27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 OCAK 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Ekonomist Mustafa Sönmez’e göre, büyüme hızlandı ama gelir dağılımı daha da bozuldu ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK 13 Büyüme yoksulun sırtından ? Son 5 yılda gelir dağılımında en çok tarım kesiminin durumu bozuldu. Büyük kriz öncesi tarımın paylaşılan gelirdeki payı yüzde 14.7 iken izleyen yıllarda yüzde 11.9’a düştü. Çalışanların aldığı pay gerilerken büyümeden tek kazançlı çıkan işverenler oldu. Ekonomi Servisi Yılın sonlarına doğru adı Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) olarak değiştirilen DİE’nin sonuncusu 2004 için yayımlanan ‘‘Gelire Göre Milli Gelir’’ serilerine ve ‘‘Hanehalkı İşgücü Anketleri’’nin sonuçlarını değerlendiren ekonomist Mustafa Sönmez, Türkiye’de üst üste yüksek büyüme hızları yaşanmasına karşın, gelirin paylaşımında adaletsizliğin daha da büyüdüğünü belirtti. rasıyla yüzde 12.5 ve 11.9 olarak gerçekleşti. Böylece 7.7 milyon kişinin geçimini sağladığı tarım, 2000’den 2004’e gelir pastasından yaklaşık 3 puan kayba uğradı. İşgücü: Çalışan nüfusun yüzde 48.7’sini oluşturan ücretli kesim (memurlar, işçiler, yevmiyeliler) 2000 yılında kullanılan gelirden yüzde 36 pay alırken bu pay, kriz yılı 2001’de yüzde 35.6’ya geriledi. Yeniden büyümeye geçilen 2002’de işgücünün payı yüzde 34.5’e düştü ve izleyen büyüme yılları 2003 ve 2004’te ise sırasıyla yüzde 34.4 ve yüzde 34.5 olarak gerçekleşti. Böylece 11.2 milyon kişiyi bulan ücretliler ya da işgücü kesimi, 2000’den 2004’e gelir pastasından yaklaşık 1.5 puan kayba uğradı. İşverenler: Çalışan nüfusun yüzde 17.8’ini oluşturan girişimci kesim, kriz sonrası dönemden gelir pastasındaki payını büyültmüş olarak çıktı. 2000 yılında kullanılan gelirden yüzde 49.4 pay alan bu kesimin, kriz yılı 2001’de payı yüzde 51 olarak gerçekleşti. Yeniden büyümeye geçilen 2002’de işverenlerin payı yüzde 53.5’e çıktı ve izleyen büyüme yılları 2003 ve 2004’te ise sırasıyla yüzde yüzde 53 ve yüzde 53.6 olarak gerçekleşti. Böylece sayıları 4.1 milyon olan işveren kesimi 2000’den 2004’e gelir pastasındaki paylarını 4.2 puan arttırdılar. Gruplar Tarım(+) İşgücü İşveren (tarım dışı) Nüfustaki payı (%)* 33.5 48.7 17.8 Gelir payı (2004) 11.9 34.5 53.6 Gelir payı (2000) 14.7 35.9 49.4 (*) İstihdam Edilen Nüfus. (+) İşgücü dışında Siyasetin Üniversitesi Ülke yeni yıla 15 yeni üniversite ile giriyor. Bunların önemli bir bölümü daha önce var olan fakülte ve yüksekokullardan oluşuyorsa da, kurucu rektörü, yeni fakülte ve enstitüleriyle ayrı bir üniversite kurumsal kimliği oluşuyor. Kuşkusuz ülkemizde üniversite sayısının çoğalması doğrudur. Ancak, özellikle üniversite konusunda, sayı kadar, belki ondan da fazla önemli olan niteliktir. Türkiye’de, işin nitelik yönü bir yana bırakılıyor. Üniversiteler, gerekli ön hazırlık yapmadan, özellikle de nitelikli öğretim üyesi sorununa çözüm bulunmadan kuruluyor. Yeni kurulacak üniversitelere, hükümetin saptayacağı üç aday arasından, iki yıl süre için ‘‘kurucu rektör’’ atanacaktır. Kurucu rektör, akademik ve idari binlerce yeni kadroyu dolduracak, birimlerin işlerliğini sağlayacak ve buradan kurumlaşmanın ilk harçlarını koyacaktır. Üniversite gibi yapılar, nasıl başlarsa öyle kurumlaşır; üniversitelerin pek çoğu, 12 Eylül sonrasının şeriatçı kadrolaşmasının yıkıcı sonuçlarını, aradan neredeyse çeyrek yüzyıl geçmesine karşın acı ile yaşıyor. Yeni kurulan üniversitelerin benzer sakatlıklarda doğmaması, bu nedenle büyük önem taşıyor. ??? Hükümetin bir türlü anlamadığı çok önemli bir bilimsel doğru var. Üniversite demek, ta XIII. yüzyılda Bologna’da başlayan ve deneyimlerle gittikçe güçlenen bir temel ilkenin geçerliliği demektir. İlke şudur: Üniversite, dinin etkisinden uzak ve kendi kendini yöneten, özerk bir kurumdur. Bu kurumsal yapıya dışarıdan karışıldığında, kaçınılmaz sonuç, yıkımdır. Hükümet, üç yılı aşan bir süredir, ‘‘Parayı ben veriyorum, elbette ben yönetirim’’ dogmasıyla davranıyor ve üniversite ile kavga ediyor. Hükümet, üniversitelerin kurulması işlemi de dahil, hiçbir davranışıyla bilimsel bulgulara, üniversiteye ve bilime saygılı olduğu izlenimini vermiyor. Üniversitelere yeterli araştırma görevlisi ve diğer uzman destek personeli kadrosu verilmiyor; araçgereç yatırımları kısılıyor; öğretim üyesi yetiştirilmesi, öğretim üyelerinin maaşları gibi konularla hiç ilgilenilmiyor; sonra da üniversiteler, sürekli suçlanıyor. Bu ortamda, devlet üniversitelerinin sayısı bir çırpıda yüzde 30’a yakın bir oranda arttırılıyor. ??? Özellikle ABD’de, eğitimöğretimin en tartışmalı konularından biri, yaradılış konusudur. Dinci kesimler, evrim kuramının öğretilmemesini savunuyor; onun yerine Tanrısal bir güce dayalı açıklamaların esas alınmasını ısrarla istiyor. ‘‘Akıllı tasarım’’ evrim kuramının yerine okutulması istenen bir yaklaşım. Geçen günlerde, ABD’nin Pennsylvania eyaletinin federal yargıcı tarihsel bir karar verdi. Yargıç, Başkan Bush’un atadığı tutucu bir kişi olmasına karşın, altı haftalık tanık dinleme ve araştırmalarının sonunda, okullarda ‘‘akıllı tasarım’’ kuramının okutulmasını, anayasaya aykırı buldu. Yargıç, akıllı tasarımın, ‘‘doğaüstü nedenselliği önererek’’ ve ‘‘doğrulanma ve yanlışlama olanağı bulunmayan’’ savlarla, asırlardır bilimde geçerli olan temel kuralları çiğnediği sonucuna vardı. İ. Herald Tribune başyazısında (23 Aralık), ‘‘Evrim kuramına karşı savaş, bu kararla bitmeyecek. Fakat, çocukları küresel ekonomide yarışacak herhangi bir toplum, doğaüstü açıklamaları bilimsel derslerin (sınıfların) dışında tutacak kadar sağduyu sahibi olmalıdır.’’ Üniversiteleri, siyasetin karışmasına karşı korumak gerekiyor; bunun sağlanmasında topluma çok iş düşüyor. ??? Yeni yılınızın başarılı ve sağlıklı geçmesini dilerim. yakupkepenek06@hotmail.com Tarımda 1.5 milyon işsiz ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Avrupa Birliği’ne girilmesi durumunda en ciddi sıkıntıyı yaşayacak alanlardan birisi olan tarımda, çözülme istihdamdan başladı. Geçen yılın üçüncü çeyreği ile bu yılın eylül ayı arasında tarımda çalışan sayısı 1 milyon 561 bin kişi azaldı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Ömer Demir, makro açıdan bu yaşananın ‘‘çok da kötü olmadığını’’ belirtirken, ‘‘Ancak çok hızlı bir çözülme var. Dramatik bir düşüş var’’ dedi. Tarımda istihdamın azalmasını göç ve tarıma sağlanan doğrudan desteklere bağlayan Demir, ‘‘Türkiye’nin buradaki sorunu, tarımdan çözülen işgücü, hizmetler veya diğerlerinde iş bulmaya uygun değil. Örneğin kadınlar şehre geldiğinde direkt işgücünden çıkıyor ve işgücünün yapısını değiştiriyor. Kadınların işgücüne katılım oranı da bu yüzden düşüyor’’ diye konuştu. Geçen yıl üçüncü çeyrekte yüzde 35.9 olan tarımın istihdam içindeki payı, bu yıl eylül ayı itibarıyla yüzde 29.5’e düştü.Geçen yılın üçüncü çeyreğinde tarımda çalışanların sayısı 8 milyon 222 bin kişi düzeyindeyken, bu yılın eylül ayı itibarıyla bu rakam 6 milyon 661 bin kişiye geriledi. Buna karşılık tarım dışı sektörlerin istihdamı 14 milyon 652 bin kişiden 15 milyon 905 bin kişiye çıktı. İşçilerin kaybı 1.5 puan Sönmez, 2001 krizinden sonra, yeniden büyüme dönemine geçilen 2002, 2003 ve 2004 yıllarında gelirin paylaşımında işgücü ve tarım kesiminin payı gerilerken girişimci kesimin payında artışlar yaşandığını belirterek ‘‘Son 5 yılda gelir dağılımında durumu en çok bozulan tarım kesimi oldu. Büyük kriz öncesi tarımın paylaşılan gelirdeki payı yüzde 14.7 iken izleyen yıllarda sürekli gerileyerek yüzde 11.9’a düştü’’ dedi. Sönmez’in gelir dağılımı bulguları özetle şöyle: Tarım kesimi: Çalışan nüfusun üçte birini oluşturan tarım kesimi (işgücü hariç) 2000 yılında kullanılan gelirden yüzde 14.7 pay alırken bu pay, kriz yılı 2001’de yüzde 13.1’e geriledi. Yeniden büyümeye geçilen 2002’de tarımın payı ancak yüzde 12.1 oldu ve izleyen büyüme yılları 2003 ve 2004’te ise sı Ekonomiyi konut talebi, onu da zenginler ateşledi Ekonomi Servisi Geçen yıl büyümeyi ateşleyen sektörlerin başında gelen inşaat, yatırım amacıyla ikinci ve üçüncü evlerini almak isteyen orta ve yüksek gelirlilerin konut talebindeki artışla yılın ilk 9 ayında yüzde 19.7 büyüdü. AA’dan Güliz Yücel’in Türkiye Müteahhitler Birliği’nden aldığı bilgilere dayanarak derlediği habere göre, mevcut büyümeyi sağlayan bir numaralı faktör, konut sektöründeki canlanma oldu. Son zamanlarda bankalarca sunulan düşük faizli ve uzun vadeli konut kredileri de bu canlanmayı besledi. 2005’te tahsis edilen bireysel konut kredileri 2004’e kıyasla yüzde 200 oranında arttı. 2005 OcakEylül döneminde satılan emlak sayısında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 15.3 artış görülürken bu dönemde İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere 15 büyük ilde toplam satış değeri 21.6 milyar YTL’ye ulaşan 571 bin 695 adet konut satıldı. Konut sahipliğine ilişkin harcamalar geçen yıla göre cari fiyatlarla yüzde 21.4 artarken konut sahipliğiyle ilgili fiyatlarda yaklaşık yüzde 19.5 oranında ve enflasyonun çok üzerinde bir artış kaydedildi. Mevcut arz ve talebin profili düşük gelir gruplarının konut sahibi olduklarını değil, orta ve üst gelir gruplarının yatırım amaçlı olarak ikinci ve üçüncü konutlarını satın aldığını gösterirken söz konusu büyüme trendinin bu özelliği nedeniyle makro ekonomik istikrara son derece duyarlı olduğu belirtiliyor. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ Dikkatler, Çin’in ‘‘yükselişi’’, Avrupa Birliği süreci, Irak savaşı gibi konular üzerinde yoğunlaştığından Rusya’da yaşanan ekonomik ve siyasi toparlanma büyük ölçüde gözlerden kaçıyordu. Rusya’nın 1 Ocak’ta Sekizler Grubu’nun başkanlığını üstleniyor olması, gözleri yeniden Rusya’ya çevirdi. Ancak, bu ilginin en önemli nedeni, G8 başkanlığı değil, Putin yönetimi altında Rusya’nın siyasi gücünün giderek yeniden hissedilir olmaya başlaması. Dahası, geçen hafta yaşanan üç gelişme, Rusya devletinin gücünün, Rusya içinde ve uluslararası arenada alması olanaklı biçimlere ilişkin önemli ipuçları sunuyordu. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA özelleştirme furyasında kamu işletmelerine el koyan oligarklar tasfiye edildi. Bunlar, Rusya’nın ekonomisini, uluslararası mali sermayenin, siyasetini de diğer devletlerin manipülasyonlarından yalıtmayı amaçlayan gelişmeler. Sivil toplum örgütlerinin mali yapılarının ve kaynaklarının denetlenmesi girişimlerine gelince, birincisi, bu, The Independent’ın başyazarı Mari Dejevski’nin anımsattığı gibi, Batı’da yaygara koparıldığı kadar özgün bir uygulama değil. ABD yönetimi İslamcı eğilimli sivil toplum örgütlerinin etkinlerini kısıtlamaya, mali kaynaklarını denetlemeye, Clinton döneminde, başlamıştı. İkincisi bu girişim, Putin’in iktidara gelmesiyle başlayan bir başka trendin parçası. Üçüncüsü, dış mali kaynaklı sivil toplum örgütlerinin kullanılmasıyla gerçekleştirilen ‘‘renkli’’ devrimler, diğer bir deyişle rejim değişiklikleri, birçok başka ülke gibi, (Örneğin Afrika’daki tartışmalar için: The New Times, 20/10/05) Rusya’da da sivil toplum ör(AP) gütlerinin ‘‘masumiyetleri’’ üzerine gölge düşürdü. Yukarıda değindiğim trende dönersem, bu 1990’lardaki ekonomiktoplumsal şok sırasında, dağılmaya ve mafyalaşmaya başlayan devletin merkezi otoritesinin yeniden güçlendirilmesine yönelik girişimlerden oluşuyor. Örneğin Putin yönetimi, hemen tüm TV kanallarını ve gazeteleri, doğrudan ya da dolaylı olarak denetlemeye başladı, eyalet valilerinin yerel olarak seçilmesi uygulamasını kaldırdı, yeni seçim yasası seçimlere yüzde 7 barajını ve seçmenin yalnızca parti listelerine oy vermesi kuralını getirdi (Radio Free Europe, 12/12). Rusya Çeçenistan ve Kuzey Kafkaslar’a müdahalesini daha da etkinleştirdi. ergin.yildizoglu@gmail.com Tüm bu gelişmeler Batı’da ‘‘demokrasiden geri’’ dönüş olarak eleştiriliyor ama, World Economic Forum tarafından, 20 ülkede yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, 19 ülkede halkın yöneticilerine güveni 2001’den bu yana sürekli azalırken Rusya halkının yöneticilerine güveni artmış (RFE 15/12). Kişi başına gelirde kur makyajı ? Ortalama dolar kuru 2005 yılında 2004 yılına göre yüzde 5.7 oranında düşerek 1.3408 YTL’de kaldı. Ortalama dolar kuru üzerinden yapılan hesaplamalar 2005 yılında kişi başına düşen milli gelirin 2004 yılına göre 773 dolar artarak 5 bin 29 dolara çıktığını gösteriyor. Bu artışın 560 dolarlık kısmı sadece kurdaki düşüşten kaynaklandı. Bu Sırada Rusya... yordu. Ukrayna’ya verilen gazın fiyatındaki artış ise ilk anda piyasa kurallarının uygulanması gibi görünüyorsa da, aslında Rusya’nın artık kendisine yakın olmayan bir ülkeye verdiği sübvansiyonu kesmesi, dahası, Gazprom’un, Türkmenistan’dan, normal olarak Ukrayna’ya gitmesi gereken gazın yüzde 30’unu satın alması (Moscow Times 30/12), Rusya’nın Ukrayna’ya baskı yapmayı amaçladığını gösteriyordu. Diğer bir deyişle Rusya artık, enerji tedarikini diplomatik silah olarak kullanmaya başlamıştı. Ve jeopolitiği Çarlık amblemi iki başlı kartaldı ve Rusya’nın geleneksel olarak hem Batı’ya hem de Doğu’ya baktığını gösteriyordu. Carnegi Endovement for Peace Moskova Merkezi direktörü Andrew Kuchins, şimdi bu ambleme bir de aşağıya, Ortadoğu’ya bakan üçüncü bir başın eklenmesi gerektiğini söylüyor (Wilton Park Conference, 06/12/05). Gerçekten de Putin Rusya’sı bir taraftan Avrupa Birliği süreci, NATO’nun genişlemesi, diğer taraftan Çin’in yükselmesine ek olarak şimdi de ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında, Afganistan’dan Irak’a, yeni girişimlerin getirdiği sorunlarla boğuşarak şekilleniyor. Bu bağlamda Rusya, uluslararası etkinliğini arttırmak için petrolü ve gazı, UkraynaGazprom uzlaşmazlığında görüldüğü gibi, doğrudan bir silah olarak, Avrupa’ya, Türkiye’ye, Çin ve Japonya yönelik petrol ve gaz boru hatları yoluyla dolaylı bağımlılık yaratmakta kullanmaya çalışıyor. Diğer taraftan, ABD ve Avrupa’nın ‘‘renkli devrimlerdeki’’ parmağının bölge ülkelerinde, özellikle Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan gibi eski SSCB cumhuriyetleri yöneticilerinde yarattığı tedirginlik, Rusya’nın, Pravda’nın biraz da abartarak vurguladığı gibi, ‘‘uluslararası politikaya muzaffer bir dönüş’’ yapmasını (29/12/05) kolaylaştırıyor. Rusya’nın uluslararası etkisini arttırma çabaları, Rusya Genel Kurmay Başkanı’nın Küba ziyaretiyle ilişkileri canlandırma (Reuters, 29/12), Suriye ve İran’la yakın durma, yüksek petrol fiyatlarının getirdiği kaynaklarla askeri teknolojisini yenileme girişimleri gibi, ‘‘Soğuk Savaşı’’ anımsatan biçimler de alıyor. Örneğin, kimi yorumcular, Rusya’nın yeni 6 bin 900 mil menzilli, yolda yön değiştirerek karşı savunma sistemlerini aşabilen TopolM balistik füzelerini Noel arifesinde hizmete sokmasını, yeni bir nükleer silahlanma yarışının başlangıcı olarak nitelediler (The Scotsman, 26/12). Üç kritik gelişme Putin’in, 2000 yılından bu yana başekonomik danışmanlığını yapan Andrey İllarionov, geçen hafta Duma’dan (yasama meclisi), Rusya’da sayıları 400 bini aşan ‘‘sivil toplum’’ örgütlerinin, mali kaynakları ve etkinlikleri açısından daha yakından denetlenmesine olanak veren bir yasa geçirdi. Devlet işletmesi Gazprom, Ukrayna’ya sattığı doğalgazın fiyatını ‘‘dünya fiyatları düzeyine çekerek’’, bir seferde yüzde 400 arttırdı ve Kiev’i, yeni fiyatları kabul etmediği taktirde gazı kesmekle tehdit etti. Birbiriyle ilgisiz gibi görünen bu üç gelişme, Batı ülkeleri, özellikle ABD yönetimi tarafından tepkiyle karşılandı. Çeşitli yorumcular, örneğin Wall Street Journal’da ve Londra Times’da ‘‘Rusya G8 başkanlığını hak ediyor mu’’ diye sordular. Batılı gözlemciler tepki gösterdiler, çünkü bu üç gelişme, karşılarında 1990’ların zayıf ve Batı’nın yörüngesinde durmaya çalışan bir Rusya olmadığını gösteriyordu. Putin iktidara geldiğinde, bu köşede öngördüğümüz gibi, önce Batı ile birlikte yürür gibi yaparak Rusya’nın devletini ve ekonomisini güçlendirmiş, giderek daha serbest davranmaya başlamıştı. İllarionov’un istifası, Putin yönetimindeki son neo liberal ekonomistin de tasfiyesi demekti. Duma’nın, ‘‘sivil toplum’’ örgütlerinin yakından denetlenmesine ilişkin çıkardığı yasa, bu örgütlerin, Batı’dan aldıkları mali kaynakları, başka ülkelerin dış politikalarının aracı olmalarını, çeşitli ‘‘renkli devrimlerdeki’’ gibi, ait oldukları ülkenin ulusal egemenliğini yıpratacak bir biçimde kullanmalarını engellemeyi amaçlı Yeni Rusya Putin ile birlikte yeni bir Rusya’nın şekillenmekte olduğunu da tartışmıştık. Bu üç gelişme ve 2001’den bu yana yıllık ortalama yüzde 7 ekonomik büyüme, artık bu yeni Rusya’nın şekillenme sürecinin tamamlanmakta olduğunu gösteriyor. Örneğin, İllarionov’un istifası, Rusya’nın ABD ve Avrupa’da hâkim olan ‘‘neo liberal’’ (serbest piyasa, özelleştirme vb..) ‘‘reform’’ söylemine arkasını döndüğünü, ülkesinin bağımsızlığını ve özgün bir dış politika izleme kapasitesini güçlendirecek ekonomi politikalarına yöneldiğini gösteriyordu. Nitekim, İllarionov’un istifasını şu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor: Rusya’nın petrol devi Yukos parçalanarak devlet işletmesi Rosneft, Sibneft de Gazprom tarafından satın alınıp fiilen devletleştirildiler. Böylece Kremlin, petrol rezervlerinin yüzde 30’unu denetim altına aldı; Duma’da onaylanmayı bekleyen bir yasa, Rusya’da petrol ve değerli mineral kaynaklarının çıkarılma ve işletilmesinin yabancı şirketlerin mülkiyetine geçmesini yasaklamayı amaçlıyor (Christian Science Monitor, 28/12); CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle