19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 EKİM 2006 CUMARTESİ 8 DİZİ Rus çarlarının ‘tatil’ için tercih ettikleri bir zamanların büyüleyici kıyı beldesi 20. yüzyılda tarih yazdı Dünyanın paylaşıldığı yer: Yalta “Yalı” sözcüğü de muhtemelen aynı kökenden geliyor. “Yalos”, Rumcada kıyı demekmiş. “Dünyanın paylaşıldığı yer” olarak tarihe geçen “Yalta” kentinin adı, “Yalos” tan türetilmiş. Yalta bir zamanlar belli ki, yeryüzünün büyüleyici sahil şehirlerinden biriymiş. Geniş amfitiyatro şeklinde denizi kucaklayan uzun bir kıyı şeridinin ardında yemyeşil bitki örtüsüyle bezenmiş dağlar… Palmiyeler, akasyalar, sedir ağaçları, çamlar, selviler, yamaçlarda üzüm bağları... Toskana ile Nice karması bir doğa şaheseri… Kentin sırtlarındaki dağlar, Rus steplerinden inen kuzeyin sert rüzgârlarını kestiği için burada özel bir “mikroklima” oluşmuş. Varlık nedenini bu “mikroklimaya” borçlu olan Yalta, bir Karadeniz kentinden çok Akdeniz cennetini andırıyor. Mevsim ortalamaları Nice’le aynı. 19. yüzyıl ortalarında yörenin şifalı havasını keşfeden bir Rus doktorunun yolu buralara düşene dek, Kırım Tatarlarının yaşadığı, toplam nüfusu 300’ü geçmeyen küçücük bir taşra köyüymüş Yalta. Kırım savaşı arifesinde Yalta’yı Sivastapol’a bağlayan karayolu yapılınca; birden gelişip, serpilmiş. Savaş yıllarının ardından önce Romanov hanedanı inmiş buraya. Romanovları; saray maiyeti, zengin tüccarlar, aydınlar, sanatçılar izlemiş... Ve görkemli saraylar, parklarla bezenen Yalta’nın çehresi “sihirli değnek” dokunmuşçasına değişmiş. ÇARLARIN SARAYI STALİN’E KALMIŞ 1917 Ekim Devrimi’ne dek Rusya’ya hükmeden son çarlar, II. ve III. Aleksandr ile II. Nikola, MoskovaSt. Petersburg hattından arta kalan zamanlarını hep Yalta’da geçirmiş. “Livadiya Sarayı”nın duvarları Çar II. Nikola ve ailesinin birlikte çektirdiği fotoğraflarla süslenmiş. Çariçe Aleksandra Fedorovna, bibirinden güzel dört genç kız: Olga, Tatiana, Maria, Anastasia ve de tabii “Çareviç” velihat prensAleksey... lık saraylarında” Stalin, çarlardan daha çok keyif çatmış. II. Dünya Savaşı’nın bitiminde Churchill, Stalin, Roosevelt oturup burada bir güzel dünyayı bölüşmüşler. Bugünün Yaltası’na baktığınızda, 80 bin nüfuslu bir sayfiye kentine bu kadar çok tarihin fazla gelmiş olduğunu düşünüyorsunuz. Yalta, bu yüklü tarihin bedelini yıkımla ödemiş. İlk büyük darbeyi Bolşevik Devrimi’nde yemiş. Yakıp yıkılmayan saray ve malikâneler ya “politbüro kodamanlarının” emrine tahsis edilmiş ya proletarya için “senatoryuma” çevrilmiş. Bu badireyi II. Dünya Savaşı’nın yıkımı izlemiş. Bugün turistlerin ziyaret ettikleri sarayların çoğu neticede baştan sona elden geçirilmiş ya da özgün mimariye uygun biçimde yeniden inşa edilmişler. Sovyetler’in yıkılmasıyla, “görmemişlerin” yani “yeni Ukraynalıların” istilası altında kalan Yalta’ya indirilen son darbe de kontrolden çıkan “gayrimenkul spekülasyonu”... Yamaçlara dikilen gökdelen yapılar, herbiri ayrı bir mimari kâbusu olan biçimsiz villalar bu son istilanın eseri. Bu talihsiz dönemeçlerin hepsi, Yalta’yı katman katman silmiş ve şehrin silüetini bir daha geri gelmeyecek biçimde yok etmiş. ‘OREANDA’DA GÜN ŞAMPANYA İLE BAŞLIYOR miş butiklerden oluşan “Lenina” daki en şık dükkân, bir Türkiye markası olan “Polo Garage”. Gece yarısına dek dükkânların açık kaldığı bu caddede yaşam, plaj dönüşü canlanıyor ve günbatımıyla başlayan “büyük piyasa”, sabahın erken saatlerine dek sürüyor: Paten kayanlar, fal bakanlar, açık hava tezgâhlarında manikür, dövme yapanlar, sokak ressamları, sokak müzisyenleri, ateş yiyenler; kollarında baykuş ya da yılan gezdirenler, kumsalda oturup saatlerce denizi izleyenler… Her tür insan ve eğlence var bu caddede. Bu büyük insan seli, cümbüş ve faaliyet arasında en revaçtaki eğlence “resim çektirmek”! Resim çektirmek derken sıradan hatıra fotoğrafını kastetmiyorum. Bir tür bir karnaval bu. Yalta’nın icat ettiği pratik, ucuz, işporta bir karnaval…. Yol boyu, her 5060 metrede açık havada sergilenen rengârenk gardıroplar dizili .Tiyatro kostümleri gibi; şapkasından peruğuna, tüm aksesuvaarlarıyla tamamlanan dönem kıyafetleri bunlar. Arkadan bağcıklarla bağlanan giysilerin sırtı açık. Beden sorunu yok. Şişman, ince, balıketi fark etmiyor.. RÜYALAR BULVARINDA ‘SOYLULUK ÖZLEMİ’ II. Nikola: ‘İdeal eş ve aile babası’ “Rus usulü demokrası”, tuhaf bir Çarlık romantizmi yaratmış. Bunu, son Rus Çarı’nın anılarıyla bezenmiş “Livadiya Sarayı” nı gezerken fark ettim. Rehberimiz, “ideal eş ve ideal aile babası” sözleriyle tanımladığı II. Nikola’yı öve öve bitiremedi. Turistik broşürler de, Çar ve ailesinden böyle hep sitayişle bahsediyor. “Livadiya” nın ikinci katında, II. Nikola’nın özel apartmanlarına geçtiğinizde bu romantizmden, itiraf etmek gerekir ki, ziyaretçi olarak siz de nasibinizi alıyorsunuz. “YENİ RUSLARDAN” MÜTEVAZI 1917 Ekim Devrimi’ne dek Rusya’ya hükmeden son çarlar, II. ve III. Aleksandr ile II. Nikola; MoskovaSt. Petersburg hattından arta kalan zamanlarını hep Yalta’da geçirmiş. Çehov, Gorki, Tolstoy gibi anlı şanlı yazarlar; Rahmaninov gibi müzik dehaları ilham almak için burada soluklanmışlar. Derken devrimcilerin mekânı olan Yalta birdenbire bambaşka bir gezegene ışınlanmış ve el değiştirmiş. “Çar “Eski Yalta”, bundan böyle artık yalnız düşlerde yaşamaya mahkum. Geçmişten bugüne olduğu gibi devralınan tek miras; yamaçlarda kat kat yükselen uçsuz bucaksız parklar ve de bahçeler. Bolşevikler de, Naziler de, Mafyoziler de bu barbarlığı yapmamışlar. Yeşile kıymamışlar. Görkemin doruğa eriştiği 19. yüzyıl mimarisinin özelliklerine sahip özgün bina sayısı sonuçta artık parmakla sayılacak kadar az . Ayakta kalan sayılı köşk ve malikânelerden, geçen yüzyıl başında kentin mimari anlamda Büyükada’ya benzeyen bir atmosfere sahip olduğunu tahmin edebiliyorsunuz. Buna karşın Büyükada’nın “Splendid” oteli gibi bir oteli yok burada. Kalınılabilecek oteller ölçüsüz pahalı, zevksiz ya da “kitch”. “Massandra” parkındaki 17 katlı, 2500 yataklı devasa “Yalta Oteli” örneğin; bir çimento yığını. Kentteki Sovyet mimarisinin tüm diğer örnekleri gibi gerçek bir çevre faciası. Son model Mercedes’lerin, Range Rover’lerin kapısından eksik olmadığı “kumarhanesi” ile ünlü beş yıldızlı “Oreanda” oteli ise bizim KKTC’deki lüks otellerin kopyası. Kuğu gibi kızların maganda erkeklerle şampanya kadehleriyle sabah kahvaltısına indikleri otelde, iki kişilik odaların fiyatları 300 ile 1000 dolar arasında değişiyor. EN ŞIK MAĞAZA POLO GARAGE Bir yanı deniz, bir yani park; restoran, kahveler ve de yan yana dizil Üzerinizde sadece bikini de olsa, blucin de olsa beğendiğiniz kıyafeti doktor önlüğü gibi giyip; arkadan iki düğüm atıyorsunuz. Seçiminize yardımcı olan “kostümcü” ya da “görüntü yönetmeni”(!); kılığınıza en uygun şapka ve peruğu kafanıza geçiriyor ve makyajınızı rötuşluyor. En fazla beş dakika alan bu işlemlerden sonra, 10 grivna yaklaşık 2 dolar karşılığında poz vermek için objektifin karşısına geçiyorsunuz. Yalta’nın en yüksek reytingli “reality show” u bu! Bir kasaba eğlencesi gibi. Bu işporta karnavalların nasıl iş yaptığını size anlatamam. Kadınlı erkekli müşterilerin biri gidiyor, biri geliyor. Verilen pozları bir görseniz; Rusların oyunculuk yeteneğine hayran kalırsınız. O suni ipekler, taftalar, kadifeler altında her biri birer Anna Karenina’ya dönüşen “Lenina kızlarının” vücut dili; kostümlere dokunur dokunmaz değişiyor. Yönetmenden “çak” sesi bekleyen artistler gibi, anında havaya giriyorlar. Ve toplu halde Çarlık Rusyası soylularını oynayan bir büyük dizinin aktörlerine dönüşüyorlar. Her şey, gerçekten de burada muhafaza edildiği gibiyse, Nikola ve Alman asıllı bir prenses olan karısı Aleksandra Fedorovna mazbut, ağırbaşlı, ölçülü bir yaşam sürdürmüşler. Çarın, yeşil yamaçlar üzerinden Karadeniz’e bakan özel çalışma odası, Çar ve Çariçe’nin yemek odası, akşam ailenin toplandığı piyano odası; günümüz zenginlerinin şartlarıyla ölçüldüğünde alabildiğine mütevazı. İmparatoriçe’nin kütüphanesi ve çocukların odaları, sarayın en sade bölümleri. Sarayda geçirdikleri tatil aylarında dahi eğitimlerine devam eden çocukların ise sıkı bir disiplinle büyütüldükleri anlatılıyor. İKİ GÜZ VE İKİ BAHAR… II. Nikola’nın tutkusu fotoğraf çekmekmiş. Duvarlarda Çar’ın çektiği aile resimleri var. Çariçe Aleksandra Fedorovna, birbirinden güzel dört genç kız: Olga, Tatiana, Maria, Anastasia ve de tabii “Çareviç” velihat prensAleksey... Çar II. Nikola çok sevdiği bu sarayda yalnız iki mevsim geçirebilmiş: I. Dünya Savaşı arifesinde iki güz ve iki bahar... Savaş yıllarında “sefa yapmaktan çekindiği için” buraya hiç gelmemiş. 1917 Mart’ında tahttan feragate zorlandığında ise son isteği; “sıradan bir yurttaş olarak Livadiya’da yaşamını sürdürmek” olmuş. Bolşevikler Çar ve ailesini 1918 yılının 16 Temmuz gecesi tutuklamış ve Yekaterinburg’da kurşuna dizmişler. Yalta Konferansı için bir araya gelen devlet başkanları, etrafında toplandıkları masada ‘dünyayı paylaşmışlar’: Doğu Avrupa bana, Akdeniz sana L Lenina’nın kızları ltın kaplama soğan kubbeli kiliseler, Sovyet abideleri ve de yeni Rusların para tapınakları arasına sıkışıp kalan Yalta’nın her şeye rağmen saşırtıcı bir şiirselliği; düşleri harekete geçiren etkileyici ve sürükleyici bir yanı, garip bir “sahiciliği” var. Sahil boyundaki “Lenina Caddesi”nde yürüdüğünüz zaman, henüz Alman, İngiliz ya da Japon kafileleri tarafından teslim alınmamış bir yerde olduğunuzu fark ediyorsunuz. Yalta’ya şimdilik Ruslar ve Ukraynalılar rağbet ediyor. Minicik şortlarla kordonboyunu arşınlayan Rus ve Ukraynalı kızların güzelliği de, kenti hasbelkader keşfeden yabancıları derhal büyülüyor. Boyları bosları, alımlı yürüyüşleri, çarpıcı dekolteleri, bakımlı fizikleri ile “Lenina’nın kızları”, kadın, erkek, genç, yaşlı istisnasız herkesi baktırıyor. Karadeniz kıyısında bir “İpanema” düşünün... Brezilya’nın esmer melez güzellerinin yerini burada sarışınlar alıyor. Endamlı Rus dilberleri; kordonboyundaki gösterinin yalnız ufak parçası. Bir kilometrelik sahil şeridi, 30 yaş altındaki tüm gençlerin toplandığı sürekli bir “parti” halinde yaşıyor. A ivadiya’nın hayaletleri, son Çar ve ailesiyle sınırlı değil. Giriş katında da Stalin, Churchill ve Roosevelt’in hayaletleri dolaşıyor. II. Dünya Savaşı’nın sonunda Yalta Konferansı için burada bir araya gelen büyük devletlerin liderleri, antrede ziyaretçileri karşılayan ve üzerinde halen büyük beyaz bir örtü bulunan yuvarlak masanın etrafında toplanmışlar. Masada konferansa katılan ülkelerin ABD, İngiltere ve SSCB bayrakları; etrafında da üç koltuk, on dört iskemle duruyor. Liderler koltuklara, büyükelçilerle delegasyon şefleri iskemlelere oturup, bu beyaz örtülü masa üzerinde düğün pastası keser gibi, dilim dilim dünyayı bölmüşler: “Doğu Avrupa bana, Akdeniz sana!” “Almanya’nın yarısı bana, öteki yarısı sana!” Sonra ilerdeki “Bilardo Odası”na geçip, bu yapılan anlaşmayı imzalamışlar. Ardından da Çar Nikola’nın “İtalyan Rönesansı” stilinde yaptırmış olduğu avluya çıkıp o meşhur pozu vermişler: Churchill, Roosevelt, Stalin yan yana, dip dibe oturuyor. ivadiya’nın hayaletleri son Çar’la sınırlı değil. Giriş katında da Stalin, Churchill ve Roosevelt’in hayaletleri dolaşıyor. Liderler, bu beyaz örtülü masa üzerinde düğün pastası keser gibi, dilim dilim dünyayı bölmüşler: “Doğu Avrupa bana, Akdeniz sana!” L rine; bu yasak aşk kahramanlarının hoş, esprili bir heykelini dikmiş. Yalta kordonunda kadınların en çok fotoğraf çektirdikleri yer burası. Bu heykel kadınları bir mıknatıs gibi çekiyor. Önünde durmadan geçemiyor çoğu ve de bir kez durduklarında mutlaka “iki sevgilinin arasına girip” bir hatıra resmi çektiriyorlar. BÜYÜK BİR “VİŞNE BAHÇESİ” “BEYNİ SULANMIŞ BİR BAŞKAN” Sağlık sorunlarıyla cebelleşen Roosevelt ve Churchill buraya ayak sürrerek gelmiş. Konferansın yeri bile Stalin’le Churchill arasında çekişme konusu olmuş. Stalin “Ben, Sovyetler dışına çıkmam” demiş! Sağlık gerekçesiyle “ılıman” bir yer seçiminde direten Churchill “Yalta” ya ısrar kıyamet razı edilmiş. “Yalta Konferansı”ndan üç ay sonra, 1945 Nisan’ında, beyin kanamasından ölen Roosevelt ise; ABD sınırları dışında bundan sonra başka hiçbir uluslararası etkinliğe katılamamış. “ABD Başkanı’nın ‘beyni sulandığı’ için Stalin Avrupa’ya bu şartları dayatabildi!” diyenler bile olmuş hatta bu yüzden. Yalta’da Çarlık sarayından dışarı adım atmayan Roosevelt’i, Çar Nikola’nın çalışma odasında yatırmışlar. Churchill ve İngiliz delegasyonu ise “Livadiya” nın arkasındaki tepelerde Puşkin’in vaktiyle “yarı lord, yarı tüccar” diye tarif ettiği Kont Vorontsov’un şatosunda kalmış… Gelmişken oraya da gittik. Puşkin hedefi 12’den vurmuş. Durduk yerde Puşkin olunmuyor. Şatodan adımınızı attığınız anda “İşte tam” diyorsunuz: “burada ancak bir ‘yarı lord, yarı tüccar’ yaşamış olabilir!” İngiliz aristokrasisine öykünen Kont, Yalta’nın Akdenizvari doğasının ortasına, “Tudor” stili kelalaka bir şato oturtmuş. Kat kat bahçeteraslarla denize açılan şatonun cephesine “arabesk” bir kapı kondurmuş. Salonlara; İngiliz çay fincanlarını andıran mavibeyaz porselenle kaplanmış tavanlar, duvarlar yaptırmış. Kış bahçesini bir müze salonu gibi heykelle doldurmuş… Bu görgüsüzlük abidesini yaptırabilmek için de, Rusya’nın dört bir yanındaki arazilerinden serflerini getirip boğaz tokluğuna çalıştırmış. Vorontsov Şatosu, sırf Puşkin’i “konuşturduğu” için ilginç. Şatoyu gezerken ünlü şairle nerdeyse minik bir söyleşi yapmış gibi oluyorsunuz. ÇEHOV’UN BEYAZ EVİ Yalta’nın “hayaletleri” arasında en büyüleyici olanı Anton Çehov şüphesiz. Yazarın “Bila Daça” (Beyaz Daça) adıyla anılan evi, sahil şeridinden kenti çevreleyen yamaçlara doğru yükselen bir yol kenarında; yeşillikler ardında gizlenen muhteşem bir bahçe içinde. Dışardan, şaşırtıcı biçimde modern görünen evin, olduğu gibi kaldığı iddia ediliyor. Dokuz odalı “Bila Daça” ile bugüne değin bozulmamış bahçesinin planları, bizzat Çehov’un elinden çıkmış. Çar ailesi dahil tüm ünlüler gibi Çehov da Yalta’ya “şifalı havası” için 19. yüzyıl sonunda gelmiş. “Asrın hastalığı” tüberküloza yakalanan yazar, yaşamının son yıllarını sonra burada geçirmiş ve olgunluk çağının en büyük eserlerini de burada vermiş. Evli bir kadın ve evli bir erkek arasında geçen “romantik bir kaçamağı” anlatan “Küçük Köpekli Kadın” isimli kısa öyküsü örneğin, baştan sona Yalta’da geçiyor. Yalta belediyesi, sahil boyundaki “Lenina Caddesi” nin en merkezi ye Çehov’un Yalta ile anılan en önemli eseri gerçekte “Vişne Bahçesi”. Paranın hızla el değiştirdiği, değerlerin alaşağı edildiği, ele avuca gelmeyen yeni bir dünyanın eşiğinin betimlendiği “Vişne Bahçesi”, aslında Yalta’nın bire bir kendisi. Kocaman bir “Vişne Bahçesi” Yalta. Bir yanda kurtulamadığı eski dünyanın hayaletleriyle yaşıyor, bir yanda “yeni Rusların” hâkimiyeti altında kodlayamadığı, çözümleyemediği yeni bir yaşama yelken açmaya çalışıyor. Çehov bugünün Yalta’sını görse, “tüccar” Lopahin’e eminim gene aynı şeyi söyletirdi: “Yazlıklar kuracağız. Torunlarımızla onların torunları burada yeni bir yaşam görecekler... Müzik, haydi, çal!” Yalta böyle yaşıyor. Devasa savrulmaların, çalkantıların ve dönüşümlerin ardından şehir dönmüş dolaşmış; gerisin geriye bir asır önce Anton Çehov’un bıraktığı yere gelmiş. Tarihin bu garip sonuçlanmamışlığı; bu acımasız, hoyrat savurganlığı Kırım Yarımadası’nın her yerinde öylesine bariz, öylesine çarpıcı, öylesine vurucu ki, insanı ürpertiyor. BİTTİ CUMHURİYET 08 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle