Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
5 OCAK 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 9 EVET / HAYIR OKTAY AKBAL 2014 Uzak mı? Avrupa’da bugün kamusal alanlardan (en önemlisi de üniversitelerden) haçların sökülüp alınması tartışılırken türban meselesinin çözümünü, Türk toplumu gibi laik bir toplumda ‘‘din ulemalarına’’ emanet etmek isteyen bir iktidarla Avrupalılaşma pazarlıklarının yapıldığı bir masaya oturduklarının ayrımında değillerdi sanki İtalyan dostlarımız... Ama tüm bunları, daha birçok şeyi ve İtalyanlar aracılığıyla Batılı toplumlara bu konudaki çift yanlı uyarılarımızı ne yazık ki ulaştıramadık, çünkü ‘‘yüzsüzlüğümüzle’’ aldığımız söz hakkımızı, fırsat verilmediği için gerektiği biçimde kullanamadık. Ne ilginç değil mi? günlerde Fransa’da bir toplantı yapılmaktadır. İtalyanlar ve Fransızlar amca çocukları olarak birbirlerini tanımadıklarının ayrımına vardıklarından böylesi bir ‘‘tanışma çayı’’ düzenlemeyi uygun görmüşler. Öyle bir tanışma çayı ki beş gün sürmüş. Dili aynı, dini aynı iki ülkenin toplumları bu yakın akrabalık ilişkisine karşın birbirlerinden uzak kalmışlar. O zaman biz ne yaparsak yapalım kendimizi anlatamayacağız gibi bir duyguya kapılıyorum. Sonunda anlatır mıyız yoksa anlatamaz mıyız, bilmiyorum ama bu alışverişte saydam ve içtenlikli olmamız gerektiğine inanıyorum. Saydamlık ve içtenlik üzerine kurulu dostluklar daha derin ve daha kalıcıdır. Bunu her iki taraf için de söylüyorum. PENCERE Amerikan Düşmanlığı mı Başladı?.. Amerikalılarla Türkler arasında yeni bir süreç mi başladı?.. Kuzey Irak’ta Amerikalı askerler bizimkileri yakalayıp başlarına çuval geçirdiler ya... Olay neredeyse bir dönüm noktasını vurguladı... Hürriyet gazetesi bu hiç de hoş olmayan olayı yeniden gündeme getirdikten sonra defterin bir başka yaprağını açtı... Meğer bizimkiler de bu nahoş olay üzerine Kuzey Irak’ta Amerikan subay ve askerlerini yakalayıp çırılçıplak soymuşlar... Konu üzerine, emekli olmuş subaylarımız konuşturuluyor... Ortaya çıkan tablo hoş değil... Medya bu olayı neden kurcalıyor?.. ? Oysa önümüzde bir örnek var: Mustafa Kemal!.. Yunan askeri ‘İstiklal Harbi’nde Anadolu’yu yakıp yıktıktan sonra yenilgiye uğramış; işgal ordusunun komutanları General Trikopis ile General Diyenis Türklere teslim olmuşlardı... Esirlerin başları önlerine eğikti... Uşak hâlâ yanıyordu... İki genera,l Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkarıldılar... Halide Edip şöyle yazar: ‘‘Eğer muhafaza edilmeselerdi, Uşak halkı onları parçalayacaktı...’’ Mustafa Kemal generallerin ellerini sıktı, Trikopis’e: ‘‘ Oturun General, dedi, yorulmuş olacaksınız... Sonra sigara tabakasını uzattı, kahve ısmarladı, nazik muamele etti.’’ Tarihe böylece not düşüldü. ? Kuzey Irak’ta Amerikan timinin, yakaladığı Türk subayının başına çuval geçirmesi bizim askerimizi küçültmez... Çuvalı geçireni küçültür... Olayı değerlendirirken bu yolda gereksiz yargılardan ve olumsuzluklardan kaçınmakta yarar var; askerimizde suç aramak doğru değildir... Amerikalı densizlik yapmıştır... Ayıp etmiştir... Ancak ödeşmek için daha sonra Kuzey Irak’ta yakaladığımız Amerikan subayını çırılçıplak soymak da bize yakışmaz... Övünülecek şey değildir... Türk subayının, askerinin, üstüyle astıyla benimsediği kültürde bilmiyorum böyle davranışlara yer var mı?.. ? Yazının girişindeki soruyu bir sözcük değiştirerek yineleyeyim: Türklerle Amerikalılar arasında bir düşmanlık süreci mi başladı?.. Vaktiyle ‘Amerikalı’ dedin mi, Anadolu’da ‘dost’ sözcüğüyle hemhal olan bir duygusal mantık devreye girerdi... İş değişiyor mu?.. Sakin görünüşlü sıradan biri, durup durduk yerde, evde ya da kahvehanede diyor ki: Türk subayının başına çuval geçirecek adam daha anasından doğmadı... Çok satışlı gazeteler bu kokuyu almaya başladılar; yayınlar başladı bile... Politikada Magandalık! ‘‘Maganda: Giyimi kuşamı yerinde olmakla birlikte yontulmamış, görgüsüz, kabasaba kimse.’’ ‘‘Maganda’’nın sözlükteki tanımlanması böyle!.. Değerli yazar dostum Aydın Boysan’ın bir de ‘‘politika magandası’’ var! Sık sık karşımıza çıkan bu ilginç kişiyi şu sözlerle bize tanıtıyor: ‘‘Politika magandası, mikrofonda Atatürkçü söylevler döktürür. Alttan alta da gizli yabancı yobaz yardımlarının kapılarını açacak imzalar atar. Laik düzene sadık kalma yeminleri eder, bu yemine sadık kalmayı aklından geçirmez... Politika magandası, göründüğü gibi olmaz, olduğu gibi görünmez. Buna karşın yine de utanmadan Mevlana’yı yüceltme oyunları sergiler.’’ Yeni bir yıla girdik. Gerçeğe bakarsanız hiç de yeni değil, eskinin eskisi, hem de en eskinin eskisi!.. Bol sataşmalarla, hakaret sözleriyle, küfürlerle!.. Hem de TBMM’nin içinde. Her biri on binlerce seçmenin oyunu almış yüzlerce kişinin görev yaptığı, yapması gerektiği bir yerde!.. Daha ötesini de sıralamalı mı? Yoksa üç nokta koyup da mı geçmeli? Son günlerde ün kazandı bu üç nokta. Yazılarda çok geçer... Cümlenizi bitiremezsiniz, daha doğrusu içinizden, geçen konuya yakışan, konu ettiğiniz olaya, kişiye uyan o sözcükler az gelir. O zaman, üç nokta gelir yardımınıza! Başbakan da sözünü bitiremedi, ‘‘üç nokta’’ dedi. Yılların politikacısı Baykal altta kalır mı! ‘‘Al üç noktanı, yakana rozet yap, istersen daha başka yerine koy’’ deyiverdi... Denecek ki yakışmıyor, ne Tayyip Bey’e ne de Baykal Bey’e!.. Cumhuriyet Meclislerinde tartışmalar, kavgalar olurdu, ama böylesi yaşanmazdı. Gerçi o yıllarda magandalık diye de bir şey yoktu. Demokrasi diye diye magandalık önce ayağa düştü, derken siyaset sahnesine atlayıverdi... Ben Aydın Boysan’ın yazılarının tiryakisiyimdir. Mizahsa mizah, siyasetse siyaset, edebiyatsa edebiyat, her şey var... İşte size maganda! ‘‘Maganda konfor ve lüks pamuklarına gömülerek uygarlaştığını sanır. Oysa uygarlaşma maddi desteklere değil, ruhsal yetkinliklere dayanır. Düşünce yetkinliği ve özgürlüğünde, bilim ve sanatta gelişmemiş toplumlar, klimalı ev, Rolls Royce otomobil lüksü batağına saptanarak büsbütün sersem edilir. Deveden inip otomobile binmekle, cahillikten uygarlığa geçiş olmaz. Eşekten inip traktöre binerek de farklı bir değişme yaratılmış olmaz.’’ Boysan, ‘‘Leke Bırakan Gölgeler’’ (Bilgi Yayını) kitabında çeşitli maganda örnekleri vermiş, yalnız politika magandaları değil, basının da magandaları var, diyor. ‘‘Basın magandalarıyla politika magandaları, gece yarısı telefon sohbetleri yapacak kadar yan yana ve iç içe yaşarlar.’’ Prof. Dr. Necdet ADABAĞ Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi vrupa Birliği bağlamında Türkiyeİtalya ilişkilerinin tartışıldığı bir toplantı İstanbul’da yapıldı. İstanbul’daki toplantı bu bağlamda ikinci toplantıydı. İlki geçen yıl Roma’da yapılmıştı. İki toplantıya da siyasacıların, tecim insanlarının yanı sıra ekin adamlarının da çağrılı olması bizleri gönendirdiği kadar, düşüncelerimizi yansıtmayı sağladığı ve iki ülkenin de Avrupa Birliği bağlamında olsun, iki ülke ilişkileri açısından olsun ekin adamlarına çok iş düştüğünü artık anlamış olduklarını ve ülkelerin birbirlerini tanımakta en geçerli yollardan birinin de ekinden geçtiğini öğrenmiş olduklarını göstermiş olması bakımından önemliydi. Ekin adamlarına değer verilmiş olması bizi mesleksel açıdan doyururken bugüne değin iki ülke arasında bir köprü oluşturmak adına üstlenmiş olduğumuz işlevin boşa gitmediğini görmek bizi mutlu etmiştir. Bu bencilce bir duygudur ama insana keyif veren ve özellikle yaptığı iyi işlere karşın övgüden yoksun bırakıldığını gören bu ülkenin insanları için, sanıyorum, bir gereksinimdir. Nâzım Hikmet Baku’da yaptığı bir konuşmada almış olduğu alkışların ardından, ‘‘Alkışlayın alkışlayın, insan pohpohlanmaktan hoşlanır, insanın doğasında vardır’’ demişti. Başkalarından göremeyince insanın kendi kendisine bir başarıdan bir pay çıkarmasını da hoş karşılamak gerekir diye düşünüyorum. A birimizi yeterince tanımadığımızdan söz ediyorsak bir yanlışımızın olduğunu kabul etmemiz gerekir. Sanıyorum o yanlış da bugüne dek göz ardı ettiğimiz ve ilişkilerimizin ana öğesini oluşturması gereken Akdenizlilik fikrinin iki toplumda, dahası Akdeniz havzasına bakan tüm ülke toplumlarında neden olduğu Akdenizlilik duyarlılığıdır. Ancak söz konusu duyarlılığı besleyen de ekindir, sanattır, şiirdir, yazındır. Bu açıdan bakıldığında biz, deyim yerindeyse,‘‘aracılar’’ kendilerine düşeni yapmamışlar ya da yapamamışlar gibi gözükmektedir. Ne ki ekin adamları parasal yoksunluk yaşayan insanlardır. Kadın hakları Oysa biz kendi tarafımıza baktığımızda çok da içtenlikli olduğumuzu söyleyemeyiz. Bunun bir örneğini söz konusu toplantıda verdik. Toplantının bir bölümü ‘‘Sosyal ve Kültürel İlişkiler’’ adını taşıyordu. Alt başlık olarak da ‘‘Kadın hakları’’ gösteriliyordu. Konuşan herkes ana başlığa değineceğine, kadın haklarından söz etti. Her çizgiden insan vardı. Ancak bizim dikkatimizi çeken, kadın haklarından söz eden bir milletvekilinin, kadın haklarını ayak altına alan ve kadını ikinci sınıf bir yurttaş olarak gören bir partinin milletvekili olmasıydı. Kadının özgürlüğünden söz ederken kendi kadınlarının türbanla dolaşmasına ve kapanmasına hoşgörüyle bakacak kadar sindirimli olan birinden içtenlikli ve saydam olması beklenebilir miydi? Biz de beklemediğimiz için itiraz ettik, ancak itirazımız başkanlar tarafından söz hakkımız elimizden alınarak yanıtlandı. Laikliğin yorumu konusunda da olası ortağımız İtalyanları yanılttığımızı düşünüyorum. Edindiğim izlenime göre, laikliği çarpıttığımızı ve kendimize göre yorumladığımızı İtalyan dostlarımız bilmiyor. Bunu da anlatamadık. Çünkü Türk hanım başkanın öfkesini çektik!.. Bakanlığın katkısı Tek başlarına bir kitap yayınlamak ya da ekinsel, sanatsal bir etkinlik yapmak olanağına sahip değillerdir. Bundan tam on yıl önce İtalya’da bir dergi çıkıyordu ve bu dergiyi İtalyan gazeteciler çıkarıyordu. Derginin adı: ‘‘Dün, Bugün, Yarın Türkiye’’ idi. Dergi oylumlu bir dergiydi ve çok yönlüydü; adı üstünde, tümüyle Türkiye’yi anlatıyordu. Dahası İtalya’da ve İtalyanca basılıyordu. Türkiye’den parasal kaynak bulunamadığı için üçdört sayıdan sonra dergi çıkmaz oldu. Ama bugünlerde yaşadığımız, biri yazınsal, öteki sanatsal iki önemli etkinlik, taşları yerine koyacak nitelikte iki olaydı. İkisi de Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleşti: Biri, bir Çağdaş Türk Şiir seçkisinin İtalya’da basım aşamasında olması; öteki de bir İtalyan tiyatro oyununun Türk oyuncular tarafından Türkçe olarak Floransa’da oynanmasıydı. Bir futbol maçı kadar seyirci toplamamış olsalar da almış oldukları olumlu sonuçlardan ötürü, bana göre, daha göz doldurmuş ve daha etkileyici olmuşlardır. Ayrıca Ankara’da Ankara Üniversitesi’nin düzenlediği ve Bologna Sürecinde iki ülke üniversitelerini eğitimöğretim bağlamında ele alan bir başka etkinlik de, iki ülkenin üniversitelerine birbirlerini daha yakından tanımak fırsatı vermiştir. Böylesi yakınlaşmaların gençler arasında gerçekleşmiş olması daha geniş bir açılımı ve kalıcılığı beraberinde getirir. İstanbul’daki toplantıda konuşan herkes ekinsel ve sanatsal etkinliklerin toplumların birbirlerini tanımaları açısından var olan öneminden söz etti. Tanımak ve tanışmak uzun bir süreçtir. Bu Din ulemaları Ve Avrupa’da bugün kamusal alanlardan (en önemlisi de üniversitelerden) haçların sökülüp alınması tartışılırken türban meselesinin çözümünü, Türk toplumu gibi laik bir toplumda ‘‘din ulemalarına’’emanet etmek isteyen bir iktidarla Avrupalılaşma pazarlıklarının yapıldığı bir masaya oturduklarının ayrımında değillerdi sanki İtalyan dostlarımız... Ama tüm bunları, daha birçok şeyi ve İtalyanlar aracılığıyla Batılı toplumlara bu konudaki çift yanlı uyarılarımızı ne yazık ki ulaştıramadık, çünkü ‘‘yüzsüzlüğümüzle’’ aldığımız söz hakkımızı, fırsat verilmediği için gerektiği biçimde kullanamadık. Ne ilginç değil mi? İtalyan konuşmacılardan Carlo Salvatori, ‘‘2014 görünüşte uzak bir tarih’’ dedi. Bana kalırsa, biz böyle gittiğimiz sürece daha çok 2014’ler bekleriz... Türkiye nerede? Ancak olaya bu bencilce yaklaşımın ötesinde bakarken ki doğal olan da buydu, ilgimizi, AB bağlamında çok önem taşıyan iki ülke arasındaki her daldaki ilişkilere ilişkin söylenenleri anlamaya çevirdik. 1970’li yıllarda İtalyanların yarısından fazlası Türkiye’nin nerede olduğunu bilmezdi ve çoğunlukla Afrika’da olduğunu düşünürlerdi. Buna karşın Türkiye İtalya’nın nerede olduğunu bildiği gibi, İtalyan ürünlerinden yararlanabilmiş, arabalarına binebilmiş, Modugno, Peppino di Capri’yi tanıyabilmişti. İki ülkenin birbirine yakınlaşmasını sağlayan temel etmenler tecim ve turizm olmuş ancak otomatik telefon dizgesi bu alışverişte etkin bir araç olmuştur. Toplantıda Mustafa Koç’un dediği gibi ‘‘üç kuşaktır süren bir işbirliğinden’’ söz etmek olanaklıdır belki ama, eğer bugün daha bir İzmir CUMOK Çağırıyor AYDINLANMA SÖYLEŞİLERİ Ocak ayı KUŞLUK KAHVALTIMIZDA Sayın METİN AYDOĞAN ile dünden bugüne Türkiye üzerine oynanan BİTMEYEN OYUN’u konuşuyoruz. “Dayanacağız, çoğalacağız, oyunu bozacağız” SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ Yer : Dr. Hasan Sağlam Öğretmenevi EşrefpaşaİZMİR Tarih : 8.1.2006 Pazar, Saat: 11.00 Kahvaltı bedeli : 10 YTL. Rezervasyon ve İletişim için: 0 533 765 52 67 0 538 250 99 73 0 532 326 10 25 www.cumok.org izmir?cumok.org Yeniden ‘Yaban’ Yüksel PAZARKAYA akup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘‘Yaban’’ı romanımızın ilk özgün örneği, ilk başyapıtıdır. Turgut Özakman’ın ‘‘Şu Çılgın Türkler’’inin gördüğü büyük ilgi ve topladığı beğeni, tıpkı ‘‘Yaban’’ gibi, yer ve zaman açısından tam hassas bir sürece rastladığını gösteriyor. ‘‘Yaban’’, kurtuluşun ardından, kuruluş devriminin ulusal bütünleşmeye odaklandığı süreçte ortaya çıkmıştı. ‘‘Şu Çılgın Türkler’’ de, karşıdevrim sürecinin ulusu ve ülkeyi yeniden devrim öncesine sürüklemekte olduğu uyarısına odaklanıyor. Şevket Süreyya’nın ‘‘Yaban’’ üzerine yazdığı gibi, devrim ‘‘hissin, şuura, idrake inkılâp ettiği devir’’. (Kadro, Haziran 1933) Özakman bize bu bilinci anımsatıyor. Kuruluş devriminde anlak ve bilinç gerekiyordu. Şimdi karşıdevrime direnip, bu evreyi demokratik yoldan aşmak için de keskin bir bilince gereksinim var. Devrimin coşkulu ortamı karşısında, yılgın ve yüksünük izlenimi veren bugünkü ortam TA N I Ğ I Z Biz aşağıda imzası bulunanlar PINAR SELEK’in feminist, antimilitarist, şiddet karşıtı bir araştırmacı olduğuna tanığız. Yıllardır maruz bırakıldığı suçlamalarla, hiçbir ilgisi olmadığına inanıyor, araştırma ve çalışmalarının düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesini talep ediyoruz. Bizler için bunlar suç sayılamayacağından, Sosyolog PINAR SELEK’in yanında olduğumuzu duyururuz. Prof. Aksu Bora, Aslı Altan, Aslı Erdoğan (Yazar), Ayfer Tunç (Yazar), Yrd. Doç. Ayşe Parla, Ayşe Günaysu (Çevirmen), Berat Günçıkan (Gazeteci), Esra Kahraman (Gazeteci), Doç. Dr. Filiz Kardam, Av. Filiz Kerestecioğlu, Filiz Karakuş, Filiz Koçali (SDP Başkanı), Gaye Boralıoğlu (Senarist), Güldal Kızıldemir, Güler Kazmacı (Gazeteci), Gülnur Savran (AraştırmacıYazar), Prof. Jale Parla, Jülide Kural (Tiyatro Sanatçısı), Karin Karakaşlı (Yazar), Müjgan Arpat (TVMuhabiri), Neşe Şen (Senarist), Nevin Sungur (TVMuhabiri), Nilgün Yurdalan, Nilüfer Akbal (Sanatçı), Perihan Mağden (Yazar), Pınar İlkkaracan (PsikoTerapist), Dr. Selma Acuner, Prof. Dr. Semra Somersan, Prof. Sibel Irzık, Sırma Köksal (Yayınevi Yönetmeni), Prof. Şebnem Korur Fincancı, Şükran Soner (Gazeteci), Talin Sucuyan (Gazeteci), Yaprak Zihnioğlu (AraştırmacıYazar), Yüksel Selek (Felsefeci), Zeynep Atikkan (Gazeteci), Zeynep Tanbay (Dans Sanatçısı). Y da, bilinçle ve kararlılıkla hareket çok daha büyük öneme sahip. ‘‘Şu Çılgın Türkler’’i yalnız duygusal değil, bilinçli olarak da kavrayıp özümsemek için, benim seçtiğim yöntem, her on yılda bir okumayı alışkanlık edindiğim ‘‘Yaban’’ı bir de Özakman’ın yapıtının ışığında okumak oldu. Çok da iyi oldu. Yakup Kadri’nin vurduğu neşteri, karşıdevrim kanseri bütün bünyeyi sarmadan, Cumhuriyet devrimcilerinin elbirliğiyle yeniden vurması gerekiyor. Okuyoruz: ‘‘Mütarekenin ilk günlerinde, bana bir tanıdık diyordu ki: ‘Ne bu zırhlılardan, ne bu ordudan, ne sokak başlarındaki bu makineli tüfeklerden korkuyorum. Beni korkutan şey, kendi aramızdaki anlaşmazlıklar, kendi aramızdaki nifaklardır. Bizi asıl bu mahvedecek.’ Ben, içimden diyordum ki, bu adam, bu hükmü hep İstanbul’a göre veriyor, karışık ve bulanık bir şehir halkının huyunu bütün millete malediyor. Asıl vatanı, asıl milleti, Anadolu’yu hesaba katmıyor. Orası, buradaki nifaklardan ve pisliklerden arıdır. Orası, benim gözümde, ıstırabın en özlü alevlerinde kaynayıp pişmiş bir hayat mayasıyla yuğrula yuğrula kutsallaşmıştır.’’ (Yaban, 13. Basım, 1979, s. 148 d.) Birinci Dünya Savaşı’nın malul gazisi Ahmet Celâl, tek kolla sığındığı emireri Mehmet Ali’nin Porsuk yakınlarındaki köyünde karşılaştığı durumla çarpılacaktır. O, kutsallaşmış Anadolu imgesini, oradaki mütegallibeyi düşünmeden, hesaba katmadan yaratmıştır. ‘‘Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, asker kaçağını koynunda saklayan zinacı kadınların, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların, cami avlusunda oğlan kovalayan softaların türediği yer burasıdır.’’ (S. 149) Bunlar, ‘‘vatan mücahitlerini arkalarından’’ vururlar, bağımsızlık simgesi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının yolunu keserler ‘‘ve kaç defa oturduğu şehrin etrafı isyan silahla rıyla çevrildi. Burada, ben, vatan delisi, millet divanesi; burada, ben harp malulü Ahmet Celal yapayalnızım.’’ (s. 149) Bugün vatan delilerinin, ulus divanelerinin yapayalnız olması gerekmiyor. Her ne kadar, Mehmet Ali’nin köyü, bugün siyasi yönetimiyle ve haber kaynaklarını ele geçirmiş güçlerle sanki bir Türkiye örneksemesi gibi görünse de, kuruluş devriminin yetiştirdiği ve bilinçlendirdiği saflar çok daha geniş ve yeğin. Çağdaş ve laik eğitimin yerine, eğitim birliği ve tekliği molla mekteplerinde gerçekleşmeden, ülkenin bağımsızlığı, “Ben sizin müşkülünüzü hallederim diyen ‘Avrupa’ diye bir kraliçe varmış’’ (s. 61), tamamen ona teslim edilmeden, küreselleşme adına ekonomik kaynaklar bütünüyle ona ve onun kucağından peydahlanmış Amerika’ya terkedilmeden, ‘‘çılgın Türkler’’, yakın tarihlerinde yaptıklarının yalnızca romantik bir çılgınlık olmayıp, kaleleri içten ve dıştan fethedilmiş bir ülkeyi kurtarma kavgası verdiklerinin bilincini bilemek durumundadırlar. Gazetemiz eski çalışanlarından ve Galatasaray Kulübü Basın İlişkilerinden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı TURGAY VARDAR 04.01.2006 Çarşamba günü vefat etmiştir. Arkadaşımıza Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. C BAŞSAĞLIĞI ÇALIŞANLARI Sevgili kardeşimiz TURGAY VARDAR’ı kaybettik. Ailesine, sevenlerine ve Galatasaray camiasına başsağlığı ve sabır diliyoruz. Galatasaray Lisesi 109. Dönem Arkadaşları ACI KAYBIMIZ Cemiyetimiz üyesi, değerli arkadaşımız İpi Kopan Uçurtma Necdet TEZCAN TURGAY VARDAR eksiklerimi düzeltmeye çalışırım. Eleştiri oklarını kendime yöneltirim. Bunun, literatürde ‘‘özeleştiri’’ diye yeri var zaten.Ama nedense insanların eleştiri okları başkalarınadır hep. Hep başkalarının eksiğini buluruz. Kendi eksiğimiz, yanlışımız yokmuşçasına saklanır, gizlenir. Üste çıkar hep. Taktığı maskeleri görmez. Zaten başkalarının eksiğini, gediğini bulma isteği davranış bilimcilerine göre ‘‘Görün, ben dört dörtlüğüm’’ dedirtmek içindir. Bu ise, ‘‘eziklik’’ duygusunun tipik yansımasıdır. ‘‘Büyük lokma ye, büyük konuşma’’; sık sık söylerdi önceki kuşaklar. Bir kulağımızdan girip ötekinden çıkmış demek ki... Bırakalım laf salatasını... Peynir gemisi yol almasın denizlerimizde artık. İpi kopan uçurtma yakalanmaz. İ ki deyim var çok kullanılan... ‘‘Çağı yakalamak’’ biri, öbürü de ‘‘yaşamı sorgulamak’’. Çağı yakalamak... Hangi çağı bir kere? Yirmi birinci yüzyıldayız evet; ama, tüm dünya aynı yüzyılda mı?.. Değil. Bir yerlerde durmuyor ki bu çağ, koşup yakalayasın... İpi kopan uçurtma yakalanır mı? Takıldığım ikinci deyim: Yaşamı sorgulamak. Birey olarak yaşam nasıl sorgulanır bir türlü anlamam. Nesnel bir varlık değil ki çağırıp sorgulayasın. Anlamsız ya da karışık bir yaklaşım bence. Sonra, ben kimim ki?.. Ne savcıyım ne yargıç. Sorgulasam sorgulasam, kendimi sorgularım ancak. En azından, kendimden başlarım. Önce kendi yanlış ve 04.01.2006 Çarşamba günü vefat etmiştir. Kaybı topluluğumuzda büyük üzüntü uyandıran Vardar’ın cenazesi 05.01.2006 Perşembe günü öğle namazının ardından Teşvikiye Camii’nden alınarak Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecektir. Turgay Vardar’a Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve üyelerimize başsağlığı dileriz. TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ CUMHURİYET 09 K