23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3NİSAN2005PAZAR 10 PAZAR YAZLLARI dishab@cumhuriyet.com.tr 1 Nisan şakası olduğubelliydi Z ondra'da Hyde Park'ta "speakers corner" dilckatimi çekmişti en çok. Öyle ya, benim gibi "12 Eylül çocuğu" birinin önüne gelenin istediğini konuştuğu bir ortamı hayal etmesi bile zordu. Kitaplann yakıldığı, düşüncenin suç olduğu, gazete ve dergilerin kapatıldığı, yazar çizerlerin hapishanelere tıkıldığı bir ülkenin çocuğu olmak kolay değildi. Belki o baskı yıllannın ctkisiyle olsa gerek, ilk kitabımı "Her şeyi devletten beklemc, kendi kitabını kendin yak" sloganıyla kibrit armağanlı olarak yayımlatıp, bu zihniycli protcsto etmiştim. Tanı "Yıllar geçti, artık baskmın boyutu değişti. Medyada paran kadar konuş ya da parayı veren -tetikçi yazarlaıına- düdüğünü çaldırır devri yaşanıyor şimdilerde" diye düşünmeye başlamıştım ki yeni TCK'nin 23 maddcsinde basın üzerine baskı estirilmeye başlandı. Bızım medyamız süttcn çikmış ak kaşık değil anıa mcdyaya yinc ancak kendisinin çeki- düzen verip meslek ilkelerini oluşturarak saygınlık kazandırılabileceğini düşünüyorum. Müphem ve her tiirlü yoruma açık yeni TCK zoruyla güzcllik olmayacağını düşünüyorum. Türkiyc'dcki tüm gazetecilik örgütleri bir araya gelmeli ve bazı temel etik ilkelerde anlaşmalı ve uymayanlara uygun yaptınmlar uygulamalıdır. Ancak o zaman yeni TCK'de olduğu gibi basını susturma girişimlerine başımız dik bir şekılde karşı koyabiliriz. Bizim medyaya örnek oluşturması umuduyla 1982'de Belçika'daki gazetecilik örgütlerinin kabul ettiği gazetecilik ilkelerinin bazılarına bir göz atalim: 1- Diğer sivil özgürlüklerin güvencesi düşünce ve ifade özgürlügünün kullanılmasının temel yolu olan basın ve yayın özgürlüğü temel insan haklarındandır. Herkes, bilgi edınme ve haber alma, özgür düşünce ve buııu ifade ile eleştiri hakkına sahiptir. 2- Bilgiler önyargısız şekilde toplanmalı ve yansıtılmalıdır. 3- Haber ve yorum farkı açıkça belirtilmelidir. 4- Basın düşünce çeşitliliğine saygı duyar ve farklı görüşleri yayımlama özgürlüğünü savunur. 5- Kişilcrin BRUKSEL ERDİNÇ UTKIJ özel yaşamı, kamu çıkarlannın gerektirdiği durumlar dışında, yayın koııusu olamaz. 6- Şıddeti özendirici yayın yapılmaz. 7- Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur. 8- Yasayla tanımlanan kamusal ve özel işlerin gizliliği basın özgürlüğüne engel olamaz. 9- Gazetelere ve gazetecilere baskı yapılmamalıdır. "Benzeri ilkeler bizim basın yayın örgütleri tarafından da kabul ediliyor" dediğinizi duyar gibiyim. Doğru ama sadece kâğıt üzerinde kalıyor. Yeterince uygulansaydı "Tazminat Devri" Başbakanı Erdoğan bile basını baskı altında tutmaya cesaret edemezdi. Tepkiler scs getirdi ve uygulamayı yeni değişikliklere olanak sağlamak amacıyla 1 Haziran'a ertelediler. Ben zaten bunuıı bir 1 Nisan şakası olduğunu biliyordum. Böyle absürd maddeler ancak esprilerde olur. Hitler' in Kavgam kitabını gece-gündüz okuyaıı yurdum insanına ve "bizi Avmpa'ya ihbar eden medyamıza" yine Hitler zihniyetine uygun yasalar yakışır. 1 Haziran öncesinde dikkate alınmak üzere "Tazminat Devri Başbakanına yepyeni TCK önerilerimden" birkaçını sunuyorum: Kendisini hayvan şeklinde çizen karikatürcülere tazminat davası açarak Tazminat Devri'ni başlatan Erdoğan ülkede karikatür çizimini ve mizahı tamamen yasaklamahdır. Bu mizahçı bozuntulannı "Devekuşu" haline getirmenin tek yolu budur. Bakın o zaman Pengucn ya da Musa Kart'ın kedisi kalıyor mu? Hepsi süt dökmüş kedi gibi olur bunların... Dızilerde iyi adam rolüne hep Erdoğan seçilmeli, muhalefet liderleri kötü adam rollerine çıkartılmalıdır... Müstehcen olmayan sözcüklerin bir lislesi ve fotoğratlarda dikkat edilmesi gerekenler ve giyilmesi gerekenler açıkça belirlenmelidir. Kadınların tesettürlü giyimi, erkeklerin ise geleneksel giyimi örnek gösterilmeli.. aksine davrananların cezası daha da arttınlmalıdır. İktidara uygun yazan-çizen güzide evlatlarımıza "Yeşil Basın Kartı" verilmelidir... Basın Enfotmasyon Genel Müdürlüğü "Medya Süzgeç Merkezi" adını almalıdır. Gazeteler önce burada bir süzgeçten geçirilmelidır. Bu bir "TCK Filter" programıyla da yapılabilir. Yasaya uygun olmayan sözcükler bu programla kırmızı renkle gösterilir ve yerine TCK'ye uygun sözcükler otomatik olarak yerleştirilir. Bu durumda başta Cumhuriyet gazetesi olmak üzere muhalif birkaç gazetenin hazırlanmasına hiç gerek kalmayacaktır. Bu merkez gerekli haberleri uygun gördüğü şekliyle bu muhalif gazetelere yerleştırecektir. Diğer bir konu ise îstiklal Marşı'nın değiştirilmesi ihtiyacıdır. Şimdiki marşımız, "sansür yapmah! saıısür yapmalı! sansür yapmalı! kesip biçip her şeyi kolaj yapmalı" tekerlemeleri olan, Rashit'in Sansür adlı şarkısıyla değiştirilmelidir. intıhar haberi yapan gazeteci harakin yapmalı, yapmayanlar Hakkân'de ömür boyu yerel gazetecilik yapmaya mahkûm edilmelidir. ünerilerin devamı için benimle iletişim kurabilirsiniz sayın padişa.. şey yani başbakanım! erdincutku@binnkir.be Başbakan ve karikatür~T*ı cnguen rnızah dergisine §•** de bir kapak J. karikatüründen dolayı dava açıldı. Olayın aslı gazetcmiz çizcri Musa Kart'ın Başbakan'ı kcdi olarak resmetmesine dayanmakta. Ortada böyle bir örnek varken yani Musa Kart aleyhine tazminat kararı alınmışken Penguenciler bile bile kendılerini ateşe attılar. Nc yapalım gayrı kendi düşen ağlamaz! Aslında Sayın Başbakan inançlı bir insan, niye böyle etti anlayabilmiş değilim. Karikatürlere şöyle bir bakıp o meşhur acı gülümsemesi ve bir omzunu hafif yana yıkarak, hatta bir kaşını yukarı kaldırarak "Diyecek bir şey bulamıyomnı, bunları yapanlar var ya bu dünyada, bir de öbür dünyada onmasınlar inşallah!" diye bir açıklama yapsa daha yerinde olmaz mıydı?.. Sen hem öte dünyaya inanacaksın hem de kalkıp bu dünyaya ait yöntemlerle insanlan yargılayacaksın. Buna ne gerek vaıdı. Tclevizyonlarda böyle bir açıklama yapabilirdi. Beddua nedenini de "Zaten dinimizce tasviryasaktır" diye açıklayabilirdi ve bütün bu açıklamalan ona oy verip Meclis'te çoğunluğu sağlamasına neden olan bizler anlayışla karşılayabilirdik. "Şu densizlcrin ettiklerine bak, lasvir ettikleri yetmezmiş gibi insanı olmadık börtü böceklere benzetmiş boyu devrilesiceler!.." diye tüm Türk halkı olarak beddualar ederdık. "Baş.bakanımızı beyle beylc tasvir edenlerin elleri gırıla, yağlı kurşunlara geleler!.." derdik. Sayın Erdoğan dava açmak yerine beddua edeydi onu başta Irak fatihi scvgili Bush olmak üzere bütün Batı âlemlerinin yöneticileri de anlayışla karşılayıp destekleyeceklerdi. Nedenini de kendi toplumlanna, "Eec Tayyip Bey ılımlı İslam ınodelini temsil etmiyor mu? Ediyoor!.. O vakit bizlerc söyleyecek bir söz düşmez, o da kendini mağdur hissediyorsa kendi bildiği ve yaşadığı doğrular ölçüsünde, demokrasi içerisindc haklarını arayacaktır. Oııuıı için beddua da bir çözümdür!.." diye açıklayacaklardı. Sayın Başbakan bu arkadaşlara iyilik olsun, adam olsunlar, doğnı dürüst şeylerle meşgul olsunlar diye de dava açmış olabilir. "Ne o öyle acayip acayip şeyler yapıyor bu çocuklar, garip garip resimlcr falan, doğru yolu bulsunlar, bi işin ucundan tutsunlar. Şimdi mizah, karikatür gibi anlamsız işlerle uğraşacaklarına bi ihaleye girseler bi iki iş kotarsalar olmaz mı?" diye de düşünüyor olabilir ve de bir baba tavnyla "Şimdi bana krayorsunuz ama ileride beni anlayacaksınız, ben her şeyi sizlerin iyiliği için yapıyorum" diyor olabilir. Konu, insanlan oiduğundan farklı tasvir etnıek AMSTERDAM YAKUPKARAHAN olunca aklıma Avrupalı çizerlerin karikatürleri geliverdi ister istemez. Bir keresinde, Hollanda'da 30 Nisan Kraliçe Günü kutlamalannda, Amsterdam'ın Vondel parkında Hollanda Kraliçesi'nin çıplak maketini yapıp bacak arasına pingpong topu atma yarışması düzenlemişlerdi. Yanşmayı düzenleyenler güvenlık güçlerinin saldırısına uğrayıp yaka paça götürülmediler. Avrupalı çizerlerin toplumun kutsal saydığı Hıristiyan din adamları hakkında çizdikleriniyse anlatabilmek mümkün değil. Din adamlarının çıplak görüntülerı, politikacıların alt altaüst üste figürleri... Ama bu aşınlıkları onayladığım sanılmasın. Bütün bunlar yapılabilmeli ama okur ya da izleyen kişilcr giizel olup olmadiğına karar verebilmelidir. Tabii bunlar yapılabiliyor diye Avrupalı sanalçılar, krallar, kraliçeler, din adamları vc politikacılan her gün küçük düşüren çalışmalar yapmıyorlar. Önemli olan düşündüklerini serbestçe yapabilmeleri. Gerisi okurun ya da izleyicinin takdirine bırakjlmıştır. lzleyici çirkin, kaba ya da sanat dışı, başarısız bıılursa bir daha ızlemeyecektir ki sanattaki tek belirleyici de sanatsal duyarlılığı gelişmiş izleyicidir. Bana göre, ülkemizde yaşanan bu son gelişmeler, açılan davalar, getirilen yasaklar karikatürle sınırlı kalmayacaktır. Bir süre sonra heykeller de kaldınlacak, resimlere, tiyatrolara saldınlar olacaktır. Sanatın ve sanatçınm önü bir kere kesilmeye başlanınca gensi mutlaka gclecektir. Bu durum çeşitli şekillerde açıklanabilir, siyasetçinin köşeye sıkışma ruh hali, geçmişinde sanatla tanışmamış olması, o güne kadar sanatı ayıp, günah saymış olması ve daha birçok şey. Olayın bu yani bizlerin sorunu değildir ve siyasetçinin davranış nedenlerini araştırmak Türk sanatına zarar vermesini engellemeyecektir. Beıızer sorunlar Türkiye'de hep yaşanmıştır ve ne yazık kı bundan sonra da yaşanacak gibi görünmektedır. Bu olup bitenleri Türk sanatının gelişimi açısından değerlendirmckte yarar olduğunu düşünüyorum. tnsanlann alınganlıkları, saldınlan, geri kalmışlıkları, duyarsızhklan ve bütün geri yanlarına rağnıen ülke yönetiminde yer almalan Türkiye'nin birçok açıdan olduğu gibi sanatta da geri kalmasına neden olmaktadır. Yaşanan olunısuzluklar ve sanata karşı tavır, Cumhuriyet'le atılan temeller ve de bu alanda yapılan devrim değerindeki çalışmalara zarar vermektedir. Karikatür, eleştirel ve söylemek istediğini en anlaşıhr şekilde, doğrudan seçtiğinden ilk hedeftir. Ama diğer sanat dallan da gclişmelerden payını alacaktır. Enkazdan mucize kurtuluş-* depremden 5 gün sonra bir kişiyi enkazdan sağ çıkardı. Askerlerin ve kurtarılan kişinin aüesinin verdiği bilgiyc göre, 40 yaşlanndaki Hcndra Ho Keng, merdiven altında bulundu. Dcpremzedenin yerini ilk olarak bir Endonczyalı askerin sap- tadığıveyakında bulunan Singapurlu kurtarnıa eldbinihabcrdarettiğibildirildL Hastaneye kaldırılan Heng'in çok sayıda kemiğinin kınldığı, vücudunda czikler ve bereler olduğu belirtildi. (Fotoğraf: AP) Gülümseyerek başlanılan bir günden kesitler T \ ^ e n t merkezine en yakın metro tC istasyonuna giden otobüsüme ikinci J. \ ~ duraktan binerim. Ya sabah 8'e 5 kala ya da 8'i 5 gece. Şoför kabininin arkasındaki reklam panosuna değil, yola bakmayı yeğlediğim için gencllikle otobüsün gıdiş yönünün sağ tarafındaki yerlerden birine otururum. lçeride henüz fazla yolcu olmadığından pencere kenarındaki yerlerin çoğu boş olur. Haftanın en az iki veya üç günü dört durak sonra otobüse, olgıın yaşlann alt basamaklanndaki bir hanım biner. Saçları kısacıktır, kumralla sarı arasındadır ve gözleri çakmak taşı rengindedir. Benim dikkatimi çeken yani, daha durakta beklerken yüzünde beliren ince ve zarif gülümsemedir. Öylesine ağır ve olgıın davranır ki, her defasında otobüse en son o biner. Sürekli olarak başkalarına öncelik tanır. Grace Kclly, Audrey Hepburn ve Catherine Denevue gibi unutulmaz zariflıktekı hanımlann havası vardır üzerinde. O binene kadar, pencere kenaıları dokluğu için sol taraftaki bir koltuğun kondor yanına oturur. Benim gibi, genelliklc önlerde bir yere. Otobüs onun durağında durur durmaz gözlerim onu aradığı için -çünkü sabah işe giderken bakılacak daha güzel bir şey yoktıır- herhalde farkına varmadan hafifçe gülümsediğimdeıı olsa gerek, a da bana doğru bakar ve gözlerini kaçınr. Sanır ki onunla konuşmaya kalkışacağım. İşin büyüsünü kaçırmamak için böyle bir şey aklımın ucundan geçnıez. Ama geçen hafta bir sabah, her zamanki yerime değil, onun tarafındaki bir koltuğun pencere kenanna oturdum; muziplik olsun diye... Üç durak sonra o yine otobüse en son binen yolcu oiduğundan, benim yanımdaki bir kişilik yer dışında her yer dolmuştu; en azından, körüklü otobüsün ön tarafındakiler. Bu zarif hanım otobüse biner binnıez benim olağan yerime şöyle hızlı bir bakış attı ve orada oimadığımı fark etti. Onunki de meraktan ışte, yazar tarafıma STOCKHOLM GÜRHAN LIÇKAN rağmen hayal gücüm, daha farklı bir beklenti duymama yetecek kadar güçlü değil. Sonra otomatik olarak yanımdaki yere oturdu. Oturma manevrası sırasında, son anda, yol arkadaşının ben olduğumu gördü ama iş işten geçti. On yirmi dakikalık yol boyunca, başı hafifçe öne eğik ve suçlu bir liseli kız gibi oturdu; dudaklarında hafif bir gülümsemeyle... Indikten sonra metroya bindik ama ben, her zamanki gibi, ayrı vagonu yeğledim. Çünkü ondan sonra da ona yakın olmak, olayın konumunu değiştirecek ve Demir Özlü'nün deyişiyle "romansı" bozacaktı. Trende karşımda ben yaşlarda bir adam oturııyordu. Onu gözüm bir yerden ısırdı. Sonra tanıdım! Adamın yüzü bana benziyordu! Ama benim "güler yüzlü"me! Elinde, metro girişlerinde ücretsiz dağıtılan bol reklamlı bir gazete vardı. 5-6 istasyon boyunca hep gülümsedi. Kent merkezinde inip yürüyen merdivene bindiğim zaman, iki basamak önümde duran, sarışın, zarif ve gerçek anlamıyla tipik bir İskandinav güzeli olan bir genç kız vardı. Basını sağ tarafa çevirmiş, sımsıcak bir gülümsemeyle bir şeye bakmaktaydı. Hem de gözlerini ayırmadan. Ben de o yana baktım. Dalgalı saçlı, kendi halindeki bir delikanh, merdivenlerden koşar adım çıkmaktaydı. Belli ki çok acclcsi vardı. Gözleri sürekli olarak merdivcnlerin üst tarafında olduğu için önümdeki genç kızın kendisine büyük bir sempatiyle bakmakta olduğunu göremedi. Ne yazık ki. Yukanya vardığımızda, genç kız bir yana, delikanh başka yana ve bendeniz dc işimden yana yürüyüp gittik. Geriye, belleğimdeki bu üç gülümscme kaldı. Belki bunların hepsi aynı günde olmamıştır. Ama güzel anılarımızdan oluşan film şcridi geriye doğru sarıldıkça, zaman, o şeridin belleğimizdeki uzunluğunu acımasızca kısaltıyor. Ben bu üç sempatık anıyı aynı güne uygun gördüysem, çok mu yani? Jules Verne yaşıyor•yules Verne bir buçuk / asn aşkın bir süredir KJ milyarlarca insanın okuduğu vc daha asırlarca okuyacağı bir yazar. Dünyanın kitap basılabilen neredeyse tüm dillerine çevrilnıiş bir yazar. UNESCO'ya göre Shakespeare, Lenin gibi yeryüzünde en çok çevrilmiş 10 yazardan biri. Fransa'nın Fransa olalı beri insanhğa armağan ettiği yüzlerce evrensel yazardan biri. Ötekilerden farkı, dünyanın günümüz anlamında ilk bilimkurgu yazarı, pozitif bilimi popüler edebiyatın hizmctine sunan yazar olması. 24 Mart, Verne'nin dünyaya son şapka çıkartışının tam 100. yıldönümüydü. Fransızlar ona olan saygılannı ölümünün 100. yıhnda 50'nin üstünde özel faaliyet düzenleyerek de sergilıyorlar. O bugün her zamankinden daha canlı aramızda, belleklerimizde, gönlümüzde ilham ve hayal kaynağı olarak yaşıyor. Örneğin, Paris'te 6 Nisan'da - sadece bu seneye özgü olmayan- bir haftalık bir festıval başlıyor. Jüri onur başkanlığını ünlü aktör Tony Curtis, başkanlığını torununun torunu Jean-Jules Verne'nin üstlendiği, 100 kadar eski veya yepyeni bilimkurgu filmin gösterileceği 13. Paris Julcs Verne Film Festivali'nde bir de belgesel film yarışması var. Bilim vc sanat insanları, kâşifler, sinemacılar vc gazetecilerden oluşan jüri, okyanuslann dibinden uzaya, karlı dağlardan çöllere, insana hayatı, evreni tanıma arzu ve heyecanını vcrecek en iyi çahşmalan ödüllendirmeyi hedefliyor. Aynen Verne'nin hayalleri kışkırtıcı, düşleri gerçek kılıcı yaklaşımı; romantizmi 1848 ve 1871 devrimlerinin kıyısından geçmiş olsa da pozitivizmin etkisiyle özündc dünyaya akılcı bakışı gibi. Jules, 1828'de Nantes'ta taşra burjuvazisi 5 çocuklıı bir ailenin en büyük oğlu olarak dünyaya gelir. Baba avukat, anne armatör kızıdır. Okumaya, tiyatroya, seyahat etmeye ve de özellikle denize merakJıdır. 1848'degeldiği Paris'te aile zoruyla hukuk okur, ancak gönlü pıyes yazmaktadır. "Hayatta en borçlu oldııklarııır dcdiği baba oğul Alexandre Dumas'lar sayesinde ilk piyesi, Paris "Theatre-IIistorique/Tarihi Tiyatro"da oynanır. 1857'de evlenir. Bir yanda borsada çalışır, öte yanda tiyatro, operet yazar. 1862'de tanıştığı yayımcı Pierre-Jules Hetzel ile gidişatı değişır. Kısa zaman sonra 100 kitaphk "Olağanüstü Seyahatler" diye planlanacak bir dizinin ilk kitabı "Balonla Beş Hafta" çıkar. Yazann 1859'da lskoçya'ya, 1861'de Danimarka ve Norveç'e yaptığı yolculuklar ve seyyah çizer PARİS IIĞURHÜKÜM Jacques Arago ile tanışıklığı çok önemlidir. 1863-67 arasında Le Magasin dergisinde tefrika biçiminde 5 kitabı yayımlanır. 1867'dekardeşi Paul ile Amerika'ya gider. 1869 da "Denizler Altında 20 Bin Fersah" tamamlanır. 1871 'de ölümüne kadar 34 yıl oturacağı Paris'e 100 knı mesafedeki Amiens kentine taşınır. 1872'de Verne'i uluslararası plana taşıyacak "80 Günde Devri Âlem" basılır. 1902'de tarihin ilk bilimkurgu filmine konu olan "Aya Seyahat", 1 Ocak 2000'den beri her gece Paris göklerini tarayan Eyfel Kulesi'nin tepesindeki döner fenerin esinlendiği "Dünyanın Ucundaki Fener"; çocukluğumun en heyecanh saatlerinden birkaçını yaşatan "Dünyanın Merkezine Seyahat", "Esrarlı Ada" veya "Kaptan Grant'm Çocuklan", bugün bile yeniden keyifle okuyabileceğim "Ne Alü Var Ne Üstü" veya "Mişel Strogof"; değerlı sanatçı Hüscyin B. Alptekin'in 2000 yıhnda "Jules Verne'nin tzinde" sergisinde çoğumuza keşfettirdığı, tstanbul Boğazı etrafında gelişen "tnatçı Keraban"ın serüvenleri dünya edebiyatının baş köşesine yerleşmiş romanlardır. Piyeslcri ve şiirlerinin sayısını bulamadık ama diziden 62 roman, 15 uzun hikâye yayımlandığını öğrendik. Gerek doğduğu Nantes, öldüğü Amiens veya Paris, Marsilya gibi kentlerde adına kurulmuş ev, salon ve müzelerde yıl boyu düzenlencn faaliyetler, gerek yazann büyük çaplı seyahatlere çıktığı 3 özel teknesinden biri Saint-Michel H'nin restorasyonu, yazar hakkında anlatılması olanaksız bollukta araştırma ve tüm kitaplarının gözlere şenlik güzellikte yeni baskılarının yapılması evrensel nitelik kazanmış bir yazara olan saygı ve vefa borcunun yerine getirilmesi zorunlu vecibeleridir. Verne böylece aramızda tüm görkemiyle yaşanıaya devam ediyor. Bu satırlan kaleme almazdan önce her zaman yaptığımız gibi acaba bu konularda oralarda neler oluyor diye şöyle bir araştıracak olduk. Acıyla gördük ki, bir zamanlar Ataköy Geyikli Park'ta bir Jules Verne büstü varmış. Bilgi doğruysa anıt MHP'liler tarafmdan parçalanıp yok edilmiş. Sevinerek gördük ki Bilim ve Ütopya dergisi bir Jules Verne özel sayısı hazırlamış. Onun dışında da Türk basınında dişe dokıınur tek bir yazı yok. Niye olsun ki? Şu anda kendi dilinin dünyadaki abartmasız en ünlü yazarına yeterince sahip çıkmayan, onun yurdundan uzaklaşmak zorunda kalışını sessizlikle izleyen bir basından ne beklenir ki? ugur.hukum@paris.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle