Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 3NİSAN2005PAZAR
10 PAZAR YAZLLARI dishab@cumhuriyet.com.tr
1 Nisan şakası olduğubelliydi
Z
ondra'da Hyde Park'ta "speakers
corner" dilckatimi çekmişti en çok.
Öyle ya, benim gibi "12 Eylül çocuğu"
birinin önüne gelenin istediğini konuştuğu bir
ortamı hayal etmesi bile zordu. Kitaplann
yakıldığı, düşüncenin suç olduğu, gazete ve
dergilerin kapatıldığı, yazar çizerlerin
hapishanelere tıkıldığı bir ülkenin çocuğu
olmak kolay değildi. Belki o baskı yıllannın
ctkisiyle olsa gerek, ilk kitabımı "Her şeyi
devletten beklemc, kendi kitabını kendin yak"
sloganıyla kibrit armağanlı olarak yayımlatıp,
bu zihniycli protcsto etmiştim. Tanı "Yıllar
geçti, artık baskmın boyutu değişti. Medyada
paran kadar konuş ya da parayı veren -tetikçi
yazarlaıına- düdüğünü çaldırır devri
yaşanıyor şimdilerde" diye düşünmeye
başlamıştım ki yeni TCK'nin 23 maddcsinde
basın üzerine baskı estirilmeye başlandı.
Bızım medyamız süttcn çikmış ak kaşık değil
anıa mcdyaya yinc ancak kendisinin çeki-
düzen verip meslek ilkelerini oluşturarak
saygınlık kazandırılabileceğini düşünüyorum.
Müphem ve her tiirlü yoruma açık yeni TCK
zoruyla güzcllik olmayacağını düşünüyorum.
Türkiyc'dcki tüm gazetecilik örgütleri bir
araya gelmeli ve bazı temel etik ilkelerde
anlaşmalı ve uymayanlara uygun yaptınmlar
uygulamalıdır. Ancak o zaman yeni TCK'de
olduğu gibi basını susturma girişimlerine
başımız dik bir şekılde karşı koyabiliriz.
Bizim medyaya örnek oluşturması
umuduyla 1982'de Belçika'daki
gazetecilik örgütlerinin kabul ettiği
gazetecilik ilkelerinin bazılarına
bir göz atalim: 1- Diğer sivil
özgürlüklerin güvencesi
düşünce ve ifade özgürlügünün
kullanılmasının temel yolu olan
basın ve yayın özgürlüğü temel
insan haklarındandır. Herkes, bilgi
edınme ve haber alma, özgür düşünce ve
buııu ifade ile eleştiri hakkına sahiptir.
2- Bilgiler önyargısız şekilde toplanmalı ve
yansıtılmalıdır. 3- Haber ve yorum farkı
açıkça belirtilmelidir. 4- Basın düşünce
çeşitliliğine saygı duyar ve farklı görüşleri
yayımlama özgürlüğünü savunur. 5- Kişilcrin
BRUKSEL
ERDİNÇ UTKIJ
özel yaşamı, kamu çıkarlannın gerektirdiği
durumlar dışında, yayın koııusu olamaz.
6- Şıddeti özendirici yayın yapılmaz.
7- Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur.
8- Yasayla tanımlanan kamusal ve özel işlerin
gizliliği basın özgürlüğüne engel olamaz.
9- Gazetelere ve gazetecilere baskı
yapılmamalıdır. "Benzeri ilkeler
bizim basın yayın örgütleri
tarafından da kabul ediliyor"
dediğinizi duyar gibiyim. Doğru
ama sadece kâğıt üzerinde kalıyor.
Yeterince uygulansaydı "Tazminat
Devri" Başbakanı Erdoğan bile
basını baskı altında tutmaya cesaret
edemezdi. Tepkiler scs getirdi ve
uygulamayı yeni değişikliklere
olanak sağlamak amacıyla 1 Haziran'a
ertelediler. Ben zaten bunuıı bir 1 Nisan
şakası olduğunu biliyordum. Böyle absürd
maddeler ancak esprilerde olur. Hitler' in
Kavgam kitabını gece-gündüz okuyaıı
yurdum insanına ve "bizi Avmpa'ya ihbar
eden medyamıza" yine Hitler zihniyetine
uygun yasalar yakışır. 1 Haziran öncesinde
dikkate alınmak üzere "Tazminat Devri
Başbakanına yepyeni TCK önerilerimden"
birkaçını sunuyorum: Kendisini hayvan
şeklinde çizen karikatürcülere tazminat
davası açarak Tazminat Devri'ni başlatan
Erdoğan ülkede karikatür çizimini ve mizahı
tamamen yasaklamahdır. Bu mizahçı
bozuntulannı "Devekuşu" haline getirmenin
tek yolu budur. Bakın o zaman Pengucn ya da
Musa Kart'ın kedisi kalıyor mu? Hepsi süt
dökmüş kedi gibi olur bunların... Dızilerde
iyi adam rolüne hep Erdoğan seçilmeli,
muhalefet liderleri kötü adam rollerine
çıkartılmalıdır... Müstehcen olmayan
sözcüklerin bir lislesi ve fotoğratlarda dikkat
edilmesi gerekenler ve giyilmesi gerekenler
açıkça belirlenmelidir. Kadınların tesettürlü
giyimi, erkeklerin ise geleneksel giyimi
örnek gösterilmeli.. aksine davrananların
cezası daha da arttınlmalıdır. İktidara uygun
yazan-çizen güzide evlatlarımıza "Yeşil Basın
Kartı" verilmelidir... Basın Enfotmasyon
Genel Müdürlüğü "Medya Süzgeç Merkezi"
adını almalıdır. Gazeteler önce burada bir
süzgeçten geçirilmelidır. Bu bir "TCK
Filter" programıyla da yapılabilir. Yasaya
uygun olmayan sözcükler bu programla
kırmızı renkle gösterilir ve yerine
TCK'ye uygun sözcükler otomatik olarak
yerleştirilir. Bu durumda başta Cumhuriyet
gazetesi olmak üzere muhalif birkaç
gazetenin hazırlanmasına hiç gerek
kalmayacaktır. Bu merkez gerekli haberleri
uygun gördüğü şekliyle bu muhalif
gazetelere yerleştırecektir. Diğer bir konu ise
îstiklal Marşı'nın değiştirilmesi ihtiyacıdır.
Şimdiki marşımız, "sansür yapmah! saıısür
yapmalı! sansür yapmalı! kesip biçip her şeyi
kolaj yapmalı" tekerlemeleri olan, Rashit'in
Sansür adlı şarkısıyla değiştirilmelidir.
intıhar haberi yapan gazeteci harakin
yapmalı, yapmayanlar Hakkân'de ömür
boyu yerel gazetecilik yapmaya mahkûm
edilmelidir. ünerilerin devamı için
benimle iletişim kurabilirsiniz sayın
padişa.. şey yani başbakanım!
erdincutku@binnkir.be
Başbakan
ve karikatür~T*ı cnguen rnızah dergisine
§•** de bir kapak
J. karikatüründen dolayı
dava açıldı. Olayın aslı
gazetcmiz çizcri Musa Kart'ın
Başbakan'ı kcdi olarak
resmetmesine dayanmakta.
Ortada böyle bir örnek varken
yani Musa Kart aleyhine
tazminat kararı alınmışken
Penguenciler bile bile kendılerini
ateşe attılar. Nc yapalım
gayrı kendi düşen ağlamaz!
Aslında Sayın Başbakan inançlı
bir insan, niye böyle etti
anlayabilmiş değilim.
Karikatürlere şöyle bir bakıp
o meşhur acı gülümsemesi ve
bir omzunu hafif yana yıkarak,
hatta bir kaşını yukarı kaldırarak
"Diyecek bir şey bulamıyomnı,
bunları yapanlar var ya bu
dünyada, bir de öbür dünyada
onmasınlar inşallah!" diye bir
açıklama yapsa daha yerinde
olmaz mıydı?.. Sen hem öte
dünyaya inanacaksın hem de
kalkıp bu dünyaya ait
yöntemlerle insanlan
yargılayacaksın. Buna ne gerek
vaıdı. Tclevizyonlarda böyle bir
açıklama yapabilirdi. Beddua
nedenini de "Zaten dinimizce
tasviryasaktır" diye
açıklayabilirdi ve
bütün bu açıklamalan
ona oy verip
Meclis'te çoğunluğu
sağlamasına neden
olan bizler anlayışla
karşılayabilirdik. "Şu
densizlcrin ettiklerine
bak, lasvir ettikleri
yetmezmiş gibi insanı
olmadık börtü böceklere
benzetmiş boyu devrilesiceler!.."
diye tüm Türk halkı olarak
beddualar ederdık.
"Baş.bakanımızı beyle beylc
tasvir edenlerin elleri gırıla, yağlı
kurşunlara geleler!.." derdik.
Sayın Erdoğan dava açmak
yerine beddua edeydi onu başta
Irak fatihi scvgili Bush olmak
üzere bütün Batı âlemlerinin
yöneticileri de anlayışla
karşılayıp destekleyeceklerdi.
Nedenini de kendi toplumlanna,
"Eec Tayyip Bey ılımlı İslam
ınodelini temsil etmiyor mu?
Ediyoor!.. O vakit bizlerc
söyleyecek bir söz düşmez, o da
kendini mağdur hissediyorsa
kendi bildiği ve yaşadığı doğrular
ölçüsünde, demokrasi içerisindc
haklarını arayacaktır. Oııuıı için
beddua da bir çözümdür!.." diye
açıklayacaklardı. Sayın
Başbakan bu arkadaşlara iyilik
olsun, adam olsunlar, doğnı
dürüst şeylerle meşgul olsunlar
diye de dava açmış olabilir. "Ne
o öyle acayip acayip şeyler
yapıyor bu çocuklar, garip garip
resimlcr falan, doğru yolu
bulsunlar, bi işin ucundan
tutsunlar. Şimdi mizah,
karikatür gibi anlamsız işlerle
uğraşacaklarına bi ihaleye
girseler bi iki iş kotarsalar olmaz
mı?" diye de düşünüyor olabilir
ve de bir baba tavnyla "Şimdi
bana krayorsunuz ama ileride
beni anlayacaksınız, ben her şeyi
sizlerin iyiliği için yapıyorum"
diyor olabilir. Konu, insanlan
oiduğundan farklı tasvir etnıek
AMSTERDAM
YAKUPKARAHAN
olunca aklıma Avrupalı
çizerlerin karikatürleri geliverdi
ister istemez. Bir keresinde,
Hollanda'da 30 Nisan Kraliçe
Günü kutlamalannda,
Amsterdam'ın Vondel parkında
Hollanda Kraliçesi'nin çıplak
maketini yapıp bacak arasına
pingpong topu atma yarışması
düzenlemişlerdi. Yanşmayı
düzenleyenler güvenlık
güçlerinin saldırısına uğrayıp
yaka paça götürülmediler.
Avrupalı çizerlerin toplumun
kutsal saydığı Hıristiyan din
adamları hakkında
çizdikleriniyse anlatabilmek
mümkün değil. Din adamlarının
çıplak görüntülerı, politikacıların
alt altaüst üste figürleri... Ama
bu aşınlıkları onayladığım
sanılmasın. Bütün bunlar
yapılabilmeli ama okur ya da
izleyen kişilcr giizel olup
olmadiğına karar verebilmelidir.
Tabii bunlar yapılabiliyor diye
Avrupalı sanalçılar, krallar,
kraliçeler, din adamları vc
politikacılan her gün küçük
düşüren çalışmalar yapmıyorlar.
Önemli olan düşündüklerini
serbestçe yapabilmeleri. Gerisi
okurun ya da izleyicinin
takdirine bırakjlmıştır. lzleyici
çirkin, kaba ya da
sanat dışı, başarısız
bıılursa bir daha
ızlemeyecektir ki
sanattaki tek
belirleyici de sanatsal
duyarlılığı gelişmiş
izleyicidir. Bana göre,
ülkemizde yaşanan bu
son gelişmeler, açılan
davalar, getirilen yasaklar
karikatürle sınırlı kalmayacaktır.
Bir süre sonra heykeller de
kaldınlacak, resimlere,
tiyatrolara saldınlar olacaktır.
Sanatın ve sanatçınm önü bir
kere kesilmeye başlanınca gensi
mutlaka gclecektir. Bu durum
çeşitli şekillerde açıklanabilir,
siyasetçinin köşeye sıkışma ruh
hali, geçmişinde sanatla
tanışmamış olması, o güne kadar
sanatı ayıp, günah saymış olması
ve daha birçok şey. Olayın bu
yani bizlerin sorunu değildir ve
siyasetçinin davranış nedenlerini
araştırmak Türk sanatına zarar
vermesini engellemeyecektir.
Beıızer sorunlar Türkiye'de hep
yaşanmıştır ve ne yazık kı
bundan sonra da yaşanacak gibi
görünmektedır. Bu olup bitenleri
Türk sanatının gelişimi
açısından değerlendirmckte
yarar olduğunu düşünüyorum.
tnsanlann alınganlıkları,
saldınlan, geri kalmışlıkları,
duyarsızhklan ve bütün geri
yanlarına rağnıen ülke
yönetiminde yer almalan
Türkiye'nin birçok açıdan
olduğu gibi sanatta da geri
kalmasına neden olmaktadır.
Yaşanan olunısuzluklar ve sanata
karşı tavır, Cumhuriyet'le atılan
temeller ve de bu alanda yapılan
devrim değerindeki çalışmalara
zarar vermektedir. Karikatür,
eleştirel ve söylemek istediğini
en anlaşıhr şekilde, doğrudan
seçtiğinden ilk hedeftir.
Ama diğer sanat dallan da
gclişmelerden payını alacaktır.
Enkazdan mucize kurtuluş-* depremden 5 gün sonra bir
kişiyi enkazdan sağ çıkardı. Askerlerin ve kurtarılan kişinin aüesinin verdiği bilgiyc göre, 40 yaşlanndaki
Hcndra Ho Keng, merdiven altında bulundu. Dcpremzedenin yerini ilk olarak bir Endonczyalı askerin sap-
tadığıveyakında bulunan Singapurlu kurtarnıa eldbinihabcrdarettiğibildirildL Hastaneye kaldırılan Heng'in
çok sayıda kemiğinin kınldığı, vücudunda czikler ve bereler olduğu belirtildi. (Fotoğraf: AP)
Gülümseyerek başlanılan
bir günden kesitler
T \ ^ e n t merkezine en yakın metro
tC istasyonuna giden otobüsüme ikinci
J. \ ~ duraktan binerim. Ya sabah 8'e 5 kala
ya da 8'i 5 gece. Şoför kabininin arkasındaki
reklam panosuna değil, yola bakmayı
yeğlediğim için gencllikle otobüsün gıdiş
yönünün sağ tarafındaki yerlerden birine
otururum. lçeride henüz fazla yolcu
olmadığından pencere kenarındaki yerlerin
çoğu boş olur. Haftanın en az iki veya üç günü
dört durak sonra otobüse, olgıın yaşlann alt
basamaklanndaki bir hanım biner. Saçları
kısacıktır, kumralla sarı arasındadır ve gözleri
çakmak taşı rengindedir. Benim dikkatimi
çeken yani, daha durakta beklerken yüzünde
beliren ince ve zarif gülümsemedir. Öylesine
ağır ve olgıın davranır ki, her defasında
otobüse en son o biner. Sürekli
olarak başkalarına öncelik tanır.
Grace Kclly, Audrey Hepburn ve
Catherine Denevue gibi unutulmaz
zariflıktekı hanımlann havası vardır
üzerinde. O binene kadar, pencere
kenaıları dokluğu için sol taraftaki
bir koltuğun kondor yanına oturur.
Benim gibi, genelliklc önlerde bir
yere. Otobüs onun durağında durur
durmaz gözlerim onu aradığı için -çünkü
sabah işe giderken bakılacak daha güzel bir
şey yoktıır- herhalde farkına varmadan hafifçe
gülümsediğimdeıı olsa gerek, a da bana doğru
bakar ve gözlerini kaçınr. Sanır ki onunla
konuşmaya kalkışacağım. İşin büyüsünü
kaçırmamak için böyle bir şey aklımın
ucundan geçnıez. Ama geçen hafta bir sabah,
her zamanki yerime değil, onun tarafındaki
bir koltuğun pencere kenanna oturdum;
muziplik olsun diye... Üç durak sonra o yine
otobüse en son binen yolcu oiduğundan,
benim yanımdaki bir kişilik yer dışında her
yer dolmuştu; en azından, körüklü otobüsün
ön tarafındakiler. Bu zarif hanım otobüse
biner binnıez benim olağan yerime şöyle hızlı
bir bakış attı ve orada oimadığımı fark etti.
Onunki de meraktan ışte, yazar tarafıma
STOCKHOLM
GÜRHAN LIÇKAN
rağmen hayal gücüm, daha farklı bir beklenti
duymama yetecek kadar güçlü değil. Sonra
otomatik olarak yanımdaki yere oturdu.
Oturma manevrası sırasında, son anda, yol
arkadaşının ben olduğumu gördü ama iş işten
geçti. On yirmi dakikalık yol boyunca, başı
hafifçe öne eğik ve suçlu bir liseli kız gibi
oturdu; dudaklarında hafif bir gülümsemeyle...
Indikten sonra metroya bindik ama ben, her
zamanki gibi, ayrı vagonu yeğledim. Çünkü
ondan sonra da ona yakın olmak, olayın
konumunu değiştirecek ve Demir Özlü'nün
deyişiyle "romansı" bozacaktı. Trende
karşımda ben yaşlarda bir adam oturııyordu.
Onu gözüm bir yerden ısırdı. Sonra tanıdım!
Adamın yüzü bana benziyordu! Ama benim
"güler yüzlü"me! Elinde, metro girişlerinde
ücretsiz dağıtılan bol reklamlı bir
gazete vardı. 5-6 istasyon boyunca
hep gülümsedi. Kent merkezinde
inip yürüyen merdivene bindiğim
zaman, iki basamak önümde
duran, sarışın, zarif ve gerçek
anlamıyla tipik bir İskandinav
güzeli olan bir genç kız vardı.
Basını sağ tarafa çevirmiş,
sımsıcak bir gülümsemeyle
bir şeye bakmaktaydı. Hem de gözlerini
ayırmadan. Ben de o yana baktım.
Dalgalı saçlı, kendi halindeki bir delikanh,
merdivenlerden koşar adım çıkmaktaydı. Belli
ki çok acclcsi vardı. Gözleri sürekli olarak
merdivcnlerin üst tarafında olduğu için
önümdeki genç kızın kendisine büyük bir
sempatiyle bakmakta olduğunu göremedi. Ne
yazık ki. Yukanya vardığımızda, genç kız bir
yana, delikanh başka yana ve bendeniz dc
işimden yana yürüyüp gittik. Geriye,
belleğimdeki bu üç gülümscme kaldı.
Belki bunların hepsi aynı günde olmamıştır.
Ama güzel anılarımızdan oluşan film şcridi
geriye doğru sarıldıkça, zaman, o şeridin
belleğimizdeki uzunluğunu acımasızca
kısaltıyor. Ben bu üç sempatık anıyı aynı
güne uygun gördüysem, çok mu yani?
Jules Verne
yaşıyor•yules Verne bir buçuk
/ asn aşkın bir süredir
KJ milyarlarca insanın
okuduğu vc daha asırlarca
okuyacağı bir yazar. Dünyanın
kitap basılabilen neredeyse tüm
dillerine çevrilnıiş bir yazar.
UNESCO'ya göre Shakespeare,
Lenin gibi yeryüzünde en çok
çevrilmiş 10 yazardan biri.
Fransa'nın Fransa olalı beri
insanhğa armağan ettiği
yüzlerce evrensel yazardan biri.
Ötekilerden farkı, dünyanın
günümüz anlamında ilk
bilimkurgu yazarı, pozitif bilimi
popüler edebiyatın hizmctine
sunan yazar olması. 24 Mart,
Verne'nin dünyaya son
şapka çıkartışının tam 100.
yıldönümüydü. Fransızlar
ona olan saygılannı ölümünün
100. yıhnda 50'nin üstünde
özel faaliyet düzenleyerek de
sergilıyorlar. O bugün her
zamankinden daha canlı
aramızda, belleklerimizde,
gönlümüzde ilham ve hayal
kaynağı olarak yaşıyor.
Örneğin, Paris'te 6 Nisan'da -
sadece bu seneye özgü
olmayan- bir haftalık bir festıval
başlıyor. Jüri onur başkanlığını
ünlü aktör Tony Curtis,
başkanlığını
torununun torunu
Jean-Jules Verne'nin
üstlendiği, 100 kadar
eski veya yepyeni
bilimkurgu filmin
gösterileceği 13.
Paris Julcs Verne
Film Festivali'nde bir
de belgesel film
yarışması var. Bilim vc sanat
insanları, kâşifler, sinemacılar
vc gazetecilerden oluşan jüri,
okyanuslann dibinden uzaya,
karlı dağlardan çöllere, insana
hayatı, evreni tanıma arzu ve
heyecanını vcrecek en iyi
çahşmalan ödüllendirmeyi
hedefliyor. Aynen Verne'nin
hayalleri kışkırtıcı, düşleri
gerçek kılıcı yaklaşımı;
romantizmi 1848 ve 1871
devrimlerinin kıyısından
geçmiş olsa da pozitivizmin
etkisiyle özündc dünyaya akılcı
bakışı gibi. Jules, 1828'de
Nantes'ta taşra burjuvazisi
5 çocuklıı bir ailenin en büyük
oğlu olarak dünyaya gelir. Baba
avukat, anne armatör kızıdır.
Okumaya, tiyatroya, seyahat
etmeye ve de özellikle denize
merakJıdır. 1848'degeldiği
Paris'te aile zoruyla hukuk
okur, ancak gönlü pıyes
yazmaktadır. "Hayatta en
borçlu oldııklarııır dcdiği
baba oğul Alexandre Dumas'lar
sayesinde ilk piyesi, Paris
"Theatre-IIistorique/Tarihi
Tiyatro"da oynanır. 1857'de
evlenir. Bir yanda borsada
çalışır, öte yanda tiyatro, operet
yazar. 1862'de tanıştığı yayımcı
Pierre-Jules Hetzel ile gidişatı
değişır. Kısa zaman sonra
100 kitaphk "Olağanüstü
Seyahatler" diye planlanacak
bir dizinin ilk kitabı "Balonla
Beş Hafta" çıkar. Yazann
1859'da lskoçya'ya, 1861'de
Danimarka ve Norveç'e yaptığı
yolculuklar ve seyyah çizer
PARİS
IIĞURHÜKÜM
Jacques Arago ile tanışıklığı
çok önemlidir. 1863-67
arasında Le Magasin dergisinde
tefrika biçiminde 5 kitabı
yayımlanır. 1867'dekardeşi
Paul ile Amerika'ya gider.
1869 da "Denizler Altında
20 Bin Fersah" tamamlanır.
1871 'de ölümüne kadar 34 yıl
oturacağı Paris'e 100 knı
mesafedeki Amiens kentine
taşınır. 1872'de Verne'i
uluslararası plana taşıyacak
"80 Günde Devri Âlem" basılır.
1902'de tarihin ilk bilimkurgu
filmine konu olan "Aya
Seyahat", 1 Ocak 2000'den beri
her gece Paris göklerini tarayan
Eyfel Kulesi'nin tepesindeki
döner fenerin esinlendiği
"Dünyanın Ucundaki Fener";
çocukluğumun en heyecanh
saatlerinden birkaçını yaşatan
"Dünyanın Merkezine
Seyahat", "Esrarlı Ada" veya
"Kaptan Grant'm Çocuklan",
bugün bile yeniden keyifle
okuyabileceğim "Ne Alü Var
Ne Üstü" veya "Mişel Strogof";
değerlı sanatçı Hüscyin B.
Alptekin'in 2000 yıhnda "Jules
Verne'nin tzinde" sergisinde
çoğumuza keşfettirdığı,
tstanbul Boğazı etrafında
gelişen "tnatçı
Keraban"ın
serüvenleri dünya
edebiyatının baş
köşesine yerleşmiş
romanlardır. Piyeslcri
ve şiirlerinin sayısını
bulamadık ama
diziden 62 roman,
15 uzun hikâye
yayımlandığını öğrendik.
Gerek doğduğu Nantes, öldüğü
Amiens veya Paris, Marsilya
gibi kentlerde adına kurulmuş
ev, salon ve müzelerde yıl boyu
düzenlencn faaliyetler, gerek
yazann büyük çaplı seyahatlere
çıktığı 3 özel teknesinden biri
Saint-Michel H'nin
restorasyonu, yazar hakkında
anlatılması olanaksız bollukta
araştırma ve tüm kitaplarının
gözlere şenlik güzellikte yeni
baskılarının yapılması evrensel
nitelik kazanmış bir yazara
olan saygı ve vefa borcunun
yerine getirilmesi zorunlu
vecibeleridir. Verne böylece
aramızda tüm görkemiyle
yaşanıaya devam ediyor. Bu
satırlan kaleme almazdan önce
her zaman yaptığımız gibi
acaba bu konularda oralarda
neler oluyor diye şöyle bir
araştıracak olduk. Acıyla
gördük ki, bir zamanlar Ataköy
Geyikli Park'ta bir Jules Verne
büstü varmış. Bilgi doğruysa
anıt MHP'liler tarafmdan
parçalanıp yok edilmiş.
Sevinerek gördük ki Bilim ve
Ütopya dergisi bir Jules Verne
özel sayısı hazırlamış. Onun
dışında da Türk basınında dişe
dokıınur tek bir yazı yok. Niye
olsun ki? Şu anda kendi dilinin
dünyadaki abartmasız en ünlü
yazarına yeterince sahip
çıkmayan, onun yurdundan
uzaklaşmak zorunda kalışını
sessizlikle izleyen bir basından
ne beklenir ki?
ugur.hukum@paris.com