10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 OCAK 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr UYGARLIKLARIN İZİNDE... OKTAY EKİNCİ AHMET CEMAL 15 ODAK NOKTASI Tiyatro Eğitiminde Kurumlaşma: Sorunlar Geçen hafta bu köşede çıkan ve tiyatro eğitimini konu alan ‘‘Ne Kadar Düşünme ve Okuma, O Kadar Eleştiri!’’ başlıklı yazım, başta Sayın Erol Keskin ve Sayın Müjdat Gezen olmak üzere, çok değerli ustalardan ve sanatçılardan olumlu tepkiler aldı. Ben de bu yüreklendirmeden yararlanarak, konuyu biraz daha deşmeye ve ilki ‘sorunlar’, ikincisi de ‘çözüm önerileri’ başlıklı olmak üzere, iki yazıda ele almaya karar verdim. Geçen haftaki yazımı şu cümlelerle bitirmiştim: ‘‘Zor bir sınavın ardından kendi seçimi olan! tiyatro bölümüne kaydını yaptırır yaptırmaz, bir yılda kaç gün gelmeme hakkına sahip olduğunu ... hesaplamaya kalkışan sanatçı adaylarının sayılarının düşük olduğu da sanılmasın. Bunlar da, sinemanın değil, fakat tiyatromuzun çapulcular ordusunun figüran adayları! Sibel A. Yeşilay, ‘Milliyet Sanat’taki dosyada yer alan yazısında ‘eleştirmenlerimiz fazla şefkatli’ demiş; bence yalnız eleştirmenler değil, fakat yarının tiyatrocularını yetiştirme savındaki biz hocalar da aşırı şefkatliyiz! Ve kanımca, ülkemizde hiçbir sorumsuzluk karşısında ödün ve hoşgörü tanımayan bir tiyatro eğitimi egemen kılınmadığı sürece, asıl konunun dışında kalan ayrıntıları boşuna tartışmayı bundan sonra da sürdüreceğiz!’’ Hangi alanda olursa olsun, eğitim kurumları ancak hedeflerini doğru saptayabildikleri ve bu hedeflere götüren ilkelerden/yollardan kesinlikle ödün vermedikleri ölçüde kurumlaşabilirler. Ödün verme durumunda ise ortaya çıkacak kargaşa, hem o kurumu kurumluktan uzaklaştırır, hem de bu kurumlara duyulan güven sarsılır. ??? Üniversite düzeyinde ve ülkemizde olduğu gibi üniversitelerin çatısı altında eğitim veren konservatuarların tiyatro bölümlerinin temel görevi, öğrencilerine tiyatro, yani drama eğitimi, başka deyişle dünyayı, yaşamı ve insanı tiyatro sahnesinde tiyatro sanatının araçlarıyla yenidenüretme uğraşı’nın eğitimini sunmaktır; burada amacın, doğal olarak tiyatro insanı yetiştirmek üzerinde odaklaşması gerekmektedir. Yönetmenlik, oyunculuk, dekorculuk vb. gibi alanlar, bu bağlamda ‘tiyatro insanı’ kavramının altkavramları sayılmalıdır. Konservatuvarlardaki tiyatro eğitimimizin başlıca sorunlarından biri, bu konuda halen egemen olan uygulamadan ve anlayıştan kaynaklanmaktadır. Tiyatro bölümlerinin kendi ‘seçme’ ya da ‘yetenek’ sınavlarında ağırlık noktasının ‘oyunculuk’ üzerinde toplanması, adayların hemen bütün çabalarının ‘sınav parçası’ hazırlama ve onu ‘oynama’ üzerinde odaklanması, eğitime özellikle öğrenci açısından daha en başından ‘tiyatro insanı’nın salt oyunculukla, ‘tiyatro’nun da oynamakla sınırlı olduğu gibi bir yönelim getirmektedir. Genel sanat terminolojisi doğrultusunda konuşacak olursak, bu tutum, bir sanat eğitiminin daha başlangıç evresinde biçimin veya biçimi dışlaştırma tekniğinin içerikten çok daha önemli olduğu gibi yanlış bir mesajı vermekle eşanlamlıdır. ??? Sözünü edeceğim ikinci temel sorun da birincisiyle bağlantılıdır. Konservatuvardaki tiyatro eğitimi süreci boyunca izlencelerde derslerin kuramsal (yan) dersler ve sahne/uygulama dersleri diye iki ana gruba ayrılması, zaten giriş sınavlarında sahnenin/oynamanın ağırlığından yana koşullanmış olan öğrencinin eğitimi boyunca düşüncesini besleyecek kuramsal dersleri geri plana atmasına, bu derslere devam etmeyi savsaklamasına, dahası, ‘sahne derslerinde’ iyi bir varlık gösterdiğinde, konservatuvarı ‘nasıl olsa’ bitirebileceği gibi çok sakıncalı bir kanıya varmasına yol açmaktadır. Böyle koşullanan, yetişen ve kurumlarını ‘bitiren’ öğrenciler, örneğin bir Çehov’u yeterince anlamadan onu oynayabilecekleri gibi bir inanç sayesinde, aslında ülkelerinde tiyatronun da ‘bitmesine’ katkıda bulunmaktadırlar!Gerek yukarıdaki sorunlara, gerekse tiyatro eğitiminde mutlaka sağlanması gereken özel disiplin sorununa ilişkin çözüm önerilerini gelecek hafta ele alacağım. eposta: acem20?hotmail.com ahmetcemal?superonline.com ‘Anadolu Aydınlanması’ buluşmalarında bu kez antik ‘Paflagonya’nın çağdaş kentindeydik Cumhuriyet Kastamonu’daydı Cumhuriyet’in yazarlarının ‘Anadolu Aydınlanması’ buluşmaları için 17 Ocak 2006 günü Şükran Soner, Alev Coşkun ve usta sürücümüz Rıza Sarıkaya ile birlikte Kastamonu’ya vardığımızda, hava kararmıştı ama içimiz sanki daha bir aydınlanmıştı... Çünkü, Kastamonu’da olmak demek, İstanbul’dan kaçırılan silahları Küre ve Ilgaz dağlarından ‘omuzlarında’ aşıran efsanevi ‘Kuvayi Milliye kadınları’mızı anmak demek. Aynı mücadelenin ‘iskele’si ve şapka devriminin ev sahibi İnebolu’nun ‘İstiklal Madalyası’ gururunu; Rıfat Ilgaz’ın anılarını yaşatan Cide’nin onurunu; dahası, çağlar önce de Anadolu’yu savunmak için Troya savaşlarına katılan ‘Paflagonyalı ANADOLU’YU AYDINLATAN cengâver’lerin yurtseverliklerini ANILAR paylaşmak demek. Her biri geçmişin Anadolu Bunlara bir de Anadolu’daki sevgisiyle yüklü anılarını taşıyan çağdaş sanat öğrenimini 1907’de tarihi konaklar, sonunda ‘Sanayii Nefise’ (güzel sanat apartmaların elinden kurtarıldı ve sokaklar boyunca geleceğe lar) mektebiyle başlatarak, aynı yıllarda ülkeye ilk ‘‘el yapımı pi taşınıyor (sağda). Kastamonu’nun yanoyu’’ armağan eden kentte İstiklal madalyalı ilçesi İnebolu ulu önder Atatürk’ün şapka bulunmayı eklerseniz, Cumhuridevrimine ev sahipliği yapmanın yet dostlarıyla Kastamonu’da buda onurunu taşıyor (üstte). luşmanın ne anlama geldiğini de tahmin edebilirsiniz... marlar Odası Temsilciliği ise valiliğin desteğiyle edindiği ‘ciKonakların tanıklığında hannümalı’ evi, hizmet binası Nitekim muhabirimiz Mine yapmak üzere kolları sıvamış... Yani Kastamonu’da artık heÖzgür ile yazıişleri emekçilerimen herkes, kentin ‘bellek’ demizden Hayri Arslan, ‘hemşeri’leriyle birlikte bizi karşılarlar ğerlerini oluşturan ve ‘anı’ları ken yüzlerindeki ‘aydınlık ba geleceğe taşıyan ‘kimlik’li mekânlardaki ‘özgüven’li yaşamın kışlar’ı da görmek gerekirdi... Konakladığımız Toprakçılar değerini biliyor... Bu kültürel gelişmeye yeni Konakları’nı, önceki Vali Enis Yeter’in 1999’da başlattığı ‘‘res projelerle katkıda bulunan Vali torasyon seferberliği’’ sırasında Mustafa Kara, mimar Vedat Gülsen ve Dursun Kırbaş tu Tek’in armağanı olan ünlü Hürizme kazandırmışlar. Eski Be kümet Konağı’nı da adeta bir lediye Binası ‘Osmanlı Kona ‘Kuvayı Milliye Binası’ haline ğı’nı da aynı seferberlikle Hasan getirmiş. Örneğin, asırlık koriZeki Ünal onarıp yaşatırken Mi dorlardaki ‘Atatürk Kastamorinin gelişmesi için çırpınan Dr. Atıf Uğurlu, Dr. Ahmet Zafer Ergün, emekli başsavcı Mesut Ergün, Anadolu sevdalısı Sabiha İzbeli ve diğer dostlar, özellikle şunu vurguladılar: ‘‘Küre ve Ilgaz milli parklarıyla iç içe olan bu tarih ve doğa kentinin geleceği turizm, kültür ve bilimde...’’ Turizmin ‘halkla’ buluşabilmesi için ‘aile pansiyonculuğu’nun önemini anımsattık. Üniversitenin ise mutlaka ‘kent içinde’ ve ‘akademik altyapısı’nın güçlü olarak kurulmasını; ‘yöresel’ özellikleri gözeten alanlarda eğitim vermesini önerdik... Aslında Kastamonu, böylesi bir geleceği kurmaya başlamış bile... Örneğin, kendini ‘‘kent ve kentlilik’’ eğitimine adamış Fahri Özbek’in yönettiği Kent Tarihi Müzesi, aynı zamanda eşsiz bir araştırma merkezi... Hükümet Konağı’nın 100. yaşında, 29 Ekim 2002’de valilikçe hizmete açılan müze, tarihi binanın eski ‘ardiye’ bölümünde hizmet veriyor... Benzer şekilde ‘‘Mimar Vedat Tek Anı Sanat Restorasyon Merkezi’’ de kent ve çevre kültürünün sivil toplum kuruluşlarınca geliştirildiği bir okul gibi... İşte böylesi bir kentte, Zeki Dilekçi’nin özenle yaşattığı ‘dibekte dövülmüş’ kahveyi Münire Medresesi’ndeki el sanatları çarşısında içmek; aynı çarşıdaki ‘Paflagonya’da arkeolog Mustafa Afacan’la tanışarak yöreye ait şifalı bitkilerden almak; ya da tarihi kaleye tırmanan sokaklara dalıp, sayıları 50’yi geçen restore edilmiş konakları dolaşmak, belki de ‘‘aydınlanmanın keyfini çıkarmak’’ olmalı... ‘Mimarlık ve kentsel planlama’ ir süredir sorguluyoruz: ‘Mimarlık’ ile ‘kent B planlaması’nı birbirlerinden ‘tümüyle’ ayıran eğitim sistemi Türkiye’ye uygun mudur? Bu köşeciği ‘görüşler’e ayırıyorum: Mimarlık olmadan olmaz! Prof. ATAMAN DEMİR (MSGSÜ) nu’da’ fotoğraflarına bakarken ‘Cumhuriyet Devrimi’ni daha bir derinden yaşıyorsunuz... Kastamonu Arkeoloji Müzesi’nin mimarı Kemaleddin Bey’in şu sözü ise kentin sanki imar bilincine yansıyor: ‘‘Taşa, gönülden bir şey koymazsan heykel olmaz; yapıya tarihin içinden bakmazsan eser olmaz...’’ Turizm ve üniversite Kastamonu’daki söyleşiye ev sahipliği yapan KATSO Başkanı Halil Öztosun, Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu, kentle ‘Mimarsız’, ‘mimarlıksız’ planlama olur mu? ‘Mimarı’, ‘mimarlığı’ plandan ayrı görmek mümkün mü? Bir süredir devam eden bir tartışmanın can alıcı soruları bunlar. Anadolu gibi, binlerce yıllık kentsel ve mimarlık belleğinin, toprak altında ve toprak üstünde, arkeolojik ve mimari miras halinde kümelendiği bir ülkede, mimarlığı kentsel planlamadan ayırmak mümkün olabilir mi? Olursa, o ülkede bu değerleri, bu birikimi gözeten bir kentsel tasarımdan söz edilebilir mi?.. Bir yapı, bir mimarlık eseri olarak sadece kendi başına duran, kentle ilişkisi olmayan, sanki müzede sergilenen bir ‘heykel’ gibi düşünülemez. Yapıyı, kentin içine yerleştirmek, kent ile bütünleştirmek, onun içinde eritmektir mimarlık. Bu, ancak bu öngörü ile hazırlanmış bir kentsel plan ile mümkün olur. Bulunduğu ülkeye, ait olduğu kültüre yabancı bir kent yaratmak, ancak ‘‘mimarlığı planlama dışında tutmak’’la mümkün olur. Kısacası, kentsel planlamayı mimarlıktan ayrı bir yere koymak, başka bir deyişle ‘‘planlama ayrı şey, mimarlık ayrı şey’’ demek, bu işin sonucunda, ortaya çıkacak kenti bilmemek, hissetmemek demektir. Tasarım, ortaya konacak eseri önceden görmek, hissetmektir. Hele, ‘kentsel koruma’ söz konusu ise, var olan kentsel ve mimari mirasın üzerine bir şeyler konacak, bir şeyler değiştirilecek ise, bu iş ‘‘mimarlık olmadan hiç olmaz’’. İlk defa, 1930’larda, Güzel Sanatlar Akademisi’nde, mimarlık eğitiminde ‘‘şehircilik dersi’’ olarak, öğrencilere bu bilinci vermeye başlayan E. Egli’nin arkasından M. Wagner, G. Oelsner, H. Prost ile onların öğrencileri/yardımcıları olan ve birçok kentimizin imar planını yapmış olan; S. Arkan, K.A. Aru gibi hocalarımız hep mimardı. A. Kömürcüoğlu mimardı... Onlar, kentsel planlamaya her zaman ‘mimar gözüyle’, ‘mimar kimliğiyle’ baktılar. Çünkü doğrusu budur... İZDSO’nun bu haftaki konseri İZMİR (AA) İzmir Devlet Senfoni Orkestrası (İZDSO), ‘Chopin Dinletisi’nde, piyano sanatçısı Antonio di Cristofano’ya eşlik edecek. Timpani sanatçılarından Oktay Aykoç’u anma kapsamında düzenlenecek konserde orkestrayı, şef Naci Özgüç yönetecek. Piyano sanatçısı Antonio di Cristofano’nun konuk olacağı konserde, romantik piyano müziğinin en önemli temsilcileri arasında yer alan Varşova doğumlu Frederic Chopin’in, ‘Piyano Konçertosu No 2’ seslendirilecek. Konserde, ayrıca usta besteci Peter İlyiç Çaykovski’nin, yaşamını ve yapıtlarını etkileyen, yüzünü hiç görmediği Bayan Nadejda von Meck ile başlayan ve yalnızca mektuplarla sürdürülen dostluğu nedeniyle ona ithaf ettiği, ‘Dördüncü Senfonisi’ de İzmir Devlet Senfoni Orkestrası tarafından sunulacaktır. Bu akşam saat 19.00’da gerçekleşecek konser yarın akşam da yinelenecek. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle