10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 OCAK 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 17 Hatıra Kemal Tek:‘Siyaset hayatımızın iki sol partisi, Uğur Mumcu’nun katledilişinin yıldönümünde, gazetelere verdikleri ilanlarla Atatürkçülüğü hatırladılar. Ne mutlu bize!’ Ya ğ m u r E k i m Kadınların başı açık namazı tartışılıyormuş... ‘Türbanda türbülans var!!’ PROF. Dr. Çetin Yetkin’in yönetimindeki Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk dergisi, kitap yayımcılığına da başladı. Prof. Dr. Yetkin’in yayına hazırladığı ilk kitap ‘Milliyetçilik: Neden Şimdi’ başlığıyla geçenlerde çıktı. “Türkiye’nin içine sürüklendiği olumsuz koşullar, tüm ‘milliyetçi’ güçlerin aynı safta toplanmalarını gerektiriyor” düşüncesiyle hazırlanan kitapta, sol ve sağ görüşten 20 düşün ve siyaset adamına toplam 10 soru yöneltiliyor ve ‘milliyetçilik/ulusalcılık’ tanımından ne anlaşılması gerektiği sorgulanıyor. Bu kişiler: Prof. Dr. Sina Akşin, Yetkin Aröz, Erol Bilbilik, Demirtaş Ceyhun, Prof. Dr. Anıl Çeçen, Süleyman Demirel, Prof. Dr. Cem Eroğul, Mehmet Bedri Gültekin, Dr. Agah Oktay Güner, Doç. Dr. Emin Gürses, Özdemir İnce, Altemur Kılıç, Yaşar Okuyan, Dr. Doğu DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Milliyetçilik? Perinçek, Vural Savaş, Öner Yağcı, Dr. Veysel Yıldız, Tahsin Yücel, Namık Kemal Zeybek. Kitabın sonuç bölümünde Prof. Dr. Yetkin özetle şu kişisel değerlendirmeyi yapıyor: “Sosyalizm ile ulusalcılık arasında tam bir uyuşmazlık olduğu kanısının geride kaldığı, sağ görüşte olanların da, milliyetçi olabilmek için sağcı ve solcu ayrımı dışına çıktıkları görülmektedir. Asıl görüş ayrılığı‘ Türkİslam Sentezi’ konusunda ortaya çıkmış bulunuyor. Öteki konularda ya tam olarak ya da çok yakın görüş birliği içinde olanlar, işin içine ’din’ girdiğinde aynı birliği sergileyememektedirler. Türk ulusalcılarının nasıl bir dış politikadan yana olduğu Karayalçın: ‘Solda birliğin yolu bulunmalı.’ Önce dirliğin yolu bulunsa! Formül Süleyman Ekim: ‘Türkiye’yi kurtarmanın formülünü hazırlamayan AKP, Erbakan’ı kurtarmanın formülünü hazırladı!’ konusunda ise hiçbir görüş ayrılığı bulunmuyor. Türk dış politikasının karşılıklı olarak bağımsızlığa saygı, ulusal çıkarlarımızı savunan bir çizgide olması ortak dilektir. Bu nedenle de, ABD’nin saldırgan tutumu, Türkiye’nin AB’nin güdümüne sokulması ve bu yolla giderek bağımsızlığını yitirmesi ve sömürgeleştirilmesi bu araştırmaya katkıda bulunan herkesi kaygılandıran gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor. ‘Türkiye’nin düşmanlarının, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerin antiemperyalist milliyetçiliğe acımasız bir saldırı başlattıkları da vurgulanmış bulunuyor.’ Prof. Dr. Çetin Yetkin’den son bir saptama: “Koşullar, 19 Mayıs1919’daki koşullarla fazlasıyla koşutluk göstermektedir. O halde, yeniden antiemperyalist Kemalist milliyetçilik bayrağını yükseltmek gerekmektedir.” Beyoğlu’ndaki Susurluk!.. Filmin senaryosu şöyle: Başroldeki adam, megakentin rantı çok yüksek, mafya çeşidi en bol, kavgası tükenmek bilmez bölgesinin başsavcısı... Diğer önemli roldeki adam ise kentin Olay Yeri İnceleme ve Kriminal Şube’den Sorumlu Polis Müdürü... Bir diğer çok önemli roldeki adam da ülkenin ilk ‘‘hayali ihracatçısı’’ ve günümüzün muteber işadamı... Bir gün, başroldeki başsavcının bölgesinde bulunan bir işyerinde silahlı çatışma çıkıyor. Bol bol merminin yakıldığı kanlı çatışmanın sonucunda bir kişi ölüyor. Polis, olaydan bir süre sonra bir zamanların hayali ihracatçısı işadamı, oğlu ve damadını gözaltına alıyor. Bu üç kişi daha sonra mahkeme tarafından tutuklanıyor ve cezaevine konuyor... Bu bölümden itibaren senaryo uçuşa geçiyor!.. Başsavcı, üç mahkemenin serbest bırakmayı reddettiği sanıkları yetkisine dayanarak yani ‘‘resen’’ serbest bırakıyor!.. Aradan günler, haftalar geçiyor ve bir gün gazetelerden birinde başsavcının serbest bıraktığı işadamının düğününde, yine serbest bıraktığı damadın nikâh şahidi olarak gülücükler dağıttığı bir fotoğraf yayımlanıyor... Bu fotoğrafla beraber başsavcının oğlunun silahlı çatışma yaşanan şirkette işadamının oğluyla ortak olduğu da ortaya çıkıyor!.. Yani başsavcının aslında oğlunun ortaklarını serbest bıraktığı belirleniyor... Şu senaryonun uçukluğuna da pes doğrusu! Bu kadarla kalsa yine iyi; gazete ertesi gün kocaman bir fotoğrafla düğündeki ikinci nikâh şahidini ilan ediyor, kentin Olay Yeri İnceleme ve Kriminal Şube’den Sorumlu Polis Müdürü!.. Bu fotoğrafla birlikte, işyerindeki çatışmanın ardından olay yeri inceleme ve kriminal araştırmanın kimin emrinde gerçekleştiğini bilebilecek misiniz bakalım? Bravo, bildiniz... Polis müdürünün!.. Senaryonun saçmalıkları bitmiyor tabii; olay yerini inceleyen, kurşunları test eden ekiplerin ilk raporunda ‘‘ateşlenen üç silahtan’’ söz ediliyor ama ölen kişiye ilk sıkılan silah kayboluyor!. Ardından zaten üç silah olmadığı, testi yapan makinenin ‘‘bozuk’’ olduğu, aslında iki silah bulunduğu yolunda bir rapor daha veriliyor!.. Ama tümünün mumu o düğün fotoğrafları ortaya çıkana kadar yanabiliyor!!! Şimdi siz böylesine ‘‘felaket’’ bir senaryonun filme çekilip çekilmediğini de merak edersiniz... Çekildi!.. Filmin ismi mi ne?.. Onu da söyleyelim: Beyoğlu’ndaki Susurluk!.. ??? Bu, senaryosu yazılsa, ‘‘hadi canım sende’’ dedirtecek öykü, Türkiye’nin megakenti İstanbul’un en büyük rant merkezi Beyoğlu’nda yaşandı, yaşanıyor!.. Başroldeki Başsavcı’nın adı Ünal Canpolat.. İkinci önemli kişi İstanbul Olay Yeri İnceleme ve Kriminal Şube’den sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Hasan Adak. Başrole ortak olan üçüncü kişi, Türkiye’nin ilk ‘‘hayali ihracatçısı’’ olarak ün yapan işadamı Turan Çevik. Yan rollerdeki isimler ise; işadamının oğlu ve cinayete sahne olan Birlik Metal şirketi ortaklarından Ahmet Hilmi Çevik, işadamının damadı Erkan Yıldız ve aynı şirkete ortak olan başsavcının oğlu Berkay Canpolat... Peki, filmin sonu? Henüz bilinmiyor! Çünkü film devam ediyor. Başsavcı Canpolat jet hızıyla görevinden uzaklaştırıldı. Ama ne gam; Canpolat zaten şubat başında emekliye ayrılıyordu!.. Emniyet Müdür Yardımcısı Adak hakkında müfettiş incelemesi sürüyor... Peki ya diğerleri? Onlardan henüz ses seda yok!. Ancak Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, bu haberlerin ardından yani cinayetten tam 57 gün sonra olay yerinde keşif istediği de ortaya çıktı!.. Ayrıca olayı aydınlatacak kayıp silahın araştırılmasına da başlandı... Gülmeyin!.. Ben bu yazıyı yazarken üşüdüm, çok üşüdüm... ‘‘Beyoğlu’ndaki Susurluk’’ devam ediyor... Nasıl sonuçlanacağına gelince... Gerçekten bilmiyorum... Ama on yıllardır pek çok ‘‘Susurluk’’ yaşadığımızı çok iyi biliyorum!.. Pek umudum olduğunu söyleyemem, ama sonuçlarının bizim hayatımıza kapkara gölgeler halinde aksedeceğini rahatlıkla söyleyebilirim... Halimize bakın, ne demek istediğimi anlarsınız!.. e posta: umitzileli?gmail.com SESSİZ SEDASIZ (!) ‘Son Osmanlı’nın bu kaçıncı hatası! HÜRRİYET gazetesinde Murat Bardakçı’nın ‘Son Osmanlılar’ diye bir yazısı vardı; sanırım ‘film’ de yapılacak. Gündemin hayhuyu içinde kaynayıp giden bu konu, yarın kimileri tarafından kullanılacağı için hataları ile meşhur Bardakçı’yı düzeltmek gerekiyor. Düzeltmeyi Uğur Sayın yapıyor: “Murat Bardakçı’nın Atatürk’ün evlenmek istediğini öne sürdüğü sultan Vahdettin’in kızı Sabiha, eski başbakanlardan Suat Hayri Ürgüplü’ye, ‘Kendilerini bir defa görmüş ve hoşlanmıştım. Gayet yakışıklı idi. Ateş gibi gözleri vardı, alev alev yanıyorlardı. Ama evlenemezdim, zira Faruk’u seviyordum’ şeklinde konuşmuş. Ürgüplü de, ‘Mustafa Kemal Paşa sizi istemiş, pederiniz razı olmamış. Doğru mudur’ diye sormuş. Sultan,‘Evet istemiş. Benimle konuşmuş değildir ama ben çekindim ve istemedim. Zira, önümde hiç de iyi örnek olmayan Enver Paşa ile Naciye Sultan’ın hayatları vardı. Sonra tanınmış bir kumandanla aile hayatı kurabileceğime inancım yoktu’ demiş...” Cumhuriyet gazetesinin okuyucularına sunduğu yüzlerce kitapçıktan biri olan Baki Öz imzalı ‘Atatürk’ün Anadolu’ya Gönderilişinin İçyüzü 1’in 21. sayfasının Enver B. Şapolyo’dan alıntı yapılan dipnotunda Mustafa Kemal Paşa, Sabiha Sultan’la ilgili bir cevap veriyor, aynen şöyle: Ben bu kızı alamam. Şayet bir sultan kızı ile evlenirsem, ulusumu kurtaramam. Savaşıma giriştiğim zaman bu kız da sürekli babam diye ağlayacaktır!’ Rapor Savaş Ünlü: ‘Televizyonların sabah programlarında göbek atıp öğle programlarında ağlayanlara da çürük raporu verilemez mi?’’ Hüzün Akif Kökçe:‘Kar, yarıyıl tatilinde yağıyor. Öğrenciler hüzünle ‘Karlar düşer; düşer, düşer, ağlarım’ şarkısını söylüyor!’ Nâzım Hikmet ve M. A. Ağca FATMA ESİN Biliyorum; başlıktaki bu iki ismin yan yana durması çok yakışıksız; insanı öfkelendirecek kadar yakışıksız. Biri ülkesini ve ülkesinin insanlarını yürekten seven, duygulu, yaratıcı gücü yüksek bir ozan... Dizeleri tüm dünyaya yayılmış, uluslararası üne sahip bir sanatçı... Diğeri acımasız, düşünce yoksunu bir katil, bir tetikçi. Öyleyse neden yan yana isimleri? Şundan: 2006 yılının Ocak ayının ilk yarısına damgasını vuran iki olay derinden etkiledi Türk ulusunu. Biri kuş gribi. Kanatlı hayvanlara özgü, fakat insanlara da bulaşabilen bir salgın hastalık. Doğu illerimizde yaşayan insanlarımızın yaşam koşullarını çarpıcı bir şekilde gözler önüne serdi; işsizliği, yoksulluğu, umarsızlığı, yoksul ve sosyal güvenceden yoksun yaşamanın nasıl olduğunu! Koçyiğit ailesinin üç çocuğu ve Fatma Şahin’in bu hastalıktan ölümü, hastalığa kurban verilen dört çocuğun ötesinde, çocukların küçücük yaşlarda yüklenmek zorunda kaldığı sorumlulukları gösterdi bizlere. Ali Koçyiğit’e ‘‘Şeker Ali’’ dermiş okul arkadaşları. Sabahları, okula gelmeden önce sokakta ‘‘pamuk şeker’’ sattığı için. Kazandığı parayla işsiz babası ve ailesinin günlük gereksinimlerine katkıda bulunmak için... Ve baba! Hastalanan çocuklarını parası ve yeşil kartı yok diye hastaneye götüremeyen baba! Fatma Şahin! Fotoğrafındaki hüzünlü gözleri pırıl pırıl, zekâ dolu. Ama o hiç okula gitmemiş. Bir gidebilseydi!.. Gidememiş, çünkü annesi ölünce üç kardeşinin ve babasının bakımını üstlenmek zorunda kalmış. Ve babası! ‘‘Hastaneye ödeyecek beş kuruşum bile yok; ölürse burada ölsün’’ demiş günlerce. Götürüldüğünde ise iş işten geçmiş! Bu çarpıcı kesitlerden biri de bir vatandaşın sözleri: İtlaf etmek için evinde beslediği tavuklarını almaya gelenlere, ‘‘Karımı alın, ama tavuklarımı almayın, onlara dokunmayın’’ demiş bu vatandaş. İç burkan bu sözler bana Nâzım Hikmet’in kadınlarımızı betimlediği, gerçekçilikle duygusallığı inanılmaz güzellikte harmanladığı aşağıdaki dizelerini çağrıştırdı hemen: ‘‘Kadınlar / bizim kadınlarımız / korkunç ve mübarek elleri / ince küçük çeneleri, kocaman gözleriyle / anamız, avradımız, yârimiz / ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen / ve soframızdaki yeri / öküzümüzden sonra gelen.’’ Nâzım Hikmet 55 yıl veya çok daha önce yazmış olmalı bu dizeleri. Aradan geçen onca yıl!.. Ama aynı görüntüler!.. Ülkesini bu denli tanımak, insanlarını yüreği ve beyni ile sevmek, onlarla duygulanmak, duygularını böylesine güzel dizelere dökmek!.. Ülkesine olan sevgisi, bağlılığı, hasreti dizelerinde ölümsüzleşmiş bu ozana bir mezar yeri çok görülmekte bu ülkede! Hem de buram buram vasiyet kokan, ‘‘Anadolu’da bir mezarlığa gömün beni / Ve de uyarına gelirse / tepemde bir çınar olursa / taş maş da istemez hani...’’ dizelerine rağmen! Batı’da Türk olduğunuzu öğrenen bir yabancı, hemen Nâzım Hikmet ile özleştirir sizi ve sorular sormaya başlar onun eserleri ile ilgili. Yani tüm dünya için o bir Türk ozanı! Türk ulusu için de yürekten sevilen, gurur duyulan bir ozan. Memleket ve insan sevgisini, hasreti anlatan dizelerini hiç olmazsa bir kez okumuş veya duymuş olanların bir daha unutamadıkları ozan. Fakat devlet, vatandaşlarının bu sevgisini, gururunu paylaşmıyor! İkinci olay ise katil Ağca’nın cezasını tamamlamadan serbest bırakılmaya çalışılması! Çileden çıkardı Türk ulusunu, çileden. Vicdanlarda onarılmaz yaralar açıldı. Bir yandan, tüm dünyanın hayran olduğu, ülkesine olan sevgisini, hasretini ölümsüz dizelere dökmüş bir ozana reva görülen haksızlık ve vefasızlık isyan ettiriyor Türk ulusunu, bir yandan da ülkenin saygın bir gazetesini öldüren katile gösterilen, özgürlüğüne kavuşturmak için yapılan anlaşılması güç davranış! İşte bu iki ismi yan yana getiren, sağduyulu, duyarlı halkın her ikisine reva görülen haksızlığa duyduğu isyandır. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 26 Ocak www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Yaşlı olduğu halde saçı, 1 sakalı ağar 2 mamış kimse. 3 2/ Toprak, kum ve sa 4 man elemeye 5 yarayan iri 6 delikli kal7 bur... Baş çoban. 3/ De 8 miryolu... 9 Tekstilde ger1 2 3 4 5 6 7 8 9 me kurutma makinesine verilen ad. 4/ 1 M E R L A N O S R O D E O Utanç duyma... Bü 2 I R A 3 R N E T A N D yük Menderes IrmaF A ğı deltasında, zengin 4 M A D L E N L E GO bir kuş yapısına sa 5 I S I V ON A hip olan göl. 5/ Ça 6 R E M İ T A S A R İ P kala benzer bir ya 7 ban hayvanı. 6/ Be 8 M O N O T O N N zekçilikte kullanılan 9 U N T A Z İ Y E yeşil ve pembe dalgalı bir tür sedef. 7/ Orhan Kemal’in bir romanı... Akım şiddeti birimi kiloamperin kısa yazılışı. 8/ Bir renk... Ağaç, maden ya da taşa şekil veren oyma ustası. 9/ Yanağın alt kısmı... Bir mal ya da hizmetin piyasaya sürülmesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ankara’nın Beypazarı ilçesinde çıkarılan bir madensuyu. 2/ Saban demirinin tarla sürülürken açtığı çizgi... Kurnaz, açıkgöz. 3/ ‘‘ Charles’’: ABD’li müzik sanatçısı... Boyun eğen, kendini başkasının buyruğuna bırakan. 4/ Güzel sanat... Bir durumun anlaşılmasına yardım eden ipucu. 5/ Osmanlı devletinde haberci olarak kullanılan görevlilere verilen ad. 6/ Ateşböceği. 7/ Gönül alıcı davranış... Eski Mısır inanışında insan ruhu. 8/ Halk dilinde ayrana verilen ad... Vurmalı sazları çalan sanatçı. 9/ Erkekliği giderilmiş, iğdiş edilmiş kimse... Yeryüzü. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle