tarih damgası kullandırılacak ve aynı konuda hazırlanan pul baskılı posta kartı satılacak. İş Sanat’ta sezon İstanbul Opera Orkestrası’yla açılıyor Kültür Servisi İş Sanat sezonu, 4 Kasım Cumartesi akşamı, şef Serdar Yalçın yönetiminde, Efe Kışlalı, Hakan Aysev ve Hüseyin Likos’un solist olarak katılacakları İstanbul Opera Orkestrası’nın konseri ile açacak. Kaçırılmaması gereken konserin programında Puccini, Verdi, Donizetti’den aryalar, Napoliten şarkılar ve senfonik orkestra için düzenlenmiş Türkçe parçalar seslendirilecek. Münih Filarmoni, Berlin Senfoni gibi büyük orkestraları da yöneten ve yurtdışında büyük ilgi gören “Lirik Tarih”, “Sultanların Dansı”, “Tango Turco” ve “Evita” gibi gösterilere imza atan Serdar Yalçın, baştan sona arasız müzik olarak tanımlanan “konsept müzikali”nin Türkiye’deki tek örneği “Anlat Şehrazat”ın da bestecisi. Açılış konserine imza atacak isimler ise 1998’den bu yana İstanbul Devlet Operası’nda başlıca rolleri seslendiren ve yurtdışında birçok festivale katılan Efe Kışlalı; kariyerine 1987’de 6. Belvedere Şan Yarışması’nda “En İyi Genç Şarkıcı” ödülünü alarak başlayan, Salzburg Festivali’nde sahne alıp Mozart’ın “Cosi fan Tutte” operasının Avusturya, Hollanda ve Almanya’daki turnesine katılan Viyana Devlet Operası’nın kadrolu sanatçısı Hakan Aysev ve Adnan Saygun’un “Kerem ile Aslı”, R. Wagner’in “Uçan Hollandalı”, Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” ve Verdi’nin “La Traviata” gibi yapıtlarını yorumlayan Hüseyin Likos… CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle