27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 EKİM 2006 CUMA 6 HABERLER Cinayetlerin kökeninde etnik yapı değil feodalite ve yoksulluğun yarattığı sosyal çaresizlik duruyor BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Töreyi bağnazlık kışkırtıyor MEHMET FARAÇ TÜYAP, 25. Yılında... TÜYAP, yarın ve 25. yılında olarak, İstanbul Kitap Fuarı’na başlıyor. Büyük bir okur kitlesi, yazarlar, kitapevleri, farklı bir günün heyecanı içinde şu sıralar. Rastlantının güzelliği: Fuarın açılışının ertesi Cumhuriyet Bayramı, hepimiz, Cumhuriyet Devrimi’ni 83. yılında olarak kutlayacağız. Belleklerden silinmeyecek bir haftaya giriyoruz. ? Önce, TÜYAP üstüne şu kimi hatırlatmalar: TÜYAP , Türkiye’de kitap fuarları örgütlemek amacıyla, 1981’de İstanbul’da kuruldu ve etkinliklerine başladı. Bu yıl, toplumumuz için de pek önemlidir: Bir yıl önce, 12 Eylül 1980’de, özgürlüklere, bu arada kitaplara düşman bir rejim, düpedüz faşizm, ülkenin üstüne çökmüştü. Böylece TÜYAP, kitapların dostu olarak, giderek Türkiye’de insanca bir rejimin kurulması uğruna gelişecek bir mücadelenin bir parçası olarak hayata atılmış oluyordu. Nitekim öyle oldu ve hızla gelişti... TÜYAP’lar, sıradan kitap sergileri değildi: Okurlar yazarlarla yüz yüze geliyor; ayrıca, bütün okurlara seslenen paneller, açık oturumlar, söyleşiler ve konferanslar düzenleniyordu. Yanına edebiyatı ve sanatı da alarak, bir kültür hareketi olup çıktı TÜYAP’lar. Önce İstanbul’dan yola koyulan çığır, Ankara’ya, İzmir’e, Bursa’ya, Konya’ya kadar uzandı. Ve İstanbul’da olduğu gibi, gittiği kentlerde de 9 günlük bir etkinlik, kültür yaşamına damgasını vurdu. TÜYAP, kültürümüzde “onsuz olmaz” bir olay, bir kurumdur. TÜYAP, bu yıl 25. yılını kutluyor; bu zaferde, Sayın Bülent Ünal’la, Sayın Deniz Kavukçuoğlu’nun paylarını öncelikle söylemeli. TÜYAP, 25 yılılk bir birikime bakıp haklı olarak övünecek ve o birikime de yaslanarak, Türkiye’nin geleceğine doğru yürüyecektir: Bağrına bastığı on binlerce okur ve yüzlerce yazar ve sanatçılarıyla... ? TÜYAP, kuruluşundan birkaç yıl sonra da, bir şaire veya saygın bir yazara ya da bir düşünüre, “onur yazarı” payesi verdi. Bugün de sürdürüyor bu geleneği. 25. yılını kutlarken, onur yazarımız Doğan Hızlan. Ama nasıl anlatmalı Doğan Hızlan’ı? Başa, edebiyatımızın saygın bir eleştirmeni olduğunu koymalı. Denemeleri, dergiciliği (Gösteri, A Dergisi). Televizyonlarda “karalama” programları... İlk yazısının çıktığı 1954’ten beri, “içi ve dışı” edebiyat olan nadir kalemlerden biridir o. Gelip durduğu noktada, farları, sanata, müziğe, tiyatroya, mutfağa kadar bütün kültür alanlarına doğru genişlemiştir; tanıyor ve okurlara taşıdıklarıyla onların ufuklarını zenginleştiriyor. Hızlan’a bakıp “İyi ki varsın!” diyoruz. Bir başka hatırlamamız da var: TÜYAP’ta kültürel değerlendirmeler hassas bir terazide yapılmıştır. Onu yapanlardan Deniz Kavukçuoğlu, büyük bir edebiyatçıdır da. Onun kalemiyle yaptığını nasıl ödüllendireceğiz? Önerimiz, gelecek yıl Kavukçuoğlu’nu da “onur yazarı” olarak görmek aramızda... ? Pazar günü Cumhuriyet Bayramı. Laik ve demokratik Cumhuriyet’in nasıl bir tehlikenin içinden geçtiğini anlatmaya gerek yok. Ülke de elden gitti gidecek... Pazar günü, gözlerimiz Ankara’ya çevrilecek... Sorunları haykıracak genç hançerelere bakıp şimdiden hatırlatmalarımız şunlar olacak: Cumhuriyet’i kuran Atatürk, onu gençlere emanet etmiştir. Ve gençler Cumhuriyet’indir. Gençler, o gün, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar olarak haykıracaksınız. Bağımsızlığı, yurtseverliği, laik ve demokratik Cumhuriyet’i haykıracaksınız orada. Var gücünüzle haykırın, duyacaklar!.. Geri kalmış bölgelerin kanayan yarası töre ve namus cinayetlerinin nedenleri konusunda özellikle medyanın yanılgısı sürüyor. Sorunun çözüm yollarını da kilitleyen çarpık bakış açısının odağında, törenin bir ‘‘Kürt geleneği’’ olduğu yolundaki yanlış saptama da duruyor. Oysa sorun etnik yapıdan değil, dinfeodalite ve yoksulluğun tetiklediği bir mekanizmadan kaynaklanıyor. Türkiye’de özellikle 1994’te Güneydoğu’da yoğunlaşan töre ve namus cinayetlerini önleme konusunda devlet kurumları ile kitle örgütlerinin çabaları yoğunlaştıkça, cinayetlerin de aynı oranda artış göstermesi dikkat çekiyor. Bu durum, aslında sorunun çözümüne yönelik teşhis, yöntem ve girişimlerin yanlışlığını da gösteriyor. Sorunu güvenlik önlemleri ya da yasaları ağırlaştırarak çözmeye çalışanlar, asıl kaynağı göz ardı ediyor. ? Emniyet Genel Müdürlüğü 3 Mart 2006 tarihli raporunda birçok kesimin kökeni, içeriği ve kaynağını ısrarla anlamak istemediği ‘töre’ kavramının aslında ‘kan davası, kız alıp verme, aile içi uyumsuzluk, cinsel taciz, yasak ilişki, tecavüz, kız alıp verme’ ve ‘namus’ gibi gerekçeleri de kapsadığına vurgu yapıyor. ? Raporda, olaylara karışanların doğum yerinin yüzde 24 oranıyla Güneydoğu, ikinci sırada ise yüzde 21’le Doğu Anadolu Bölgesi olduğu belirtiliyor. Tetikçilerin yüzde 15’i İç Anadolu, yüzde 11’i Ege, yüzde 10’u Karadeniz, yüzde 8’i de Marmara Bölgesi doğumluları kapsıyor. ğini, olayların yüzde 38 oranla Marmara ve Ege bölgelerinde yaşandığını içeriyor. Raporda, olaylara karışanların doğum yerinin yüzde 24 oranıyla Güneydoğu, ikinci sırada ise yüzde 21’le Doğu Anadolu Bölgesi olduğu belirtiliyor. Tetikçilerin yüzde 15’i İç Anadolu, yüzde 11’i Ege, yüzde 10’u Karadeniz, yüzde 8’i de Marmara bölgesi doğumluları kapsıyor. Bilanço kanıtlıyor... Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 3 Mart 2006 tarihli raporu, Türkiye’de 20002006 tarihleri arasında ‘‘töre kaynaklı’’ olarak 710’u erkek, 480’i kadın olmak üzere 1190 kişinin öldürüldüğünü gösteriyor. Emniyet birçok kesimin kökeni, içeriği ve kaynağını ısrarla anlamak istemediği ‘‘töre’’ kavramının aslında‘‘kan davası, kız alıp verme, aile içi uyumsuzluk, cinsel taciz, yasak ilişki, tecavüz, kız alıp verme’’ ve‘‘namus’’ gibi gerekçeleri de kapsadığına vurgu yapıyor. Rapor, cinayetlerden 322’sinin ‘‘namus’’ gerekçesiyle gerçekleşti Kürt sorunu değil!.. Emniyetin bu raporuna karşın medya töre ve namus cinayetlerini etnik temele oturtmaya çalışıyor. Şüphesiz bu biraz da Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün ‘‘Asıl Kürt sorunu bu’’ başlıklı yazısından kaynaklanıyor. Özkök, 14 Haziran 2006 tarihli yazısında, ‘‘Artık bu sorunun adını açıkça koyma zamanı geldi. Töre ci nayetleri, Türkiye’nin değil, Doğu’nun, özellikle Güneydoğu’nun sorunudur. Eğer Türkiye’de bir Kürt sorunundan söz ediyorsak bu da Kürtlerin gerçek anlamda bir Kürt sorunudur’’ diyor. Özkük’ün bu düşüncesi dış basını da etkiliyor. Amerikan haber ajansı Associated Press (AP) önceki gün yayımladığı bir yazıda, töre cinayetlerinin bir ‘‘Kürt geleneği’’ olduğu nu iddia ediyor. Oysa cinayetlerin Doğu ve Güneydoğu’da, ya da Doğuluların yaşadığı batı kentlerinde işlenmesi, olayın arkasında etnik bir sorun olduğunu kanıtlamıyor. Özkök aynı satırlar içinde,‘‘Doğu sorunu’’derken doğru, ‘‘Kürt sorunu’’derken yanlış yapıyor. Yani olayın sosyal kaynağını açıklamak gerekiyorsa, bölgesel gerçeklerin, etnik kökenin çok önünde durduğunu söylemek gerekiyor. Çünkü cinayetler Bangladeş, Afganistan, Pakistan ve Mısır gibi din ve aşiret yapısının etkin olduğu, aynı zamanda yoksulluğun hüküm sürdüğü ülkelerde de çok yoğun biçimde görülüyor. Türkiye’de ise çoğunlukla şeyhlik, şıhlık kurumunun korunduğu, feodal bağların çözülemediği geri kalmış Doğu ve Güneydoğu kentlerinde yaşanıyor. Cinayetlerin tamamına yakınının yoksul ve eğitimsiz kesimler arasında yaşandığını gösteren ciddi kanıtlar bulunuyor. Bu kesimler içinde iddia edildiği gibi sadece Kürtler durmuyor. Adana, Mersin, Siirt, Mardin ve özellikle Urfa’da cinayetler Arap kökenliler içinde de yoğun olarak işleniyor. Gaziantep ve çevresinde Türkmenler arasında, Karadeniz’de özellikle aşiret ve tarikat yapılanmasının yoğun olduğu Rize ve Trabzon çevresinde de insanlar töre ya da namus uğruna silaha sarılıyor. Olayların Trakya, Ege ve Akdeniz insanları arasında görülmemesi de, bu bölgelerin feodal gericilik ve tarikat yapılanmasını dışlayan sosyoekonomik ve kültürel kalkınmasına dayanıyor. Töre ya da namus cinayetleri, hurafelerin beslediği bağnazlık, gericiliğin şekillendirdiği ahlaki kurallar ve köhneleşmiş töresel baskılardan kaynaklanıyor. Birbirini tetikleyen bu yapı eğitimsizlik, geri kalmışlık ve yoksullukla bütünleştiğinde şiddet kaçınılmaz oluyor. Törenin silahı yalnızca Kürtlerin değil bağnazlıktan kurtulamayan herkesin elinde duruyor! ABD’DE YASAK Bazı kadınların giyiniş tarzlarıyla cinsel tacize davetiye çıkardıklarını iddia etmişti Kadın sünneti davası Dış Haberler Servisi ABD’de kadın sünnetine ilişkin ilk davanın görülmesine bu hafta başlanıyor. Georgia eyaletindeki Atlanta kentinde başlayacak davada 2 yaşında bir kız çocuğunun sünnet edilmesi görüşülecek. Adli kaynaklar, Etiyopya kökenli 30 yaşındaki Halid Adem’in, 2 yaşındaki kızını makasla sünnet etmekle suçlandığını ve suçlu bulunması halinde 40 yıla kadar hapis cezası alabileceğini kaydetti. Savcı, sanığın bu davranışının bir kişiyi sakat bırakmak anlamına geldiğini belirttiği açıklamasında, ‘‘Çocuk sakatlanmıştır, buna hiçbir kuşku yoktur’’ ifadesini kullandı. Kadın sünneti, Afrika’da genellikle 10 yaşından küçük kız çocuklarına yaygın olarak uygulanıyor. ABD’de ise 1997’den bu yana yasak. İnsan hakları örgütü Equality Now’a göre, bu dava ABD’de kadın sünnetine ilişkin ilk dava olma özelliğini taşıyor. Adem, çocuğuna karşı kötü muamelede bulunmak ve şiddet uygulamakla suçlanıyor. Polise göre, Adem, 2001 yılında küçük kızını Georgia eyaletindeki Duluth’ta bulunan evinde makasla sünnet etti. Çocuğun annesi, olaydan ancak geçen yıl haberdar olduğunu belirtirken, bu iddiaya babası karşı çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kız çocuklara uygulanan sünnet yüzünden kaç ölüm vakası olduğunu bilmiyor, ancak başta Kara Afrika ülkelerinde olmak üzere 28 ülkede rastlanan bu yöntemin her yıl 10 yaşın altındaki 3 milyon çocuğu etkilediğini, toplam olarak da 100 milyondan fazla kadının bu uygulamanın kurbanı olduğunu tahmin ediyor. El Hilali özür diledi Dış Haberler Servisi Avustralya’da Müftü ‘Şeyh’ Taceddin el Hilali’nin bir hutbe sırasında bazı kadınların giyiniş şekilleriyle cinsel tacize davetiye çıkardıklarını söylemesi ve bunu anlatmak için kullandığı benzetme, ülkede büyük tepkilere neden oldu. Gelen tepkiler üzerine özür dileyen El Hilali, “Niyetim sadece kadınların onurunu korumaktı” dedi. Müftü’nün sözlerinin yanlış aktarıldığını savunan sözcüsünün açıklaması ise dikkat çekiciydi: “El Hilali konuşmasında cinsel taciz değil cinsel sadakatsizliği hedef aldı.” Avustralya’nın en etkili Müslüman din adamlarından olan El Hilali, Sydney’de geçen ay 500 kişi karşısında verdiği bir hutbede “Eğer üstü açık eti dışarıda bırakırsanız, kediler de gelir ve onu yerler. Bu kimin hatası? Kedilerin mi, yoksa üstü açık bırakılan etin mi” diye sormuş ve hatanın ette olduğunu söylemişti. “Eğer kadın odasında, evinde, başını kapamış olsa o zaman hiçbir sorun çıkmazdı” diyen El Halili konuşmasını şöyle sürdürmüştü: “Sonra karşınıza merhametsiz bir yargıç çıkıp size 65 yıl hapis cezası veriyor.” El Hilali konuşmasında makyaj yapan kadınları da kınamış ve bunun cinsel tacize davetiye çıkardığını savunmuştu. Müftü’nün bu sözleri Avustralya’da büyük tepkiye neden oldu. Hükümet ve Müslüman toplumundan bazı yetkililer El Hilali’nin bu yorumlarını şiddetle kınadı. Müslüman toplumun önde gelen kadınları da hutbeyi “iğrenç ve saldırgan” olarak nitelendirdi. Avustralya Başbakanı John Howard, bu ifadeleri iğrenç olarak tanımladı ve “Bir kadının tecavüz için suçlanması fikri saçma ve akla sığmaz” dedi. Maliye Bakanı Peter Costello, Müslümanlara bu hutbeyi kınamaları çağrısı yaptı. Sydney’in de bulunduğu Yeni Güney Galler eyaletin Müftü ‘Şeyh’ El Hilali, bazı kadınların giyiniş şekillerinin cinsel tacize davetiye çıkardığı sözlerine gelen tepkiler üzerine özür diledi. HZ. MUHAMMED RESMEDİLMİŞTİ Karikatürler ‘suçsuz’ bulundu deki İslam Konseyi, açıklamayı, “İslama ve Avustralyalı olmaya aykırı ve kabul edilemez” diye niteledi. Federal Cinsel Ayrımcılıkla Mücadele Sorumlusu Pru Goward, bu sözlerin suça teşvik olarak algılanabileceği uyarısında bulundu. “Bir kadına tecavüz eden Müslümanlar mahkemede savunma olarak bu görüşü ortaya sürebilirler” dedi. Goward, din adamının suça teşvik dolayısıyla sınır dışı edilmesi gerektiğini de savundu. Tepkiler üzerine El Hilali’nin sözcüsü Müftü’nün sözlerinin yanlış aktarıldığını ve konuşmasında “aslında cinsel taciz değil cinsel sadakatsizliği hedef aldığını” söyledi. Sözcüsüne göre Şeyh, zinanın önlenmesinden bahsederken bu sözleri sarf etti. Tepkilerin durulmaması üzerine El Hilali dün sözleri için özür diledi. Avustralya basınında çıkan haberlere göre, Müftü “Sözlerimle kırdığım tüm kadınlardan içtenlikle özür dilerim. Niyetim sadece Avustralya’da kaybolan kadınların onurunu korumaktı” dedi. El Hilali’nin açıklamaları Avustralya’da, toplumların entegrasyonu konusunun ve ortak değerler siyasetinin tartışıldığı bir döneme rastlıyor. Bazı siyasetçiler, Avustralya’nın değerlerini benimsemeyen kişilerin vatandaşlık haklarından mahrum bırakılması gerektiğini savunuyor. Avustralya’ya 1982’de giden Mısır doğumlu El Hilali, daha önce de 11 Eylül saldırılarını düzenleyenleri övmekle suçlanmıştı. 64 yaşındaki El Hilali, Avustralya’da Lübnan toplumundan büyük destek görüyor. El Hilali’nin, daha önce Lübnan’da görev yapmış olmasının bunda etkisi olduğu belirtiliyor. Avustralya’da aralarında Lübnan, Türkiye ve Irak’ın da bulunduğu yaklaşık 70 ülkeden 300 bin Müslüman yaşıyor. Avustralya’daki Müslüman toplum, ülkede yerel imamlar yerine çoğunlukla yurtdışından imamları görevlendiriyor. KOPENHAG (AA) Danimarka mahkemesi, 7 Müslüman teşkilatının, İslam dünyasını rahatsız eden karikatürler nedeniyle karikatürleri geçen yıl ilk olarak yayımlayan Jyllands Posten gazetesine karşı açtığı hakaret davasını reddetti. Aarhus Şehir Mahkemesi, Danimarka gazetesinin yayımladığı 12 karikatürün bazı Müslümanları gücendirdiği, ancak karikatürleri, ‘‘Müslümanları küçük düşürücü’’ farz edecek neden bulunmadığına hükmetti. Pakistan’daki İslam cemaati, Danimarka mahkemesinin, davayı reddetme kararını kınadı. Karikatürlerin yayımlanmasından sonra Pakistan’da geçen yıl düzenlenen protesto gösterilerine önayak olan İslam cemaatinin sözcüsü Amir ül Azim, ‘‘Mahkemenin hükmünün beklenen bir karar olduğunu, çünkü Batı’nın kültür ve değerlerinin Müslüman ülkelerinkinden farklı olduğunu’’ belirtti. Batılı mahkemelerin Müslüman âlimlerinin fikirlerine kulak asması gerektiğini söyleyen sözcü, ‘‘Eğer onlar (âlimler) karikatürlerin dine ve peygambere hakaret olduğunu düşünüyorsa, mahkemeler bu görüşlere saygı duymalı. Müslümanların güçlü duyguları olup olmayacağına mahkemeler karar veremez’’ dedi. Müslüman teşkilatları, geçen yıl 30 Eylül’de karikatürleri yayımlayan gazeteye karşı mart ayında dava açmış, davanın ilk duruşması 9 Ekim’de görülmüştü. Karikatürler, geçen ocak ve şubat aylarında Avrupa gazetelerinde de yayımlanmış ve İslam dünyasında protestolara yol açmıştı. Mudanya Müftüsü’ne inceleme BURSA (Cumhuriyet) Bursa Müftülüğü, Mudanya İlçe Müftüsü Nizamettin Doğan’ın, Şeker Bayramı’nın ilk günü ilçedeki tüm camilerde okunan bayram hutbesindeki, ‘‘Erkeklerin anne, eş ve kızından başkasıyla tokalaşması caiz değildir’’ sözleriyle ilgili ön inceleme başlattı. Bursa Müftüsü Mahmut Gündüz, yaptığı açıklamada, müftü Doğan’ın, bayram hutbesinde erkeklere yönelik sarf ettiği, ‘‘Anne, eş ve kızından başkasıyla tokalaşıp öpüşmeniz caiz değildir. Bunu yaparsanız nikâhınız düşer’’ yönündeki açıklamalarıyla ilgili ön inceleme başlatıldığını bildirdi. İncelemeyle ilgili Bursa Valisi Nihat Canpolat’a da bilgi vereceğini kaydeden Gündüz, ‘‘İncelemenin ardından gerek duyulursa müftü hakkında soruşturma açılacak’’ dedi. Gündüz, Doğan’ın bayram hutbesindeki sözlerinin doğru olup olmadığı yönündeki soruya ise ‘‘Bu konuda inceleme devam ederken yorum yapamam’’ yanıtını verdi. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle